ilkbahar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilkbahar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çiçeklenelim, vakit bahar!

“Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelmesini engelleyemezsiniz.” demiş Pablo Neruda

Çiçekler koparılıp baharda kış yaşatılalı çok oldu ama yeşil inadı diye bir şey var. Parklarda döşenen yumuşak zeminler arasından, yollarda asfalt çatlaklarından, duvarlarda tuğla aralarından başını gösterir yeşiller sayısız defa.

Yenilgilerimiz gibi, yenilmememiz gibi. Yeniden yeniden bahara durur mevsimler.

Biz düştük, kalktık, devam ederken taşa takıldık yine düştük, dizimiz, elimiz kanadı ama onları gördük. Yerdeyken topladık çiçekleri. Yaralı avuçlarımızda kırmızı gelincikler, sarı hindibalar, bembeyaz papatyalar, bazen laleler, güller ama her daim renkler ve umutlar vardı.

Olmaz denenler oldu, bitmez denenler bitti. Gitmez denenler gitti. Özlemler depreşti, bazen giderildi bazen kocaman olup içimizden taştı ama bu sefer de bahçemizi çiçeklendirdi.

Bütün çiçekleri kopardılar, hala koparıyorlar ama yenilerinin çıkmasına engel olamıyorlar. Kimse olamaz, dünya durdukça. Çünkü sahibi var, sözü bazen çiçekler bazen yağmur bazen kuraklık olur, dileyen okur. Fark etsen de etmesen de mevsimler sırayla gelir akar geçer dışımızdan. Bakarsak, dalarsak renklerine içimizden…

Yeniden gelir bahar, çiçekleniriz aşkla, yaşamla dolarız aniden.

Adı konulmamış zaferler bırakır hayatımıza bahar. Zaferler kutlanır her yıl. Kutlamalarda mutlaka çiçekler vardır. Hatırlayan çiçeklendirir hatırladığını, kutlar çiçeklerle baharını. Getirdiği çiçekler solar ama fotoğrafları zihnimizde kazınır.

Kutlayacağımız güzellikler baharla gelecek yine.

Bakar körlüğümüze rağmen göremediğimiz o zamanlarda bile her yerden başını uzatacak, yeşil, ince, nazenin ama inatçı güzellikler arasından renkler. Betonun bile yarılacağını hatırlatan, zayıfın güçlü olduğunun kanıtları. Hadi geliniz ve açınız hayatlarımıza.

Her sonbahar düşen yaprağın ardından tomurcuklanırmış dal. Ayrılıktan canı acımasın diye. Romantizm değil anlattığım açık yerden iltihaplanmasın diye öyle tasarlanmış yaratılırken.   Vakti gelince açmak için önlemleri almalı. Don yememeli. Ağaçların aptalı bademler gibi hemen atlamamalı ortalığa. Nisanda çiçeklenmeli portakallar gibi. Mis gibi bir koku bırakmalı ardımızda. Ve mart sonundan Mayıs ortalarına kadar göz şenlendiren dayanıklı laleler gibi olmalı, doldurmalı her yanı.

Her şey çok güzel olacak demiyorum. Çünkü her şey her hali ile güzel, bakıp anlayana.

Lale devri bir kere yaşanıp bitmedi. Her bahar yeniden başlar lale devri, gör ve hisset. Görüyorum baharı, kabul ediyorum çiçeklerini.

Handan Kılıç

20 Mart 2024


 

SARIL BANA, BENİ BİRAZ ANLASANA!



"Ölüm geliyor aklıma birden ölüm / Bir ağacın gövdesine sarılıyorum" diyen şairi düşünüyorum bu günlerde. 

Tabiatın uyanışa geçtiği Nisan ayında kendimi kırlara, deniz kenarına ağaçların çiçeklerin olduğu yerlere atıp duruyorum kaç gündür. Bol bol fotoğraf çekiyor, sosyal medyada paylaşmıyor, böylece anda kalmayı deniyorum. Gördüğüm güzelliklerin ardındaki sanatı, düzeni, ritmi, kolaylığı, tazeliği görüyor, uzun uzun düşünüyorum. 


Kimseyle konuşasım yok, ondan herkesi geçiştirip kendimle konuşuyorum. Uzun süren bu kıştan ne kadar da yorulmuşum. Kim bilir ne zamandır kendimi alıp karşıma konuşmamışım. Hatta belki de kendi sesimi duymamak için sürekli yeni uğraşılar bulup her yere yetişmeye çalışmışım. Şimdi biraz bahara teslim olmak gerek. 


İçeriler nasıl ruhumuza kasvet verdiyse, tam balkon sefalarına başlayacakken "Mart kapıdan baktırır/ Kazma kürek yaktırır" adlı soğuklar tarafından bir süre daha içerilere hapsolduk. Neyse ki, Nisan geldi, yakmayan bir güneşle üşütmeyen rüzgar ele ele verip bize bahar aynasını tuttu. 


İnsan ömründe gençliğe, gün içinde sabah saatlerinin tazeliğine benzeyen ilkbahar, umutları filizlendirme görevini omuzlamış güçlü bir mevsim. Bize her kıştan sonra geleceğini her yıl hatırlatır, içimizdeki sevgi kelebeklerini kırlara bırakmamızı salık verir. Ben de bu çağrıya uydum ve bol bol dolaştım kırlarda. 

  

Bir de ilk kez gidip bir ağaca sarıldım. En kuru dalları olanı seçtim ki, uçlarında başlayan yeşillenmeye katkım olsun. Neredeyse bütün dalların meyveye durduğu yerde o daha yaprak derdindeydi. Yanı başında hep yeşil kalan çamlar vardı. Onlara özeniyor mudur acaba dedim. Sonra halden hale girmek daha keyifli diye düşündüm. Yokluğunu bilmeyen yeşil ve canlı yaprağına kavuştuğunda aynı hevesle sarılır mı hiç? 

İlk fırsatta yeniden sarılacağım ağaçlara. Bu sefer çiçeklenmişlere tutunacağım ki, benim de çiçeklerime öz suyu yürüsün. Gelmeyen baharlarını beklemekten vazgeçip kendi mevsimine doğru yol alsın. 

Enerjistler, ne zaman kendinizi dünyaya ait hissetmezseniz, zeminin ayağınızın altından kayıp gittiği duygusuna kapılırsanız bir ağaç bulun sarılın onunla birlikte yeryüzüne köklendiğinizi düşünün diyor. Alemde her şey birbiriyle ilgiliyse, azot döngüsü gibi bir sarmalla her şey birbirine bağlıysa "Ağaçlara sarılın" önerileri boşa değil. Belki bazılarına garip gelebilir bu durum ama yalnızlıktan değil, aksine bütüne dahil olup bir olmak içindir bu kolları o gövdeye dolama. 

Zaten uzmanlar da sarılın diyor. Tabi bunu suistimal edenler de yok değil ama insan düzenli olarak sarılmalı, sevdiklerine, ağaçlara, onun meyvesi kağıda, kitaba.

Çıkın dışarı, sarılın ağaca, kuş cıvıltılarını dinleyin. Kendinize de içinizi duyma fırsatı verin. 

NOT: 

1-Aşağıda günlük yaşamda işinize yarayacak alıntılar mevcut : Daha fazlasını yazı içinde kelimelere zimmetlenen linklerden okuyabilirsiniz.

2-Başlıktaki şarkı da elbette Haluk Levent'den tıkla dinle. Sarıl bana, beni biraz anlasana...


Esther Perel “Mating in Captivity” kitabında Sarılmanın nörofizyolojisinden bahsederken sarılmanın sevgi hormonu olarak bilinen oksitosin salgıladığı anlatıyor. Esther Perel , fazla sarılmanın oksitosini fazla uyaracağından böylelikle çiftleri birbirine duygusal fazla yakınlaştıracağından ve birbirlerine fazla alışacaklarından tutkunun zamanla körelmesine dikkat çekiyor. Bunun anlamı, ne yazık ki fazla sarılmak eşler arasındaki cinsel hayatlarını kötü etkiler. Aynı tuz gibi, eksikliği sorunlara yol açarken, fazlası da başka tür sorunlara yol açar.

Eşinize bir kerede 40 saniyeden uzun sarılmayın ve bir günde 4 kereden fazla sarılmayın. Bu cinsel hayatınıza zarar verebiliyor. Sarılmada kritik bir eşikten bahsetmek istiyorum. North Carolina Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, stres altındayken özellikle de kadınlarda salgılanan kortizol hormonunun en az 20 saniye süren bir sarılmadan sonra düştüğü keşfedildi.
Sarılmanın bahsettiğimiz duygusal etkisi için en az 20 saniye olmak durumunda. Aile terapisinin kurucularından Virginia Satir’e göre, “Yaşamaya devam etmek için günde 4 kucaklaşmaya ve büyüyüp gelişebilmek için 12 kucaklaşmaya ihtiyacımız var.”
"Kucaklaşma hayatı daha da yaşanası bir hale getirir. Kucaklaşmada doğal bir paylaşım vardır. Bebekler kucak ve sarılma olmazsa gelişemez. Hatta sıfır kucak ve dokunulma olan bebekler ölür. Kucaklaşma bir bumerangdır. Aynı anda size döner. Kucaklaşma sevgiyi dile getirmenin sözlerden daha etkili yoludur. Kucaklaşma enerji transferidir.
‘‘Her insanın; varlığını idame ettirmesi için günde dört kez; duygusal sağlığını koruması için sekiz kez; gelişmesi için ise 12 kez kucaklaşmaya ihtiyacı var.’’
SARILMANIN PSIKOLOJİK YARARLARI SAYILAMAYACAK KADAR ÇOK
1- Sarılma en kötü günü bile aydınlatır. Yalnızlığı azaltır. Yaşananlar daha katlanılır hale gelir. Kızgınlıklar, korku ve endişeler azalır. Değerlilik duygusunu artırır. İlişkileri yakınlaştırır. Onay ve kabul gördüğünüzü hisseder ve hissettirirsiniz. En başta siz kendinizi iyi hissedersiniz.

2- Sarılmak bizimle sevdiklerimiz arasındaki bağlantıyı en kısa sürede kurmamızı sağlar. “Yalnız değilim” duygusunu hissettirir. Kendimizi yalnız hissettiğimizde olayların altında kalıyor duygusunu yaşarken sarılacak birisi olması gücümüzü artırır.

3- Hayatımızda dokunulma eksikliği varsa bunu profesyonel dokunucularla telafi etmeye çalışırız. Örneğin sıkça hastalanarak doktora gideriz. Antropolog Desmond Morris, doktorlara, kuaförlere ve masörlere “profesyonel dokunucular” der.

4- Eşini kaybedenlerin depresyona girdikleri sıkça görülür. Bu, sadece sosyal yalnızlıktan değil, dokunulma yoksunluğundan da kaynaklanır. Hayvanlarımızı bile okşayarak sakinleştiririz. Dokunmak kadar güçlü bir bağlayıcı yoktur.

5- Araştırmalar gösteriyor ki güne sarılmakla başlayan şirketlerde bile mutluluk oranı artıyor; ciro da.


Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum

  Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...