UNORTHODOX NETFLİX MİNİ DİZİ

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 107. 

SPOİLER İÇERİR.

Unorthodox, 26 Mart 2020'de Netflix'te çıkış yapan bir Alman-Amerikan drama mini dizisi. Dizi, Deborah Feldman'ın 2012 otobiyografisi Unorthodox: Hasidic Roots'un Skandal Reddi'ne dayanıyor. 

Dizinin konusu, oyuncuları, çeşitli yorumlar için aşağıdaki kısma gidebilir, kaynak göstererek yaptığım alıntıları okuyabilirsiniz: 

Benim yorumum şöyle: Din, dil, ırk fark etmeden tüm kapalı toplumlarda ve topluluklarda bu tarz baskılama şekilleri vardır. Her zaman buna aykırı davrananlar, gruplardan ayrılmak isteyenler de vardır. İnsana doğru, yanlış kavramını içine doğduğu aile verir. Coğrafya kaderdir sözü biraz daha özelleştirildiğinde ailen de kaderdir. 




Dünyaya bakışını, yaşam şeklini, "Normal" kavramını sana öğreten ailendir. İnsanların aileden aldıkları eğitim de ilk altı yaşta en güçlü şekilde bilinçaltına işler. Bilinçli yaşa gelip öğrendiklerinden içselleştirdiklerini yaşamına alır, diğerleri ile vedalaşırsın. Ancak önemli bir nokta var. İnanç sistemleri kalbe hitap eder. Gönülden kabul etmediğin kurallardan aynı dizi karakteri gibi kaçmak istersin. Ama hem inanıp hem de bu kurallara uymadan bir hayat sürdürmeyi seçersen benliğinde bir çatlama meydana gelir. Özgürlük sandığın hayatı yaşarken inandığınla çeliştiğin için vicdan azabı duyarsın. Manevi huzurunu yitirir, senin normalin olmayan yollarda huzuru ararsın ama bulamazsın. 

Dizide de müzik eğitimi almak için özgürlüğe kaçan kızın, yine yıllar önce kurallardan kaçan annesi, yeterli eğitimi olmadığı için bir bakım evinde hasta bakıcılık yapıp evde cinsel tercihini değiştirmiş bir şekilde bir başka kadınla yaşarken ayrıldığı cemaatini çok özlediğini ama özgür olduğu için de her gün şükrettiğini söylüyor. Şimdilerde sık sık duyduğumuz konfor alanını terk et tavsiyesine uymuş, elbette zorlukları da olacak. Ayrıca konfor alanının o rahatlıklarını da bir daha bulamayacak. Ama yine de sadece bu cümle bile bize önemli bir gerçeği anlatıyor: 

Dünya değişti ve her yer eşitlendi. Her yerde aynı düzen, kaos, kirlilik var. İnanç sistemlerini hayatına hayat kılmış insanların artık çocuklarını dizide de gördüğümüz eski usul baskıcı sistemlerle kapalı bir grup içinde tutmaları mümkün değil. Elbette, herkesin kendi inanç sistemini çocuğuna öğretme hakkı da var. İnanmak teslim olmaktır. İnanmak aşk gibidir. Birine aşık olduğunuzda onun güzel yanlarının yanında size zor gelecek özelliklerini de kabul edersiniz. Hatta aşk derecesinde seviyorsanız birini bunları görmez, gördüğünüz zaman da o aşk hatırına tolore edersiniz. İnançlar da öyledir. Değişmez sabit kurallar vardır ama onun haricinde kapalı toplumun özellikle kız çocuklarına baskı kurarak asıl kuralları da inkar ettirecek düzeye getirmemeleri gerekir. Dünyaya kendimizi keşfetmek için gönderildiysek, bunun için bireylere alan açmamız, kendini ve yeteneklerini keşfetmeleri için desteklememiz gerekmektedir. Newyork'un göbeğinde internet kullanamayan bir gruptan herkes kaçar.:))     

Ama dizideki başrol oyuncumuzun yanlışlıkla jambon yiyip koşarak dışarı çıkıp ağacın altında kusacağım diye bekledikten sonra masaya geri dönüp dinince haram olan eti yediğinde midesinin bulanacağını sandığını söyleyip ama bulanmadığını fark edince yemeye devam etmesi sahnesi bana en saçma gelen yerlerden biriydi. Mide bulandıracak diye yememezlik yapmıyordun ki şimdiye kadar, dünyada bu kadar insanın yediği ve memnun olduğu bir et sonuçta, ama senin yememe sebebin inancınsa ve bu asli kurallardansa yememek aşktır, dinine teslim olmaktır. Kişiliğine oturttuğun bir prensibindir. Ama burada basbayağı kolaycılığa kaçılmış ya da her şeyi inkar edin, inandıklarınızı yok sayın mesajı çok basit verilmiş. Bir insanın gerçekten inandığı bir kuraldan bu kadar kolay vazgeçmesi, psikolojik olarak bir sarsıntı yaşamadan devam etmesi mümkün değil.

Dizi güzel bir konuya parmak basmış ama yüzeysel bir senaryo ile kısa sürede basit mesajlar vermiş. Yine de kapalı toplumlardaki sorunun tespiti açısından izlenmeli diye düşünüyorum. 

Göle girdiği sahneyi yukarıda alıntılarda aktardım. Soyunun acılarla gömüldüğü bir suda keyifle yüzmeyi düşünemedi, çünkü o bölge yıllarca duygusal olarak acı ile kodlanmıştı. Kocası da daha önce Berlin'e geldiğinde sadece Yahudi mezarlıklarını gezmiş. Oysa kayıpların yası tutulmalı ve hayata devam edilmelidir. İşte o noktada bunu kabul ettiğinde, orasının sadece bir göl olduğunu kabul fark edip  hızlıca özgürleşti. Bir aydınlanma anı, kırılma noktası idi. Peruğundan vazgeçip kazıtılmış saçları ile kendini olduğu gibi kabul etti. Peruk suda ondan uzaklaşırken o da tüm değerlerini bıraktı. Hepsi Yahudi olan diğer arkadaşları gibi yüzdü. Benliğine ağır gelen, belki de kapalı toplumun yöneticilerinin hakimiyetlerinin devamını sağlamak için kişilere, özellikle  kadınlara kurduğu baskıdan özgürleşti. 

İnsanın kendiyle karşılaşması süreci kapalı toplumlarda gecikiyor, bazen bir ömür mümkün olmuyor  bazen de uca savrulmalar getiren kopuşlar yaşanıyor. Hasılı kelam zorlu bir süreç. Yolu uzun, menzili çok, durağı yok, derin sular var. 

Çok kapıdan geçmek gerek kendini bulmak için...

Yine diziye dönersek: Köprünün altındaki çığlık denemeleri, akustiği fark etmesi de çok hoştu.

Talmut dermiş ki "Ben değilse kim, şimdi değilse ne zaman" Sık sık duyduğumuz bu cümlenin de kaynağını öğrenmiş olduk.  

Gelelim sanatsal yaratımlar konusunda Müzik Hocasının tavsiyesine: "Bach bile müzik yaparken kendi koyduğu kuralları yıkardı. Müzikte bir şeyler yapabilmek için mutlaka kuralları yıkmak gerekir"  diyordu ki doğru. Yazarken, çizerken, bestelerken elbette belli disiplinlerle yürürüz ama o kurallar bile yıkmak içindir. 

İçimize dışımıza gereklilik diye dikilmiş putları yıkıp kendimizden kendimizi doğurabilmek umuduyla...   

Bu noktadan sonra görüşlerime ilave olarak farklı sitelerden kaynak belirterek yaptığım alıntıları paylaştım

"Dizinin konusu Brooklynli Hasidik Yahudi bir kadının özgürlüğü için görücü usülü evlilikten kaçıp Berlin’e gelmesiyle başlayan hikayeyi anlatmaktadır. Dini ve kültürel sebeplerden dolayı hayatını özgür bir biçimde yaşayamayan Esty piyano bile çalmanın günah sayıldığı bir Yahudi toplumunda yaşamaktadır.

Yaşadığı hayattan ve baskılardan iyice bunalan genç kız Esty çareyi kaçıp kurtulmakta bulur. Görücü usülü olarak evlendirildiği günlerde ise kaçmanın tam sırası olduğunu düşünür ve Berlin’e doğru yola koyulur. Berlin’de bir grup müzisyen tarafından sıcak karşılanan Esty bir süre onların evinde kalır

Özgürlüğün anlamını yavaş yavaş öğrenen genç kızın geçmişi ise onu güzel düşler kurarak geldiği Berlin’de de bulacaktık. Ancak güçlü bir karakter olan Esty’nin artık baskılara boyun eğmek gibi bir niyeti yoktur.

Dizide oyunculuk performansları olması gerekeninde üzerinde gözüküyor. Başrolde yer alan Shira Haas’ın performansı ise ancak olağanüstü olarak nitelendirilebilir. Ayrıca dizi ekibinde yer alan kadınlarının hepsinin Yahudi olması da dikkat çeken detaylardan biridir.

Unorthodox dizisi Deborah Feldman tarafından 2012 yılında yazılan Unorthodox: The Sandalous Rejection of My Hasidic Roots (Ortodoks Olmayan: Hasidik Kökenlerimi İnkar Ediş Skandalım) adlı kitaptan uyarlanmıştır.


Diziseverler tarafından oldukça beğenilen ve kısa sürede en çok izlenen Netflix yapımlarından biri olan Unorthodox IMDb’de aldığı 8.3’lük yüksek puanla da ne kadar kaliteli bir yapım olduğunu kanıtlamıştır."

Dizinin en etkileyici sahnelerinden olan göl kenarındaki diyalogu aktardığı için İndigo dergisinden de bazı alıntılar paylaşmak istiyorum:

"Esthy’nin bağlı olduğu Satmar cemaatini kuranlar ise Holokost’tan kurtulmayı başarıp New York’un Williamsburg mahallesine yerleşip çoğalmış Yahudiler.

Esthy Berlin’e geldiği ilk günlerde tanışdığı konservatuar öğrencileriyle bir göl kıyısına gidiyor. Yahudi Soykırımı’nın karara bağlandığı binayı da kıyısında barındıran ve insanların bu binaya karşı yüzüp eğlendikleri Wann Gölü manzarası, Esthy’nin yaşadığı ilk kültür şoklarından biri. Aslında hayatı da o günden sonra değişiyor. Zira Esthy, hayatını değiştirmesinin sandığından daha kolay olduğunu farkediyor. Tıpkı göle giren bir arkadaşıyla yaptığı şu dialogtaki gibi:

– Siz bu gölde nasıl yüzebiliyorsunuz?

– Bu sadece bir göl, başka bir şey değil.

Genç kadın bu cevabı sindirdikten sonra kıyafetleriyle suya girip, peruğunu çıkartıp kendini suya bırakıyor.
...


Medyanın yarattığı taraflı algı

Yahudi tarikatları da en az köktendinci İslam tarikatları kadar katı. Hatta katı dini kurallar kadınlar kadar erkekleri de kapsıyor ve hoşgörü hemen hemen yok gibi. Buna rağmen Dünya’daki genel algı köktendinciliğin Müslümanlar’a mahsus olduğudur.

Bu yanlış algının sebebi çok açık: Film, dizi ya da haber konusu olan genellikle İslam alemindeki köktendinci uygulamalar ve bu inançlara bağlı kalamayanların yaşadığı zorluklardır. Peki medyanın Yahudi köktendinciliğinin medya malzemesi yapmaktan kaçmasının sebebi nedir? Bu sorunun cevabını düşündüğümüzde, çoğunlukla kulakarkası edilen gerçeklerin haklılığını ve dedikoduların boş yere yapılmadığını görebiliyoruz:

Dünya’nın ekonomik ve politik gücü Yahudiler’in yönetiminde ve bu kültür hakkında olumsuz bir algının oluşturulması işlerine gelmiyor. Nasıl bir algı oluşturacaklarını da medya yoluyla ayarlayabiliyorlar. Zira bugün medya tahmin ettiğimizden çok daha güçlü bir algı yöneticisi."

"anti-teknolojik bir şekilde çevrelerindeki dünyayla bağlantılarını keserek; modern yaşamı tamamen dışlayan baskıcı bir alt kültür içinde, kendi toplumlarını ne kadar sıkı bir biçimde koruduklarına ve inşa ettiklerine inanamazsınız.

insanların kendilerini tecrit ettikleri bu toplumun ötesinde ne olduğunu bile bilmedikleri ve aynı zamanda bilmek istemedikleri noktaya getirecek kadar her şeyi körü körüne nasıl takip edebildiklerini anlamakta zorlanıyorum. dizide, topluluğun -diğer dini gruplardan da tanıdık gelen- sorgulayıcı insanları bastıran toksik mekanizması üzerinde pek durulmasa da; bu topluluğun, dünyanın geri kalanının yahudi dinine yerleştirdiği tarihsel zulmün bir yan ürünü olabileceği dizide es geçilmemiş: “kaybettiğimiz 6 milyon için doğruyoruz.”

tüm aşırı dini toplulukların küresel olarak son derece benzer zihniyetlere sahip olmalarını ve aynı özellikleri taşımalarını çok ilginç buluyorum. kadınları suistimal eden ataerkinin organize dinle birleşmesi misâl, hepsinde tanıdık gelen şiddet yöntemleri kullanılıyor.


travmadan kaçarken bireyselliğini keşfetme sürecindeki etsy'nin yaşadıkları evrensel mücadeleler olduğu için her kapalı topluma uygulanabilir bir hikâyesi var. bu yüzden dizinin vermek istediği duygu seyirciye çok iyi geçiyor. shira haas inanılmaz bir yetenek. diziyi taşımakla kalmamış sırtına alıp on tur koşmuş. her duygu ve hissi kusursuz bir şekilde yansıtabilmiş. bu roldeki performansı sayesinde kariyer yolculuğunda önü çok açık diye düşünüyorum.

en etkilendiğim sahneler:
• cinsel eğitim sonrası banyoda kendi bedeninde yaptığı keşif.
• kocasına talmud'dan alıntı yaptığında kocasının "kadınların talmud okuması yasak!" cevabı.
• etsy'nin "tanrı benden çok şey istedi." repliği.
• yanky'nin, akıllı telefona "karım nerede?" diye sorması.
• yine yanky'nin, karısına karşı cinsel yaklaşım konusundaki cahilliğini yenmek için hayat kadınına nelerden hoşlandığını sorması.
• babi'nin yerde ölü olarak yattığı sahne ve okunan dua."

google’ı öğrenir de her şeyi sorgulamaya başlarsın diye internet ve akıllı telefon yasak. seküler hayatı öğrenir de cemaati bırakırsın diye seküler kitaplar okuyup seküler okullara ve kütüphanelere gitmek yasak. erkeklerin kadınlarla gereksiz konuşması ve karısı olmayan kadınla yalnız kalması yasak. kadın sesi dinlemek yasak. kadınların belli bir saatten sonra dışarda olması yasak. flört etmek, çocuk yapmak dışında seks yapmak yasak. iki cinsin birbirinin cinsel organına bakması yasak. oral seks yasak. bir ayın iki haftası boyunca kocanın kadına herhangi bir ikincil teması yasak. vb. gibi bir sürü yasak daha..

cemaatten ayrılanın seküler hayatta hiçbir şey yapamaması, hiçbir şey yapamayacağı için de cemaatten ayrılamaması üstüne inşa edilmiş tüm sistem. ayrıldın diyelim, kendi ailen dahil tüm cemaat karşında. seküler hayata dair hiçbir şey bilmediğinden, seküler hayattan hiç arkadaşın olmadığından sıfırdan hayata başlıyorsun, sıfırdan bambaşka bir hayatı öğreniyorsun, adeta yeniden doğuyorsun. tüm bunları yapmaya çalışırken de ardında bırakmaya çalıştığın cemaat insanlarından çılgın bir baskı ve nefret görüyorsun."

Bir başka yazıda da bu cemaatin yanlış anlatıldığı, bu kadar içine kapanık ve neşesiz insanlardan oluşmadığı yönündeki görüşler bir kaç gün önce gazete duvarda yayınlandı. ilgilenenler tıklayabilir.



2 yorum:

  1. Tebrikler, çok faydalı bir değerlendirme olmuş yine. Takipteyiz.

    YanıtlaSil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...