Oralarda mutlu musun?



"Bugünlerde hep aklımdasın Çıkmıyorsun bir an bile Geriye döndüm Biliyorum ayrılık var Dönüşü yok başkasıyla yollardasın Geri kalan hatıralar

Bir kaç resim bir kaç satır masamdasın
Seviyorum ilk gün kadar Biliyorum sen de bunun farkındasın Seni bana yazan kader Yazdığını bozan kader Ben de en az senin kadar yanıyorum Oralarda mutlu musun? Sen bana ondan haber ver Bütün aşklar bir gün biter Affediyorum…"

İlhan Şeşen'den sevdiğim bu güzel parça da burada dursun ...

İki Dil Bir Bavul-2003


 SİNEMA GÜNLÜĞÜ 66. Film  

  • Yönetmen: Orhan Eskiköy Özgür Doğan
  • Senaryo: Orhan Eskiköy
  • Görüntü Yönetmeni: Orhan Eskiköy
  • Kurgu: Orhan Eskiköy, Thomas Balkenhol
  • Oyuncular: Emre Aydın, Zülküf Yıldırım, Rojda Huz, Vehip Huz, Zülküf Huz
  • Yılı: 2009
  • Süre: 81'
Türk öğretmenin, uzak bir Kürt köyündeki bir yılı. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar Türkçe. Öğretmen ilk kez gördüğü bu coğrafyada, bir yılını çocuklara Türkçe öğretmekle geçirir. Yılın sonunda çocuklar Türkçe öğrenebilecekler mi? İki Dil Bir Bavul üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış Türk öğretmenin bir yılını, onun okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıklarını anlatır. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar. 

Ödüller:
2009 15. Gezici FF; Gümüş Boğa Ödülü | 2009 15. Londra Türk FF; Seyirci Ödülü | 2009 Antalya Altın Portakal FF; En İyi İlk Film Ödülü | 2009 Abu Dabi 9. Orta Doğu FF; En İyi Orta Doğu Belgesel Film Ödülü | 2009 Adana Altın Koza FF; Büyük Jüri Yılmaz Güney Ödülü, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) En İyi Film Ödülü

DÜŞÜNCEM :)) Güzel bir belgesel-filmdi. Doğuyu-zorluklarını bilelim diye çekmemişler bu filmi. Yönetmen de zaten aynı dil problemini yaşamış bir kürt olduğunu ifade etti film sonrası söyleşide. Orada bir kültür var diyor, onlara acımayın, yoksul değiller o kültür sebebiyle yere oturuyorlar, çekyat alamadıklarından değil diyor. Çocukların 7 yılda öğrendikleri ana dile rağmen okula başladıklarında nasıl da sıfırlandıklarını, idealist bir Türk öğretmenin çabalarını, hiçbir siyasi-ideolojik mesaj vermeden, birinden birini kötülemeden vermesi filmin en büyük başarısı.    




Kara Köpekler Havlarken-2009

  •  SİNEMA GÜNLÜĞÜ 65. Film  


  • Yönetmen: Mehmet Bahadır Er Maryna Gorbach
  • Senaryo: Mehmet Bahadır Er
  • Müzik: Alp Erkin Çakmak, Barış Diri
  • Görüntü Yönetmeni: Sviatoslav Bulakovskyi
  • Kurgu: Maryna Gorbach
  • Oyuncular: Cemal Toktaş, Volga Sorgu, Erkan Can, Ayfer Dönmez, Murat Daltaban, Ergun Kuyucu, Taylan Ertuğrul,      Mehmet Usta, Onur Dikmen, Muhammed Cangören, Şener Savaş, Vahap Erucu, Uğur Batur, Barlas Hünalp
  • Yılı: 2009
  • Süre: 88'
Film, mallallenin iki afilli delikanlısı Selim ve Çaça’nın İstanbul'un kanunsuzları arasından sıyrılarak yaptıkları hayat kurma mücadelesini anlatıyor. Selim güvercinci, en yakın arkadaşı Çaça Celal ise modifiye araba meraklısı bıçkın bir mahalle delikanlısıdır. Selim ve Çaça, gökdelenlerin hemen yanında dar gelirli insanların yaşadığı bir mahallede oturup, yolun öteki tarafındaki lüks semtlerde Usta (Erkan Can) dedikleri birisinin hesabına otoparkçılık yaparlar. En büyük hayalleri kendilerine ait bir otoparka sahip olmaktır. Ancak Selim’in  sürekli gittiği güvercinciler lokalinden abileri Mehmet (Murat Daltaban)’in teklifiyle ummadıkları ve baş edemeyecekleri biçimde hayatları değişir. Ödüller:
2009 46. Antalya Altın Portakal FF; En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu

DÜŞÜNCEM:)) Seyrettiğim en iyi "Türk Film"lerinden biriydi. FESTİVALDE filmden sonra oyuncular ve yönetmenlerle söyleşi de yapıldı oldukça güzel bir zaman dilimiydi. Realist bir bakış açısına sahipti film, hayatta ne varsa o vardı. İmgeler çok iyi kullanılmıştı. Yönetmenin dayısını baz alarak ve yaşadığı semtte çektiği filmdeki tüm karakterlerin gerçek hayatta karşılığının olmasıydı belki de filmi sahici yapan. Yönetmenler, gerçek hayatta da karı koca olup görüntü yönetmeni yabancıydı. 

İyi seyirler...

GURBETTE, BAYRAMDA...



Zaman, içinde bir daha yıkanılamayan bir nehir gibi hızla akıp gidiyor hayatlarımızdan. Sürekli değişiyor takvim yaprakları, eksiliyor ömrümüz biz farkına varmadan.

Gün geceye bırakıyor yerini, çocuk gence, genç yetişkine…

Yetişkin… Gelişimin herhangi bir yönünde veya tümünde duraklama düzeyine erişmiş olan diye tanımlıyor sözlükte. 


Artık yetişkiniz, duraklama döneminin yükü üzerimizde ilerliyoruz gelmesi mukadder çöküş dönemine.

Bugün bayram… Bayram neşe demektir, kalabalıkta koşuşturmak, el öpmek, harçlık dağıtmak-toplamak, sevdiklerimizle kucaklaşmak demektir. 


Bayramın yetişkinlere hatırlattığı ise zamanın akış hızı oluyor şimdilerde. Daha dün annemizin kollarında yaşarken, çiçekli bahçemizin yollarında koşarken şimdi bir garip halde gurbette olduğumuzu anımsıyoruz hüzünle.   


Gurbet; gariplik, yabancılık, vatandan ayrı düşme mânâlarına geliyor. Herkes bir şekilde gurbet yaşıyor bu dünyada. “Garip” oluyor bazen, kocaman sevgi dolu kucaklar açılsa da. 


Yaşamın ortasında yapayalnız bir yetişkin olduğumuzda, maruz kaldığımız her yoksunluk gurbettir aslında. Ama bazı zamanlar bu yalnızlığı daha çok hissederiz.


Bayramlar bu açıdan kritik zamanlardır. Yalnızsanız buna üzülürsünüz. Bazen de yanı başınızdaki kalabalığın yanında bedenen bulunduğunuzu fark edersiniz.  İkisi de ayrı koyar insana. Yine de bir bayram günü, aidiyet hissini pekiştirecek şekilde ailelerin birlikte olması iyidir. Zaten yıllar geçtikçe zaman ırmağında yitirdiklerimiz artar, özlemlerimiz büyür. Bayramın diğer adı olan neşe hüzün-sabır ortak yapımı bir tebessüme evrilir. 





Gurbet kalmadı yalanı gereği telefonlar açılır, görüntüler, sesler, kelimeler değiş tokuş edilir, bir nebze su serpilir yüreğe.


Böyle bir bayramdayız yine, bir sürü kelimeler hediye ettim sevdiklerime. Özlem dolu seslerden güzel dilekler, dualar aldım. Vazifemizi yapmanın rahatlığı ile dolaşırken kulağıma Barış Manço’nun “Bu gün bayram” şarkısı çalındı. O noktadan sonra gözyaşlarıma söz geçirmek imkansızdı. 



Sen gittin gideli içimde öyle bir sızı var ki

Yalnız sen anlarsın

Sen şimdi uzakta cennette meleklerle bizi düşler ağlarsın

Bugün bayram erken kalkın çocuklar
Giyelim en güzel giysileri
Elimizde taze kır çiçekleri üzmeyelim bugün annemizi

Sen yaz geceleri yıldızlar içinde
Ara sıra bize göz kırparsın
Sen soğuk günlerde kalbimi ısıtan en sıcak anısın

Bu gün bayram çabuk olun çocuklar
Annemiz bugün bizi bekler
Bayramda hüzünlenir melekler
Gönül alır bu güzel çiçekler” diye söylerken Barış Manço, onu da rahmetli diye anmak derinleştirdi gurbetimi.


Zaman akıp giderken sevdiğimiz bir çok insanı da götürüyor beraberinde. Gidenleri anımsayınca özlemle doluyor gözlerimiz. Kaldığımız kadarıyla yaşamanın yolunu öğrendiğimizi fark ediyoruz. Ama bazı kayıpların yeri dolmuyor. Koca bir boşluk olup içimizi kaplıyor. Yaşayan ama uzakta olan sevdiklerimiz için en azından hala aynı zaman ırmağındayız diyerek teselli buluyoruz. 


Mezarlarının başında sevdiklerini, yitirdikleri anne-babalarını ziyaret edenler, hatta onu bile yapamayacak kadar uzağa düşenler gelince hatırımıza, her şeye şükür diyoruz. 



İşte bu sabah defalarca dinlediğim bugün bayram erken kalkın çocuklar şarkısı eşliğinde, en güzel giysileri giydiğim zamanları gözyaşlarıyla dolaştım.     

Bayram çocuklar içindir gerçeğini fark edince kendinden çıkıp bari yavrularımızın zihnine güzel bayram resimleri dizilsin diye uğraşır olduk ya hepimiz, ben de bu teselliye sarıldım. 

Yetişkin olmak buydu işte, gereklilikler üzerinden verilen kararları yerine getirip sağduyulu bir şekilde hayatı kabullenme.

Oysa çocukken öyle miydi? Nasıl da güzel telaşlardı bahtımıza düşen. Mesela bayramdan bir hafta önce Kemeraltı’na gider, bayramlık arardık. Dedemin Araphan’ındaki dükkanına da uğrardık mutlaka. Sıcaktan bunalmış olur, biraz dinlenmek isterdik. Cam şişelerden lezzetli soğuk sular içerdik. Dedem hemen acıkmışsınızdır der, bir daha o tadı hiçbir yerde bulamadığım enfes dönerleri sipariş ederdi. Sonra tekrar alışverişe devam ederdik. 

Babam hiç fiyatına bakmaz, en güzelini alın der seçimleri bize bırakırdı. Çoğu zaman ayakkabım kırmızı olurdu. Bazen birkaç bayramlığımız olurdu. Teyzem ve annem rahat durmaz, konfeksiyon ürünlerini beğenmez, “Burda” dergilerinden çıkardıkları kalıplarla bayramda daha şık olalım diye aldığımız bayramlıklara rakip yeni kıyafetler dikerlerdi. Bir gün birini, ertesi gün diğerini giyerdik. 

Evleri temizlerdik günler önceden, ben en çok cam silmeyi severdim, varendaları yıkamayı, toz almayı. Şimdilerde yetişmekte zorlandığımız bu işler o zaman ne kolay gelirdi, boyum kadar koltukları devirir, altlarını silerdim, perdeleri yıkar, ütüler ve asardı annem.

Teyzemlerle birkaç gün önceden bir araya gelip mutlaka cevizli ev baklavası yaparlardı. Ananem başlarında, olmadı öyle, beceremezsiniz durun ben yapayım diye tez canlılığıyla atardı kendini hamurun başına, her biri ayrı usta olan kızlarına emirler yağdırırdı usulca. Yetişmeyecek, hadi sarmanın başına der bizi de harekete geçirirdi, dizildik mi bahçeden yeni toplanıp haşlanmış asma yapraklarının başına, tencerelerce sarmalar sarardık coşkuyla.

Muhabbetin ilişkilerin temelinde olduğu ve değdiği her yeri güzelleştirdiği, yorgunlukları neşeye çevirdiği zamanlardı çocukluğumuzun bayramları.

Tepsi tepsi su böreklerinin karnı yarıkların yapıldığı, tavukların, pilavların piştiği anneannemin iki metrekarelik mutfağını hatırlayınca daha da şaşırıyorum şimdilerde. Kocaman evlere sığamadığımız şu zamanlarda iki oda bir sofa, bir terasta nasıl onca kişi sığışır, mutlulukla kaynaşırdık anlamak zor. Demek ki büyüklerin sevgi dolu gönülleriymiş bizi ağırlayan. Dört oda bir salon değilmiş asıl olan.

Lise ikinin başında ani bir trafik kazasında yitince dedem, bir daha bayram yaşamadım diyordum hep. Oysa dedemin ardından anneannem on beş yıl yaşamış ve bize nice bayramlarda açmıştı kapısını. Son gününe kadar eksik etmemişti harçlıklarımızı, dualarını.
Anneannemin mis kokan ellerinden öpmekmiş meğer bayram, dedemden sonra da bayramlar görmüşüz aslında. Ama ananem de gidince ötelere, bayram sadece tatlı anıların eski adı olarak kazındı zihnime. Arada adını taşıdığım babaannem ve yirmi sekiz gün ardından dedem de gidince bayram çadırının tek direği anneannem kalmış meğer, o da bırakınca bizi gurbette, yıkılmış neşe çadırı üzerimize. 

İnsan kayıplar üst üste gelince, çocukluktan yetişkinliğe çabuk geçiş yapıyor. Artık sürekli kayıp haberleri aldığımız yaşlardayız. Tabi yeni doğanlar, emekleyenler, yürüyenler, konuşanların haberleri de geliyor ve bize yaşamın hızlı döngüsünü anlatıyor. 

Daha dün anneannemin terasında oyun oynadığımız, harçlıklarımızla çat-pat, çikolata  alıp kavgalar ettiğimiz, sonra sarılıp barıştığımız, topladıklarımızı yarıştırdığımız kuzenlerim birer yetişkin olmuş, yüzlerinde kederli ifade, çocukları kucaklarında, her biri ayrı şehirde devam ediyorlar yaşamaya. Arada tatillerde kesişince yollarımız kısacık da olsa halleşiyoruz, eski bayramları yitirdiğimize değil, eskiyen yanlarımıza bakıp üzülüyoruz, ama yine de güler gibi yapıyoruz. 

Aslında biz yetişkinler ne de çok maske takıyoruz. Şöyle sarılıp birbirimize doya doya ağlayacakken, cebimizden başka bir maske çıkarıyor, ne olacak memleketin hali diyerek kaçıyoruz söze.
   
Çocuklar da çağın hız aldatmacasından nasiplerini aldığından olsa gerek, bizim gibi heyecanlanmıyorlar bayram deyince. Sürekli alışveriş yaparak, kıyafete, pastaya, böreğe doyurduğumuz ve farkında olmadan kapitalizm çarkına kurban ettiğimiz çocuklarımız sevinmiyor şimdilerde bayramlıklara, kırmızı bir ayakkabıyı giyeceği sabahın heyecanını bilmiyor. Bir sürü ayakkabı kutusundan seçerken birini, dudaklarını devirip, öf ya hangisini giysem diye kederleniyorlar hatta.

Her bayram bir şeyler daha yitiyor gönüllerimizden, doldurmaya çalışıyoruz yerini yitiklerin, anlamıyoruz çoğu zaman, sonsuz ihtiyaçlar yalanına kanıp esiri oluyoruz maddenin. Artıkça bağlarımız, azalıyor iç yolculuklarımız.

Eksiliyoruz sürekli, heyecanlarımız bizi terk edeli nice zaman olmuşken koca koca evlere, geniş gardroplara sığamazken neden daralıyor dersiniz içimiz? Nedir kaybettiğimiz? Dar zamanlarda geniş gönüller sürememek mi derdimiz?

Oysa gurbetteyiz işte. Gidenler ve gelenler, hızla akan zaman bunu haykırıyor durmadan. Gideceksin diyor. Şimdi gurbette olduğun gibi dünya da bir gurbet yeri. Asıl yurduna dönünce bitecek özlem dedikleri. Yoksa burada kalabalık zaman ve mekanlarda olsak da içimizdeki gariplik duygusunu silemeyiz ki!

Tabi gurbette olduğumuz bu dünyada bir de fiziki gurbet evreni sarınca atmosferimizi daha da yaralayıcı oluyor sevdiklerimizin sesleri. Yalnızlığı daha derinden hissedince insan, bayram gelmiş neyime duygusuna giriyor, bıçak olup saplanıyor sessiz sedasız geçen nam-ı diğer neşe günleri.

Bir çok ses, görüntü, ve kelimenin üzerimize akmasına rağmen hala garipse yüreğimiz bu bayram, uzaksak sevdiklerimizin şefkatli kollarından, hayatta bir türlü kimse çalmamışsa gönül kapımızdan garipliği basamak yapıp doğrulmak gerekiyor.

İnsan düştüğü yerden kalkar derler ya, belki yaşadığımız fiziki gurbetler aczimizi hatırlatan bir şans, asli yurdumuza götürecek bir Burak gurbette olana.

Bayram, gönüllerimize genişlik, evlerimize huzur, ülkemize aydınlık günler sunsun dilerim.

Dar zamanlarda, geniş gönüller sürebilmek dileğiyle, nice bayramlara.


Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

  Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kend...