Selam Olsun Salih Bademci Kulüp'ten Şarkılar

 


Selam Olsun

Eski dostlar, yeni dostlar
Yanlıştı yolum
Sonu malum hayat
Yaşadıkça solmuşum
 
Eski dostlar, yeni dostlar
Tamam beni vurun
Vurulmak değil ayrı düşmek
Esas bana ölüm
 
Elimde yaralar
Taş üstüne taş ekleme
Ben varım
İncitmeden yorulmadan
Buradayım
 
Bu serseri bu sefil aktörü
Artık affettin
Zaman geri alınmaz ama
Sözüm söz bu defa
 
Dağları aşarım
Çöllerden geçerim
Selam olsun henüz ölmedim
 
Adım adım içimdeki şeytanları bıraktım
Hazırım şimdi
Şafak yakın
 
Bitirmedim söndürmedim
Bu ateş hep yanar
Aşkın adına alkışlasın
Yıldızlar
 
Bu serseri bu sefil aktörü
Artık affettim
Zaman geri alınmaz ama
Sözüm söz bu defa
https://lyricstranslate.com


Ganyancı


“Jokey bindi ata, Küheylan başladı koşmaya.” Ganyan bayiindekiler de coştu. Kalktılar ayağa “Hadi hadi” sesleri yükseldi. “Heyecan dorukta” dendi “Tüh be” sesleri ile küfür ederek dışarı çıktılar sonra, sigara yakmaya. Çoluğun çocuğun rızkını önce beygire sonra tütüne yedirdiğini önemsemeden jokeyin beceriksizliğine söylendiler. “Kokuştu her şey” dediler. “Öyle” dedi diğerleri. Oysa sigara ve alkolün kesif kokusundan başka bir şey duymuyorlardı ki!

Kadın geldi. Oturduğu apartmanın dış kapısına ulaşmak için müsaade isteyip aralarından geçti. Anahtarı deliğe sokmaya çalışırken “Ne pis kokuyor, bir ara yine olmuştu, çok artmış bugün. Gaz kaçağı mı acaba” diye söylendi. Asansörden inince yönetici kadının kapısını çaldı. Gaz kokusunu duyup duymadığını sordu. Dışarıdan geldiğini ve su faturaları ile uğraştığı için yorgun olduğunu belirten kadın, “Pek koku almam, sen ara gazi” deyince birkaç zamandır kendisinden başkasının duymadığı bu koku nedeniyle şüpheye düştüğünden ihmal ettiği ekibi çağırma işini üstlendi.

187 çalar çalmaz açıldı. Adresi verdi. “Dışarıdan apartmanın gazını kapatıp bekleyin.” diyen görevlinin dediklerini yaptı. Gaz işi şakaya gelmezdi.


Bir saat sonra gelen görevli “Büyük bir delik var, regülatör çürümüş, ama apartman dışında ganyan bayii önünde olduğundan açık havaya karışmış. Sigaracılarla ondan patlamamıştır, yine de tehlikeli bir durum, iyi ki duydunuz kokuyu” diyerek saatlerce süreceği söylenen tadilata başladı.

Olanları gören Ganyancı “Ben anlamıştım zaten kaçağı, gazı da arayıp çağırdım” deyince yöneticiyle kadın birbirine bakıp gülümsedi.

Handan Kılıç

21 Ocak 2022

Aşktır Şiir

 

Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun.

Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok

burada dursun.

Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem

zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri

eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.

Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim

kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve

çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak,

o inat neyse sen osun.

Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa

nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak,

aklında bulunsun.

Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor,

ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir

okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki,

bırak patronlar seni kovsun!

Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça,

(bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki

çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat

midene dostluk olsun.

Şuraya Youtube’dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama

müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına

yandığım, kırkına birden deva olsun.

Birhan Keskin 




LA CASA DA PAPEL ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME





Mottosu, "Sonuçta her şeyin mahvolması için aşk iyi bir nedendir" olan dizide beş sezon geride kaldı ve hikâye sona erdiğinden dizi tutkunlarına veda etti. Bu yazıda dizinin sevilme nedenlerini kendi gözlemlerim ve son sezonlarının akabinde yer alan belgesellerden aldığım notlar üzerinden irdeleyeceğim. 

Türkiye’de genel olarak çok popüler olan dizinin sevilme gerekçelerinden ilki senaryo ekibinin başarısıydı. Bu konuyu detaylandıracağım ama baştan önemli bir faktörün hakkını verelim istedim: Dizinin müzikleri. Gerçekten çok etkileyiciydi. Hele dördüncü sezondaki şarkılar bir başkaydı. Berlin'in düğününde çalanlar nefisti. 

Ben müzikleri o kadar sevdim ki, birçok dizi de sıkça kullandığım “introyu geç” seçeneğini yok sayarak her bölüm başında ve sonundaki müzikleri de zevkle dinledim.

Şimdi gelelim asıl meseleye: Bunu söylediğimde birçok kişinin abartıyorsun dediğini işitsem de bence Game of Thrones dahil izlediğim diziler arasında ilk sezondan son bölüme kadar en sürükleyici bulduğum dizi La Casa Da Papel’di. Genelde ortamda fiziksel bir engel çıkmadıysa her sezonu tek oturuşta bitirdim. Bazen (Digital platformlarda izlemediğim çok fazla dizi olmasına rağmen) dönüp sevdiğim bölümlerini tekrar seyrettiğim diziye bağlanma sebebim tabi ki başarılı karakterleriydi.

Dizide ara sıra rastladığımız mantık hataları da vardı ama bir kere sevince, o bağ izleyici ile karakterler arasında oluşunca senaryodaki eksiklikleri hoş görüyor insan:) Mesela Tokyo online bağlantı ile ameliyat yapsa da tıp gibi zor bir eğitim ve tecrübe yok sayılsa da gülümsüyor sadece. Bunda da oyuncuların role girmedeki başarıları etkili.

İyi kötü diye net olarak sınıflandıracağımız karton karakterler yok mesela. Her kimin hikayesi derinlemesine incelense yaptığı hatalardan dolayı hak verir hale geliyorsunuz. Zaten hayat da böyle değil midir? Tek tek herkes haklı ama kesişim kümelerinde ne çok haksız vardır kızdığımız. Bankanın çalışanlarından menfaatine göre sürekli taraf değiştiren Arturo Roman mesela, herkesi deli ediyor izlerken ama aslında bu durum insanı anlatıyor. Görmekten kaçtığımız, başkasında ise eleştirdiğimiz ama bir şekilde içimizde olan gölge yanlarımıza dokunduğundan bu hisleri yaşattığını sonradan fark ediyoruz.  

Profesörün ve Berlin'in duygusal davrandığı konularda nasıl çuvalladıklarını görünce, duyguların insanı aşağı çeken bir çeldirici olduğunu kavrıyor, dizinin mottosunun her bölümde temaya uyduğunu anlıyoruz. Bölümler ilerledikçe karakterler arasında beraber aştıkları nice zorluk sonrası duygusal bağlar kuruluyor. Dolayısıyla ilk sezon gibi profesyonel davranamadıklarını, bunun sonucu hatalar yaptıklarını görünce onların da insan olduklarını hatırlıyor, karakterleri daha çok seviyoruz. 

Dizi her ne kadar ülkenin merkez bankasını soyan bir grup çılgının müthiş planlar dahilinde ilerlemesiyle gelişse de eylemlerin felsefesi var. Böylece halkın desteğini topluyorlar. İspanyol Emniyet Teşkilatının, özel birliklerin acizliğini görünce seviniyoruz. Halkın beraber olursa güç odaklarını dize getireceğini fark ediyoruz. İktidarı demokratik davranmaya zorlayan Avrupa Birliği üyeliğinin getirdiği sorumlulukların merkezi hükümetlere karşı halkın emniyet supabı olduğunu hatırlıyoruz. Emniyetin ne kadar emniyetsiz olabileceğini, kamera olmayan yerde yapılanlarla göz ardı ettiğimiz gerçeklerden haberdar ediliyoruz. Dördüncü sezonda çölde işkence yapan kişinin Osman isimli bir Türk olmasından rahatsız olmuşken gündeme düşen haberlerle İspanyol senaristlerin her şeyi takip ettiklerini görüyor, eleştirilmek yerine düşünülmesi gereken bir husus olduğunu hatırlıyoruz. Sonuçta mızrak çuvala, hukuksuzluk evrensel yasalara sığmıyor. Görmezden gelinip sessizliğe gömülmesi bunların olmadığını kanıtlamıyor.

Belgeselin tanıtımından neden bir grup suçlunun bu kadar sevildiği, aslında soygun yapan, adam öldüren, yasaklı birçok eylemi alışkanlık haline getirmiş bunca farklı yapıdaki insanın neden bu kadar izlenir olduğunun sosyolojik ve psikolojik incelemesinin yapıldığını zannetmiş, başına iştahla oturmuştum aslında. Yine de pişman kalkmadım. Umarım bu konu üzerine uzmanlar da çalışır ve aklıma gelenler dışında neden diziyi çok sevdiğimizin ardındaki bilimsel gerçekleri ortaya koyarlar.

Fenomen isimli bu belgeselde ne anlatılmış peki derseniz, dizinin kamera arkası görüntüleri ile başarısının sırlarından bahsedilmiş. Yani, dizinin ikinci sezonu yerel televizyonlarda ilgi görmemişken Netflix satın aldıktan sonra dünya çapında en çok izlenen dizi olmasının hikayesini izliyoruz. Mesela oyuncular sosyal medya hesaplarının takipçilerinin birdenbire artışı ile şok olmuşlar. Farklı ülkelerde yapılan çekimlerde yaşadıkları kolaylıklar ve izdihamlar neticesinde gerçekten dünya starı olduklarını anlamışlar. 

Ama sanırım sevilmesinin en önemli sebebi yukarıda da kısmen değindiğim gibi insanların otoritelerden yorulmaları ve filler tepindikçe ezilen çimen olmaktan bıkmaları. Sonuçta halk olarak elimizden bir şey gelmiyor. Bir şekilde hâkim sistemlerde rejimler ve yönetimi elinde tutanlar tüm dünyada halkı ezdiği, yanılttığı, üzdüğü için olsa gerek bu güçleri zekasıyla alt edecek bir grup soyguncu ve bunu bir ideal uğruna bir felsefe gözeterek yapan Profesör karakteri çok seviliyor. Ne demişler: "Dinsizin hakkından imansız gelir"   

Bence fenomen olmalarının sırrı, samimiyet, tutku, romantizm dozunun da iyi ayarlanması. Tabi ki tüm Netflix yapımlarında olduğu gibi cinselliğin de cinsler üzeri bir boyutta kullanılması ile yükselen değerlere paralel hareket edilmesi de unutulmamalı. 

Ayrıca bu belgeseller "Dizi senaryosu nasıl yazılır?" konulu bir ders gibi olduğundan yazı ile ilgilenenler mutlaka izlemeli.

Şimdi biraz belgeselde anlatılan başarı sırlarından aldığım notları paylaşayım: 

Bu bir soygun hikayesi değil birbirini seven insanların soygunu.” Sevgi izleyiciye geçen en önemli çapalardan olduğundan yola çıkarken sağlamcı davrandıklarını görüyoruz.  

Karakterler öncelikle, anne, baba, çocuk, bunlar tüm insanlığın ortak halleri. Evrenselliğe farklı yönlerden baktık. Karakterler seçilirken herkesin empati kurabileceği türden seçildi. “Bir şekilde kader kurbanı olmuş, kötü aileye doğmuş, iyi insan olmak için çırpınsa da çevrenin, evin, toplumun buna izin vermediği, her türlü travmayı yaşamış, eğitim alamasa da bir şekilde kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış insanlardan bir ekip kurulması. Herkesin yapabileceği hatalar yüzünden suça bulaşmış sonra da dışlanmış insanlara karşı empati kurmak kolaydır. Sonuçta hepimiz bir şekilde kendi basit hatalarımızın bedeli olarak ağır cezalar çektiğimiz bir sürü olay yaşamışızdır. 

Bu bir soygun hikayesi. Dolayısıyla hırsızın oğlu hırsız ama karakterlerin kendini kabul ettirmesi önemli. Profesör, çok rastlanan bir tip değil. O yüzden de tek ama kendini en iyi kabul ettiren karakter. Zekasıyla bizi kendine hayran bırakan planlar yapsa da aslında bir ezik. Tam bir sosyopat. Âşık olana kadar duyguları olduğunu bile anlamadığımız, yakışıklı olmasına rağmen özgüvensiz, toplum içinde insanlarla kolay iletişim kuramayan biri. Ama baş kahramanımız o. Düşündüklerini söyleyemeyen biri iken sevdiğine ne yapıp edip ulaşması, ekibindeki herkesi değerli hissettirmesi de yabancı ve hasret kaldığımız bir özellik olduğundan çok sevildi bence. Hani meşhur bir söz vardır, “Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir” diye. Bu topraklarda gelişine vurup günü geçirmeyi yaşamak sayarken hayatta B planlarımız çok da olamıyor. Bunlarının bedelini ağır ödediğimiz zamanlardayken Z planı bile hazır bir Profesöre hayran olmamamız düşünülemezdi. Belki de herkes bu yüzden sevmişti bu sıra dışı adamı.

Başarının sırlarından bence en önemlisi karakterleri ters yüz etmeleri. Her an ne yapacağı belli olmayan Tokyo'dan bile istikrarlı davranacak bir lider, profesöre aydınlatma yaşatacak bir zekâ parıltısı çıkartmak. En kötü insana bile merhamet duyacağımız olaylar, duyguların senaryoda olması son derece etkili.

En gaddar tiplemeden ispiyoncuya topluma ayna tutacak karakterlerle bir olay örgüsü kurmak. 

Dizilerde tiplemeler kibar ve mutlu ise anlatacak çok bir şey yoktur. Sıkıcı olur. Burada sürekli sorun çıkaran kontrolsüz tipler var ama her adımı önceden hesaplayan zekâsı ile profesör ve liderliği ile Berlin de var ki sevilen bu iki karakter sık sık her şeyi ve herkesi kontrol altına alabiliyor.

"Bir de karakterlere hiç merhametimiz yok. Hepsinin hayatı pamuk ipliğine bağlı, her an hepsi ölebilir." Bu diziyi çekerken yazan senaryo ekibinin söylediği bir cümle ve bence yazan insanlar için önemli ipuçları içeriyor.

Kara mizah da ölçülü şekilde kullanılmış. "Arturo Roman herkesin istinasız sevmediği bir karakter. Çünkü hepimizin zorba yanını yansıtıyor. En insanımız o, utancımızı bize hatırlattığı için, ayna olduğu için yaptıklarını seyretmeye dayanamıyoruz." 

"Hakikati takıntı haline getirdik. Görüntü ve sanatı birleştirdik"

Gerçek başarının en önemli unsuru elbette simgeler: Dizi bir şekilde yeni semboller evreni yarattı.

1-Kırmızı renk

2-Bella Ciao marşı

3-Dali maskesi   

Bella ciao marşı yani Çav Bella Mussolini'ye karşı direnişin simgesi iken tam yetmiş beş yıl sonra bu dizide kullanılarak başkaldırının mistik yanı güçlendirildi. Dünyanın her yerinde en çok dinlenen, söylenen şarkı oldu.

Heyecanı diri tutmanın diğer yolu da tüm karakterlerin sürekli diken üzerinde yaşaması oldu.” Son saniyede yazmak, yani bölüm çekilirken ekibin yazıyor oluşu, oyuncuların bile her şeyi son anda öğrenmesi halini son anda üçlük sayı atmaya benzetmişler:) Yani kervanı yolda düzmüşler. Baştan belli bir son yokmuş ve akıllarına Viking- İspanyol sahtekarlığı olayı gelmiş. Tamam diyerek hikâyeyi bitirmişler.

Hasılı kelam bütün sayıları attılar, dünyada en çok izlenen dizilerden olmayı başardılar. Sonunda “Her şey basit bir hayalle başladı. Seyirciyle bağ kuracak bir şeyler yapmak” hedefine ulaştılar.

İkinci sezon tutmayınca yeni iş araması söylenen dizi oyuncuları da bir anda dünya çapında tanınırlığa ulaştılar. Bu da bize gösteriyor ki, hiçbir başarı tesadüf olmasa da tanınmak, bilinmek, para kazanmak hepsi "Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır" denen alın yazısı:)))

La Casa De Papel dizisinden aklımda kalan bir cümle ile satırlarıma son vereyim: "Bazen huzur bulmanın tek yolu uzaklaşmaktır

Hukukun üstünlüğünün kabul edildiği, işkencesiz, demokratik bir dünyada, yani güzel günlerde nice böyle sürükleyici dizileri ağız tadıyla seyretmek dileğiyle.

Handan Kılıç

 

 

 

 

 

 

 

ZIT

Dizimdeki ağrının etrafında dolaşıyor gölgem. 

Bir şarkı çalınıyor kulağıma. Kim söylüyor bilmiyorum. 

Bazı cümleleri kaçırıyorum. Yakaladıklarımı not alıyorum: “Bir bilsen ne hallerdeydim, kitlendi ayağım gitmiyor. Al kalbim neyine yetmiyor.” 

Acı acı gülüyorum. Kimseye yetmezmiş kalp. Oysa insanın en büyük varlığı. Daha ne verilebilir ki? Ya da onu verenin nesi kalır ki geriye? 

Bensizlik iyi mi geliyor hepimize? Öyledir belki de. 
Ben zaten çok gelirim herkese…

Şarkı devam ediyor: “Bu sana son seslenişim. Bunca yıl beklemişim. Bundandır vazgeçişim”

Vazgeçemediklerim peşimde, bırakmıyor beni, ağırlık yapıyor sol yanımda. Başımdan ayağıma ne zaman bir ağrı dolaşsa vücudumda hepsi sol yanımda. Geçmiş diyorlar. 

Sağ taraf olsa gelecek kaygısından bahsedilebilirmiş. Beklentisiz olduğum bir yerden rüzgâr dahi esmiyor ki! Geleceksizliğe mahkûm edilmişken neyse ki bu yaşa kadar geldin, bak çocukların hiç umudu yok gelecekten diyorum. Ne yapalım bahtımıza düşen buydu.

Gelecek şekillendirilebilir eğer imkân varsa. Yoksa oturursun yerine. Beklersin. Yorucu bu hal. 

Bırakıyor insan bir yerden sonra. 

Üzüntünün de bir limiti varmış. Daha fazlasını kaldıramam dediğin yerde kaldırıyorsun işte. Alışıyorsun kısa sürede. 

Sonra istesen de daha fazla üzülemiyorsun. Süt taştığında hani can sıkar ya ocağı silerken bir sürü keşke dolanır kafanda birinin hastalığına, ölümüne, yakın birinin ölmeden öldürülen ümitlerini izlerken batan gemilerine de o kadar üzülür hale geliyorsun.

Yaşanıyor ve geçiyor. Geçmiş geçip gidiyor. An biraz sonra geride kalıyor ve geçmiş değiştirilemiyor. Öyleyse sol yanım neden sızlıyor?

Dizim, Zıt olsun adın. Tencereye kapak gibisin ama bir bakınca mantara da benziyorsun. Bir şeyleri örtüyorsun. İçinde kaynayan yemeğin buharı kaldırıyor arada havaya. Kokusunu sızdırıyor. Bazen şemsiye gibisin altındakini koruyorsun.

Ve dizim sen en önemli yolda olma desteği sunacakken beni hep yarı yolda bırakıyorsun. Rahat dur, dönerken acı içindeyim. Bazen üç yüz altmış derece dönüp yerine oturuyor gibisin hele de merdiven inerken. Çıkmak da zor ama o acıyı bir süre tolere edebiliyor insan, inerken boşalıyor içi sanki bir damla sıvısı kalmamış gibi gözlerimin, birbirine değiyor kirpiklerim kadar kemiklerim. 

Canım acıyor canım, çığlık çığlığa.

Çok gözyaşı döktüm kurudu içim, dizim ve artık kalbim. Kimse için yer kalmadı bende. Kendimi de taşıyamıyorum. 

Susuzum, akamıyorum. Daha kötüsü akma isteği duymuyorum. Olduğu kadar olmadığı kader, dilime pelesenkim. Peki ya yüreğim, hani herkeste var sandığım sığınağım?

Kendim gibi bildim cümlesini. Değilmiş. 

Şarkı değişti ben hala yazıyorum. “Tek isteğim Adalet” diyor şimdi şarkıda. Onu bile isteyecek kadar gücüm yok artık.

Adım atmak istemiyorum hiçbir yere. 

Onun için mi kilitleniyorsun dizim olur olmaz yerde? 

Susma, sustukça sıra geliyormuş insana, bu gerçeği artık belle!

Handan Kılıç

13 Ocak 2022

14:22

İzmir

İmkansızın Şarkısı (2010) Haruki Murakami filmi Yazı-yorum Dergi 44. sayıda


SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 

296-İmkansızın Şarkısı (2010)

Merhaba,

Haruki Murakami'nin aynı adlı romanından filme uyarlanan İmkansızın Şarkısı Yazı-yorum Dergide yayınlandı. 44. sayıyı PDF dergi olarak ücretsiz bilgisayarınıza indirebilirsiniz. 

Link için buraya tıklayın.  

Ağrısız Bir yıl Olsun

 

“Bütün ağrılar gece artar” dedi. “Neden?” diye sormadım doktor değildi ama gecelerin hastalıklar, ateş, sızılar ve yalnızlıklar üzerinde arttırıcı etkisi olduğu herkesçe bilinirdi zaten. “Bu neden böyledir?” diye düşünmeye başladım. Sonra güldüm kendime; kesin şimdiye kadar bunu düşünen, araştıran bir sürü bilim adamının yanında kafayı buna takan nice filozof olmuştur, cilt cilt yazılmış kitapların bir yerlerinde her yazar bu konudan bahsetmiştir çünkü. Geceler düşünenlerin en fazla vakit geçirdiği zamanlardır. O zaman ben de eksik kalmayayım dedim, birkaç dakika kâğıt üzerinde kalem oynatayım istedim.

“El ayak çekilince sohbetler kesilince dostlar eve gidince bu geceler işkence” diye şarkı bile yapıldığına göre karanlığın basması, gece görüşü açık olmayan, gündüz bünyesi yorulmuş, hayatını başkalarının sesi, nefesine bağlamış bütün canlıları bir sessizliğin içine hapseder. 

Herkesin dinlenmeye çekildiği, ışığı beklediği bu karanlık zamanlarda bir aşıkların bir de dertlilerin gözleri açıktır. Biri negatif bir pozitif durum olsa da ikisi de insana farklı bir enerji verdiğinden uykuyu haram eder. 

Bir de su uyur düşman uyumaz derler. İşte hastalıklardaki ateşi, ağrıların şiddetini arttıran da bir damla sudan yaratılan vücudunun üçte ikisi su olan insana işaret eder.  İşte o yorgun ve hasta düşüp uyuduğunda bile onun hücrelerinde süren savaşın düşman birlikleri bu durumu fırsat bilip uyumaz. 

Ağrı ve sızı arttığında o bölgeyi mutlaka müdahale etmek gerekir. Bazen son çare ameliyat denilerek hastalıklı bölgenin çıkartılmasına karar verilir. Bu acılı durum süregelen ve belki de alışılan ağrıyı çekmekten daha fazla can yaksa da uzun vadede iyileşmeyi sağlayacağından hasta/dertli/aşık istese de istemese de bu operasyonlara razı olur. Ama yine herkes bilir ki o neşterin değdiği bölge içeriden ona sarılıp iyileşmesi için seferber olan diğer organlar tarafından destek görse de dışarıda olan sadece bir iz değildir. Hissizlik, o bölgenin artık eskisi gibi olamaması, olanı duyamaması söz konusudur ki, ağrı, sızının, aşkın ve taşkınlıkların en büyük kaybıdır. Gecenin karanlığında başlayan o ince sızılar yine bir gecede yokluğun karanlığına terk edilir. Daha sağlıklı ve hissiz yola devamla yaşam gündüze çevrilir.  Karanlık biter aydınlığa geçilir.

İyi ki de böyledir; çünkü ağrıyla, sızıyla, geceyle, karanlıkla bir ömür yaşanmaz. Günler de geceler de dertler gibi insanlar arasında çevrilir. Hastalar iyileşir. Doğan büyür. Olgunlaşan çürür. Hayatın şifası, bereketi, huzuru sevgisi aksın üzerimize.

Ağrısız bir yıl olsun.

Handan Kılıç

01.01.2022

 


 

 

Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

  Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kend...