çocukluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocukluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BİR CENAZENİN ARDINDAN




Ruhuma bir helva kavurayım dedim bu sabah. Dün gece gözyaşları ile kaybettiğim ruhum için “Nasıl bilirdiniz?” diye sorsalar, herkesin “İyi bilirdik” diyeceği bir insandım. Yani en azından, “Bana şu kötülüğü yaptı” diye çıkan  olmaz sanırım. Herkese şefkat dağıtır, yardıma ihtiyacı olana koşar, derdi olanı dinler, yolda kalmışa yön göstermek isterdim. Elimde ne var ne yok verirdim. Bende çok olduğundan değildi bu; paylaşmak erdemli olmak demekti. Dünyada yer işgal ediyorsak bunun hakkını vermeliydik. Ama ben bir şeyi unutmuştum, almadan vermek sadece Allah’a mahsustu. Ben olandan fazlasını verip tükettim kendimi. Alan emdi, bitirdi renklerimi. Az bulan memnuniyetsizdi, çok gelen korkak. Nedenlerim nasıllarım, anlaşılmadı hiç. Kimse anlamadan bu dünyadan gelip geçen beni, gözyaşları içinde toprağa verdim dün gece. 

Nerede hata yaptığını bilemeyen biriydim ben. Karanlığa bir mum yakmak derdindeydim. Kendi karanlığımı tanımadan ışık olmak ne haddimeydi ama insan yaşarken öğreniyor bazı şeyleri. 


NEVER LEAVE ME (BENİ BIRAKMA) 2017


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 105. FİLM 

Bosna sinemasının en önemli yönetmenlerinden Aida Begiç'in üçüncü filmi olan Bırakma Beni adlı yapımı TRT2 Film kuşağında, Film Önü ve Film arkası programlarının da katkısı ile izledim. Çok etkileyici bir yapım olan filmden sonra yönetmenin KAR adlı filmini de merak ettim. Gerçi bu film önceki iki yapımdan epey farklı imiş ama ilk fırsatta onları da izleyeceğim.

I, TONYA 2018




SİNEMA GÜNLÜĞÜ 90.FİLM 

-Spoiler içerir -







Tonya Harding, annesinin hırslarının sonucu 4 yaşında buz patenine başlamış 20 yaşında şampiyonluklar almış ve tarihe ‘üçlü axel’ı (Axel: Axel’ın diğer atlayışlardan en önemli farkı, birli axel’ın 1,5, ikili axel’ın 2,5 ve üçlü axel’ın havada 3,5 tur dönülerek yapılmasıdır. Bu fark, axel’ın ileri doğru yapılan tek atlayış olması özelliğinden kaynaklanır. Patenci, buza geriye doğru iniş yapmak zorunda olduğu için havada fazladan yarım tur daha dönmek zorundadır. Bu nedenle, axel en zor atlayış olarak kabul edilir. Puanı da, diğer atlayışlardan daha yüksektir.) başaran ilk A.B.D’li kadın patenci’ olarak geçen bir sporcudur. Harding,in yarı belgesel yarı film tadında çekilmiş biyografik filmi 2018 yapımı olup 90'lı yıllar Amerikasını anlatıyor. 

Buz pateni için sabahın beşinde çalışmaya başlayan, ne yapsa annesini memnun edemeyen, yıldızı giderek yükselse de zengin ve örnek bir Amerikan ailesine mensup olmadığı için hakkı yenen, başta annesi olmak üzere kimseden sevgi, ilgi şefkat görmeyen, bu zor şartlara rağmen tarihe adını yazdırmış bir kadın. 

On beş yaşında tanıştığı ve daha erkek arkadaşı iken şiddet uygulayan bir adamla, annesinden de aynı dili gördüğü için evlenen ve böylece spor kariyeri biten şanssız bir kadın. Eski eşi Jeff Gillooly ile dengesiz ilişkileri ve hep daha iyi olmak adına kendini zorlaması gibi gerekçelerle stres içinde olan kadın sadece dans ederken mutlu ve bütün hayatı dans iken kocasının sekiz ay yatıp çıktığı bir olayda öyle ağır bir cezaya çarptırılıyor ki gözyaşlarına boğulmamak elde değil. 

Annesini gördüğüm her sahnede deli oldum diyebilirim. "Sen yumuşaktın. Ben senden bir şampiyon çıkardım, hem de benden nefret edeceğini bile bile, asıl fedakarlık budur" diyen kadın, garson olarak çalışıp tek başına özel hocanın giderlerini karşılıyor ama her dakika başa kakıp en ufak bir başarısızlıkta kıza şiddet uyguluyor. Nasıl anne olunmaz? sorusunun yanıtı bu olabilir sanırım. Zaten kız da "Sen bir canavarsın, beni lanetledin" diyor. 

Hayatta en önemli şey fark edilmek ve öncelikle ebeveynler ya da bakım veren kişilerce sevildiğini hissetmek. Bu günlerde psikiyatrların sıkça dile getirdiği gibi "Annesinin doyuramadığını dünya doyuramaz". 

Dünya şampiyonu olup yine ona şiddet uygulayan adama, sadece yıllar önce ilk kez birinden birazcık ilgi ve şefkat gördü diye dönmesinin sebebi de annesine kıyasla daha merhametli olması.   

İki defa Olimpiyat ve iki defa da Skate America Champion ödülünü kazanan Tonya, eski eşinin bir planıyla 1994 yılında ABD Şampiyonası öncesinde aynı dalda yarıştığı sporcu Nancy Kerrigan'ı sakatlanması için birini tutmasıyla hayatı değişiyor. Kendisinin başta haberi olmadığı bu komplonun ortaya çıkması ile birlikte ödeyeceği bedeller Tonya için zor günlerin gelmesine sebep oluyor. 

O mahkeme sahnesinde Hakim'e, kadının silahla kafasından vurulduğunu görse de bunu görmezden gelerek hız sınırından ceza yazan polise, her yarışmada hakkını yiyen juriye, bir gün sevdiğini öteki gün yeren topluma, tabi ki, yüzünde tek bir gülümseme olmadan hatta kızını zor gününde bile kazıklamaya çalışan anneye, kendindeki eksiği karısına şiddet uygulayarak kapatmaya çalışan kocaya, onu o annenin ellerine bırakan babaya öfke dolarak gözyaşları ile filmi bitirdim. Sadece son sahnede verilen bilgi içime biraz su serpti. 

Filmden bazı etkileyici replikleri paylaşmak istiyorum:

"O gün dünyanın en iyi buz patencisi olduğumu biliyordum. Tarihte bir anlığına.Kusura bakmayın artık kimse o günü hatırlamıyor. Oysa benim tüm hayatım o tek bir ana hazırlanarak geçti. (4 yaşından 20 yaşına kadar ağır bir çalışma)

"Hayatım boyunca beş para etmez biri olduğumu söylediler. Bir şey söyleyeyim mi, belki ederdim" 

"Amerika sevecek birini ister. Ama nefret edecek birini de ister" 

"Herkesin kendi gerçeği vardır ve hayat da ne yapmak isterse onu yapar."

Özetle, epey spoiler versem de, izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum. Travmanın büyüğü küçüğü olmaz. İnsan bir kez acıyı tatmışsa onu hatırlatan her şeyde yeniden canı acır ama hani balon istedim almadılar falan tarzında travmatik olaylar yaratarak annesine öfke duyanların özellikle izlemesi gerek. Film bitince koşarak annesine sarılma garantili:)) Annem yanımda olsa sarılırdım ama yok. 

Bu gün globalleşen dünyada bizim de bir gün sevdiğimizi ertesi gün yerdiğimiz çok oluyor. Linç kültürü sanki bir hakmış gibi sosyal medyada sunuluyor. Ama işte herkes o bir an için, kendisinden konuşulacağı bir anın güzelliğini yaşamak sonrasında taşlanacağının farkındalığıyla, bile isteye kendini meydana atıyor. 

İnternet meydanı bu gün herkesin eşit hakka sahip olduğu, görülmek için yarıştığı bir yer. Herkes o bir anı, bir an da olsa sevilmeyi istiyor. 

Belki bunun çaresi çocuklarımızı daha fazla sevmek. Kendi sevilmemişliklerimize, ihmal edilmişliğimize karşı da kendi anne babamız yerine geçerek kendimize öz şefkat uygulamak. Bunu başarırsak kişilerin ve kitlelerin oyuncağı olmadan bu dünyada huzurla yaşar, vaktimiz gelince de gideriz.

İyi seyirler...

   

The End of The F***ing World Dizisi Üzerine


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 86 

-Spoiler içerir -

Sevgi hayatı yaşanır kılan vazgeçilmezimizdir. Şanslı isek sevgiyi bize verebilecek evlerde doğarız. Kültürümüzde yeni doğan bebekler için yapılan en önemli temennilerden biri "Allah analı babalı büyütsün"dür. Bu diziyi izleyince bunun ne denli değerli bir dua olduğuna bir daha inandım. 

The End of the F***ing World, Charles Forsman'ın aynı adlı bir grafik romanına dayanan, İngilizlerin karanlık komedi-drama türünde çektiği bir dizi. Süresi yirmi dakikadan oluşan sekiz bölümlük dizinin iki sezonu var. 17 yaşında iki gencin yaşadıkları talihsizlikler üzerine çekilen dizi, kısa süresi ile tam da süreçlerden sıkılan sabırsız ve robotlaşmış günümüz gençlerince severek izlenen bir yapım olmayı başarmış. Sürekli küfürlü konuşan ve bunu normal gören gençler de isminden ve alışık oldukları İngiliz aksanından farklı diziye ayrı bir sempati duymuş olmalı. 

İMBD 8.4, Netflix'te de tam not alan bu diziyi bana ergenlik çağında olan oğlum tavsiye etti. Ben de onu ve günümüz gençlerini daha iyi anlamak için seyrettim. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, duygusal yönü güçlü biri olarak bu kadar duygusuz, sevgisiz gençlerin olduğu bir yapımdan irkildim. Çok sevilen bir dizi olması, şiddetin bu kadar sıradanlaştığı şu günlerde beni iyice düşündürdü.

Dünyanın nereye gittiğini sürekli sorguladığımız günlerdeyiz. Her yeni acı olayla bir öncekini unutuyor, zamanla da duyarsızlaşıyoruz. Akıl sağlığımızı korumak için normalde bir insanın dengesini yitirmesine sebep olacak bunca acıyı, haksızlığı görmezden geliyoruz. Ama bu üç maymunu oynama, susma halleri de ayrı veballer yüklüyor omuzlarımıza. Sustukça toplum olarak, belki de dünya olarak bir lanete maruz kalıyoruz. 

Her yerden cinnet haberleri geliyor. Özellikle de bizim coğrafyamızda. Bu nedenle insanların umudunu yitirip topraklarını terk ettiğini ve gittiği yerde "Dünyada cennet varmış" derken ülkesini hiç özlemediğini biliyoruz. En fazla akıllarına gelenin kokoreç olduğunu, kimisinin de kalan dostlarını ara sıra anımsayıp hey gidi derken keyifli içeceklerini yudumladığını sosyal medya hesaplarından görüyoruz. 

Ama biz ne kadar haber izlemesek de TT olan isimleri tıkladığımızda her gün başka bir fenalığın tanığı daha oluyoruz. Özellikle intiharlar, cinayetler, çocukların gözü önünde yaşanan travmatik boşanma süreçleri, şiddetin normalleşmesi sonucunu doğuruyor. 

Kimse artık analı babalı büyürken mutluluk dolu yuvalarda yaşamıyor. Sevginin bittiği, herkesin buna aç halde yaşadığı evler sadece bir çatı. Dışarının kaosundan kurtulup sığınılan mekanlar da, sevgi ile yuvasında yenilenen kadınlar ve erkekler de yok. Herkes kendi derdinde ve çocuklar ellerindeki tabletlerle şiddetin sıradan, kanın oluk gibi aktığı filmlerle, dizilerle, oyunlarla oyalanıyor. Sanırım o nedenle giderek duygusuzlaşıyorlar.

Aslında bu globalleşen dünyada yaygın bir tehdit. Zaten dizi de 2017 yılında İngiltere'de çekilmiş.  

Yazar- Akademisyen Nihan Kaya'nın "İyi Aile Yoktur- İyi Toplum Yoktur-  Bütün Çocuklar İyidir" isimlerindeki kitap serisini okumanın tam vakti. Aslında psikoloji doktorası yapmış olan yazarın kitaplarda bahsettiği aileler bizim huzurlu sandığımız, taciz, ensest yaşamamış normal ailelerdeki çocukların yaşadıkları içsel kırgınlıklar, yoğunluktan ve yorgunluktan çocuklara vakit ayrılmaması, tercihlerinin sorulmaması, birey değil de aman çocuk işte diye geçiştirilmiş olmanın ruhlarda bıraktığı yaralar, travmalar. Toplum baskıları, okullardaki tek tip insan yetiştirme politikalarının yarattığı emme basma tulumba gibi başını sallayan, tepkisiz insanlar anlatılmış kitaplarda. Yani bu dizideki gibi ciddi psikolojik rahatsızlıkları olan bireyler değil konu. Ama çocuklar öyle hassas varlıklar ki, okuyunca görüyor, kendi hayatlarınızdan pay biçip hak veriyorsunuz. Bu durumda ciddi travmalar yaşayanları da algılayabiliyorsunuz. 

Nihan Kaya, kendini her türlü kavgadan, huzursuzluktan sorumlu hisseden insanlara, maruz kaldığı hareketler yüzünden bu duyguları yaşadığını anlatan, bir nevi yüreklerine su serpip kendi çocuklarına daha dikkatli davranma farkındalığı kazandırmak isteyen bir kitap serisi yazmış diyebiliriz. Ama şu notu düşmeli, akıcı ve okuması kolay gibi duran kitap kendinizle yüzleşmenizi gerektirdiğinden epey efor sarf ettiriyor. Yine de farkındalık için okunmalı.  ( Ayrıca kitaplarda bahsettiği konuları anlattığı bir youtube kanalı ve ciddi paylaşımlar yaptığı sosyal medya hesapları var. Okumaya fırsat bulamayanlar da izleyerek/ dinleyerek mevzudan haberdar olabilirler. ) 

Tekrar konumuza dönersek Charles Forsman'ın çizgi romanından uyarlanan The End of The F***ing World, karanlık ve karmaşık zihinlere sahip iki gencin hikayesini konu ediniyor. 

İlk sezonda 17 yaşında bir genç olan James, beş yaşlarında iken annesi gözleri önünde intihar etmiş, babasının tüm ilgisine rağmen anne sevgisinden mahrum ve kaybı travmatik olması sonucunda sosyopat bir genç olup çıkmış. Hayvanları keserek başladığı canilik kariyerine insanlarla devam etmek istiyor. Bu sebeple seçtiği Alyassa ise çok sevdiği babasının terk edip gittiği, genç annesinin bir başka adamla evlendiği, ondan ikiz kardeşleri olan, üvey babanın tacizi ve annesinin ilgisizliğinin travmalarını yaşayan bir kız. 

İki karakter de buz gibi soğuk. Sanki yaşamıyorlar gibi. Sevginin nasıl sıcak ve kuşatıcı olduğunu, insanın içinden gelen o gücü harekete geçirdiğini anlıyorsunuz. Bu çocuklar yaşadıklarından kaçıyorlar ve başlarına yol boyu daha da kötü olaylar geliyor. 

İkinci sezonda bir karakter daha katılıyor. Aşırı mükemmelliyetçi bir annenin sürekli cezalandırarak büyüttüğü, cezanın sebebinin sevgisi olduğuna inandırdığı, babasız büyürken kendinden çok büyük bir adama aşık olan zenci genç bir kadın. Aslında adam Hocası olduğu üniversitenin kız öğrencilerine şiddet uygulayıp onlarla beraberliklerini kayda alan, bu nedenle yargılansa da güçlünün kendini kurtardığı bu dünyada paçayı mahkeme önünde sıyıran yazar. Ama hayatında sevgi görmemiş bu kadını bir kaç sözüyle kendine bağlıyor ve kadın tam bir büyülenme ile intikam meleği oluyor. 

Sevgi yoksunluğu çeken insanların sorununun sevginin ne olduğunu bilmemeleri ve çabuk kandırıldıkları bazen de bunun farkında olsalar da sahte bile olsa sevgi ile temas etmek için kendilerine yalan söylediklerini ifade eden anlatıcı gençlerin iç konuşmalarını da veriyor ki, bazı duygu kıpırtılarını böylelikle görüyoruz. Ama daha fazlasına müsaade etmiyorlar. Bir nevi tekrar terk edilme acısı yaşamamak için gardlarını alıyorlar. 

İnsanın travmatik olaylara takılı kaldığı, bu konuda yardım almazsa kendine yarattığı parmaklıklar arkasından hayata dahil olmadan yaşadığı gerçeğini güzel anlatan dizi gençlerden ziyade büyüklerce izlenmeli derim. 

Bu dünyaya çocuk getirmek kararı, girdiğin sorumluluğun farkına vardığında insanın tüm özgürlüklerini elinden alan ağır bir durum. Bu nedenle iyi düşünülmesi gerek. 

Zaten dizide de genç kız, annesinin ilgisizliği, üvey babanın tacizlerinden bıkıp öz babasını bulmak için umutla yola çıkıyor. Babası ile karşılaştığında hayal kırıklığına uğruyor. Bunu "Birini yıllarca görmeyince vereceği cevapları kafanızda büyütüyorsunuz" diye ifade ediyor. Sorumsuz babasına da, "Eğer onu terk edeceksen gidip çocuk yapmamalısın. Çünkü ömürleri boyunca o çocuklar ne yaptıklarını düşünürler" diyerek isyan ediyor.

Babası ise son derece duygusuz bir şekilde, başka bir kadından olan oğlunu da terk ettiğine şahit olan kızına "Bu kurban numaralarını bırak, beni de sevmediler. Ne anne kucağı gördüm, ne emzirildim, herkesin bir sebebi var." diyebiliyor. 

Evet, herkesin bir sebebi, ihmal edilmişliği, yalnızlığı var. Bunlara takılı kaldığında ya da sevgi ipi koptuğunda bir baş dönmesi ile denize düşen insan yılana sarılacak kadar ciddi hatalar yapıyor. En iyi ihtimalle ise kendisi gibi bir yaralı bulup el ele kıyıya çıkacakları zannını yaşıyor ama psikolojide iki yarım bir tam etmiyor.   

Madem bir insanın ruh ve beden dünyası anne ve babasının ellerinde, onların tavrına göre dünyayı kurtaracak güzel işler yapan insanlar ya da dünyanın sonunu getirecek kötülüğü büyüten canavarlar yetiştirmek şansları var, o zaman ebeveynler tercihlerini bu sorumlukla beraber yapmalılar. 

Dizide, "Olacakları engelleyemezsiniz, ancak olduğunda baş etmeye çalışırsınız" diyor kahraman. İşte insanın hayatın getirdikleri ile mücadele yerine dans ederek akışına bırakması için psikolojik olarak sağlam, tek başına bir bütün olması gerekiyor. Huzurlu, sağlıklı bir toplum için bu gerekli. 

Kötünün seyredilerek ibret alınması mümkün oluyor mu yoksa dizilerde açıkça gösterilen bu kötülükler içlerinde bu yönde dürtüler olan insanlara bir cinnet anında fırlayacak şekilde bilinçaltına depolanıyor mu bilmiyorum ama bu dizilerin çok seyredildiği, şiddetin de giderek yaygınlaştığı ortada.   

Ruhun yitirildiği, maddi ihtiyaçları karşılansa da sevgisizlik ve ilgisizlik bahtsızlığının her eve bulaştığı bu çağda insanın iyi olarak kalabilmesi için, farkındalığını geliştirmesi, kendine bir ideal, uğruna yaşanacak bir uğraş bulup içindeki sevgi ırmağının debisini arttırması gerek. Yoksa kendisi de susuz kalır. 

Sevin, sevginizi sunun. Kendinizle bütünleşin, evlatlarınızın ve sevdiklerinizin de kendilerini bulmaları, tam olma çabalarını destekleyin. Yoksa kötülük bir yerde yolunuzu keser.    

ASLAN KRAL 2019- THE LİON KİNG






  SİNEMA GÜNLÜĞÜ 67. Film     -Spoiler uyarısı-


Epey zamandır sinemaya gitmiyordum. Bunda her zamankinden daha bezgin ruh halimin etkisi büyüktü. Gün boyu koşuşturup çok yorgun vaziyette kanepeye serildiğim geçen akşam, oğlum ve yeğenim tarafından zorla gece seansına götürüldüm. Bir çok şeyi hayatta çocuklarımız için yapmaz mıyız zaten. Ama itiraf etmeliyim bu zorlama iyi oldu, bahaneyle kendimden çıktım. Artık küçük olmayan bu gençlerle çocuk filmi izlerken bir de baktım epey derin sulara yelken açmışım. 

Her zaman, hayatın madem bir döngüsü var, ona teslim olmak lazım diye düşünürdüm. İzlediğim bu filmden sonra da fikrim pekişti. Hayatın şefkat dolu bir döngüsü vardı. Her gün yeniden güneş doğuyor, minik yavrular dünyaya geliyor, her canlı aleminde anne ve babaları o güçsüz yavruların hizmetini karşılıksız görüyordu. Sonra o yavru büyüyor, kendi evladını büyüten ve ona hizmet eden bir yetişkin oluyor, vakti dolunca da sahneden çekiliyordu. 

İşte azot döngüsü dediğimiz ve indirgenemez komplekslik olarak da tarif edilen sistem bir saatin çarklarındaki düzenle yoluna devam ediyordu. Her şey arasında bir bağlantı ve matematiksel oran vardı. Her hangi bir gezegenin bir saniyelik hızlanması bütün sistemin sonunu getirebilirdi. Tüm canlılar aleminde herkes döngüdeki yerini koruyor, vazifesini aksatmıyordu. İşte, akla ve yüreğe sahip olması ile bir takım sorumluklar kendisine yüklenen insan, varlığını anlamlandıracak bu döngüyü fark etmeliydi. Yapması gereken tek şey olanı anlayıp oluşu kabul etmekti. 

"Hayat yazıyor, biz oynuyoruz" u bir süredir kendine motto edinmiş biri olarak büyük planda hayat senaryosuna müdahale hakkımın kısıtlı olduğunun bilincindeyim. Hatta yazan yöneten ben değilsem, sadece bir oyuncu olarak içinde bulunduğum sette yönetmenin isteklerini yerine getirmekten başka işim yok desem kim itiraz edebilir. Yapabileceğim tek şey rolümü oynarken jest ve mimiklerimle karaktere ruh katmak, bir nevi kendi imzamı atmak olabilir. Aksini iddia ettiğimizde hiç bir yönetmen bizi filminde oynatmaz. 

İşte hayat da böyle bir senaryo olduğundan direnirsek kısırlaşan bu döngüyü kıramayız. Oysa yapmamız gereken dengeleri fark etmek, müdahale şansımız olan noktalarda harekete geçerek hayatın doğal döngüsü içinde kalmayı başarmaktır. Bu nedenle insan önüne çıkan her fırsatı değerlendirmeli, kendisine gönderilen mesajları zamanında okumalıdır. Bu mesajlar illaki posta kutumuza düşen iletiler gibi açık olacak değildir. Kimi zaman bir filmin tek sahnesinde, bir şiirin kimsece sevilmemiş mısralarında, bir kitabın son sayfasında ya da gökyüzünde kayan bir yıldızın ışığındadır. 

İşte bu nedenlerle zorla getirildiğim filme dikkat kesildim ve bu animasyonda saklı olacak mesajların peşine düştüm. Hayat döngüsünden, evlatlardan, sevgiden, kıskançlıktan, kardeş ihanetinden, zalimlerden, yırtıcı hayvanlardan farkı olmayan fırsatçılardan, yıkılan umutlardan ve tekrar ayağa kalkmaktan bahsedildiğini gördüm ve zihnimde birikmiş hikayelerle ilişkilendirdim. Tabi bu durumda anlamı artan filmi keyifle izledim. Çünkü her başarılı sanat eseri gibi kendi teması etrafında saydığım evrensel konuları işlemişti. 

İlki 1994 yılında çekilen animasyon film serisinin birincisi olan The Lion King, 2019 yılında foto gerçekçi bilgisayar teknikleri ile yeniden çekildi ve vizyona girdi. Jeff Nathanson tarafından yazılan ve Walt Disney Pictures tarafından üretilen müzikli animasyon Jon Favreau tarafından yönetildi. Birbirinden renkli karakterleriyle ve dokunaklı öyküsüyle yakın dönem animasyon klasiklerinden biri olan Aslan Kral, müziklerini yapan Hans Zimmer’a da bir Oscar kazandırmıştı.


Şöyle ki linkten de izleyebileceğiniz gibi film bu şarkı ile başlamıştı:

"Hayatın farkı bu
bitmeyen bu yolda
Dertler ve umutlar
Sevgi ve inançla 
Bir dünya kurmaya çabalarken insan 
Her şey aynı hayat çarkında"

Yani devam eden döngüden bahsetmiş, sürekli tazelenen hayatla ilgili umut vermişti. 

Ancak 1994'ten beri insanların yaşam dili öyle değişti ve sertleşti ki, bu sefer film "Hayat adaletsizdir" diye başladı. O cümlede daha moralim bozulmuştu. Ama sonra gerçekleri hatırladım. Hayatın adaletsiz görünen bir yüzü elbette vardı ama şarkıda söylendiği gibi, canlılığın devamı, hiç bıkmadan tekrarlanan döngü ile mümkündü. Günler insanlar arasında döndürüldüğünden, kötü günler yaşarken yarın ola hayrola, illa ki sabah olacak diyebiliyorduk. 

Elbette hayat da, tıpkı ormandaki gibi çok farklı zorluklarla dolu idi ama zayıfı kollayan bir döngü de inkar edilemezdi.  Bunun tersinin işlediği durumlarda mutlaka insanoğlunun parmağı vardı. Ozon tabakasına zarar veren ve günümüzde aşırı sıcaklara maruz kalan da saat gibi işleyen düzeni bozan insanoğluydu mesela. 

Kahramanımızın başına gelen elim olaydan sonra da can dostlar tanıması güzellikti. Kendini arama ve bulma sürecinde aslında yaşadığı duygusal çöküntü ile her şeye karşı geliştirdiği farketmez modundaki isteksizlik onu minik böceklerle doymayı denemeye kadar götürdü. Ama aslan yavrusu fıtratı ile çelişen kararları bir süre hayata geçirse de bunlar ona mutluluk vermedi. Dostlarının tek önerisinin "Kafana takma, hayatın zevkini yaşa" olması da geçici bir çözümdü. Yüzleşmesi gereken gerçekler vardı. Yolunu dört gözle bekleyen sevenleri, sorumluluklarını yerine getirmesini isteyen halkı ve ülkesi uzaklardaydı. Artık yetişkin olmuştu. 

Sonunda yolculuk onu değiştirmiş ve geliştirmiş olarak vatanına döndü. Kararlı bir mücadele içine girdi, evladı oldu. Babasından devraldığı döngüde yerini buldu. Filmin başında babasının söylediklerini idrak etti. O, sorumlulukları olan bir kraldı ve bu evrende başıboş davranamazdı. Hayatın yardımlaşma ile örülü döngüsünde kimse sahip değildi. Herkes bulduğunu korumalı, kendisine bir süre emanet edilen düzenin devamı için gayret göstermeliydi.  


Filmi izlerken zihnimde Mehmet Akif'in bir şiirinden mısralar dolaşmaya başladı:
"Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; 
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! " diyor ya hani, sırtlanların izleyeni rahatsız edecek kadar çirkin görüntülerini ve sürü halinde gezip kendisinden daha güçlü aslanları hilelerle tuzağa düşürme çabasını gördükçe her dönem yırtıcılıkta sırtlanları geçen o zalim insanları düşündüm. 

Hz Adem'in katil oğlu Kabil gibi kral olan kardeşini kıskanan amca aslanın kötücül planı ile sorumluluk sahibi kralın öldürülmesi görünürde kötü bir durumdu ama gerekli idi. Ayrıca film, tarih boyunca her toplumda iktidarını korumak isteyen muktedirin düzeni korumak için kardeş katlini uygulanmasına esaslı gerekçe gibiydi. 

Bir de film, asil insanları sırtlanların önüne atarak parçalatacak kişinin çok yakınımızda olabileceğini hatırlattı. Zaten insan en çok zararı yakınından görür. Bütün kaleler içten fethedilir. Düşmanına karşı teyazkkuzda durur bütün insanlar ve ordular ama dostun sırtından bıçaklayışı ile yıkılırdı. Herkes bu hikayeleri bilir ama yaşarken kendi başına geleceğini düşünmezdi. Bu nedenle her ihanette bir daha üzülür, kimi zaman da hayatını kaybeder, ya da geleceğini yıkacak yanlışlar yapardı.  

Kahramanımız, babasının tehlikeli olduğundan "Gitme" diye uyardığı vadiye gitmese, söz dinlese ülkesinde kalacak babası ile büyüyecekti. Ama Hazreti Adem'in cennetten kovulması gibi bir kandırılma süreci yaşadı, bedelini babasını, yani asli vatanını kaybederek ödedi. 

Kral, iktidar hırsından gözü dönmüş kardeşini fark edip cezasını kesse canından olmayacak, Habil gibi öldürülmeyecekti. Uzun süre sürgünde kalacak oğlunun kaderinin Yusuf gibi olacağını bilmiyordu elbette. Kardeşleri tarafından ölsün diye kuyuya atılan Yusuf'un kurtlarca yendiği yalanına kanan Yakup gibi üzülmeyecekti. 

Kısa sürecek bir iktidar hırsı için aslan kardeşlerini ezeli düşmanları sırtlanların önüne atan kardeş aslan sonunda ülkesinin başına bela ettiği sırtlanlar tarafından parçalanacağını hesap etmeliydi oysa. Çünkü herkes eninde sonunda fıtratının gereğini yapar, yılan sokar, akrep zehirler, sırtlanlar sürü halinde üşüşür, ne var ne yok hepsini parçalayarak yerdi. Ama ülkesini ve diğer aslanları satarken güç sahibi olmak uğruna kendi korumasını bile ezeli düşmanlarına verdiğinin farkına varmadı. Ya da yaptığı bile isteye, döngüde kısa bir zaman eline geçecek iktidar gücü için hainlikten başka şey değildi. 

Kahramanımız, vatanının terk etmemesi gerektiğini unutmasa, babasının öğretilerine sadık kalsa idi, hayatın düz bir çizgi olduğu, başlayıp bittiği, orada her şeyin anlamsızlaştığı bunalım sürecini yaşamayacak, kayıtsızlık çizgisi yerine mükemmel döngünün parçası olarak mutlu yaşayacaktı. 

Ama işte bu hayat bir yolculuktu. Kahraman evinden çıkmalı, yolda başına gelen olaylarla sarsılmalı, kendi yolunu bulup yeni yöntemler keşfedip evine değişmiş ve gelişmiş olarak dönmeliydi ki, hikayesindeki o dairesel hareket tamamlansın. Her varlık gibi o da büyük döngüde yerini alsın. 

Hasılı kelam, dünya kuruldu kurulalı, öyküler de döngüler de aynı. Kısır döngüler de güzel devranlar da, yaşam sahiplerinin seçimlerinin sonuçları. Senaryo bize ait olmasa da, rolün hakkını verirsek alkışlar, baştan savarsak yuhlar da bizimdir.

Unutmayalım, kimse bedel ödemeden rolünde başarılı olamaz. Kimse yerinde durarak döngüye katılamaz. Mutlaka kendinden çıkmalı, öteki ile karşılaşmalı, başkalaşıp evine dönmelidir.

Herkese iyi yolculuklar!






Hepimizin bildiği filmin konusu ve teknik detaylar kısaca şöyle anlatılmış:

Vahşi Afrika’da henüz yeni doğan bir aslan, doğaya egemen düzenin kökünden sarsılacağı bir döneme tanıklık etmek üzeredir. Ormanın kralı olan babasının tacını ileride devralacak olan yavru aslan Simba, kötülüklerle dolu ormanlarda farklı deneyimlerden geçecek, bir arayışa sürüklenecektir. Simba’nın sorumluluklarını üstlenme ve sorunları çözme becerisi, ormanın yeni kurallarını belirleyecektir. "

Biraz daha detay verecek olursak beyazperde sitesinden alıntı ile; "Aslan Kral, yavru bir aslan olan Simba’nın maceralarını konu ediyor. Ormanın kralı olan babası Mufasa'ya hayran bir yavru aslan olarak mutlu bir hayat süren Simba, sinsi amcası Scar'ın planlarından habersizdir. Kral olmak için fırsat kollayan Scar, Mufasa'yı öldürdükten sonra Simba için tehlike baş gösterir. Amcasının ihaneti ve babasının kaybı ile yıkılan Simba sürgüne gider. Zamanı geldiğinde hakkı olanı almak için geri dönecek ve amcasına yaptıklarının bedelini ödetecektir...

Genç Simba'nın cesur babası Mufasa'yı, orijinal filmde de karakteri seslendiren usta oyuncu James Earl Jones seslendiriyor. Simba'ya başarılı oyuncu ve müzisyen Donald Glover'ın hayat vereceği seslendirme kadrosunda; Disney'in ikonik kötüsü Scar olarak Oscar adayı oyuncu Chiwetel Ejiofor, sırtlan Kamari olarak komedyen ve oyuncu Keegan-Michael Key, yaban domuzu Pumbaa olarak Seth Rogen, mirket Timon olarak oyuncu Billy Eichner ve Simba'nın aşık olduğu aslan Nala olarak pop yıldızı Beyonce yer alıyor. Filmin yönetmen koltuğunda "Orman Çocuğu"na imza atan yönetmen Jon Favreau oturuyor."





KAPLUMBAĞALAR DA UÇAR -2004

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 58. Film  


Gerçekten iyi filmlerden biri. Uzun metraj 2004 yapımı drama türünde filmin Yönetmeni Bahman Chobadi.

Bu filme dair çok uzun yazamayacağım. Onun yerine iyi bir yazıya yönlendireceğim. Detaylar için burayı tıklayın. Ama bir kaç kelam edersek; 

Savaşın kaybedeni her zaman halktır. O halkın içinde de çocuklar, kadınlar... Bu filmde, İran-Irak savaşı esnasında bir mülteci kampında bombalar altında yaşayan, karınlarını doyuracak bir kaç kuruş için mayın toplayan çocukları görüyoruz. Hiç çocuk olamamış, olamayacak, yaşadıkları ağır travmalarla devam edecek güçleri olamayacak çocukları. 

Kadınlara, kızlara, çocuklara tecavüz eden acımasız mahlukların geride bıraktığı enkazları. Kolu bacağı koptuğu için sapasağlam geldiği dünyada yarım kalan çocukları. Yine de yaşama devam etme azimlerini. Kimsenin bu kötülüklere engel olmak için gayret sarf etmediği, koskoca sağır bir dünyayı.       

Herkesin mutluluk, huzur, barış, sevgi, kardeşlik istediği bir dünyada bu kadar kötülüğü kim yapıyor. Bu günlerde bunu düşünüyorum. Asıl olan insanların kötü olduğu ve iyi olma seçeneğine ulaşmak için karşısına çıkan olaylarla sınandığı. 

Bir kötülüğü elimizle önlediğimiz kadar iyiyiz. Olmadı dilimizle, onu da yapamadıysak bari kalbimizle kötünün, kötülüğün karşısında yer alalım ki, iyi olmaya giden dikenli yolların önündeki engellerden ilkini aşalım.

Hayat kolay değil. Yarın anneler günü. Herkes yine çiçekler hediyeler, mesajlar yağdıracak birbirine. Yemekler yenecek, sinemalara gidilecek. Bu çok güzel elbette, annelik kutsal, anne olmak kendi hayatından, zevklerinden, seçimlerinden bile isteye vazgeçmenin adı ama bir de bu şansa erişememiş kadınlar var. Hiç bir zaman çocuğu olmamış, olamayacak ya da istemediği halde çocuğu olan kadınlar... Bu filmde, kucağında benimseyemediği çocuğunu taşıyan bir kız çocuğu var mesela.

Epey ödüllü bu kaliteli filmi kalbinizin dayanacağı bir zamanda izleyin. 

Ama çocukları her zaman koruyun. Çocuklarınıza yaşama fırsatı verin. Bunu yaparken gözlerinizi de üzerilerinden ayırmayın. Çocuk kimin çocuğu olursa olsun, onlara sahip çıkın. Onların hayatını karartan, düşlerini alan, yaşayan ölüler haline getiren tacizci, tecavüzcü canavarları da görmezden gelmeyin. 

Kötülüğe karşı en azından bu kadarcık bir iyilikle var olalım. 

Yolunuza, yolumuza, bütün çocukların yollarına hep iyiler çıksın.           

Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum

  Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...