hayatyazıyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayatyazıyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hayat Sende Durmam Diyor

 


 Merhaba. Bu resmi derste çektim slaytlar rahat görünsün diye kara perdeler çekiyorlar. Hayatlarımıza çekildiği gibi. Oysa dışarda yemyeşil bir kampüs var. Hayat var. Yeşil papağanlar, kargalar, palmiyeler, zeytinler. Salkım söğütler, incirler. 


Ve ders araları var nefeslendiğimiz. Ama gündem öyle mi? Sürekli kara perdeler çekili. 

Her şey akıp geçiyor, günler, acılar. Sabır taşı olsa çatlardı bu toprağın insanı yaşanan acılardan. Zaten çatlayıp toprak oluyor kuru susuz yalnız çorak bir toprak oluyor herkes. 


Instagram’dan pek belli olmasa da herkes kendi acısını bir başına çekiyor. Ve insanın bir şey paylaşma hevesi bile kalmıyor. Arkadaşlarımın çıkan kitaplarını paylaştığım hikaye serisi vardı duruyor. Okulda her güne bir fotoğraf çekiyorum. Bazen birden çok. Perspektif fotoğrafları. Bekliyor. Herkes eli dili bağlı öylece duruyor.

Sanalda Ve gerçekte derslere giriyorum. Yeni şeyler öğreniyorum. Yeni insanlar tanıyor, yepyeni öykülerle heyecanlanıyorum. 

Yazılar yazıyorum gece yarılarına kadar. Okuyorum, kendi rutinlerimde yaşamaya çalışıyorum. 

Sıfır haber, az dizi, sıfıra yakın Türk kanal yine de sosyal medyaya girdim mi yaşayacak heves kalmıyor. Neden bunca çaba diyorum. Yaşam enerjisi yok bu topraklarda hep acı, gözyaşı, bedelsiz ucuz yaşamlar… 


   İmkanı olan bu kısır döngüden çıkıp gidiyor zaten. Kalanlar nasıl devam edecek güç buluyor, meçhul. 

   Varsa önerisi olan bir anlatıversin de dağılsın bu kara bulutlar🙏

17/10/2022 

Handan Kılıç





ANDROPOZ NETFLİX'TE


 SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 


305-ANDROPOZ

7 Ekim 2022 tarihinde Netflix'te yayına giren Engin Günaydın dizisi merakla bekleniyordu. Zabıta İrfan'dan Burhan Altıntop'a kadar her oynadığı karakterle gönüllere taht kuran profesyonel oyuncunun hem oynadığı hem de yazdığı dizi beklentileri de yükseltiyordu. Taylan Kardeşler'in de yönetmenlik tecrübesi vardı. Dizi değişimin eşiğindeki Yusuf karakterinin andropoz belirtileri göstermesiyle güzel başladı ama bazı mevzuların uzaması ana konunun ise devamının gelmemesi ile benim için tadını kaybetti. Temponun yavaşlığı ile dizinin dilinin Türkçe olması beraberinde başka işler yapmama da fırsat verdi. Böylece diziyi bitirdim. 

Marmaris'in harika doğası etkileyiciydi. Konu da çok verimli olmasına rağmen sanki sığ işlenmişti. Beni çok da güldürmedi.

(Bu satırdan sonrası spoiler içerir.)

Büyük bir değişim dönemine giren aile babasının tek yaptığı saçını boyayıp beyazlarını kapatmaktı. Bu döneme dair en çok pompalanan "Genç kızlara düşkünlük" gibi bir hevesi yoktu. Zaten evlilik boyunca karısını aldatmış, bizden geçti diyerek bırakmıştı. Kendisine musallat olan genç kıza da çok erkeğin göstermeyeceği sabırla direndi. Yani başta değiştiği söylenen adam daha iyi biri oldu. Normalde bunun tersini biliriz. Elliye gelen adamlar zorlaşır. 

Tamer Karadağlı'nın berbat şive taklidi ve ikizlerin korkunç oyunculuğu Engin Günaydın gibi bir ustanın dikkatinden nasıl kaçtı merak ediyorum.

Senaryoda sarkmalar olduğu da aşikar. Altı değil de üç bölümde bitebilirdi. Ya da andropoz durumu daha detaylı işlenebilirdi.

Çocukların duygusuz halleri de çok rahatsız etti ama galiba "Ben buna değerim" , "Canım kendim" gibi sözlerle büyüyen, kimse için bir şey yapmadan yaşayan, fedakarlık, iyilik gibi halleri saflık olarak görüp aşağılayan, paraya tapan nesiller yetişti. Bunda çağın hızı kadar ebeveynlerin çocukları ilgi ve odak noktası yapmasının, görmediğini fazlaca göstermesinin de katkısı büyük. Her şeyin azı da fazlası zararmış. 

Engin Günaydın daha çok güldürsün isterdim. Vaktiniz ve sabrınız varsa izleyin.

09/10/2022 02:00 
Handan Kılıç

Bir Niyet Bir Diyet

Niyeti bozdum, tabi diyeti de. Vicdan azabı duyuyorum şimdi ama iş işten geçti. Yarın doktorum aradığında ne diyeceğim bilmiyorum. Belki aramaz hem bayramda mesai yapacak değil ya! 

Zaten pilav üstü dönere de hayır denmez. Hem ne kadar zaman oldu ağzıma sürmeyeli, düşüneyim bakayım, neredeyse bir aydır pilav yememiştim. Zaten birkaç kaşık yedim çok değil hem üzerine soda da içtim eritir. Bizim bey yemekten sonra soda içince üzerine bir porsiyon daha yiyor. Hiç de kilo almıyor. Hep söylerim dünya adil bir yer değil işte, adalet olsa canımızı yiyenler yediklerimizi de eritirdi değil mi? Ama nerde bir gamsız var midesi sırtında. 

Ne Yerdesin Ne Gökte!

 

Yerdesin. Bir zamanlar gökteydin ya da öyle uzak bir bilinmezlikte. Sonra bir de baktın ki yerdesin. Büyüdükçe daha da yaklaştın yere. Ayağın sağlam bassın dediler, itiraz etmedin, hayallerim var diye. 

Gün geldi aşkla savruldun göğe. Zamanla o da eskidi, işte buradasın, yine yerde. 

İnsan kah göktedir kah yerde. Bu kadar salınmak iyi bir şey mi bilmiyorum; orta yoldan gitmek iyidir lakin rutin de sıkıcıdır derler. 

Çizginin dışında olmak, çok yükselmek, hemen ardından alçalmak ve bu halin sık tekrarı jet lag kadar yorucu. 

Öyleyse rutin rahatlatıcı. Zaten rutininin değeri kaybedince anlaşılır. Hayat, bu gerçeği geçmişi yıkıp geleceği yeniden inşa ederken herkesin ömründen başka başka geçerek yaşatır. 

Yerdesin; kolay değil yeryüzünün bin bir çileyle hemhal çehresine bakmak. 

Kabuğu hala kızgın; depremler, yangınlar, susuzluk, ihmal, çirkin ama yükseldikçe revaçta olan betonlar, her şeye zarar veren ve giderek çoğalan insanlar. 

Hepsi ile çevrelenmişken yer kabuğu kızmakta haklı elbette ama biz de seçimimiz dışında geldiğimiz bu yerde maruz kalıyoruz kötülere, kötülüklere. Ve çoğu zaman yerin altına batasıca katillerle, vicdansız ve aymazlarla aynı toprağa ayak basmaya, aynı atmosferi solumaya devam ediyoruz. 

Çünkü gidecek başka bir yer yok. Öyleyse dünyadan aldıklarını kaliteli bir şekilde yine ona sunmaktan başka çıkar yol da görünmüyor.

Yerdesin, göğe de yükselebilirsin. Kanatlarını kırdılarsa balonla yükselmeyi deneyebilirsin. Yeter ki, ağırlıklarını tek tek bırakmayı ve seni yere bağlayan o ipi kesmeyi unutma. 

Umut ne yerde ne gökte. Uzakta değil, içinde...  

Handan Kılıç 

11/08/2021

#handankılıc

SARI BETON yayınlandı

 



Bu yazı ilk kez Medıum.com adresinde yayınlandı.

Medıum'da yayın yapan Türkçe Yayın sayfasında da yayınlandı.

Podcast olarak dinlemek için Seslenen Yazılar başlığında çeşitli platformlardaki bağlantıları tıklayabilirsiniz.



 

SARI BETON

Koşa koşa gelmiştim sana.

Korkuyordum o vakitler.

Zifiri karanlıkta bile beni her yerde takip eden o karaltıydı kaçtığım.

Hızlı adımlarla tırmandığım merdivenlerin sonunda, senin yanında sanki kurtuluş bulacaktım: Işıltılı bir salon, balonlar, alkışlar adeta sürprizler saklıydı kelimelerinin ardında. Bitki örtün tanıdıktı. Sözler alışılmış olsa da sanki bir şövalyenin ruhundan akardı.

Bir gün dibe vuracağımız hiç gelmezdi aklıma. Herkese her şey olabilirdi. “Hayat işte” der geçilirdi ama biz aştığımız çöllerden sonra kendi vahamızı kurmuştuk. İki iken bir olmuştuk. Birden nasıl koptuk?

Önce bir afalladım, yarım kaldım sandım.

Bir zaman sonra kalktım ayağa, önce evi toparladım. Perdeleri açtım, gönlümü havalandırdım. Her şey değişmişti, o vakit anladım. Bu eve taşınırken yeşil alan diye gösterip önü açık, manzarası güzel demişlerdi ya, bizi kazıklamışlar yine. O büyük yere şimdi yeni bir gökdelen dikiliyor. Planlar değişmiş, belediye meclisinden oybirliği ile geçmiş. Alt komşunun babası belediyedeymiş. Torun torba hepsi temelden girmiş. İlana çıkmadan bitmiş kutucuklar. Fiyatı beş misline fırlamış şimdiden. Mutluydu, önü açık dedi, gülümsedim. Her yeri açık, havadar, komşuların hep tanıdık olacak, çok manidar. O, büyükşehirde yakın olmalı akrabalar, annem babam yaşlandı, iyi oldu böyle toparlanmalar derken uzaklara baktım. Dağılmıştık biz ne ev kalmıştı ne huzur. Hani dağ dağ üstüne olur ev ev üstüne olmazdı? Hani yuva yıkanın yuvası kalmazdı. Herkes her yerde yuvalandı. Bize düşen neden ayrılıktı?

Hızla ilerleyen binayı seyrettim epey zaman. Başka şansım da yoktu, burnumun dibinde koca bir karaltı gibi bulutlara uzanıyordu. Sanki üst üste yapıştırılan betonlarla, içine insanların hapsedileceği kibrit kutuları diziliyordu. Kalbin kadar sert, burnun gibi dik, çıktığın enkazlardan sıyrıldığın güçte depreme dayanıklı bu bina her baktığımda daire adlı hücreleriyle zerrelerine kadar hapsolduğun egonu hatırlatacaktı artık bana. Sarı bir beton, sert, çirkin, kurak. Onların manzarası yarısı kotta, alçak bir sürü bina, galiba hepsi kaçak. Yalnızlıksa varabildiğimiz son durak.

Yüreğim o yeşil alan kadar bahtsız, bitki örtüm savunmasızdı uzun zaman… Üzerindeki ağaçlardan, kuşlara börtü böcekten kaplumbağa her varlık terk etmişti diyarı. Hüznümü kucaklayan yine kapkara topraktı. Baktıkça nefessiz bıraktı. Üzerine papatyalar çizilmiş yeşil boyalı çöp kutularına akşam üzerleri domuzlar, geceleri ayılar dadandı. Burası onlarındı. Timur’un fillerini saklayacağı kadar yeşildi bir zaman, sittin sene önce, ormandı. Artık sit falan da kalmadı, her yerden beton fışkırdı.

Neyse ki gökyüzü vardı. Şairler göğe bakmaya çağırırdı. O gün yine ağlarken bir de baktım güneş açtı. Yağmurlardan sonra gelir ebemkuşağı, rengarenk süsler hayatımı diye umutlandım. Boşunaydı ne ebem kalmıştı yanımda ne sen, herkesin okuduğu tek şey canımdı.   

Bundandır sevincimin kursağımda kalışı. Rüzgâr ne yapıp etti o kara bulutları yığıp gitti. Şehrin üstü karanlıktı, sensizlik derin bir kuyuda merdivensiz kalmaktı. Allah’tan kuyuları kapatmıştım yazdan. Merdivenler sadece erik ağacına dayanacaktı. Ama yeşil erik sevmediğim için oracıkta dekor olarak kaldı. Ne gönlümü göğe taşıdı ne de ayaklarımı, yeşile, meyveye, sevgiye.  

Sonra yağmur başladı. Ağaç altında durulmazdı. Merdiven basamakları ıslaktı, koşa koşa çıkılmazdı. Koşup vardıklarım bana hep tuzaktı. Ne kadar geç anladım, kalbin bana çok uzaktı.

Karadan kaçtım önce, çölden, kurumuş topraktan, senden uzaklara, denizin kıyısına.

Nasıl da mutluydum yolda; masmavi gök yoksa deniz vardı. Gözlerin uzaksa ufuk oracıktaydı.

Varacağım yerde umut kollarını açıp beni saracaktı. Kıyısına gelince, “Ama ama bu olamaz” diye haykırdım. Göğe yükseldi çığlıklarım. Beyaz kanatlarını kıyıda, taşlar üzerinde dinlendiren martı ile bakıştık, hüzünle ağlaştık. Şaşırmadım aslında denizin de bittiğine. Herkes giderdi, her şey biterdi. Adına hayat denir, kalanlar yola devam ederdi.

Mevsimler de denizler de kuşlar, köpekler de bizim bu deli halimize uymuş diye mırıldandım. Sarı bir beton atılmıştı kıyıya, dona kaldım.

Çöl, kurak topraklar, ölümler, patlamalar, kırgınlıklar, can parçaları geride kalmamış mıydı?

Üç tarafımız denizlerle çevriliydi eskiden, biz bizken, aşıkken.

Sırtımızda bıçaklar, yalnızlıklar, kuyular, gözyaşları, ağıtlar, ahlar yokken. Yağmurlar asit olup yağmazdan önce, kayıplara karışan insanların kemikleri için endişeyle beklemezken. Dedelerimizin, üç gün yatak, dördüncü gün toprak taleplerine sıkışmış beklentisizliğimizin dahi nasipten geçtiğini bilmezken.  

Üç tarafımız maviydi biz kendi kendimize yeterken. Sen her gece örterdin üstümü, ben elimde kitap, kanepede uyuyakalmışken. Yağmurlar Nisan’da yağardı, bahar topraktan fışkırırken. Şubatlar hem üşütür hem ısıtırdı, kışı kışta yazı yaz da yaşarken.

Biz bize yeterdik bu toprakta, geleceği beklerken.

İnsanı hep sıkıntıydı. Acı, hiç iyileşemeyen yaşlı bir kadının ağrıları gibi oradan oraya dolanırdı. Bir yerine yarayan ilaç bir başka yerini sancıyla kıvrandırırdı. Hastalıklar yaygın, bulaştıranlar serbest, taşlar, hastalar ve doktorlar hep bağlıydı. Ahları yüreğinde, ilenmeleri dilinde kadınlar coğrafyasıydı burası. Analarla doluyken ne zaman ki vicdanlarının üzerine yatıp sesini boğdular içlerinde, can da çekildi bereket de. Her gün yok yere sevdiklerinin elinde can verirken kadınlar, çocuklar sesleri göğe yükselmekte. Kulaklık çıktı mertlik bozuldu. Tehlike adres sormadan dolaşırken sokakları herkes son seste duymak istediklerini dinler oldu.    

Boğazlar mı, sadece bir geçiş yolu. Hassas kalpler için dokuz boğumu da yumru. Konuşurken daha ilk dönemeçte kılık değiştiriyorsa anlattıklarımız.

Yutkunurken bıçak olup kesen korku, en iyi susturucu.

Her gün biraz daha yalnızlıklara gark oluyorsa hayatlarımız, kaçışlarımız suçlu.

Oysa koşa koşa gelmiştim sana, sevinçle tırmandığım merdivenlerden kaçarcasına indim sonra. Aynam, aşkım, vatanım demiş, güvenmiştim yarınlara.

Karaltı sanıp kaçtığım gölgemmiş meğer. Sana çarpınca anladım. Kırılan parçalarımı tek tek kendim topladım. Ah be, ne kadar safmışım. Ben yıllarca ne çok şeyi var sanmışım! Oysa şimdi bana kalan parçalanmış aynamdan yüzüme vuran yalnızlığım.

19/6/2021

Göz Göz Olmuş Yüreğim

 

Gözlerim gerçeğe açılacak derken gözüm açılmaz olmasın mı bu sabah! 


Nereden çıktı şimdi bu şişlik arpacık mı çıkıyor acaba? Belki on beş yıldır çıkmamıştı, nazar mı oldum yine? Üst kapakta da hiç rastlamamıştım. İki gecedir uyutmadı da. Böyle bir acı ve şişlik görmedim daha önce.  


Görmek mi göremiyorum ki!


Duyuyor muyum, hafif bir müzik geliyor sanki kulağıma, hüzünlü. 

 

Yine çok konuşuyor insanlar. Gül kokusuna yaseminler karışıyor. Yok ya ne arasın burada yasemin ama nereden geliyor o zaman bu baş döndüren güzellikteki koku. 


Çocukken bahçemizde vardı beş taç yaprağı koyu yeşil yapraklar arasından yıldızlar gibi süzülür, her rüzgârla kokusunu gezdirirdi. Koparıp kulağımızın üzerine takardık, mis kokar ama çabuk solardı. 


Kulak deyince kirazdan da küpeler unutulmazdı. Zaten kırmızı tutkum. İlk ayakkabımdan son aldığıma kadar kırmızıdan, bir de kirazdan, çilekten, karaduttan vazgeçmedim. Tonlar değişti ama zamanla, mesela en sonuncu ayakkabım bordo kırmızıydı. Ne rahat kullandım; hem yüksek topukluydu hem de nasıl güzel bir kalıpsa hiç yormazdı. Tabi bir stiletto kadar ince topuklu değildi. Ömrümce o ince yüksek topuklulardan giymedim. Ancak yatarken rahat olur sanki. Vasiyetime mi eklesem, içimde kalmaz, gözüm açık gitmem:)) 


Kırmızı rugan stilettolara kırmızı fırfırlı türlü şık bir abiye ile uğrasınlar da bu dünyadan giderken görkemi elden bırakmayayım.  


Çürümeden önce güzel görünmenin faydası var mı? Biraz makyaj yapsalar korkuyu alır mı? Kırmızı ruj hep yakışırdı bana, allık da şeftali tonları olsun ama. Ayaklarımı üst üste atsınlar, çok yoruldum bu dünyada, gittiğim yerde dinleneceğimi bilsinler. Hem de herkese bir mesaj olsun bu; hiçbirinizi takmıyorum arkamdan söyledikleriniz umurumda bile değil, doğru bildiğim gibi yaşadım, öyle öldüm demenin daha güzel bir yolu olabilir mi? Evet evet ayaklar çapraz. Törende herkes böyle görsün beni. 


İyi de kızım aklını başına topla bizim cenazeler böyle mi kırmızıyı gösterirler sana pamuğu tıkayıp şeker paketi gibi başından sonundan kefeni sıktılar mı atıverirler kazdıkları toprağa. Üzerini örtmek için de yarışırlar. Ne kadar çabuk biterse iş o kadar hızlı gideceklerdir mezarlıktan yaşama. Ölen ben değilim çok şükür diye sevinecekler, yaşadıklarını hissettiren eylemlere dalarak seni bıraktıkları yeri unutmaya çalışacaklardır koşa koşa. 


Elbette özleyecekler bir zaman,  seninle olan kendilerini tabi ki. Çok yakınların dışında kırk günden sonra hatırlayanın kalmayacak. Onlar da kırktan sonra yavaş yavaş yası tüketip eski yaşamlarına sensiz yelken açacak. Gemilerini de gayet güzel yüzdürecekler, fırtınadan baş gösteren Azrail onların da kapısını çalana kadar. 


Belki sadece annesinin kalbinde bitmez bir yas bırakır, giden. Hele de sıralı ölüm değilse daha derine saplanır acısı. İşte o vakit giden meçhul bir karanlıkta beklerken geleceği, kalanlar da toprağın üzerinde dolaşan canlı cenazelerdir sanki.


Gözlerin hakikate açılmasının yolu ölmeden önce ölmekse insan onu hayatın kıyısına getiren olayları şans görmeli, bir durup düşünmeli... 


Bir de kapanan gözüne bir ilaç sürmeli. Kendi kendinin doktoru, annesi, ilacı olmayı öğrenmeli. Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz demişler, bilmeli.  


Nasıl görünürsen görün iki dünyada geçerli bilet göğsünün altında gizli. 








2020'ye veda... 2021 Merhaba

GÜNAYDIN VE BİTTİ

Günaydın ve bitti. "Aldım Başımı Gidiyorum" çalıyor fonda. 2020 gibi işte, herkes vefasız, herkes kendinle baş başa, yapayalnız. Çek git diyor şeytan, çekilip gidilecek yer kalmamış oysa. Her yüzde maske, her yerde korona.


"Sanma ki ağlarlar ardından" cümlesi değiyor yüreğime, kanatırcasına. Sahi, yokluğumu hissedecek kaç kişi çıkar bunca yılın ardından? Kaç insana faydam dokundu, kaç kişi için yürekte bir mevkiim kuruldu? Herkes gibi ben de bilmemekteyim.


Melih Kibar Çiğdem Talu'yu kaybetmesinin ardından sevdiği kadının şiirini besteleyerek yapmış bu şarkıyı. Ne aşktır onların ki, Yüzyılın Aşkları belgeselinde Can Dündar ne güzel anlatır, yarım kalan aşkları ağlatır. "Ben bu dünyadan, dosttan düşmandan, aşktan, sevdadan aldım payımı gidiyorum. Günahlarımla sevaplarımla aldım başımı gidiyorum" diye nasıl güzel yorumluyor Yonca Lodi.


Gidesim var uzaklara ama buradayım işte. Şimdi misal Porsuk Çayı boyunca bir yola çıksak, dört yüz kırk sekiz kilometrelik nehir boyunca havzayı dolaşıp İtalyan Gelin Pippa gibi barış için yürümeyi seçsek barışın bundan haberi olur mu? Pippa ne yazık ki bu topraklarda can verdi. Bu ülkede her gün kadınlar katledilir oldu. Virüs kadar tehlikeli eril güç dengesizce masanın üstüne çıktı tepindi 2020'de. Yeni yıl hayat dolu gel bize, virüsünle kol kola git 2020, sağ salim çıkalım biz de geleceğe, maske mesafe hijyen kurallarına dikkat edenlere teşekkür edelim, içtenlikle.


Günaydın ve bitti. "Doktor sizde umut var dedi haksız çıkma olasılığım oldu" "Benim Hala Umudum Var çünkü sahibim var" diye mırıldanıyorum. Ama ne yapacaksın, seviyor insanlar savaşı, hırsı, küfürler savurmayı. Oysa barış, güzel günler için olmazsa olmazımız değil mi? Hele de doktor bile ümit kesmemişken benden, fırtına durulsun, hayat barışa teslim olsun? Elbette bu dram bitecek. Ham meyve değiliz artık! Düşünüyorum da, yaşla mı yaşadıklarıyla mı kemale erer insan? Duruldu içim. Eyvallah deyip geçip gitmesini seyredeceğim, kötü günlerin, hırsların, sevdasız vakitlerin, yine de teşekkür ederim.


Günaydın ve bitti. Her şeye rağmen yapabildiğim en küçük şey, kalkıp yürümek. Yok yok epey büyük şey aslında, harekete geçmek, yeryüzüne ağırlığını bırakıp ilerlemek. Hayallerim var ama onlar da ağlarsa hayata küsüp olduğum yere çökeceğime kalkıp yürüyorum geleceğe, kendimle ve dünya ile barışa, sevgiye, huzura. Çünkü ben inanmam mutsuz yarınlara. "Öyle olsa sen gelmezdin" diyor ya şarkıda, kırmızı ve mavi balonun peşinde erkek ve kız çocuk ters yönlere gitseler de ellerindeki balonlar bırakmıyor birbirlerini inatla, sevdayla sarılıyorlar çocukları peşlerinden koştururcasına. "Öyle olsa" şarkısının klibinde kullanılan Fransız filminden alınan o sahne ne güzeldir. "Ama inanmam asla mutsuz yarınlara. Öyle olsa sen gelmezdin; geldin, gidecek olsan bile geldin, yürüdük, günü, geceyi, hayatı, hayali, sevgiyi... Gelen ve giden tüm dostlarım size de teşekkür ederim.


Günaydın ve bitti.  "Menopoz ateşi gibisin be arkadaş fena bastın beni" diyerek sigarasının dumanını savurdu yüzüme. Öksürdüm, şu meretin dumanı bile boğuyor, hala alışamadım. Neyse ki tatlı değil diyorum bazen. Öyle olsa kesin kokusunu çekmektense içmeye başlardım, kaybolduğum zamanlarda. Ama dik durdum, yüreğimdeki kederlere yenilmedim. Kara kışlardan kendi ateşimle çıktım. Çok ayrılıklar gördüm, yine de vazgeçmedim. Dünyaya sevgi barış huzur gelecekse yüreğimizden akıp geçecek. Ben seversem, sevdiklerim içlerine dolan, doyuran sonra kendilerinden taşan sevgiyle boğacak öfkelerini, kendi ile barışınca dünyaya akıtacaklar sevgilerini. "Benim Hala Umudum Var" Bırakmazlar, sahibim var, O'nun kurduğu bir dengede akıyor zaman, yıkıyor içimizi. Yıkıldıkça yeniden inşa başlıyor, yıkadıkça temizliyor, maviye boğuyor yüreklerimizi. Her şeye rağmen var edildiğim, hayatın bu boyutunda deneyimleme şansına eriştiğim için teşekkür ederim.


Günaydın ve bitti. Eyvallah diyorum artık, gelene "Hoş geldin" gidene eyvallah. Yaşamak üzerine yeni kararlar veriliyor yılbaşlarında. Yaseminler üzerine yeminler ediliyor şarkılarda. Yaseminleri koklasak yetmez mi, cehenneme dönmüş bu dünyada barışa hasret yaşamak zorunda mı bunca insan? Savaştan çıkmanın yolu var mı kendinle? Hep batıya, daha batıya kaçarak mı kurtulacak insanlık? 2020 boyunca edindiğim tüm farkındalıklar için de teşekkür ederim.


Günaydın ve bitti. Sımsıkı tutundum, hayata. Yaş aldıkça böyle olur derlerdi inanmazdım. İnsan, yıllar içinde onu dünyaya bağlayan varlıkları arttıkça uzaklaşırmış özünden, geldiği yerden, onu Yaradan'dan. Tutunmak istermiş toprağa, köklenmek için ağaçlar diker, evler inşa eder, çocuklar doğurur, torunlar bekler, ilaç kutularına sarılırmış. Toprağın üstünde kalmak için savaş verirmiş.  Oysa barışmalı ölümle de, hayatla da. Kesin olan bir şey var ki; bu döngüden vakti gelen çıkacak. Öyleyse tutunmamalı hiçbir şeye inatla. Gönül vermemeli, şehirlere, gölgelere, yalan sevdalara... Yine de teşekkür ederim, bu güne kadar hayatıma uğrayan, bir zaman da olsa benimle yol alanlara... 


Handan Kılıç

31 Aralık 2020

İzmir


Not: Bu yazı Yonca Tokbaş'la "Tarlabaşı" kelimesinden türetilen yeni kelimeler kullanılarak süreli bir oyunda ve metnin içindeki koyu renkli cümleler elimizdeyken aradaki boşluklar doldurularak ve tüm metin birbirine bağlanarak yazılmıştır. Bu eğlenceli yazı çalışması için Yonca'ya teşekkürler.



Kuş olup gittin...

 



Kuş gibi hafif olmak, uçmak, seni zincirleyenlerden kurtulmak, kanat çırpmak, kalbi kuş gibi hızlı hızlı çarpmak, yerden havalanmak, kuş olup gitmek, baykuş olup sessiz kanatlarınla vardığın yerde fark edilmeden tünemek, hepsi özgürlüğün bir başka hali değil mi? 

Bazen görünmek istemezsin, kendi içine bakmak için uzaklara bir yolculuğa çıkmayı dilersin, kendi çöllerinde vaha bulmak için, bazen sadece kanat çırpıp kafeste geçen zamanda üzerine yapışan tozu silkmek, ölü toprağını atmak, işlevsiz kalıp paslanan kanatlarını açmak istersin. 

Yukarıdan bakmak, kuş bakışı seyretmek için yükselirsin. Bütün yolları seçer gözün, çıkışları, çıkmazları, gülümser ve kanat çırpmaya devam edersin. 

Kuş olup gitti Cihan, kuş çocuk bile olamadan. Uzak diyarlardan gelmeye niyet edip yolda kalmıştı. Belki ona iyi oldu. Zira burada da yolculuk kolaylaşana kadar yıllar yıka yaka geçerdi. O ilk yolculuğu bile tamamlayamadı. Gücü bu kadardı, kalbi durdu, kuş gibi kaybolup gitti. İçim bomboştu, dünya bomboştu. Gök karanlık, hava hep yağmurlu, umut, neşe bir çuvala sıkıştırılmış, ağzı sıkıca bağlanmıştı sanki. Yedim, yedim, kusana kadar, o boşluk dolana kadar. Yediklerim dışıma, elime yüzüme, her yerime yapıştı, beni hareketsiz bıraktı. Dönüp baktım, o kocaman boşluk hala oradaydı, içimde, kalbimde. Kime, neye, nereye tutunsam işe yaramadı. Kimse elimden tutmadı, yok saydı, kendi halime bıraktı beni. Oysa kendim kalmamıştı ki! 

Ah ben, kendimi hapsettiğim yerde, düşüncelerden parmaklıklarla yok etmiştim benliğimi. Kimse aramaya gelmedi. Seslenenler oldu ama tanıdık değildi. İzin vermedim kendime de, bir yabancıya da. Çok istesem de kaldım yerimde. Kuş olup uçmayı öğrenemeden atıldım yuvadan farklıyım diye. Kanat çırpmayı bilmeden çıktım, kuş uçuşu uzak, yürüyerek ne zaman varılır bilinmez mesafede menzile. Ah be Cihan, bil ki ben seni çok sevmiştim, peşine takılıp gelemedim, kuş olup gittin, yetişemedim. Çirkin Ördek Yavrusu masalındaki gibi ördek yumurtaları arasında hayata merhaba demiş kuğu olduğumu çok geç fark etmiştim. 

Ben zaten çok şeyi sonradan fark ettim. Fark etmek değiştirir, fark et ve bırak. Fark ettikten sonra hiçbir şey aynı olmaz. Olmadı, kuş, kafes, yol, kuş bakışı, cihan gelse yerin dolmadı. Yaşamak umutsa eğer, nefes alıyorum hala burada, ama kanat çırpmadan, öylece bir köşede, kimsenin umurunda olmadan, bunu bil yeter. 

Handan Kılıç 
27 Aralık 2020 
İzmir

BIRAK-MA





Bırak/ma


Yuvarlanıyorum yine yavaş yavaş

Öyle olsun isterdim ama birden düşülür içine,

Yere ne zaman çakılacağını bilmeden,

Döne, döne, döne, döne, hızla inersin kuyunun dibine.



“Bırak beni burada” dersin de,

“Bırakma” diye seslenen gözlerini duymaz kimse.



Bırak yerinde dursun kova,

Biraz da su olsun yanında.

Burası kör kuyu, aşinayız buralara

Ne içecek ne dibinde gezinecek bir kaç damla bulunmaz aradığında...



“Öyle saf öyle temizdi ki, hislerim öyle kalsın istedim”

Kuyunun duvarlarında bir kahkaha

Bırak bunları, bırak bunları

Şimdi bize martaval okuma



Göz göze geldiğim anlarda,

“Yurdum ol” dediğimi duysa

Ne işim olurdu karanlıkta, kuyuda…



Bir ömür mühürlerdim gözlerimi sevdasıyla

Sadece defterlerin sırtına,

Kalbimin zayıf duvarlarına yüklemezdim derdimi

Öbek öbek sözlerim fısıldanırdı kulaklarına.



Ah kalbim!

Onu gördüğüm her an yerinden çıkar

Beni yere çalar,

Düşürdüğün kaldırımlarda geceletirdin de



Arzunun kamçıları indikçe sırtıma

Hayır, öyle değil tertemiz sevdama dokunma diyerek başkaldırırdım sana



Dokunmanın sevda,

Dudakların mühür olduğunu kavradığımda çok uzaktım ona, aşka.

Gecenin siyahında hayalini alıp bile isteye

Kör kuyuya atladığım çok oldu yıllar boyu yokluğunda



Onun için mi hala dibinde kalmaktan korkmuyorum kuyuların

Ateşimle aydınlattığım karanlıklarda geçiyorum teninden ışığa



Merdivensiz kalmaktan zevklendiğim bu yerde

Sırlarıma kör kalan taşları sevdiğim doğrudur

Leb demeden leblebiyi anlasın istediğim leblerini hiç öpmediğim de.



Bırak beni” dediğim gündüzlerin özrünü

“Bırakma ellerimi” dediğim o gün gibi haykırıyorum gecelerde,

Sev beni, sev bizi

Gel düşüme,

Gitmediğin kalbime,

Kör kuyunun dibine,

Etime,

Titreyen lebime

Gözümde tüten özleme

Sönmek bilmeyen ateşe

Nefes nefese harlanan bize

Tek başıma bırakma beni bu kör kuyunun dibinde.


Yoksa buz kesen kalbim

İsli, ince bir dumanı kalan ateşim sönerken

Boğacak beni bu kuyuda

Susuzluktan ölsem de dokunmayacağım başka bir kova ile bana uzatılana


Çıkmak da istemiyorum

Baktıkça körleştiren ışığa


Nefeslendikçe hafızamı silen bahar korkutuyor beni

Yokluğunda dahi billur bir ırmak olup sayfalarca akan kalemime ihanet ettim

Unuttum bak demek için kül ettiklerimden geriye

Kelimelerin belini kıran bir kaç damla yaş bıraktı göz bebeklerim


Koca bir hayat kırığıymış meğer kendimi terk edişlerim.

Her sarsıntıda mağmadan sıcak nefesiyle

Başını uzatan turuncu bir alev gibi gözlerin


Balına uzanamamanın verdiği ızdırapla keçiboynuzu kemirmekle geçti günlerim

Şimdi bırak beni burada

Körkuyuda

Soğuk taşta

Akılsız başta

Kaçtıkça kaçasım gelen sığınakta


Gölgesi ısırmaz ya yılanın

Karanlıkta parlar gözlerim

Sanki bir başkasına aittir

Duvarda izlediğim film

Çok söze gerek yok işte

Tek kelime yeter hissedene

Tak sonuna ekini, kalbin sesini

Özlemek nedir hiç bildin mi?

“Özlendiğini hissedecek kadar şans

Rüzgar olup sardı mı nefesimle seni, hiç bilmedim ki!

İçimde yükseleni haykıracak kadar büyüse de şimdi kelimelerim

Bir tanesi söyleyeceğim:

“Özledim”



Handan Kılıç

NOT: Bu şiir, Eylül 2020 tarihli Yazı-yorum dergi tarafından e-kitap olarak yayımlanan GiRDAP isimli şiir seçkisinde yer almıştır.


Seslendirilmiş hali @hayatyaziyor adlı instagram sayfasında igtv videoları arasındadır.


 

Harikalar ormanı



“ gözlerimi açtım, neredeyim? uyurken yatağımdaydım ,evimde, şu anda yemyeşil bir ormandayım bu nasıl olabilir?”


Bir an afalladım ama toparlanmam uzun sürmedi.

SORDUM DURDUM


"Adını dağlara yazdım yarim" diye çığırıyor şarkıda, kulak tırmalayan bir acı... Dağlar altında kalsın canını yakan diyesim geliyor, vazgeçiyorum.

Kağıdı kalemi alıp onlarla halleşiyorum. Kafam karışık.
"Ben, sana bir soru soruyorum, cevabın hazır mı?" diyorum.
Susuyor... Bir sürü soru işaretini döküyor önüme, yarım kalmış aşklar misali kalpler can acıtıyor ama zaten cana değmeyen ne var bu diyarlarda?

Bir masa hüzün...

 


Bir masa hüzün... Konuştuk, konuştuk sonunda sustuk. Söylenecek bir şey, gidilecek hiç bir kapı kalmamıştı. "Çaresizlik nedir?" iliklerimize kadar yaşamıştık. Yapılacaklar yapılmış, her şeyin sonuna gelinmişti. "Ben düşünmem daha fazlasını" dedi. "Ne yarının ekmeğini ne de başkasından gelecek bir yardım beklentim, hiçbiri yok içimde. Artık ne olacaksa olacak ve o zamana kadar bize beklemekten başka çare gözükmüyor. Yaşayacağız, nasıl yaşayabiliyorsak, nefes aldığımız yerde, nefeslendiren insanlarla, olduğu kadar her şey... Bu saatten sonra ne fazlası ne eksiği... Endişe ya da beklenti, hiçbiri geleceği değiştirmiyor. Öyleyse yapabildiğim kadarıyla ayaktayım."

Yalnızız hepimiz ya da kalabalığın içinde ama kimsenin kimseye faydası yok.. Her koyun kendi bacağından asılırmış öğrendik. Eskiden "Hayır bir koyun bacağından asılırsa etrafı leş kokusu sarar" derdik. Şimdi her yerde leşler, herkesin burnunda, kulağında parfümlü tıkaçlar, gözünde bant, gündüzler karanlık ve sıcak, geceler uzun ve mavi ışıklar altında...

Galiba artık kimse yaşadığını bile fark etmiyor, yaşarken ölenler, kendini yaşıyor sanan ölüler dolaştıkça etrafı kesif bir koku sarıyor.

Susuyoruz, bir masa hüzün etrafında oturmuş çaresizliğin ne olduğunu yaşıyoruz.

23 Ağustos 2020

Handan Kılıç

DÖVME KENDİNİ!

 

Dün yazdıklarımızı birbirimizle paylaştığımız toplantı esnasında bir arkadaş çok azimli moderatör arkadaşa müdahale etti: 

“Yeter artık dövme kendini zaten herkes sopasıyla bekliyor” dediğinde irkildim ve bu cümleyi defterime kaydettim ama çok rahatsız olduğum için üzerine hiçbir şey yazamadım.

Bu gün yazmayı düşünmüyordum ama birden kısa süreli de olsa bir enerji bulunca 1667 kelimeye ulaşmak hayal olsa da en azından yolunda olurum yazının diyerek kalktım. Her gün yazdım bu ay, bugün de biraz olsa yazayım diyerek kalemi elime alınca bu söz üzerine yazmak istedim. Ben de uyarılan arkadaştan farklı değildim. “Dövme kendini zaten herkes sopasıyla bekliyor” diyen arkadaş da muhtemelen bu sonuca varırken kendini dövdüğü yollardan geçmiş, bir faydası olmadığını anlamıştı.

Stranger Than Fıction 2006 (Lütfen Beni Öldürme)

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 209.FİLM   

Bu aralar yine yoğun bir çalışma düzenini, yaz tatili ve pandemi süreci ile sürdürme gayreti içindeyim. Bu gün zoom dersimizde Yeşim Hoca'nın önerdiği sitede dolaşırken hissettiklerimi anlatıyordum ki, arkadaşlardan biri bu filmi önerdi. İzleyecek vaktim yoktu ama yazı ile ilgili olunca programımı kaydırıp öncelik sırası verdim. 

Oysa izlenmiş ve yazılmayı bekleyen bir sürü filmim vardı. Çok detaylı yazıp spoiler vermeyeceğim zaten. Yazı ile ilginiz varsa filmi de merakla izlersiniz. Ama sonra bu yazı sürecinizi etkileyebilir. 

TERLİK GELİYOR TERLİK

 




"Kaç kere söyleyeceğim size, denizin kumunu eve getirmeyin, o terlikleri bahçede yıka öyle gir içeri, canımı sıkmayın artık" dedikten sonra telefona döndü "Ay yeter bütün gün peşlerini topluyorum, vallahi eziyet yazlığa gelmek. Bir yandan sıcak, hiç esmiyor bu sene bir yandan sivrisinekler. Hem buraların hiç tadı kalmadı; eskiden komşularla otururduk akşamları ne güzeldi bizim site. Şimdilerde hiçbiri gelmiyor. Yan ev vardı ya, hani hepimizi güldüren, balık etli, iki çocuklu Ankaralı Nermin, işte onlar da artık gelemiyormuş uzak ya zor geliyor diyor, kiraya vermişler bu sene. İki tane izbandut gibi adam geldi, akşamları kadın da getiriyorlar. Her gün her gün mangal... İnan dumanından oturamıyorum bahçede. İçtikçe de sapıtıyorlar, şarkılar desen bir garip geçen akşam bir tanesini on kere üst üste çaldılar. Sonra onlar yatıp zıbardı benim kafamda sabaha kadar döndü şarkı “Aşk Bodrum’da yaşanıyor güzelim“ miydi, ay Bodrum’a gitseydiniz, ne işiniz var burada. Diyemiyosun tabi. Mehmet işi uzadı mı gelmiyor, kadın başıma elin adamlarıyla uğraşamam, mecbur katlanıyoruz. Sabah güvenliğe söyledim, yönetime söyle abla dedi geçti. Yeşimler de gelmemiş bu yıl yurt dışına gittiler dedi temizlik görevlisi. Tam karşımızdaki iki ev satılmış ama hala gelen giden yok. derken içeri seslendi.

Siyah mısın, beyaz mı?



Siyah mısın beyaz mı? Beyaz üstünde siyah, siyah üstünde beyaz mı daha güzeldir? Güzellik göreceliyse gördüklerin güzel mi çirkin midir karar veren kalbin midir? Şimdiye kadar gördüklerin mi? 

Gece Yolculuğu Bir Ömer Kavur Filmi

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 208.FİLM   


Merhaba 
Buraya tıklayarak film analizimi okuyabilirsiniz ... Daha önceki yazılar için yazı-yorum. Net sayfasından arama özelliğini kullanabilirsiniz. İyi seyirler, iyi okumalar.



KARAKOMİK 1-2 Cem Yılmaz


  

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 205-206. FİLM   

Cem Yılmaz'ı severim. Kim ne derse desin, ne şekilde taklit ederse etsin güldürüde ondan iyisi yok. 

Filmleri de Türk sinemasının festival filmleri kategorisini hariç tutarsak diğer yapımlara kıyasla çok başarılı. Hele komedi filmlerine bakarsak son derece kaliteli. Ekibi her zaman sağlam. Senaryosu yaratıcı. 

Ama ülke öyle bir mutsuzluk ve bıkkınlık günlerinden geçiyor, insanlara, hayvanlara, ormanlara, denizlere karşı öyle suçlar işleniyor ki, Cem Yılmaz bile güldürmekten vazgeçti. Karakomik denen bir tarzı sinema dünyasına kazandırdı. Dört bölümden oluşan karakomik serisinde kaybedenlerin yani bu toprağın evlatlarının hikayelerini görüyoruz. 

Karakomik 1'in detaylarını buradan okuyabilirsiniz. Tıklayınız.    

Şunu söylemek istiyorum, ilkindeki iki orta metrajlı film mi ikinci Karakomik mi derseniz iki derim. Özellikle yetenek yarışmaları, evlilik yarışmalarının olduğu Emanet isimli ikinci bölüm çok televizyon seyreden bir topluma getirilmiş şahane bir eleştiri.
Bütün filmlerde müzikler de çok güzel.

İlk kısımda Deli isimli film ise "Ağzından çıkan kaderindir" gerçeğini anlatıyor. Yanlış adli vaka çözümü ile harcanmış bir ömür de diyebiliriz.    

Hasıl-ı kelam rahatlıkla izlenecek yapımlar. Özellikle son dönemlerde çekilen yeni Türk filmlerine göre son derece başarılı.

Cem Yılmaz ve Netflix'e teşekkürler.  


Yaşarken Oldu!






Her şey yaşarken olur; yavaş yavaş kendimizi buluruz, sancılıdır. Yalpalamalarımız da olmuştur hatalarımız da. Hepimiz aynı yollardan geçiyoruz, aynı dersleri almıyoruz ama çoğu zaman aynı sonuçlara varıyoruz  
Önceleri zayıfız, safız, 
hata üstüne hata yapıyoruz doğru diye düşünerek.  Yalnızız, anne babamızın dengesiz ilgisiyle ya da ilgisizliği ile yaralanmışız hepimiz.

Zamanla hayatımıza giren dostların bıçakları sırtımızda, yüzümüzden düşen parçalar anılarımıza saçılmış, emek verdiklerimiz vefasız çıkmış, kendimizin önüne koyduğumuz her şeyden, herkesten tokat yemişiz, en çok onlar acıtmış canımızı. Ya bırakıp gitmiş bizi ya da bağırta bağırta almış hayat şartları elimizden. Acılar ve yasları hakkıyla  yaşanmadan yenilerinin enkazi altında kalmışız. Her ayağa kalkışımızda eksilmişiz ama yeni bir  kendimizle karşılaşmışız.

 Zamanla daha az güvenen, daha az inanan, daha mutsuz daha boş vermiş daha yalnız insanlar olmuşuz ve ayakta kalalım diye daha umursamaz yapmış yıllar bizi. 

Belki küçük küçük dalgalarla ıslanmışız kıyıda belki de dibi görmüş çıkmışız. Dalış talimlerimiz olmadan nefessiz kalmışız, dipte vurgun yemişiz ama yine de hayatta kalmışız.

Yüzmeyi bilmeden düştüğümüz denizlerde boğulmamışız, bir yolunu bulmuşuz yeniden tutunmuşuz. Karada üzerinde güvenle koştuğumuz toprak kimi zaman kaymış, kaydırmış kimi zaman da düşünce misal dizimizi parçalayan taş parçalarını saklamış bağrında. 

Gizlenenleri, gizleyenleri fark etmemiş ya da fark ettiklerimizi önemsememişiz, yaralanmışız. On dikiş atılmış, izi kalmış ama iyileşince koşmayı bırakmamışız. 

Hasıl-ı kelam, hayattayız; belki çok değiştik zamanla ama kim yirmi yıl önce, resimlerde kalmış o safla devam etmek isterdi ki hayata. 

Özlediklerimiz olabilir, bazen kendimizi de özleriz ama bu gün o kişinin hayatta kalamayacağını da kabul etmek gerekir. Her şey değişir ve yeni bir varlığa evrilir. Değişmeyen tek şey ölüm. Bu bilgi yedeğimizde yeni kendimizin keyfini sürebilmek dileğiyle. 

Belki bu model eskisinden iyi çıkar da yüzümüzü güldürür. Çünkü başka kimse güldüremez bizi, başka kimse üzemeyeceği gibi. 

Handan Kılıç 
18/07/2020 

Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum

  Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...