DENEMELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DENEMELER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pelikanların Kursağında Heveslerim

 

Pelikanların kursağındaydı heveslerim. O geniş, esnek torbada, biriken umutlar gibi sallanıp dururdu.

Pelikan, denizin bereketini gagasıyla toplar, kursağında saklar; benim heveslerim de öyle, hayatın coşkusunu avuç avuç toplar, ama bir türlü yutkunamazdım. Ne tamamen benim olurdu ne de bırakılırdı; sadece orada, pelikanın kursağındaki gibi birikir, beklerdi.

Pelikanlar gibiydim, kanatlarım geniş, ama uçuşum ağır. Heveslerim, o koca kanatların altında taşınıyordu; uzaklara gitmek isterken, hep kıyıya yakın yerlerde dolanıyordum.

Pelikanın denize dalışı gibi, ben de hayallere dalardım; bir anlık cesaretle suya gömülür, ama kursağımda sadece ıslak umutlarla dönerdim. Ne tam yakalardım ne tam vazgeçerdim.

Kursağında balık taşıyan pelikan, bazen aç yavrularına sunar avını, bazen kendi için saklar. Heveslerim de öyle; kimi zaman başkaları için parlar, kimi zaman içimde gizli kalır. Ama pelikanın kursağı gibi, heveslerim de kırılgandı; tek bir yanlış hamlede, biriken her şey dökülüverirdi. Yine de nasıl pelikanlar, her dalışta yeniden başlarsa; heveslerim de öyleydi, her tökezlemede biraz daha birikirdi.

Pelikanların kursağındaydı heveslerim ne özgür ne tutsak.

Denizin tuzlu kokusuyla dolu, uçsuz bucaksız bir gökyüzüne hasret. Tıpkı pelikanlar gibi, ben de taşırım onları.

Çünkü hevesler, kursakta bile olsa, yaşamın ta kendisidir.

Aşk Çantadır

 


Aşk çantadır. İçine ne koyarsan onu taşırsın, ama ağırlığı her zaman sürprizdir. Bazen bir tüy kadar hafif, bazen bir taş kadar ağır; kimi zaman omzunda bir türkü, kimi zaman sırtında bir yük. 

Aşk, tıpkı bir çanta gibi, seninle gider, sen nereye gidersen.

Bu çanta, ilk alındığında pırıl pırıldır; göz alıcı, umut dolu. İçine hayalleri, vaatleri, gülüşleri doldurursun. Ama zamanla her çanta gibi fermuarı zorlanır, dikişleri aşınır. 

Aşk da öyle; ne kadar özenle taşısan da, yıpranır. Yine de o yıpranmışlık, çantanın hikâyesidir; her leke, her çizik, bir anının izi.

 Aşk çantadır, çünkü bazen boşaltsan da bir şeylerin kaldığını fark edersin. Bir not, bir koku, bir eski fotoğraf; unutulmuş sandığın, ama hâlâ orada olan. 

Ve bazen, tıpkı çantayı karıştırırken bulduğun beklenmedik bir hazine gibi, aşk da seni şaşırtır; unuttuğun bir duyguyu yeniden avucuna bırakır.

 Ama dikkat et, aşk çantadır; fazla doldurursan taşar, dağılır. Az doldurursan eksik kalır. 

Ne çok ağır, ne çok hafif; tam kararında taşımak gerekir. Çünkü aşk, çanta gibi, seninle yol alır; ne kadar uzun, ne kadar kısa, sadece sen bilirsin.

Ve bazı çantalardan da insanlardan da kolay vazgeçemezsin. 

Aşksız ve çantasız kalma(yalım). 

Edebiyat Vantilatördür

 


Edebiyat vantilatördür. Sıcak, bunaltıcı bir yaz gününde, ruhun terleyen gözeneklerine serinlik üfler. Sessizce döner, ama varlığı hissedilir; kelimelerin ritmik fısıltısıyla havayı, yani zihni hareketlendirir. Bazen yavaş, bazen hızlı; kimi zaman bir şiirin sakin esintisi, kimi zaman bir romanın fırtınası olur.

Vantilatör gibi, edebiyat da eski bir dosttur. Teknolojinin ışıltılı yenilikleri arasında mütevazı durur ama vazgeçilmezdir. Tozlanabilir belki, bir köşede unutulabilir; fakat bir kez çalıştırıldığında, unuttuğunuz o ferahlığı yeniden hatırlatır. Her bir sayfası, kanatların dönüşü gibi, sizi başka bir dünyaya taşır ama aynı zamanda tam da olduğunuz yerde tutar.

Edebiyat, vantilatörün serinliği gibi, herkes için aynı değildir. Kimi için bir öykünün tanıdık kokusu, kimi için bir denemenin keskin soluğu. Kimi serinlemek için ona yaklaşır, kimi uzaktan hissetmeyi sever. Ama herkes, o esintinin dokunduğu yerde bir anlığına da olsa hafifler.

Ve tıpkı vantilatörün fişini çektiğinizde havanın yeniden ağırlaşması gibi, edebiyattan uzaklaştığınızda da zihin durulur, kalabalıklaşır.

Edebiyat vantilatördür; çalışırken fark edilmez belki, ama sustuğunda eksikliği yakar.

 

Menengiç Kahvesi Kırgınlıktır

 

Menengiç kahvesi kırgınlıktır. İlk yudumda buruk bir tat bırakır damakta, tıpkı bir kırgınlığın kalpte bıraktığı o tanıdık sızı gibi. 

Ne tam acı ne tam tatlı; ikisinin arasında bir yerlerde, insanın içini ısıtırken aynı anda huzursuz eden bir his. 

Menengiç, yabani fıstık ağacının meyvesinden doğar; kırgınlık da öyle, hayatın beklenmedik dallarında filizlenir, sessizce büyür.

Bu kahve, hazırlanırken sabır ister. Tohumlar kavrulur, öğütülür, ağır ağır demlenir. 

Kırgınlık da bir anda ortaya çıkmaz; küçük hayal kırıklıklarının, söylenmemiş sözlerin, biriken suskunlukların ateşiyle yavaşça kavrulur. Her bir yudumda, o birikimin izlerini hissedersiniz. 

Menengiç kahvesi aceleye gelmez; kırgınlık da çözülmek için zaman talep eder, zorla dağılmaz.

Köpüğü azdır menengiç kahvesinin, gösterişten uzaktır. 

Kırgınlık da öyle; sessizce var olur, bağırmaz, çağırmaz. Ama bir kez fark ettiğinizde, o köpüğün eksikliği gibi, kırgınlığın ağırlığı da kendini hissettirir. Fincanın dibinde biriken tortu, kahvenin en yoğun hâlidir; kırgınlığın da en derini, konuşulmamış gerçeklerdir.

Yine de menengiç kahvesi, tüm burukluğuna rağmen, bir fincanda dostluk sunar. Paylaşıldığında, o buruk tat bile tatlı bir anıya dönüşebilir. 

Kırgınlık da böyledir; konuşulduğunda, anlaşıldığında, hafifler. Belki tamamen kaybolmaz, ama bir yudum kahve gibi, içimizi ısıtan bir bağa dönüşebilir.

Menengiç kahvesi kırgınlıktır, evet. Ama aynı zamanda, o kırgınlığı bir fincanda toplayıp, dostluğa dönüştürmenin umududur.

İçelim, içirelim.

Kupa

 

Seramik kupayı kahveyle ağzına kadar doldururken sırrının çatladığını gördü. Ne ara damar damar yol olmuştu!

“Az pişmiş toprak işte, ne kadar dayanabilir ki, illa porselen olmalı kupa,’’ derken gözüne tek kalan porselen kahve fincanı ilişti. “Her şey geçiyor, zamana dayanan yok,” diye mırıldandı.

Kahve fincanında kırık bir limon dalı ıslanmıştı. Çamaşır asarken tellere kadar uzanan dallardan birinden düşmüş, kesin annesi görüp almıştı. Ortalık nasıl da güzel kokmuştu. Bu evde tek kalan kupalar, bardaklar vazo, tabaklar çiçek altı olurdu. 

Aslında limon ağacı çıtkırıldım olmazdı ama işte buradaydı. Muhtemelen oyun oynarken çocuklar zarar vermiş, çarşafı silkip asarken gelen son darbede yere düşmüştü.

İsrafı sevmeyen annesi birçok kırık dalı böyle köklendirip balkonu, bahçeyi yeniden çiçeklendirirdi. Hep aynı çiçekten olması bu yüzdendi. Tekrar ve tekrar sardunya, sarmaşık, kılıç çiçeği.

Toprak genişti illa herkese bağrını açar, dalken kök olmak zorunda kalanları da sarardı.

Aslında su içinde köklenmek yeniden başlamak gibiydi. Tam çiçeğiyle meyveye duracakken en yeşil, en diri, en genç haliyle kırılabilirdi, her çiçek, her dal, her insan.

Bereket mevsimi yaklaşıyor diye heyecanlanırken mahsulü telef olabilirdi. Hayatın değişmezliği cilvelerinde gizliydi, her an bir bilinmezlik vardı yarında.

Sırrı çatladığında her kupa, her insan parlaklığını yitirir pürüzlü karanlığıyla karşılaşabilirdi kendisinin.

Korkmadan daha da parçalanmayı göze alırsa biraz daha kazırsa üzerindeki sırrı, gölgesi ile yüzleşir hammaddesi toprakla tanışırdı.

Topraktan gelmiş toprağa gidecek bedeninin bereketini keşfetmek için bile, gelen her şeyi yutmak, bağrında yumuşatmak hasılı kelam toprak olmak lazımdı. Yağmur yağıp güneş açmasa, mevsim sıcakları yolunu şaşırsa ve sonunda vaadini yerine getiremese de toprak her zaman kurda kuşa, karıncaya yuva olurken bağrından da yeşille beraber nice çiçeği fışkırtırdı.

Ve bir gün toprak olacak bu beden yaşarken de tek kalmış bir kupa kadar olabilir, bağrında kırık dallara yer açabilirdi elbet.

Rayihasıyla baş döndüren kırık dalı aldı kupasıyla, kokladı ve canlandı.

Kahvesi bittiğinden limonlu bir çay doldurdu.

Bu sefer cam fincana ve oturdu masanın başına.

Her şeyi olduğu gibi yazmaya.

Handan Kılıç 

Üç Renk: Mavi, değil sadece Renkli

 


Bir hafta daha dolu dolu geçti. Buraya bunları neden yazıyorum sorusu hala içimde yankılanıyor. Sesime ses veren karlı dağlar olmasın istiyorum belki de. Ama insan her şeyi kendi için yapmalı martavallarıyla sık sık manipüle edildiğimiz bu çağda hiç olmazsa kendine rapor çıkarmış oluyorsun diyerek avunuyorum. Sesime ses verenlere teşekkürüm bile vermeyenlere gönderme olarak algılanmış ve bu konuda biz de beğen yapıyoruz diyerek sitem eden arkadaşlarım oldu. Elbette yeni bir yolculuğa çıktığım bu mecrada herkesin katkısı çok kıymetli ama kalkıp yorum yazma zahmeti göstermiş olanlar da en azından ek bir teşekkürü hak ediyor diye düşünüyorum. Alınmak, içerlemek için istersek çok sebebimiz olur da keşke enerjimizi birbirimizi büyütecek desteklere harcasak, ota çöpe üzülmesek de sağlımızı bozmasak. Zira geçen haftanın yedi gününden altısını hastanede geçirmiş biri olarak epey ibretlik görüntü ve hali yaşadım. Rutin kontroller için gittiğim hastaneden de bir süre uzak olmayı diliyorum. Bu nedenle birbirimize yardımcı olalım. Buradan kimseyi kastederek bir şey yazmıyorum. Pasif agresif tutumlarım da yoktur. Konuşarak her konu aşılır. Aksi düşünülüyorsa da susulur, ne diyeyim. Şimdi kendime verdiğim raporuma geçiyorum.

Cumartesi günü “RASKOLNİKOV, TEĞMEN DROGO, GREGOR SAMSA: ŞEMALAR ÇERÇEVESİNDE PSİKOLOJİK ANALİZ Erken Dönem Uyum Bozucu Şema” başlıklı bir seminere gittim. Edebiyat söyleşilerinin olduğu bir etkinliğe Aile Bakanlığında çalışan bir klinik psikolog Taha H. Can davetli idi. Tamamen kendi ilgisiyle çalıştığı bu konuda roman kahramanlarının şemalarını çıkarmak çok yaratıcı geldi bana. Verimli geçen toplantı sonrası talep üzerine bu şekilde romanları inceleyeceği bir okuma kulübü kurması istendi. Bakalım nasıl sonuç doğuracak. Şimdi buraya Taha Beyin bizimle paylaştığı notlarından en azından bir kahramanı alıntılamak istiyorum, hepimize faydalı olacaktır.

Tatar Çölü DİNO BUZZATİ

Adı: Giovanni Drogo Mesleği: Subay (Teğmen) Yaşı: Romanın başında yaklaşık 22–23 yaşlarında Sosyal Statüsü: Orta-sınıf kökenli Eğitim: Kraliyet Harp Akademisi mezunu Medeni Durum: Bekar Ailesi: Annesiyle yaşadığına dar ipuçları var, babası muhtemelen hayatta değil İlk Görev Yeri: Bastiani Kalesi Kişilik Özelliği: Disiplinli, duygularını bastıran, idealler ve görev bilinci yüksek bir genç adam

Ana Temalar Bekleyiş, anlam arayışı. Görev, bağlılık ve fedakarlık. Boşluk ve anlamsızlık. Değişime direnç ve alışkanlıkların gücü

Şemalar:

Duygusal yoksunluk Kusurluluk Onay Arayışı Kendini Feda Duygusal Yoksunluk İlgi, şefkat, sıcaklık yoksunluğu Köken: Anne ilişkileri- “… Evde, yalnızca, kendisine veda etmek üzere kalkan annesinin bulunduğu yan odadan gelen küçük tıkırtıların bozduğu derin bir sessizlik hüküm sürüyordu.”

Kendini açma ve duygusal destek yoksunluğu Köken: Anne ilişkileri- “Annesiyle vedalaşırken kadının gözler dolmuştu ama ağlamamaya çalışıyordu. Drogo ise bunun çok da önemli olmadığını düşünmeye çalışıyordu.“

Duygusal Yoksunluk Yalnızlık ve yabancılaşma Köken: Anne ilişkileri- “Annesi hemen geldi; … ama o da az sonra bir arkadaşıyla buluşarak kilseye gidecekti… dünyada herkes Giovanni Drogo’ya hiç de aldırmaksızın yaşayıp duruyordu.” Yoksunluk ve ihtiyaç (sevgi, onay, destek vb.) Köken: Anne ilişkileri- “Annesinin yanında, onunla aynı odada, lambanın bildik ışığı altında olsaydı, Giovanni ona her şeyi söyleyebilirdi.

Şemaya Teslimiyet Drogo’nun iç dünyasındaki duygusal yoksunluğun simgesel karşılığı olarak tatar çölü tıpkı annesi gibi resmedilir. İhtiyaçlara karşılık vermez-

Boşluk ve yalnızlık uyandırır-

“Bir tek kelime edilmeden geçen uzun saatlerde… kimse yoktu, sadece sessizlik vardı.“ Teslimiyet- “Bir sabah uyandığında bu manzaranın artık ona garip gelmediğini fark etti.

Bastiani Kalesi: Dış dünyanın içsel yansıması. Issız, tenha, iletişmsiz. Kahramanlık yanılsaması. Anlam arayışı. Tekrarlayan döngüler. Konfor alanı.

Kendini Feda “Uzun ve belirsiz vadeli bir iyilik uğruna, küçük sevinçlerden vazgeçmiş olmasından acı bir tat alıyordu.” “Yirmi yıl önce… yaz harekâtları, tiyatrolar, balolar… Ama tüm bunlardan şimdi elinde ne kalmış olacaktı ki?

“Belki bir gün savaş çıkarsa, herkes kahraman olacak… ve ben de kalede kalmamın nedenini anlamış olacağım.” “Hemen gitmek istiyorsanız en uygunu hastalık gerekçesidir… Ama dört ay kalırsanız, işler daha nizami olur.” “Ama Drogo annesini anımsadı: Bu saatte onu düşünüyor ve oğlunun vaktini sevimli arkadaşların ve belki de, belli mi olur, hoş bir hanımın eşliğinde geçirdiğini düşünüp teselli buluyor olmalıydı…” Unutulmamak için insanın kendisini göstermesi gerektiğini ve eğer bizzat harekete geçmezse, hiç kimse kalkıp da kendiliğinden Giovanni’yle ilgilenmeyecekti…”

Cumartesi bu eğitimle başladı. Örgüye meraklı iki eski arkadaş eğitim çıkışı Kızılay’da dolaştık, kahve içip kendimizi ipçide bulduk. İpleri çok ilginç buluyorum. Örmeyi de. Olay örgüleri gibi yeni bir öyküyü adım adım ilmek ilmek örmek çok eğlenceli. O dükkan binlerce ihtimal var dedirten heyecan verici bir yer.

Renkler, örnekler, farklı nesnelere dönüşebilecek o kadar malzeme var ki, hayat gibi. Bir gün tamamlanmayı bekleyen roman taslaklarım gibi. Eve gelir gelmez hemen beş motifli çantaya başladım. Pazar da bitmek üzereyken başıma giren ağrıyla bıraktım. Bırakmayı bilmeli, artık öğren dedim. Pazartesi ise ilk fırsatta tamamladım. Çok tatlı bir çanta oldu ve renklerle oynamaya karar verdim. Minik minik denemelerle ne olacağını tasarlamadan parçalar üretiyorum günlerdir.

Salı günü bir arkadaşımın Yedi vadi adını verdiği bir Simurg Atölyesine başladım. Onun ilk heyecanında, 5 Numara adlı mekanında 7 yeni insanla tanıştım, kolaj yaptım.

Benim için ilginç olan 7 kişinin de hayatımdan geçmiş ve önemli dönemeçlerde yoldaşlık ettiğim isimlere sahip olmasıydı. Bir kaçıyla yollarımız ayrılmıştı. Özlediğim ama bir nehirde iki kere yıkanılamadığından tekrar yarenlik edemeyecek kadar uzaklaştığım insanların sanki 7 haftada 7 yüzleşme yaşamam gerektiğini hatırlatırcasına dizilmesi ilginçti. Bir yandan da yepyeni simalar bambaşka insanlardı tanıştıklarım. Her şey değişiyor, her acı geçiyor dercesine aynı isimler üzerinden gülümsüyorlardı bana.

Sonra Ankara’ya ilk geldiğim zamanlar evinde sık sık kaldığım yakın arkadaşım orada oturduğu için beraberce dolaştığımız yerlerde gezindim. Mavi spiral havuzda suyun merkeze akışını izledim. Bu atölye, düzenleyecisinden, içeriğinden ziyade beni tetiklemeye başlamıştı bile. Zaten 2023 Ağustos’ta Sanal Yazı Evinin geleneksel kitap yazma ayı programında başladığım 7 vadili bir taslağım vardı. Ona dönmem için de işaret olabilirdi. Ayrıca son okumasını yapmak için epey uzaklaştığım novella ve geçen yıldan beridir dinlendirdiğim Dipsiz Göl’ün ikinci kitabı da dün gece itibariyle editör kontrolünden geldi. Yani yapacak öyle çok işim var ki, oyalanmamalıyım diyorum kendime. Hadi, hadi diye peşimde bir iç ses darladıkça ben iplerle kaçıyorum. Zihnim kitap taslaklarımda elim iplerde, gönlüm renklerde gündemden uzak durmaya çalışarak kendi gündemimi yaşamaya çalışıyorum. Çünkü gündemde boğulduğum vakitlerde çözüm üretemediğim ülke sorunları olmayan tansiyonumu yukarı çekerken elimden bir şey gelmiyor. En azından kendi gündemimle meşgulken ürettiklerim var. Sosyal medya yüzünden sık sık haberdar olup yıpranıyoruz zaten.

Salı günü neredeyse tüm gün ve gece kendimle, kendimce geçti. Özlediğim bir durumdu. Hiç ev iş yapmadım mesela. Tam böyle düşünürken gece 00:00 olduğunda makinede biten çamaşırları gördüm, kuruyanları katlayıp ıslakları asınca yine ev işi yolumu kesti dedim ama artık ertesi güne geçmiştik. Akşam için de Mehmet Açar’ın yeniden başladığı film okumalarına katıldım. En sevdiğim şeylerden biri sinema. Ve onun üzerine izleyip yazmak. Uzun yıllar önce seyrettiğim Üç renk serisinden Mavi filmini dinledik. Her zaman ki gibi güzeldi. Bir sürü notlar aldım. Sonra defteri kapatıp bir başka deftere geçtim. Yeşim Hoca tetikleriyle yazmak isterken ders boyunca çalan kapıya 3 kez kalkınca çok güzel başladığım bir yazı yarım kaldı. Bugün onu yazacaktım, burayı hatırladım. Yeşim Hoca demişken “Kendimi Yazıyorum” e kitabını alalı kaç hafta oldu hala çalışmaya başlayamadım.

Bu arada Mustafa Çevikdoğan’ın geçen hafta dinlediğim ve çok sevdiğim öykü kitabı Temiz Kağıdı’nı aldım, okudum. Çok güzeldi. Javier Cercas’ın Saplantı adlı kitabı da çok güzel gidiyor. Bir kaç ayrı kitap daha var yarım, hepsini okuyorum. Ve anladım ki ben tek bir kitap tek bir örgü tek bir yazı tek bir arkadaş grubuyla yetinemiyorum. Tek olan tek şey oğlum. Ve artık kabul ediyorum, ben böyle mutluyum Ve yalnız değilim. Misal 

 kadar renkliyim.

Bu yazıyı yüklerken 15:46’da deprem oldu biraz sürdü. Ankara’da deprem olmaz deyip çevre illeri düşündüm. Yoksa İstanbul mu, Simav mı derken(o kadar da gündemden kopuk değilmişim) AFAD 5.2 Konya Kulu diye açıkladı. Beklemediğimiz yerden yüksek bir şiddette geldi. Geçmiş olsun hepimize.

Not: Bu yazı ilk kez 15 Mayıs 2025 tarihinde https://handankilic.substack.com/p/uc-renk-mavi-degil-sadece-renkli adresinde yayınlanmıştır.

Pelikanların Kursağında Heveslerim

  Pelikanların kursağındaydı heveslerim. O geniş, esnek torbada, biriken umutlar gibi sallanıp dururdu. Pelikan, denizin bereketini gagasıyl...