kült filmler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kült filmler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Unutma! Kötüleri, kötülüğü unutma!

 SİNEMA GÜNLÜĞÜ  236. FİLM 













Günlerden #10ekim... Unutulmaz acıların, ölümlerin, kayıpların yıldönümü... 

@yaziyorumdergi Ekim sayısında #kötülük konusunu işliyor. Ben de #vforvendetta filmini yazdım. Dolu dolu bir sayı oldu. 

#5kasımıunutma diyen film kişisel tarihimde acı bir olayla da kesiştiğinden benim için çok fazla anlam ifade ediyordu. 

MÜSLÜM - BİR EFSANENİN FİLMİ


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 75. FİLM

Hayatta hiç bir şey için ön yargılı olmamak gerek. İşte bir önceki yazımda "Türk filmleri ile vakit kaybetmemek lazım" şeklinde ifadesini bulan ön yargımı yıkan bir filmle hem de çok kısa sürede karşılaştım: Müslüm

Hani "Anlatsam roman olur" repliği vardır ya, işte tam bu deyimin içini dolduran kişi Müslüm Baba imiş. Biyografisine uygun çekilen, hayat arkadaşı Muhterem Nur'un danışmanlık yaptığı film gerçekten zorlu bir hayat yaşamış sanatçının efsane oluşunun hikayesi.

Müslüm Gürses ismini bu ülkede yaşayıp duymamak mümkün değil ama açık konuşmak gerekirse arabesk müzik dinleyicisi olmadığımdan Neredesin Firuze'den önce hakkında hiç bir fikrim yoktu. Kendine jilet atanları, alnına müslüm yazan bandanaları takanları elbette televizyonlarda görüyordum ama dinlemiş değildim. Akabinde Teoman'la yaptığı düetlerden sonra bu toprakların yetiştirdiği büyük bir değer olduğunu fark edebildim. Müslüm Baba'ya geç kalmış biri olarak filminden epey etkilendiğimi söylemek isterim.

Travmatik bir yaşamı olan sanatçı için bu toprakların yetiştirdiği ifadesini özellikle kullandım. Acı ile, kanla, gözyaşı ile yoğrulmuş bu coğrafyada çekmediği acı, görmediği dert kalmayan bir insanın sadece içini dinleyerek yürüdüğü bir yol... Coğrafyanın acısını büyütmek dışında fonksiyonu olmamış bir garip çocuğun babasından gördüğü zulüm yüzünden en doğal hakkından babalıktan vazgeçip kaderin cilvesi ile kitlelerin babası olması yolculuğu...

İyi bir saz ustasına rastlama şansı da olmasa bütün bütün eziyetle geçen ömründe "Geri kalan her şeye sağır kesilip sadece içini dinleyeceksin, türküyü öyle söyleyeceksin. Sen susarsan susar her şey" diyen ustasına kulak vermiş bir adam Müslüm Baba. 

Hem maddi hem manevi olarak ölüp ölüp dirilen, hayatını idame ettirmek ve bunu sevdiği işi yaparak, türkü söyleyerek sağlamak dışında başka bir şey talep etmediği için, kitlelerin samimiyetine inandığı, kendini arzulardan, hırslardan soymuş, şöhretin zirvesinde, çevresi genç kadınlarla dolu iken kendinden yirmi bir yaş büyük bir kadınla evlenecek kadar derviş hırkası giymiş bir adam.

Bu seçimin arkasında belki daha on beşli yaşlardan beri takip ettiği güzel bir kadına hayranlığı, genç yaşta kaybettiği annesine olan özlemi, babası gibi bir ebeveyn olmaktan korkarak çocuk sahibi olmak istemeyişi yatıyor olabilir ama hassas sanatçı yüreğini de pas geçmemek gerek. Ölene kadar el ele göz göze gördüğümüz bu çiftin aşklarının efsane olduğu da tartışmasız bir gerçek. Yaşadığı travmalar sonucu dengesizliklerinde içinden çıkan başka birinin varlığına rağmen onu terk etmeyen Muhterem Nur'un aşkı da takdire şayan. Yani tam da aşk bu, her şeye rağmen illa da sen diyen bir kadın... Ondan başkasına dönüp bakmamış şöhretli, paralı bir adam... İkisi de önünde saygı ile eğilip alkışlanacak, şimdilerde tarihe karışmış  hasletler.

Oyunculukların başarılı olduğu filmde, şarkılar da Müslüm'ün sesinden verilse idi mükemmel olacaktı. Yine de çok başarılı bir yapım olduğunu düşünüyor, başta yapımcı Mustafa Uslu olmak üzere emeği geçenleri tebrik ediyorum.

Mutlaka izleyin ve insanın hayattan, isteklerden soyunmasının nasıl bir şey olduğunu, aşkın güzelliğini ve bu yaşanan sancılı ve kısa ömürde ardından sayısız eserler bırakılabileceğini görün...

Müslüm'ü Dinlemek için tıklayınız. 

 "Eğer seni kırdıysam
Darıl bana Ama bir gün beni ararsan Bak ruhuna Birden gecem tutarsa Güneşi çevir bana Sevgilim bağışla Biraz zor olsa da Affet beni akşamüstü Gölgem uzarken Öğleden sonra affet Ne zaman istersen Affet beni gece vakti Ay doğmuş süzülürken Sabaha kalmadan affet Tam ayrılık derken Çünkü sen çölüme yağmur oldun Sen geceme gündüz oldun Sen canıma yoldaş oldun 
Sen kışıma yorgan oldun      

 Zamanın eli değdi bize
Çoktan değişti her şey
Aynı değiliz ikimiz de
Zaaflarına bir gece
Hatalarına bir nilüfer
Sevgisizliğine bir kalp verdim
Artık geri ver
Geri veremezsin aldıklarını
Artık geri ver
Geri verilmez hiçbir yanılgı
Yokluğuma emanet et
Sende benden kalanları
Herşeyi al, bana beni geri ver
Bir şansım olsun
Başka yer, başka zaman
Sensiz ömrüm olsun
Herşeyi al
Bir şansım olsun
Başka yer, başka zaman
Sensiz ömrüm olsun
Zamanın eli değdi bize
Çoktan değişti her şey
Aynı değiliz ikimiz de
Zaaflarına bir gece
Hatalarına bir nilüfer
Sevgisizliğine bir kalp verdim
Artık geri ver
Geri veremezsin       

KIŞ IŞIĞI-NATTVARDSGÄSTERNA- WINTER LIGHT - Ingmar Bergman



SİNEMA GÜNLÜĞÜ- 73.Film

-Spoiler uyarısı-

TRT2' de İngmar Bergman filmleri kuşağı Pazartesi geceleri devam ediyor. İnanç-inançsızlık üzerine üçlemesinin ikincisi Kış Işığı dün gece yayınlandı. İkinci kez izledim. 

Önceki filmlere şuradan ulaşabilirsiniz:

https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/10/ingmarbergman-filmleri.html

https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/10/yaban-cilekleri-ingmar-bergman.html  

Bu filmde ise:

Son derece soğuk bir ülkenin, İsveç'in taşrasında kalbi daha soğuk bir hal almış rahibin baş rolde olduğu filmde rahibe aşık olunca hayatının neşesini yitiren, adeta onun kapısından ayrılmadan bir gün sunacağını düşündüğü aşk için bekleyen, inançsız bir ailede yetişmiş olsa da sürekli ayine giden bir taşra öğretmenin hikayesi vardı. Aşık olduğu karısının ölümü üzerine yalnız kalan ve bir türlü bu kaybı anlamlandıramayan Rahip kendisine aşık öğretmenle iki yıl beraber yaşıyor ama içinde, kalbinde boşalan o yer hiç bir şekilde dolmuyor. Kendini her manada onda erittiği, tamamen bendesi olduğu adama aşkının ışığını, sıcaklığını bir türlü hissettiremeyen kadın o ateşte kül olurken adamın umurunda olmuyor. Çünkü kalpte sevginin ana kaynağı ile irtibatı kopmuş. Bunu çok net bir şekilde gördüğümüz filmde ister istemez sorgulamaların içine düşüyorsunuz ve sizi oradan kurtaracak tek bir ip olduğuna yeniden inanıyorsunuz. 

İman denen o ip, inanmayanlar için bir esaretmiş gibi algılansa, geniş kitlelere o şekilde lanse edilse de aslında bize dünyadaki her şeyle anlamlı bir bağ kurma şansı veren hayat ipidir. Dünyadan kopup gitmemizi engeller. Sahipliklerimizi tekrar tekrar gözden geçirip yokluklarına üzülmememiz gerekenleri, bize dünyanın geçiciliği üzerinden hatırlatan da, bu gün elinde olanların asıl sahibinin sen olmadığını, zenginliğin, güzelliğin, yeteneklerin, başarıların bile emanet şanslar olduğunu, her an kaybedebileceğini gösteren de o bağdır. Yokluğuna yerineceğin, varlığına sevineceğin her şeyle ilişkini eşitleyen bu ip insanı dengede tutar. 

Filmde, sevdiği kadınla evli, ekonomik durumu iyi, karısı yeni çocuklarına hamile iken, hayatında hiçbir görünür sorun olmamasına rağmen "Neden yaşamak zorundayım?" diye kendine soran, intihar etme fikrini eşiyle paylaşan, bunun üzerine karısının hayata, yaşamaya ikna etmesi için kiliseye getirdiği bir çift de var. Tabi onları orada bekleyen kötü sürpriz, inancını yitirmiş bir rahib,n görev yapması. Sonuçta rahibin, kendini öldürmeyi planlayan adamdan daha fazla olan kafa karışıklığı danışanın intihar sürecini hızlandırmaktan başka işe yaramıyor ve kadın çocukları ile tek başına kalıyor. 

İntihar konusunda her ne kadar Kuzey Avrupa ülkelerinin sürekli kış ışığı modunda karanlık, soğuk bir havasının olması gösterilse de asıl önemli nokta yaşamın bir hediye olarak verildiğinin unutulması. Sorunları sistem tarafından çözülmüş, maddi olanakları, yaşam standartları yükseltilmiş insanlar, onlara bir sınavdan geçtiklerini hatırlatacak olaylarla karşılaşmıyor, adeta onları diri tutacak bu olumsuzluklardan uzak, rutine alışarak yaşıyorlar. Sonrasında her hangi bir şey ters gittiğinde hem olay hem de yalnızlıklarıyla baş etmeleri zorlaşıyor. Yitip gidenlerin hiçliğe savruldukları düşüncesi, mukadder olan ölümden kaçışın olmayışı, yaşanan zorlukların başka bir alemde kolaylık ve güzellik olarak yeniden vücuda geleceğine olan inancın yokluğu da hayatla olan bağın pamuk ipliğine bağlı olmasına sebep oluyor. Sonuçta kabul etmek gerekir ki, insanın hayatı o ışıkla aydınlanmayınca kışın soğuğuna, karanlığın yutan enerjisine teslim olmaması için bir sebep yoktur.    

Filmdeki mektup sahnesi de en etkileyici bölümlerden biri. Aşağıda da paylaştığım videodan mutlaka izlenmeli. Aşkın da hayatı aydınlatmak, kalbi ısıtmak için yeterli olmadığını fark etmeli. Kalbin anahtarı inançtır ve ona dokunduğunda kalple beraber bütün dünya aydınlanır. Yoksa bu dünyada kimsenin bizim sesimizi duymadığını düşünmek, ölümden sonrasında yok olacağı düşüncesi hayatı katlanılmaz bir zindan yapar. Sonu da malum... 

Seçme şansı bize verilmiş, neyi ne kadar seçiyoruz, sonuçları ile seçimlerimiz uyuşuyor mu konusunu tartmak, düşünmek ise herkesin kendisi yapması gereken bir muhasebe... Sırf bu soruları sordurması ve kendimizi yoklama imkanı vermesi, filmin kahramanı gibi sıkıntılar içinde bir kalbimiz var ise de ölmeden önce çaresine bakmak  açısından izlenmesi gereken bir film serisi.

İyi seyirler... 

 

Filme dair iyi bir eleştiri yazısı için tıklayınız.

Filmin Künyesi

Yönetmen: Ingmar Bergman

İSVEÇ / 1963 / DCP / Siyah-Beyaz / 81´ / İsveççe; Türkçe, İngilizce altyazılı 
Senarist: Ingmar Bergman 
Görüntü Yönetmeni: Sven Nykvist 
Kurgucu: Ulla Ryghe 
Oyuncular: Ingrid Thulin, Gunnar Björnstrand, Max von Sydow, Gunnel Lindblom, Allan Edwall, Kolbjörn Knudsen 
Yapımcı: Allan Ekelund 
Yapım Şirketi: Svensk Filmindustri 
Dünya Hakları: Swedish Film Institute 
Bergman’ın Tanrının Sessizliği üçlemesinin ikinci filmi olan Kış Işığı, üçlemenin diğer filmleri gibi, insanın Tanrı ve dinle ilişkisine yoğunlaşıyor ; Bergman’ın sözleriyle “nüfuz etmiş ”ten söz ediyor. Varoluşunu sorgulayan, inancını yitirmiş bir rahibin, ondan yardım isteyenler ve ona yardım etmek isteyenlerle olan ilişkilerini konu alan film , İsveç taşrasının karlı ve soğuk günlerini dingin ve şairane bir sinematografi eşliğinde sunuyor. 1960 ’ların nükleer savaş tehdidinin her anına sızdığı Kış Işığı Bergman’ın kendi yaşamından da izler taşıyor. 

#IngmarBergman Filmleri




SİNEMA GÜNLÜĞÜ 69. Ve 70. Filmler



69-Evlilikten Sahneler



Ingmar Bergman'ın yazıp yönettiği, Liv Ullmann ve Erland Josephson'ın oynadığı 1973 İsveç Televizyonu bakanlığı filmidir. 

Öyküsü, boşanma konusunda uzmanlaşmış bir aile avukatı olan Marianne ile Johan arasında 10 yıl süren dağılma olayını incelemektedir.



Neredeyse sadece diyaloğa dayalı bu film 2 saat 49 dk 

Senaryo metni çok sağlam 
Çocukları olmayan bir çift var
Evlilikte aşk mı arkadaşlık mı önemli? 
Başka birileri ile yeni bir birliktelik denemek gerekli midir?
Bu denemeden sonra insan gerçek dostluk kurduğu ve ayrıldığı ilk kişi ile yasak bir ilişkide yeniden mi devam etmek ister?
Yasak hep cazip midir? şeklindeki sorularla evlilik kurum üzerine sesli düşünülen bir film. Oldukça önemli bu yapıt diyalog filmlerini sevenler için kesinlikle tavsiye edilir.


70-Güz Sonatı


Autumn Sonata, Ingmar Bergman'ın yazıp yönettiği ve Ingrid Bergman, Liv Ullmann ve Lena Nyman'ın oynadığı 1978 İsveç yapımı bir drama filmi. 

Grafiği, ünlü bir piyanist ile yıllarca ilk defa karşılaşan ihmal edilmiş kızını takip ediyor ve birbirlerine nasıl zarar verdikleri konusundaki acı tartışmalarını anlatıyor.

Son zamanlarda seyrettim en etkileyici filmlerden biri... Anne kız ilişkisinin üzerinde durulmuş Sevgili Nihan Kaya’nın son zamanlarda sık sık bahsettiği konular irdelenmiş. 

"Çocukta yaparım kariyer de" diye sloganlaştırdığımız bir kadının güçlü olabilmesi için kendini gerçekleştirme şansı veren işlerde çalışmasının evde onu bekleyen sevgisine ilgisine şefkatine ihtiyacı olan çocukların varlığı ile beraber mümkün olup olmadığının sonuçları ile beraber anlatıldığı filmi her kız çocuğu ve anne izlemeli. Bu konu üzerine mutlaka bu yüzleşme yapılmalı.

Çocuklarına hiç kızmayan, ama bakıcılar ile büyüten, onlara karşı çok nazik olan ama gerçekten acı çektiği hiçbir durumu onlara yansıtmayan, kariyerini her şeyin önüne koyan bir annenin yıllar sonra kızının, ihtiyacım olduğu anlarda yoktun diyerek nefret kustuğu yüzleşmenin etkileyici sahnelerle anlatıldığı sağlam bir senaryonun güzel bir oyunculuğun bizi beklediği film kesinlikle tavsiye edeceğim bir baş yapıt 

Filmde de görüldüğü gibi kariyer basamaklarını hızla tırmanan ve adını yaptığı işte en iyiler arasına yazdıran kadınların iyi bir anne olması çok rastlanır bir şey değil ama sadece evde oturan ve kendini gerçekleştiremediği için varoluşsal sancılar içinde kıvranan bir kadının da fiziken çocuklarının yanında olmasına rağmen ruhen onlara katkıda bulunması mümkün değil iken bu ikilem nasıl aşılır? 

Bu sorunun cevabını şimdilik bulabilen bir toplum yok ve çocukta yaparım kariyer de sadece bir şarkı sözü olmaktan ileriye geçemiyor. Çünkü yapılıp bakıcılara bırakılan çocuklar yapayalnız ve sevgisiz büyüdüklerinde anne ve babalarından intikamlarını kötü şekilde alıyor. Güçlü, kariyerleri ile ün yapmış kişilerin çocukları da sürekli daha iyisi beklendiğinden silik, özgüvensiz, kıyıda köşede yaşamayı seçmiş insanlar oluyor. 

Çocuk yetiştirmek son derece zor bir zanaat ama eğer bu tercihte bulunulduysa artık bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirecek anne-babalık için kendi hayatından ödün vermek gerekiyor. Burada da ölçü çok önemli kendini tamamen silmeden ama çocukları merkeze alıp kendi haklarımıza onların da saygı göstermesini öğreterek bir orta yol aramak şart. 

Çoğu zaman kendisi nitelikli anne babayı memnun etmek mümkün değil ama çocukların da memnun olduğu ebeveyn olmak da çocuk merkezli bir çağda ciddi fedakarlıklar istiyor.

Olabildiğince yanında olarak bir çocuğa birey olmayı öğretmek vazifemiz. Göz teması kurarak, onu dinleyerek, bol bol sarılarak vazifemizi kolaylaştırmak da bizim elimizde. Ancak insan almadığı bir şeyi veremez. Geriye dönük olarak suçlanacak birilerini ararsak da bu iş Hz. Adem'le Havva'ya kadar gider. O nedenle taşın altına elimizi koymalı, evladımıza gösterdiğimiz şefkati içimizdeki çocuğa da göstermeliyiz.   


























Aşağıda linkini paylaştığım bir yazıda da filmlerden şu şekilde bahsediliyor

“Dünyaca ünlü bir piyanist olan Charlotte (Ingrid Bergman), kariyeri uğruna ailesini, özellikle iki kızını ihmal etmektedir. Yedi yıl süren bir sessizlikten sonra, kızı Eva (Liv Ullmann), Charlotte’u kendileriyle birlikte bir hafta geçirmesi için Norveç’e davet eder. Charlotte’un hasta küçük kızı Helena da Eva’nın yanında kalmaktadır. Film, anne-kız yüzleşmesini işler. Bu tema, yüzeyde fazla dramatik görünmese de, film, Bergman’ın yazdığı güçlü ve dramatik sahnelerden, özellikle Eva’nın annesine ulaşmaya çalıştığı, geceler boyu süren konuşmalardan oluşur. Her ne kadar çekim sırasında starlar arasında çatışmalar yaşanmış olsa da Ingrid Bergman ve Liv Ullman performanslarının zirvesindedirler. Ingrid Bergman, 1981’de yayımlanan otobiyografisi, Yaşamım’da Güz Sonatı’nın en iyi FILMLERinden biri olduğunu belirtir. Özellikle her iki Bergman’ın da dünyaca ünlü sanatçılar olduğu, aileleri ve çocuklarının geri planda kaldıkları düşünüldüğünde filmin özel yaşamlara da değinen hassas bir temayı işlediği ortaya çıkar. “

http://ankarasinemadernegi.org/listings/guz-sonati/

Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum

  Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...