Ellerimin altından kayıp gider zaman...



1-Koca bir devir kapandı. Yaşamak istediğin hayata seni götürecek o yola girmek için ne bekliyorsun? Başlamaktan seni alıkoyan ne, ya yaşamaktan? Evlatlar değil, eş değil, yaşayacaksan kendin için, iki dünyan için yaşayacaksın, kimse için değil. Herkes tek tek gidiyor, bir devir kapanıyor, bir yıl daha bitiyor. Gidenlerin arkasından herkes yine dünya derdine düşüyor, mal hırsı bürüyor gözlerini. Kalk ve yaşa her şeyin düzelmesini beklemek boşa...

2-Hala dans edebiliyorken dans et derler, oysa hiç dans etmedim ki ben! Kolumu kaldırmadan geçti ömrüm. Ama izlemeyi severim, hayalen dans ederim de beceremem diye girişmem, mükemmelliyetçilik işte, fena... Sonuç hep bir hayal dünyasında yaşama ya da gerçeğin soğuk duvarına çarpıp yere yığılma. Galiba kendimi hiç bırakmadım hayatın, müziğin, aşkın, dansın salınışına. Öyle düğünde bile oynayanları sevmezdi bizimkiler, hanımefendiliğe yakıştırmazlardı, sonradan da alışamadım. Kurtlarını dökenleri izlerken de sıkılırdım. Denesem ben de yapar mıydım bilmiyorum ama mesela şu müzikte kim dans etmeden durabilir ki?


 
3- Mis kokulu yaseminlerin altında oturdum. O şehirde geçen yarım günü düşündüm İç Anadolu'nun bozkır sarısı her yeri kuşatmıştı, düğün vardı, büroca, kız evinden gelini almaya gitmiştik. Hazır gelmişken bir yemek yiyelim diyerek girdiğimiz restoranda testi getirip kırdılar. Tabağımda kiremit rengi bir toprak parçası vardı. Hiç bir lezzet alamadım, çok da yağlıydı. Ama gelin hanım iyi insan çıktı. Arkadaşımız icra takibi için yoldayken, şehirlerarası otobüste görüp peşine düşmüş, yolu o şehre kadar uzanmıştı. İki çocukları oldu mutluydular, yani sanırım, herkes öyle görünür çocukları olunca. Şimdi ayrı düşürmüş kader diye duydum, bunca severken. Hayat belli olmuyor. Yaseminler mis kokuyor. Çiçeklerin ismi çiçeklerde kalsa olmaz mıydı, niye insanlar kirletir isimleri. Babaannem yaseminleri çok severdi. Yere düşenlerini bile masaya koyar koklardı. İnsanlarda bulamadığı ne varsa çiçeklerde bulmuş olmalıydı, arka bahçe, ön veranda, her yer renk renk çiçekti. Yitip gitmezler, kurumaya meyletseler bile biraz ilgiyle toplanır çiçeklenirlerdi. İnsan gibi çiğ süt emmiş olmadıklarından sırtından bıçaklamazlardı.  

4- Simsiyah gözlükleri neden takar bir insan, neden kaçar aşktan, ışıktan, yaşamaktan... Saklandığı yer neresi? Kaplumbağa gibi kabuğunun içi mi? Hiç ışık sızdırmaz mı, deve kuşu gibi kuma gömsen de başını siyah gözlük takılıp aşktan kaçılır mı?

5- Herkes beni hayalperest sanıyor ama değilim. Keşke hayalimde dans etmekten öte bir şey yapabilseydim ama gidip sarma sarmam lazım. Annemin yeni aldığı yapraklar çok kalınmış o kadar da para verdi organik diye, haşla haşla yumuşamıyormuş. "Ege yaprağı" böyle olur mu "Tokat yaprağı" mı bu tüylü ve kalın? Ama insanlar neden seviyor. Düdüklüde pişmesi lazım o zaman güzel oluyormuş diyorlar, denemedim tokat yaprağını hiç tercih etmedim. Herkes alıştı lezzetlerin peşinde dolaşmaya, çünkü hayal kurup hayat geçirmiyoruz ki, ne çıkarsa bahtımıza deyip yaşıyoruz bu ülkede. Yıldızlar, umutlar, nerede? Yine neler neler olmuş sosyal medyada dolaşınca içi şişiyor insanın. Her yere ateş düşüyor. Her haneye başka ama sürekli bir düşüşler, toparlanamayışlar, üzüntüler, yıkıntılar arasında dolaşmaktan yorgunum. Nasıl dans edilir ki bu topraklarda, sürekli ağıtlar yükselirken. 

6-Ben de herhangi biriyim yani bir insanın başına gelebilecek en kötü şey nedir ki, sağlığını kaybetmek, sevdiklerini kaybetmek, özgürlüğünü kaybetmek. Geçenlerde bir tanıdık, pandemi nedeniyle hafta sonu sokağa çıkış yasağının onu bunalttığını söyledi. Kendi isteğiyle dışarı çıkmasa olurmuş ama yasak kararı onu sıkıyormuş. Acı acı güldüm; evindesin, yemeğin var, internetin var, sevdiklerin yanında, dışarıdaysa hastalık var, hadi dayanamadın elinde ekmek sokaklarda dolaşma özgürlüğün var, ki görüyoruz herkes dolanıyor. Hasta oldun ilaç alma özgürlüğün var, hastaneye gitme hakkın var. Hiçbiri yok ve evde durmak istemiyorsun; idari para cezasını ödeyip sokakta gezebileceğin bir kısıtlılık insanı bunaltırsa daha ne denebilir ki? İçeri kapatılmış çaresiz insanları düşününce, yoğun bakımda nefes alamayanları hatırlayınca, insanın hay senin özgürlüğünün kısıtlanmasına diye küfür edesi geliyor.

7-Suçsuzum Hakim Bey desen de, dinlemezler kafalarını kaldırmazlar, gözünün içine bakarak konuşmazlar, monitörlerin arkasına sakladıkları suratlarında duygusuz ifadelerini kimse görmez, ağızlarında geveledikleri kelimelerle hayatların gidiş yönüne karar verirler. Bazen içine ederler, düşünmeden, bilmeden. Çünkü hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Oradaki kişi tek suçlu değildir. Kim bilir yaşam yolunda neler oldu, onu oraya neler sürükledi ve şimdi kendileri görünürde haklı, aslında haksız kararlarıyla yeni bir belaya sürüklüyor dinlemeyerek. Şeker çocuk mesela. Kurtardığı kadın hayatını bitirdi. Tıp okuyacak fen lisesi öğrencisi kadın şiddetine dur derken nerelere sürüklendi.  Sürükleniyorum, sürüncemede kalan konular beni zorluyor artık. Ne olacak bu işler hiç bilmiyorum. Hayra çıkacak mı bunca şer? 

8- İtalyan bir sevgilisi varmış. Lasciatemi Cantare çalmaya başladı. Güzel şarkı. İtalya da güzeldir, İtalyan filmleri de. Hayat da güzeldir, yaşamayı becerirsen. 

Peki yaşamak nedir? Nefes almak mı, günü kurtarmak mı, aşık olmak mı, dans etmek mi, hakkının peşine düşmek mi, özgürlüğün arkasından gitmek mi, ölmeden önce ölmek mi? Bir kadına yaşam hakkı verirken kendinden vazgeçmek mi? Eril faillik deyip tacizlerin, sözde tercih deyip dayattığın zorunlulukların arkasında keyif sürmek mi, sıkışınca kuyruk sallamasaydı gibi ucuz söylemlerle yandaş toplamak mı? Gerçekten nedir yaşamak?

Elimizdeki her şey, sahibi olduğumuzu sandığımız tüm varlığımız bir gün bizi bırakıp gidecek, elimizden hızla kayıyor zaman. 

Tutmak, tutunmak, var olmak için ne gerek?

Handan Kılıç
9/12/2020 
İzmir


Olamaz mı, olabilir...



Yıllardır tanırız birbirimizi, hassasiyetlerimizi biliriz, onunla sohbet etmek hep iyi gelir bana. Aynı yerlerde dolaştık yıllarca ayrı ayrı ama aynı şeyleri sevmiş, aynı insanlarla arkadaş olmuşuz. Yıllar sonra karşılaştığımızda tıpkı "Olamaz mı olabilir" şarkısındaki gibi gülüyorduk rastlaşmalara. 

O gün, sahilde yürüyüp yanımda getirdiğim poşetteki abur cuburları yemeye karar verince arabaya doğru yürüdük. ikimiz de uzaktık buradan, evimizden, şehrimizden. İnsanlar akıp geçiyordu önümüzden. Herkese ve her şeye yabancılaşmıştık. Yıllar çok şey götürmüştü bizden.

-Mutluluk zamanları geride kaldı dedi.

Arabaya yaklaşınca "Bu mu gerçekten?" diyerek bıyık altından güldü. Bozulduğumu anlayınca toparlama telaşına girdi. "Şehir içine uygun, park yeri sıkıntısı yaşamazsın büyük araç zor oluyor ama ben yüksek araç seviyorum, senin bu ufaklığa sığmam" derken bagajdan sandalyeleri almıştım. Biraz ileride, boş bir alan belirleyip yürüdük. Oraya varınca yerleştik. Yüzümüzü denize dönüp yan yana oturarak konuşmaya başladık. 

-Yıllar sonra seni görmek nasıl iyi geldi dedim. Sonra ekledim; 

-Biliyorum mutluluk zamanları geçti, artık kabul ettim kaderimi, olup biteni. 

Sözü değiştirdi, 

-Kırmızı Ferrari ile beyaz Passat var ya feci kapışmışlar gene. 

-Hadi canım, ne olmuş da birbirlerine girmişler bizimkiler. "Kabuğum" derdi yıllar önce, ne zaman dünyadan kaçsam sana sığınırım, seninle akarım, hayat seninle güzel der dururdu. Hepimiz özenirdik nasıl bir tutkuydu onların ki! 

Omuzlarını silkti: 

-Öyle işte herkes dost kalamıyor, büyük aşk büyük düşmanlık. Hala da temas ediyorlar birbirlerine; yıllar geçti ikisi de göz ucuyla birbirini takip ediyor. Bizim kırmızı ile buluşuyoruz arada. Ya adımını at artık ya da bakma o tarafa diyorum, Nuh diyor peygamber demiyor, başkasını seviyor hem diyor. "Sever tabi ömrünce seni mi bekleyecek sanki sen bekliyorsun da!" deyince "Sevmiyorum ama ben, günümü geçiriyorum sadece. Ama onun benden başkasını sevmesini kaldıramıyorum. Elime geçse gırtlaklarım onu da, o adamı da" diyor.

-Oldu olacak ya benimsin ya toprağın desin! 

-Sorma, bunu ben de latife olarak söyledim de ne dese beğenirsin. "Onu dediğim için gitti zaten." 

-Hasta oğlum o, rahat bıraksa ya kadını. 

-"Elimden bir kaza çıkacak, onu başkasıyla gülerken görünce ama gidemiyorum yanına, çok geç artık hem sonra çocuklar var." diyor. 

-Sonunda hatırladı onları, ya gerçekten evine barkına dönsün. Gidemiyor, kalamıyor. İki cami arası beynamaz gibi. 

-Kaybolmuş, bir türlü evin hissedeceği yeri bulamıyorsun dedim diye anlatırken sözünü kestim:

-Boş ver, sıkıldım onlardan asıl sizden, çifte kumrulardan haber ver. 

Bozuldu, ayağa kalktı, dönüp durdu yerinde.

-Ne oldu?

-Otur otur uyuştuk, biraz koşalım mı ?  

-Güldürme beni, koşacak ciğer mi var bende, istiyorsan sen koş derken alyansının olmadığını fark ettim. Sormaya fırsat bulamadan ayrıldı. Arkasına bakmadan koşmaya başladı her zaman böyle yapardı, sorunlardan kaçar ama kurtulamazdı. Gözden kaybolana kadar onu izledim sonra gözümü ufka çevirdim o iki mavinin arasındaki ince çizgiden hayal alemine geçerken "Her gidişin bir dönüşü vardır" diye mırıldandım.

Handan Kılıç

26/11/2020
Ankara



Kuş olup gittin...

 



Kuş gibi hafif olmak, uçmak, seni zincirleyenlerden kurtulmak, kanat çırpmak, kalbi kuş gibi hızlı hızlı çarpmak, yerden havalanmak, kuş olup gitmek, baykuş olup sessiz kanatlarınla vardığın yerde fark edilmeden tünemek, hepsi özgürlüğün bir başka hali değil mi? 

Bazen görünmek istemezsin, kendi içine bakmak için uzaklara bir yolculuğa çıkmayı dilersin, kendi çöllerinde vaha bulmak için, bazen sadece kanat çırpıp kafeste geçen zamanda üzerine yapışan tozu silkmek, ölü toprağını atmak, işlevsiz kalıp paslanan kanatlarını açmak istersin. 

Yukarıdan bakmak, kuş bakışı seyretmek için yükselirsin. Bütün yolları seçer gözün, çıkışları, çıkmazları, gülümser ve kanat çırpmaya devam edersin. 

Kuş olup gitti Cihan, kuş çocuk bile olamadan. Uzak diyarlardan gelmeye niyet edip yolda kalmıştı. Belki ona iyi oldu. Zira burada da yolculuk kolaylaşana kadar yıllar yıka yaka geçerdi. O ilk yolculuğu bile tamamlayamadı. Gücü bu kadardı, kalbi durdu, kuş gibi kaybolup gitti. İçim bomboştu, dünya bomboştu. Gök karanlık, hava hep yağmurlu, umut, neşe bir çuvala sıkıştırılmış, ağzı sıkıca bağlanmıştı sanki. Yedim, yedim, kusana kadar, o boşluk dolana kadar. Yediklerim dışıma, elime yüzüme, her yerime yapıştı, beni hareketsiz bıraktı. Dönüp baktım, o kocaman boşluk hala oradaydı, içimde, kalbimde. Kime, neye, nereye tutunsam işe yaramadı. Kimse elimden tutmadı, yok saydı, kendi halime bıraktı beni. Oysa kendim kalmamıştı ki! 

Ah ben, kendimi hapsettiğim yerde, düşüncelerden parmaklıklarla yok etmiştim benliğimi. Kimse aramaya gelmedi. Seslenenler oldu ama tanıdık değildi. İzin vermedim kendime de, bir yabancıya da. Çok istesem de kaldım yerimde. Kuş olup uçmayı öğrenemeden atıldım yuvadan farklıyım diye. Kanat çırpmayı bilmeden çıktım, kuş uçuşu uzak, yürüyerek ne zaman varılır bilinmez mesafede menzile. Ah be Cihan, bil ki ben seni çok sevmiştim, peşine takılıp gelemedim, kuş olup gittin, yetişemedim. Çirkin Ördek Yavrusu masalındaki gibi ördek yumurtaları arasında hayata merhaba demiş kuğu olduğumu çok geç fark etmiştim. 

Ben zaten çok şeyi sonradan fark ettim. Fark etmek değiştirir, fark et ve bırak. Fark ettikten sonra hiçbir şey aynı olmaz. Olmadı, kuş, kafes, yol, kuş bakışı, cihan gelse yerin dolmadı. Yaşamak umutsa eğer, nefes alıyorum hala burada, ama kanat çırpmadan, öylece bir köşede, kimsenin umurunda olmadan, bunu bil yeter. 

Handan Kılıç 
27 Aralık 2020 
İzmir

NETFLİX EĞLENCELİ DİZİLERDEN SEÇMELER

  SİNEMA/DİZİ GÜNLÜĞÜ  


249-AŞK VE ANARŞİ



+18 İsveç dizisi. Stokholm'de çekilmiş. Bir yayınevi ve küresel popüler kültüre direnişi, aşk oyunları, sanat dünyasındaki tacizlere kadar bir çok konuya değiniyor. Ortalama yarım saat 8 bölüm, tek sezon. Güzel bir dizi... Yakın zamanlarda ülkemizde de eril faillik adı altında hafifleştirilmeye çalışılan Edebiyat dünyasındaki taciz olaylarının evrenselliği üzerine düşünülerek de izlenebilir. Ha bir şey diyor mu, hayır. Zaten bu gün eğlenceli dizilerden bahsedeceğiz.    

250- EMİLY İN PARİS 


Günümüzde sosyal medya üzerindeki etkiyi kabulde zorlanan köklü bir Fransız şirketine Amerika'dan gelen azimli bir genç kadının Paris'te tutunma macerası. Son derece keyifli. Aynı gün bitirenler çok.










251-VALERİA

Yine eğlenceli bir dizi. İspanyol yapımı. Kız kardeşlik, ilişkiler, aşklar, aldatmalar, aldatılmalar üzerine bir dizi. Kadınların konusu, erkeklerin de çeşitli güzel ve eğlenceli kadın izleme merakı ile yayınlandığında ilk sıralara fırlayan bir yapım.












252-VİRGİN RİWER

Aynı adlı romandan uyarlanmış, romantik, olağan üstü her hangi bir olayın olmadığı, dinlendirici 10 bölümlük yumuşacık bir dizi.

253-BROKLYN NİNE-NİNE



Gülmek isteyenler için yine doğru adreslerden polisiye komedi.










254-HOW I MET YOUR MOTHER 

En keyifli sitcomlardan olan bu dizi tutkunlarınca defalarca izlenenlerden olup önerilir.










255-FRENDS

Tüm zamanların en çok seyredilen, sevilen dizisi on sezonu ile birlikte artık Netflix'te değil blue tv'de. 







256-THE GOOD PLACE





Bir nevi cennet olarak düşünülen bir yere yanlışlıkla gelen bir kadının gönderilmemek için yalanlar söylediği, Netfilx'te şimdiye kadar en saçma bulduğum dizi. Gülemedim, türü komediymiş, seveni de oluyor elbette, bunlar tamamen şahsi fikirlerim.












257-WHİTE LİNE


Kardeşinin ölümünün üzerindeki sır perdesini aralamak için İbiza'ya giden bir İngiliz'in yaşadıkları, polisiye, suç, dram.  










258-GYPSY


Hastalarının hayatına gizlice sızan ve bunu fantazi boyutuna taşıyarak tehlikeli bir oyun oynayan psikiyatristin macerası. Yorucu.














259-ATİYE 1-2

Hepimizin merakla beklediği Türk yapımlarından olsa da ben özellikle ikincisini daha eksik buldum. Zor bir konu ama yine de daha iyi bir yapım olabilirdi. Alt yapısı olmalı insanın ki boşlukları doldursun. 





NETFLİX SUÇ, DRAMA, POLİSİYE DİZİLERDEN SEÇMELER

 SİNEMA/DİZİ GÜNLÜĞÜ  

239-FREUD

Avusturya yapımı suç, dram, polisiye. Psikoloji ile pek ilgisi yok, bu beklentiyle başlamayın ama izlenebilir bir polisiye.

Tehlikeli ilişki isimli film daha psikolojikti.  






240-İNGOBERNABLE



Dili İspanyolca, Meksika'da geçiyor. Suç, gizem, askeri darbe, politika, dram türünde 
2 sezon. Meraklısına su gibi akan bir dizi.







241-THE STRANGER


Kitap uyarlaması, son derece sürükleyici, suç, drama, Amerikan dizisi. Gayet güzel.
 







242-JUGAR CAN FUEGO




+18. 9 bölümlük polisiye, Brezilya'da kahve üreticisinin yanında çalışan genç bir adamın taşraya sıkışmış evli kadınları av gördüğü bir dizi.    




243-TOY BOY

İspanya yapımı, ilginç bir polisiye macera. Haksız yere hapis yatan bir adamın yıllar sonra gerçek katili aradığı bu dizi +18.








244-THE SİNNER

Güzel bir polisiye, romandan uyarlama. 














245-Women Of The Night


Hollanda yapımı, Amsterdam Belediyesi'nin yükselen yıldızının karısı ve karanlık geçmişinin konu alındığı +18 yapım tek sezon.





 





246-UNBELİVABLE



Genç bir kadının tecavüze uğradığına dair yalan söylemekle suçlanmasından yıllar sonra iki kadın dedektif benzer saldırıları araştırır. Gerçek olaylardan esinlenilen dizi Amerikan yapımı. Kadınların bu konudaki yalnızlığını çok güzel işlemiş. İzlenilmeli. Suç, dram, kaliteli polisiye.








247-YOU 1-2



İzlediğim zamanlar bölümlerine şiddet görüntüleri sebebiyle ara verdiğim, günlerce sosyal medya paylaşımları yapmadığım, irkildiğim dizilerden. Sinirinizi bozmak için birebir. 





248-WHAT/IF 


  Birçok insan gibi bu diziyi Renee Zellweger için izledim. Çok psikopatça bir dizi olduğu uyarısını yapmalıyım. Elbette  +18 olduğunu da belirteyim.






DAHA ÖNCE YAZDIĞIM DETAYLI ÖNERİLERE AŞAĞIDAKİ LİNKLERDEN ULAŞABİLRİSİNİZ

 
1- LA CASA DA PAPEL

Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

Bugün de bitti. Gidin gidin, ben beklerim burada, işim ne! Allah'ım nereden düştüm buralara! Memleketimin dağlarında özgürce yaşamak varken bu Allahsızlar topladı, çiçeğimden ayırdı, yumrumu ezdi, kuruttu, toz etti. Eskiden yine yazın kışın revaçtaydım. Soğukta boğazı ağrıyan da bana koşardı, sıcaktan bunalan da. Girdiğim yere lezzet ve kıvam katarım; biraz zahmetlidir bulunmam ama çay kaşığının ucuyla koysan yeter artar, kokum, lezzetim... Şimdi o marketlerde sulandırılmış taklitlerimden başkasını görmemiş gençler bilmez tadımı. Ama eskiler her yudumda benle geçen günlerine döner. Taklitler aslını böyle yaşatır işte, yüzlerini buruştururken özlerler beni, hem de çok. Fakat mümkün mü kavuşmak! Mahallenin aktarına kadar geliyorum, tam kasanın arkasında, rafın en yüksek yerinde sergileniyorum. Öyle dükkanda dolaşırken herkesin ulaşacağı açıp kapağını koklayacağı yerde değilim. Nane, kekik, karanfil miyim ben yahu! Öyle her girenin adımı ünleyeceği devirler geçti. Bana sahip olmak için hem cüzdanı kabarık hem de damağı alışık olmak lazım. Peh! Bayatlıyorum burada. Beni buraya getiren Aktar Efendi'ye ne demeli! Sen bu ülkede, bu mahallede beni nasıl satacaksın basiretsiz tacir! İnsanların bir ay çalışıp kazandığı maaş belli benim fiyatım belli. Sen niye inatla beni tutup buraya getiriyorsun? Dükkanı açtığın mahallenin benim kokumu bile duymadığını, taklitlerimi dahi alamadıklarını bilmiyor musun? Benim üstümden prim yapmaya, hava atmaya çalışıyorsun ama kim anlayacak ki seni! Bayatlayınca da tadım olacak mı benim? Niye bana bu eziyetin, bırak gideyim tadımı bilenlerin damağından süzüleceğim dükkanlarda görüneyim.

Ada çayı mıyım, ıhlamur muyum, kendini bir şey sanan tarçın çubuğu muyum da bu mahallede alıcı bulayım ben? 

Hadi bir hata yaptın, beni buraya getirdin, al götür evine, çoluğun çocuğun içsin, babam bize ne güzel şeyler getirirdi desinler büyüdüklerinde. Salebim ben salep... Benim tadımı alan bir daha unutur mu sanıyorsun. Hadi bir babalık yap, çıkar bu gece beni bu dükkandan. Vallahi usandım bekleyip durmaktan...

Handan Kılıç
02/12/2020 
Ankara



BIRAK-MA





Bırak/ma


Yuvarlanıyorum yine yavaş yavaş

Öyle olsun isterdim ama birden düşülür içine,

Yere ne zaman çakılacağını bilmeden,

Döne, döne, döne, döne, hızla inersin kuyunun dibine.



“Bırak beni burada” dersin de,

“Bırakma” diye seslenen gözlerini duymaz kimse.



Bırak yerinde dursun kova,

Biraz da su olsun yanında.

Burası kör kuyu, aşinayız buralara

Ne içecek ne dibinde gezinecek bir kaç damla bulunmaz aradığında...



“Öyle saf öyle temizdi ki, hislerim öyle kalsın istedim”

Kuyunun duvarlarında bir kahkaha

Bırak bunları, bırak bunları

Şimdi bize martaval okuma



Göz göze geldiğim anlarda,

“Yurdum ol” dediğimi duysa

Ne işim olurdu karanlıkta, kuyuda…



Bir ömür mühürlerdim gözlerimi sevdasıyla

Sadece defterlerin sırtına,

Kalbimin zayıf duvarlarına yüklemezdim derdimi

Öbek öbek sözlerim fısıldanırdı kulaklarına.



Ah kalbim!

Onu gördüğüm her an yerinden çıkar

Beni yere çalar,

Düşürdüğün kaldırımlarda geceletirdin de



Arzunun kamçıları indikçe sırtıma

Hayır, öyle değil tertemiz sevdama dokunma diyerek başkaldırırdım sana



Dokunmanın sevda,

Dudakların mühür olduğunu kavradığımda çok uzaktım ona, aşka.

Gecenin siyahında hayalini alıp bile isteye

Kör kuyuya atladığım çok oldu yıllar boyu yokluğunda



Onun için mi hala dibinde kalmaktan korkmuyorum kuyuların

Ateşimle aydınlattığım karanlıklarda geçiyorum teninden ışığa



Merdivensiz kalmaktan zevklendiğim bu yerde

Sırlarıma kör kalan taşları sevdiğim doğrudur

Leb demeden leblebiyi anlasın istediğim leblerini hiç öpmediğim de.



Bırak beni” dediğim gündüzlerin özrünü

“Bırakma ellerimi” dediğim o gün gibi haykırıyorum gecelerde,

Sev beni, sev bizi

Gel düşüme,

Gitmediğin kalbime,

Kör kuyunun dibine,

Etime,

Titreyen lebime

Gözümde tüten özleme

Sönmek bilmeyen ateşe

Nefes nefese harlanan bize

Tek başıma bırakma beni bu kör kuyunun dibinde.


Yoksa buz kesen kalbim

İsli, ince bir dumanı kalan ateşim sönerken

Boğacak beni bu kuyuda

Susuzluktan ölsem de dokunmayacağım başka bir kova ile bana uzatılana


Çıkmak da istemiyorum

Baktıkça körleştiren ışığa


Nefeslendikçe hafızamı silen bahar korkutuyor beni

Yokluğunda dahi billur bir ırmak olup sayfalarca akan kalemime ihanet ettim

Unuttum bak demek için kül ettiklerimden geriye

Kelimelerin belini kıran bir kaç damla yaş bıraktı göz bebeklerim


Koca bir hayat kırığıymış meğer kendimi terk edişlerim.

Her sarsıntıda mağmadan sıcak nefesiyle

Başını uzatan turuncu bir alev gibi gözlerin


Balına uzanamamanın verdiği ızdırapla keçiboynuzu kemirmekle geçti günlerim

Şimdi bırak beni burada

Körkuyuda

Soğuk taşta

Akılsız başta

Kaçtıkça kaçasım gelen sığınakta


Gölgesi ısırmaz ya yılanın

Karanlıkta parlar gözlerim

Sanki bir başkasına aittir

Duvarda izlediğim film

Çok söze gerek yok işte

Tek kelime yeter hissedene

Tak sonuna ekini, kalbin sesini

Özlemek nedir hiç bildin mi?

“Özlendiğini hissedecek kadar şans

Rüzgar olup sardı mı nefesimle seni, hiç bilmedim ki!

İçimde yükseleni haykıracak kadar büyüse de şimdi kelimelerim

Bir tanesi söyleyeceğim:

“Özledim”



Handan Kılıç

NOT: Bu şiir, Eylül 2020 tarihli Yazı-yorum dergi tarafından e-kitap olarak yayımlanan GiRDAP isimli şiir seçkisinde yer almıştır.


Seslendirilmiş hali @hayatyaziyor adlı instagram sayfasında igtv videoları arasındadır.


 

Geçen gün ömürdendir

 "Geçen gün ömürdendir." demişler. 

Kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı, bitsin artık bu zülüm buluşalım gayrı.

Aklımda tek soru: ne olacak çocuklarımız, gençlerimiz? Gemi battı, batıyor. Tuzu kuruların umurunda değil hiç bir şey. Senin çocuklar nerede, nasıllar? 

Dürt İçindeki Narı

 




12/12/2020

12:12


21 Aralık, Nam-ı diğer “Şeb-i yelda” geldi çattı. Gün dönümünün ve uzun gecelerin taşıyıcısı kış başlıyor.


Zaten 2020’nin bitmeyen dertli günleri, virüsleri, maskeleri ile hepimizi zorladığı bir dönemde, hayattan yorulmuşken şimdi bir de Nevruz bayramına kadar sürecek bu soğuk mevsimi atlatmamız gerekiyor. 

Öykü küçürek, ölüm gerçek

 


Ah be dünlük!


2 Aralık 2020 akşamı da, her Çarşamba olduğu gibi küçürek bir öykü yazmak için zoom da bir araya gelmiştik. Hocamız, kendinizi aktarda satılan ama rafta kalmış bir baharat türevi gibi düşünerek kişileştirme sanatıyla bir öykü yazın demişti. Ben de kaptırmış kendimi sahlep yerine koyup Aktar Efendiye basiretsizliği yüzünden söyleniyordum ki, önüme bir mesaj düştü: 


Eksik bir şey mi var?


Günlerdir öyle yoğun ve yorgundu ki, kendiyle kalacak bir vakit bulamamıştı. Oysa her gece üçe kadar oturmuş, yazmış, çizmiş çalışmıştı. Gündüzleri evin işleri, yeni normalin sıradanlaşan zoom toplantıları, dışarıdaki işler derken insan iyice dağılıyor, bitmeyen bir koşturmacanın içinde bir türlü odaklanamıyordu. Mecburen herkes yatıp el ayak çekildikten sonra kendine bergamut kokulu bir çay demleyerek geceye süzülüyordu. 

Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

  Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kend...