şair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kayayı Delen İncir Turgut Uyar

 



İnsan en çok sabahları arar sevdiği kadını
diyor birisi, katılıyorum o sabahlara
öğleler kaba yaşanır, kalındır
akşamüstleri ince hüzünlü
…çiçekler alınıp verilebilir
sabahtır yalnızlık
nasıl sabah nasıl yalnızlık
ve şiirsel hiçbir yanı yok sanılır
var mıdır, vardır
vardır, ama çiçeklerle değil
kendi başına
zımpara taşı gibi acımasız
Ne aklıma gelse bir bakıyorum unutmuşum
tren penceresinden bir tarla
eskiyip atılmış bir gömlek, hiç unutmam
Hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam
diyor birisi yineliyorum
hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmayın
insan nasıl direnir başka
hiç unutma
Bir zamanlar Kars’ta bir otel odasında
bir gezgin kokucunun bana verdiği
bir alüminyum şişeyi unutmuyorum
ölümü geciktirmek sonsuzluğu kısaltmaz
diyor birisi, evet ama
hayatı uzatır sanki
sanki ama ne adına
hayatın kendisi adına
sonsuz bir törenle susuyorum
sonsuz dirim için, o sonsuz adama
sonra duyguya, ele benzer şeyler giriyor hayatıma
el midir duygu mudur
evet bazı kişiler kararsız ama
benim seçmediğim sanılır hayatımda
el altından el ilanı dağıtıyor
birisi, almıyorum Allah aşkına
alamam, neden alamam
biliyorum hiçbir şey yapamam tek başıma
biliyorum beni kendi başıma sanan birisi
durmadan hata yapıyor
serçeye, kumruya, öküze sormadan
insanın kendi seçtiği toprak
doğrusu, toprağın kendi seçtiği insan
dirimin geleceğini doğruluyor durmadan
-her şeyden biraz kalır-
diyor birileri, çoğulluk haklılıktır.
kavanozda biraz kahve,
kutuda biraz ekmek,
insanda biraz acı.
insanda biraz mutluluk
ama en geçerli söz
insan en çok sabahları arar sevdiği kadını
Türkiye’de ve dünyada…
Turgut Uyar

Boşversene sen niye beklemeli (Edip Cansever)

 


Boşversene sen niye beklemeli

Sıktı artık bu kent beni Çekip gitmeliyim hiç düşünmeden Bulmalıyım aradığım o yeri Şiirmiş, bilgelikmiş, her neyse Ne varsa benden kalsın geride Kalsın o yalanlar, o yalan ilişkiler de Ve ölümler ki sevdanın ikiz doğurduğu
Yetsin, taşımak istemiyorum hiçbirini yedeğimde

Nerdesin ey benim her gün yeniden doğan oğlum Sevginin çoğul oğlu Senin ülkende yalnız bütün özlemler Bilirim yalnız orda, içtenlik, erinç, çoşku Bayrağında bir tek çiçekli dalla Orda uçsuz bucaksız Olanca görkemiyle bir erguvan imparatorluğu
Öğrendim öğrenmesine, mutsuzluk da bir kelimedir Tanımadığım kentler, yüzler, hiç mi hiç tanımadığım Oteller, genelevler, nar ağaçları Dar sokaklar, eğri büğrü kaldırımlar Satın alamadığım bir örtüye çeviren yalnızlığı Ve bir yağmur öncesinde belli belirsiz Üç beş çocuğun birbirini çağırdığı Sopasını düşürdüğü bir dilencinin Unutup gittiği sonra ses çıkarmadan Anlaşılmaz mırıltılarla yokuş aşağı Yokuş aşağı, yokuş aşağı! İner gibi ben de Örgüsünden başını kaldıran bir kadının Gözlerinde Nasıl binlerce rengin içinden sıyrılırsa dünya Bulacağım elbette aradığım o yeri
Yıllar yılı tuttuğum aklımda Hani salkımlar içinde bir ev vardı Eski gemici feneri asılıydı kapısında Duvarlarında uçan balıkların kurutulduğu Yıkılmışsa ne yaparım bilmem ki Eksilmiş gibi ağzımda bir dişim Yerini dilimle oynaya oynaya Dalar çıkarım elbet bambaşka sokaklara. Geçerim kurduğum hayallerin altından Bir gökkuşağının altından geçer gibi Budakları kalın ellerimi andıran Asmaların yanıbaşından Yüzümde bir garajın tutulmaz akşamıyla O geçimsiz akşamla Ve mutlaka kayalardan doğmuş olan Göğün mavi yapamadığı bir şahin Başımın üstünde tek başına. Kırmızı dallar, göğe uzanan çitler Yıldızları birbirinden ayıran
Bilmez olur muyum hiç, mutluluk da bir gelişmedir Yaşarken olsun, ölümle olsun, sonu ayrılığa varan Ey günbatımı! benden duymuş olma bu yakınmayı Bir gül bana kendini kopardı verdi Daha dün akşam, daha dün akşam.
Yürek bir kez görür, sonra hep gözler görür Ben onu yüreğimle görmüştüm anlaşılan Çözüldü artık o büyü, yanımda Sıcaklığı parmaklarımı acıtan bir haziran Üstelik çoktan buldum aradığım o yeri Tam yedi kez doğan güneşlerin altında Bir yitip bir yükselen sıradağların ardından. Yıkansam, yıkansam, hep o güneşlerle yıkansam Dişleri tenime geçse yaz rüzgârlarının İzine pek rastlamasam Ama kalbini sert ve serin tutan bir denizciye Bunu bir daha sorsam Ne çıkar bir daha sorsam
Sonra hiç konuşmasam, sonra hiç konuşmasam Ve bu yorgun, bu üzünçlü yüreği Benim değilmiş gibi, benim değilmiş gibi Kimse görmeden şöyle bir yol kenarına bıraksam…

Edip Cansever

09.08.2022 anısına...

NEREDE

 

Kendimle olmuyor
Ama canım, hayatta
Dansın, aşkın
Kavgan, sevdan
Hep kendinle

Değişimin bugün değil ki sadece!
Heyecanlar
Bütün
Yarım
Yarın
Tam
Tan yeri ağarsa keşke!
Her gün karanlık
Hep gece
Dua dua her hece
Dökülse de sessizce
Değişmiyor vakit gelmedikçe
Gece de gündüz de
Kendimle oluyor işte.

Buradayım görüyorum
Başka nasıl olabilir ki!
Orda burada
Akılda, kalpte
Dolaş dur yine dön kendine
Kapıldım, gittim/geldim
Çakıldım
Yerdeydim
Bazen de gökte
Masmavi gök
Süzüldüm de
Görüyorum dünü bugünü 
Belkilere sıkışmış geleceği de
şimdi buradayım gerçeğimde
Kendimle.

Handan Kılıç
04/03/2022 -İzmir
#handankılıc
#şiir
#şairlerisevin
#şiiryaz
#şiiroku



Taş Parçaları / Birhan Keskin

 

"Fazla insansın sen sevgilim fazla insan
Bir barbarım ben oysa, bir hayvan
Dilim bağışlamaktan söz eder benim
Seninki adalet ve intikam.
Söylemeye gerek var mı sevgilim
Söylemeye gerek var mı şimdi
Yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni
Klimanjaro’nun karları sevgilim
Klimanjaro’nun karları
İnnnnniiiiiiyor aşağı.


XXXIV

Birini seviyorsan onu öldürme! demek kolay
Oysa her âşık önce kendine sonra yanındakine cellat.
Ve aşkta ölümün bir anlamı vardır, görklü kılınan
Bozulsun diye im
Her ateş önce kendi yanını yoklar sevgilim.
Bundan böyle ne vakit bir yangından artakalan
İsle kararmış bir şair gölgesi görsen
Başıboş, duran, susan, içinden yanan:
Ya da bir kız kardeş, ağlayan kekliğine,
Uzak ve göğsünde klarnet sesiyle dolaşan.

XXXVI

Bunca zaman sonra, neden ona dokunmadığımı
Neden çekmediğimi silahlarımı kınından
Olanı biteni kalbime koyup kendimi çektiğimi
soruyorsan…
Dokunmadıysam tek bir sebepledir…
Bir barbar ancak eşitine dokunur.

XXXVII

Akan sokaklarda yan yatmış otlara benziyorum
Rüzgârla yana savrulan dallara.
Aşk için ihanetle vuran aşk aşkm’ôla?
Ah ciğerimin köşesi, kavrula kavrula
Kopuyor gönül bağım, sen bağla.

XXXXI

Bir nefeslik can kalsaydı sana üflerdim canımdan
Diyecekler; çok yüksekti ondaki zindan
Görmeli, eline almalı, sıvazlamalıydın, öğretemeden
Yazgına kanat ol kol ol diyemeden ayrı düştüysem senden.
Buna yanarım çok, en çok buna yanarım inan.
Onaramazdım kırdığım yerleri
Onaramazdın kırdığın yerleri.
Son bir nefesle sana sarıldımdı.
En acısı buydu.
En acısı buydu.

XXXIX

Aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir
Ben bir Divan şairi değilim ki sevgilim
Sana bercesteler düzeyim
Yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına
Tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim.
Ben bu çıldırmış vaktin, ben bu yılan zamanının
Paramparça edilmiş şairiyim. Ne diyeyim!
Yine de içimde, çok eskiden kalma bir
Ya leyl… ya leyyyllllllllllllle.
Bir çöl gecesine ismini bırakayım.

XXXVIII

Bir dalda iki kiraz gibi
aşk ile öfke arasında
yanyana.
Dursun bu aşk. Aşk, mola!
Ey yaban!
ayaklanacağım
ayaklanacağım!
Dizlerimin bağını bağla.

XXXX

Sözde kalır sevgilim
Sözde kalır bütün sözler
Aşk çünkü, aşk çünkü kendine
Bir yol, bir ideoloji ister.
Bilirim, çöl rüzgârında çalıdır bazı yaşlar.
Sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
Bir tarihe başlayacaksın, orası işte
Benim tarihimle başlar.
Ve say, geriye doğru, tek tek
Sende kalsın şimdi al bu taşlar.

Birhan Keskin

KAS(I)MA

Bir hoş oldum ele güne karşı

İçim ağlarken yüzüm gülüyor.

2 Kasım 2021!

Neydi V For Vendetta’nın repliği; “5 Kasım’ı unutma.”

Unutmadım. 2 Kasım’ı da unutmayacağım.

Gülümsemeye ve dimdik durmaya çalışırken gözümden süzülen yaşa engel olamadım yine ama bu sefer daha azdı. Çabuk bitti. Yine yalnız olduğum vakte denk geldi. Buna da alıştım. Birkaç kişi halimi sordu yazarak, üzülme dediler sonra. 

BİR CENAZENİN ARDINDAN




Ruhuma bir helva kavurayım dedim bu sabah. Dün gece gözyaşları ile kaybettiğim ruhum için “Nasıl bilirdiniz?” diye sorsalar, herkesin “İyi bilirdik” diyeceği bir insandım. Yani en azından, “Bana şu kötülüğü yaptı” diye çıkan  olmaz sanırım. Herkese şefkat dağıtır, yardıma ihtiyacı olana koşar, derdi olanı dinler, yolda kalmışa yön göstermek isterdim. Elimde ne var ne yok verirdim. Bende çok olduğundan değildi bu; paylaşmak erdemli olmak demekti. Dünyada yer işgal ediyorsak bunun hakkını vermeliydik. Ama ben bir şeyi unutmuştum, almadan vermek sadece Allah’a mahsustu. Ben olandan fazlasını verip tükettim kendimi. Alan emdi, bitirdi renklerimi. Az bulan memnuniyetsizdi, çok gelen korkak. Nedenlerim nasıllarım, anlaşılmadı hiç. Kimse anlamadan bu dünyadan gelip geçen beni, gözyaşları içinde toprağa verdim dün gece. 

Nerede hata yaptığını bilemeyen biriydim ben. Karanlığa bir mum yakmak derdindeydim. Kendi karanlığımı tanımadan ışık olmak ne haddimeydi ama insan yaşarken öğreniyor bazı şeyleri. 


KÜÇÜK PRENS 2

Film önerisi 37
Yeniden beraberiz.

Yakın zamanda yeniden animasyon olarak filmi de çekilen Küçük Prens’i hala okumadıysanız/seyretmediyseniz daha fazla vakit kaybetmeyin derim. 

Filmi, kitabın hikayesini hikaye edecek şekilde kurgulanmış, çocuklara da hitap etmesi için kitapta yer alan bir çok görüş ve düşünceye yer verilmemiş.Üzerine felsefesine dair kitaplar yazılan bu eser, yazarının az sayıda romanından sadece biri. Mutlaka büyüklerce okunup irdelenmesi, hayatlarımızla kesişen noktalarının tespiti yapılması gereken bir kitap. Tüm insanları ilgilendiren konulara değinen boyutuyla da güncelliğini her zaman koruyacak bir eser.  

Kitabın orta yerinden girdiğimiz yazıda başa dönersek; kitap beni etkisi altına aldığı satırlara “Büyüklere bir şeyi açıklamazsanız olmaz“ diyerek başlıyor. 

Bir insana bir şeyleri açıklamanın faydası var mıdır ki? Hep birilerine bir şey açıklarken yakalıyorum  kendimi. Sonra neden diyorum ben anlatmadan, açıklamadan beni anlayan biriyle karşılaşmıyorum.

"Büyükler hiçbir şeyi tek başlarına anlayamıyorlar, onlara sürekli açıklamalar yapmak da çocuklar için çok sıkıcı oluyor doğrusu” diyen yazar bana aslında hiç büyümemiş bir çocuk olduğumu mu anımsatıyor?  

Çok yakından  tanıdım onları yine de ilk görüşlerim pek değişmedi “ diye ekleyince benim de diyorum, benim de. 

Zaten bir insanı sevip sevmeyeceğimize biz değil beyin reseptörleri karar veriyormuş; doksan saniye içinde koku uyuşması oldu oldu, olmadı olmuyormuş. Nadiren kendi kokusunu gizlediğinden karar veremediklerimiz olsa da genelde bir insanla ilk tanıştığımız andaki görüşlerimiz değişmiyormuş.

Kitap devam ediyor: “Resmimi anlayamayan büyüklere göstermekten vazgeçtim zamanla…Onların düzeyine iniyordum. Briç, diyordum, golf, politika, kravat mıravat. Onlar da böyle aklı başında biriyle tanıştıkları için seviniyorlardı… 

Aaaaa tıpkı ben, içimde hala yaşayan çocuğa inat, küçüklüğümden beri hep büyüklerin içinde, büyüklerin meselelerine kafa yorarak geçti ömrüm. Ne kazandım? Ne kadar olgun bir kız, büyümüş de küçülmüş dedi herkes! Sanki büyümek marifetti, büyürken yitirdiklerimizi arıyorduk aslında bir ömür boyu.

Yazar kitapta, işte böyle uçağım büyük çöl üzerinde kazaya uğrayana kadar, içimi dökecek gerçek bir dostum olmadan yapayalnız yaşadım.“ diyor ve ekliyor “Okyanusun ortasında sal üstünde kalmış  bir gemiciden daha yalnızdım”

Bu satırlarla, daha kitabın başında yazar Küçük Prensle tanışıp dertleşecek bir dost bulmanın heyecanındayken benim içime derin bir hüzün çökmüştü. Ben küçük prensimi ne zaman bulacaktım ? 

Yapayalnız olduğum bu dünyada bir gün ben de fil yutmuş boğa yılanı resmimi anlayacak birine rastlayacak mıydım? Yoksa içimin bir yerlerinde katlanmış hortum, düğümü çözülmediğinden patlayacak mıydı? Ya içimin coşkun suyu nasıl nereye akacak yeryüzünde? 


Suyun önünden aynı düzlemde gidecek çok yolun olması nasıl suyun etkisini azaltır ve basit ince bir akışla denize varmadan kurumasını sağlar, işte öylesi bir çokluğun içinde kaybolmuş durumda zihnim. Tek bir yere kanalize olmalı  ve galiba suyumun önüne set çekip baraj kurmalıyım ki, hem kuraklık zamanlarında kullanılabilecek suyum olsun hem de birikerek içimin gücünü toplamalıyım. 

Ama Ahmet Arif çeliyor aklımı “Gel beraber alalım nefesimizi sevdiğim, sensiz boğazımdan geçmiyor” deyince baraj falan kurmaktan vazgeçip gönlümün akışına bırakayım hayatı diyorum.

Aslında her şey insanın kendisinde gizli, hayatımızdaki her şeyin farkını kendi bakış açımız veriyor. Bir gün Şemse sormuşlar, aşık olmakla sevmek arasındaki fark nedir diye. "Senin baktığına herkes bakar ama senin onda görebildiğini herkes göremez. Herkes aşık olabilir ama kimse senin gibi sevemez. Tek fark sensin, seni özel kılan sevdiğin değil sevgin” diye cevaplamış. Evcilleştirdiğimiz ve çok sevdiğimiz dostlarımız bazen yadırganır ya çevremizde ama işte buradaki ayrıntı onun bizim tetrisimizin eksik parçası olmasıdır ve bunu sadece biz hissederiz.

Ama işte hayat bir oyundur ve leveller sürekli değişir, gelen parçalar, giden parçalar, bizden götürdükleri, giderken bıraktıkları ile hepimizin yeni aşamalara geçerken ayrı ayrı hasar tespit çalışmaları yapması gerekir ki, gücümüzü kaybetmeden ilerleyelim.

Şimdi acının ormanından geçiyorsun
Her şey bir daha kanasa da
Ne geçtiğin yola ne de sana dokunabilirim ben
Geç meleğim senin de şarkların olsun
İçindeki teli titreten”   (Birhan Keskin)

Tilkinin dediği gibi giderken acı bıraksa da evcilleştirdiklerimiz başak tarlaları meselesi kârımızdır. O anılara tutunarak sarılırız yine hayata.^Şiir okur, yaramıza eş yaraları olan şairlerle sarmaş dolaş oluruz satırlarda. Küçük Prens’i şair duyarlılığıyla dilimize çeviren Cemal Süreya’ya kulak veririz misal:

Seni soruyorlar; öldü mü diyeyim yoksa dönecek mi?
İkisi de imkansız değil mi?
Çünkü biliyorum asla geri dönmezsin 
Ve biliyorum sen benim için asla ölmezsin”

Hani derler ya, şu iflas etmiş dünyada en geçerli para birimi kendin gibi bir insanla paylaştığın duygulardır diye, ama hayat durağan değil. Bizler de, tıpkı hayatımız gibi değişiyoruz zamanın kucağında. İstemesek de gönlümüze düşen insanlarla yollarımız ayrılıyor. Nasıl yaman bir çelişkiyse, güzel günlere ve güzel insanlara duyulan özlem bu günümüze keder verirken, kurtulduğumuz olaylar ve kişileri anımsadığımızda içimiz sevinçle doluyor. 

Demek ki; hiçbir şey göründüğü gibi değil, hiçbir his, bir daha aynı duyguyu vermiyor ve yine bunları anlamlandıran kendimiz oluyoruz. 


Şair Hüseyin Atlansoy “Herkesin ama herkesin ince örülü bir kaderi ve giydiği kazaklara bile sinmiş bir kederi vardır” dediği gibi hepimizin yolu, acısı, kazandıkları kaybettikleri, özledikleri farklı. 


Ve yine Didem Madak tercüman olmuş halime; “Az sevme bilmiyorum ben, çok sevdiğimdendir çok incinmem”




Küçük Prens onu evcilleştirdiği gülünü korumak için elinden geleni yapıyor ve her gün temizlemezse başta gül fidanlarından ayrılmayan cazip bitki baobların büyük ağaçlara dönüşüp gezegeni ele geçireceğinden bahsediyor. 

Bu, girdiği bahçeyi kurutan zararlı bitki baoblar bana insanın yaptığı kötülüklere alışması gibi geldi. Hani bir kereden bir şey olmaz deyip yaptıklarımız var ya, her şey bir kereden olur aslında. Bir kere düştüysek hataya hemen onu telafi etmezsek yenileri sarar ve biz anlamadan istila eder gönül bahçemizi.


Onun için Küçük Prensin her gün aynı enerjiyle baobları temizlemesi boşuna değil. Aslında kolay bir iş ama çok dikkat gerektirir derken dün yapılan temizliğin dünde kaldığını hatırlatıyor. 


Ertesi sabah yeniden başlayacak yaşam mücadelesi ile bizler tıpkı kendi gezegenimizin Küçük Prensleri olarak yanar dağımızı yakacak, baobları temizleyecek, evcilleştirdiğimiz gülümüze bakacak, onu sevip sulayacak, yağmurdan rüzgardan koruyacağız ki, diğer güllerden farklı olduğunu hissetsin ve boy atıp serpildigi gönül bahçesini terk etmesin. Onunla birlikte nice gün batımlarını izleyebilelim. 


Ne zaman biteceği belli olmayan hayatımızın gün batımına doğru ilerlerken evcilleştirdiğimiz/ bizi evcilleştiren sevdiklerimizle beraber olalım.

Bir husus daha var: Küçük Prens dünyaya yaptığı yolculuğuna gülünün kaprislerinden bıktığı için başlıyor, gezegeninden ayrılıyordu ama ondan ayrılmasının ona dönüşünün ilk adımı olduğunu bilmiyordu. Bir bahçe dolusu gülü gördüğünde eşsiz sandığı gülünden çok sayıda olduğunu fark ettiğinde duvara tosluyordu. Ama sonra benimle dost ol, beni evcilleştir diyen tilki sayesinde gülünün eşsiz olduğunu anlayıp onu ne kadar özlediğini fark ediyordu. Sonrasında bin bir çeşit insanla karşılaşıyor ama sürekli olarak gezegenine dönmenin yolunu arıyordu.Çünkü sevdiği, gülü oradaydı ve gülünü önemli kılanın uğrunda harcadığı zaman olduğunu anlıyordu.  

Sanırım büyümenin değil, büyürken unuttuklarımızın sorun olduğunu anladığımızda, içimizdeki Küçük Prenslere ve prenseslere yaşama şansı verdiğimizde, gerçeğin mayasının gözle görülmediğini fark edeceğiz.

"Bir yerlerde bir kuyunun saklı oluşudur çölü güzel kılan" diyen Küçük Prens gibi düşünelim: Bir zaman evcilleştirdiğimiz, emek verdiğimiz ama sonra ihmal ettiğimiz sevdiklerimizin çölleşen gönüllerinde hayat veren su kuyularını arayalım. Belki yitirdiğimizi sandığımız bir vahaya rastlar ve susuzluğumuzun yanında yoksunluklarımızı da gideririz.

Son sözü yine kitaptan bir alıntıya bırakalım:



Sizin dünyada insanlar dedi Küçük Prens, bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar, yine de aradıklarını bulamıyorlar. Oysa aradıkları tek bir gülde, bir damla suda bulunabilir. Ama gözler kördür. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir.    


Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum

  Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...