Türk dizileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk dizileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İstanbul Ansiklopedisi Üzerine

 

Merhaba,

Dördüncü haftaya geldik bile. Bu koca hafta önceden alınmış doktor randevularımızın peşinde harcanıp gitti. Yarın da alçının çıkış günü. İnşallah şifayla devam diyeceğiz. Hastaneleri hiç sevmem biran önce işimi bitirip çıkmak isterim ama neyse ki oğlum çalışma mekanına karşı benim hislerimi taşımıyor hatta iki haftadır uzak kaldı diye özledi bile.

Thanks for reading Handan’s Substack! Subscribe for free to receive new posts and support my work.

Rutinim haricinde dışarıda çok kalınca bana yazı hayatımdan vakit çalıyormuşum gibi geldiğinden huzursuzlanıyorum. Zaten büyük şehirde evden çıkmak en iyi ihtimalle yarım gün kaybı demek. Hele Ankara bitmiş azizim:)) 6 Şubat depremi sonrası aldığı iç göçle trafiğe yeni dört yüz bin araç dahil oldu diye okumuştum. Maalesef şehrimiz sokağa her çıktığımızda benim neyim eksik İstanbul’dan diyerek deniz keyfi vermeden trafiğini yaşatıyor. Uzun lafın kısası bu hafta yazı açısından verimsizdi ama yazmak sadece masa başında olmaz diyerek avuttum kendimi.

Önce geçen hafta konuk olduğum okuma grubunun kurucusuyla buluştum. En az altı yıldır takipleştiğimizden birbirimizin her haline vakıf olduğumuz halde ilk kez yüz yüze gelmiştik. Verimli ve kırk yıllık dost yakınlığındaki görüşmemizden zenginleşerek ayrıldık. Plazalar arasındaki AVM’den çıkınca hasbelkader henüz peyzaj yapılmadığı için hayatta kalmış bir ağacın gölgesine sığındım. Hava bir gün palto giydirip bir gün ince gömlekten daral getirtiyor bu aralar. Resimde de gördüğünüz, rivayete göre Ankara’da yaşayan herkesin üzerinden kaymak arzusu taşıdığı heyulayı izledim. Denizsiz şehirde manzara diye pazarlanan ve bağrında sadece inşaat yetişen toprak ağaca öyle hasretti ki neden yeşillendirilmiyor diye düşünürken belediyenin parklardaki ağaçları bile görülmemiş çıplaklıkta budadığı geldi aklıma ve sustum. Zira buralar böyle, beğenmen küçük oğluna almasın dedim. Buradan uzak olduğumda özlediğimi de hatırladım.

İçerde ve dışarda tempodan yorulunca kendimi Storytel’e verdim. Bu hafta mutfakta geçirdiğim sürede çok sevdiğim Alejandro Zambra’nın 12 saat 4 dk süren Şilili Şair adlı romanını bitirdim. Bir kap yemek yapıyorsunuz, her şeyi robotlar yapıyor diyen erkeklere kronometreli cevap olsun diye sesli kitabın süresini yazıyorum. Eve Dönmenin Yolları kitabını çok sevince bütün külliyatını okuduğum yazarın tek bu kitabı kalmıştı, seslendirilmesi iyi oldu. Üslubunu, kafasının çalışma şeklini, yazı yazma konusundaki sancılı süreçlerini de anlattığı kahramanlarını beğendiğim Zambra’nın bu seferki kahramanı kendisi gibi şairdi. Kitabı genel anlatımı olarak beğensem de özellikle ilk bölümleri fazla pornografik buldum. Sonra ülke edebiyatının, yaşam tarzının normali o, benim normalim olmasa da dedim.

Mutfaktan yorulup sallanan sandalyeme kendimi bıraktığımda yeni başladığım örgümle beraber 20 gün önce Netflix’e gelen İstanbul Ansiklopedisi dizisini izlemek için fırsat buldum. İki arkadaşım da beğenmediğini söyleyince meraklanmıştım. Konusunu hiç bilmeden ve hakkında hiç bir şey okumadan arda arda 6 bölüm izledim. Kalan iki bölüme de sabah devam edip sonuna geldiğimde on sayfa not almıştım. Üzerine düşünerek ileride detaylı bir yazı yazmayı planlıyorum. Çünkü kahramanımız Zehra’nın araftaki halini anlayabiliyorum. Bu çatışmayı anane ve babanne taraflarımda izleyerek büyüdüm.

Resmi Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.

Yazının bundan sonraki kısmı için spoiler uyarısı yapıyorum. Ben süreç insanı olduğumda sonunu bilmek izleme ya da okuma motivasyonumu etkilemez, gidiş yoluna bakarım ama Z kuşağı bir sonraki bölümden bir sahne görse adeta acı çektiğinden uyarıya mecbur hissediyorum.

Diziye dair yapılan en büyük eleştiriye ben de katılıyorum ama her ne kadar adına mini dizi dense de ikinci sezonu çekebilmek için bu kadar çok soru bırakılmış olabilir. Zehra’nın taşradaki yaşamı, annesi, babası, kardeşleri konusunda bize bir şeyler vermeliydi ki biz daha çok empati yapalım. Burada detaylı olarak Nesrin’in hayatını, açmazlarını gördük. Onu daha net anladık.

Dizi bence eksikleri olmasına rağmen güzeldi. Türk dizileri içinde dijitale yapılanlar arasında BİR BAŞKADIR kadar verimliydi. (O dönem çok sevilen analiz yazımı buradan okuyabilirsiniz.) Toplumu uyutma amaçlı çekilmemişti. Hatta uyandırmak kavramı iddialı olur ama rahatsız etmek istediği kesindi. Belki de iki arkadaşım bundan dolayı rahatsız olmuştu.

Zehra’yı anlıyorum dedim ve bence en etkileyici yer tiyatro sahnesinde yaptığı doğaçlama konuşmaydı:

…İstanbul’a geldiğim gün başımı örtmek istemedim. Planlı değildi ama yeniden etiketlenerek, kategorize edilmek, birinin zihninde kaskatı yerimi almaktan korktum. Çünkü ben uçuşkan biriyim aslında bir balon gibi. Balonun içinde de hava var ama kimse onu görmez, ilgilenmez, dışına bakarlar hep…Herkes gibi herkes kadar görülmek istedim, filtrelenmeden, bu yüzden iki ayrı alan açtım kendime. Utanmadım diyemem çok utandım ama kendimi dış dünyayla hemzemin edebilmek için aradan bazı taşları endişeli bir iradeyle kaldırdım. Şimdi dönüp bakıyorum da epeyce tenhalaşmışım ve hangi toprakta büyümek istediğimi bilmiyorum.”

Diziyi bilmeyenler ve spoilerı önemsemeyenler için kısaca özetlersem, İstanbul’a okumak için gelen ve annesiyle kendisinin başörtülü olduğunu ancak 6. bölümde öğrendiğimiz Zehra kendisine yurt çıkmayınca annesinin yirmi yıldır görüşmediği arkadaşı Nesrin’in evine sığınır ve okula ancak ikinci dönemde kaydolur.

Okulda hoca İstanbul sizin için cesur yeni dünya ve onunla ilgili kendi kavramlarınız üzerinden bir ödev yapacaksınız der. Reşat Ekrem Koçu’nun yetmiş yaşında yazmaya başlayıp ölene kadar ancak G harfine gelebildiği ve İstanbul’un öne çıkmayan ama önemli yerlerini anlattığı İstanbul Ansiklopedisini örnek almalarını ister. Zehra yaşamayı çok istediği şehirde barınma problemini çözemezken sürekli yeni ortamlara girer ve hislerini de kaleme alır. İstanbul’a geldiğinde sadece metaforik anlamda değil gerçekten de kimlik kartını kaybetmiş olan kahramanımızla İstanbul’dan nefret ederek yurt dışına taşınmaya çalışan ve tek yoldaşı kedisini kaybeden Nesrin beraber bir arayışın içinde oradan oraya savrulur.

Kendisini bir kalıba sokmasınlar isteyen Zehra başını açarak en azından eğitim hayatında Nesrin ve diğer insanlarla aynı çizgide olmaya çalışır. Ama bu bir kıyafet değişikliğiyle çözülecek mevzuu değildir. Nesrin’in evindeyken, sevgilisi, Zehra’nın alkol kullanmamasına şaşırınca “mayonez de kullanmıyorum ama onun nedenini soran yok,” diyerek gülümser. İçinde fırtınalar kopan 19 yaşında taşralı bir genç kızı dışarıya o sevimli gülümsemesiyle izleriz. İnançlarının ondan istedikleriyle yaşamın sürüklediği yer sürekli çelişkilere düşürür. O gün idare etse de yargılanmıştır ve bir sonraki alkol teklifinde hele de fakülte arkadaşları arasında bunu yaşamak istemez, eline şişeyi alıp kimseye çaktırmadan yere dökerek içiyormuş gibi yapar. Yani sadece başörtüsünü çıkarmak onu rahatlatmaz. İnanmak kayıtsız şartsız bazı gereklilikleri kabul etmektir. Bunun için zordur. Misal arkadaşlarıyla dışardayken sürekli yeni bir namaz vakti girmektedir ve sırt çantasında seccade ve namaz elbisesi taşıyarak bulduğu her yerde namazını kılmaya çalışır. Namaz için abdest gerekir, abdest için oje sürmemek gerekir. Erkeklerle mesafelenmesi, hoşlandığı erkek arkadaşıyla yakınlaşmaması da lazımdır. Başörtüsünden vazgeçse de bunlardan uzağa düşmek istemez. Ama başında örtü olsa kategorize edileceğinden kaçınması gereken hususlarla ilgili gerekçelendirme sıkıntısı çekmeyecekti. Ama şimdi onlar gibi görünüp onlar gibi yaşamadığından tutarsız bir profil çizmektedir. Yine de inançlarından ve ibadetlerinden vazgeçmez, yanlışa düştüğünde günaha girmiş olmanın vicdan azabını duyar. Çünkü bu onun şimdiye kadar ki yaşamıdır, normalidir. Ama evine sığındığı Dr. Nesrin’in normalleriyle annesi Aylin’in normalleri başkadır. Çok sevsem de Zambra’yla benim normallerimin farklı olması gibi. “Doğduğun ev kaderindir,” diye boşuna demiyorlar. Misal Nesrin ses etmese de Zehra’yı ilk kez namaz kılarken gördüğünde dehşete düşmüşçesine şaşırır. Birbirinden bu kadar uca savrulmuş iki arkadaşın da hayattaki kaskatı, adeta alçıya alınmış gibi sert duruşundan hoşlanmayan Zehra en büyük korkusunun annesi ve Nesrin’e benzemek olduğunu söyler. Ben akışkanım ve istediğim sadece kendimde gezinmek der. Henüz on dokuz yaşındadır ve hayata hükmedeceğini sanmaktadır. Oysa Aylin de Nesrin de kim bilir neler yaşayarak bu kadar katılaşmış, zamanla bu alanı konforlu zannetmişlerdir.

Bugün hala bu iki normali çatıştırarak ayakta kalan yapılara inat diziyi yazan-yöneten ve başarılı işleriyle adından söz ettiren Selman Nacar bir diyalog ortamı kurmuş, iki tarafın da insanlık ortak paydasında buluşup birbirini sevebileceğini göstermek istemiş. Bunu da taşrada sorun edilen konuların İstanbul şehrince sorun edilmediği, gök kubbe altında herkese yer olduğunu söylercesine, ah bir de insanlar anlasa birbirini demiş adeta. Ülkenin en büyük çatışma konusu gibi gösterilip iki tarafın da hassaslaştırıldığı bir dönemde bunu ortada durarak yapmaya çalışmış. Kolay bir iş değil ve bu yüzden Aylin karakteri üzerine de çalışılmalı.

Bana en absürt gelen yer de iki arkadaşın bir mesele yüzünden küstüğü, konuşmadıkları mevzuunda özellikle başta çok duruluyor. Merak uyandırılıyor. Sonuna kadar bu konuyu açıklayacak diye bekledim. Aylin, Nesrin’in sevdiğiyle falan mı evlendi diye düşündüm. Ama sonuçta yüzleştiklerinde Nesrin’in tıp fakültesi kazanıp Amasya’dan ayrıldığı, Aylin’in sınavı kazanmaması nedeniyle birlikte gitme hayallerinin yarım kaldığı, Aylin’in Nesrin’in sınav haftasında İstanbul’a gelip komiteye çalışan kız kendisiyle fazla ilgilenemedi diye küstüğünü öğreniyoruz. Öyle ki annesi arkadaşının adını anmayı yasaklıyor, onunla ortak şarkıları Büklüm Büklüm’ü Tülay Özer’den dinlemesine izin vermiyor. Tekrar üniversite sınavına girmek yerine çarşafa girip yaşı büyük bir adamla evleniyor. Beni bu küslük sebebinde ikna edemedi dizi. Hepimiz eski arkadaşlarımızla yollarımız ayrılınca uzaklaşırız. Hele de okul arkadaşı, komşu, çocukluk arkadaşı diyeceğimiz insanlarla ortak mekân ve hayat paylaşımı bitince başkaca bağlar kurulmamışsa uzaklaşırız. Ama yıllar sonra karşılaşsak konuşur, bir kahve içer, yemek yeriz. Aylin gibi üniversiteyi kazanan arkadaşını düşman belleyip adını anmayı yasaklayarak çocuklarımıza mevzu etmeyiz. Bir şeyler daha olmalı, Zehra’dan olduğu kadar seyirciden de saklanmış olup ikinci sezonda çıkmasını diliyorum.

Aylin’in yıllar sonra kızı illa ki oralardan gitmek isteyince Nesrin’e benzeyecek diye korkması normal, ilk dönem yurt çıkmayınca da göndermemesi mantıklı ama ben buralara sığamıyorum diyen Zehra da kararlı. Sonunda dayanamayıp yurt çıktı diyerek sene ortasında gidiyor. Evsiz kalınca bir gece yatsıdan sonra camide saklanıyor, kapılar kilitlenince orada kalıyor. “Burası senin evinmiş Allah’ım, ben evime sığamadım, sen de buraya sığamazsın değil mi, bana yardım et, açım,” diye ağlayarak uyuyakaldığı sahne de etkileyiciydi. Hasılı kelam on sayfa not aldığım diziden çok yazı çıkar ama burada bırakıyorum, saat 23:00 oldu.

Ayrıca bu yazının da arasına mutfak girdi. Mutfak demek Storytel demek bizim evde. Alçının çıkması umudu şerefine kuru dolma ve sarma işine girdiğim bugün de Temiz Kağıdı adlı kitabı dinledim. Son zamanlarda karşılaştığım en güzel öykü diliydi. Mustafa Çevikdoğan bu kitabı 2017 yılında Can Yayınlarından çıkarmış. Bir süre aynı yayınevinde editörlük yapan yazar şimdilerde kendi kanatlarıyla uçuyor. 2024 yılı baskısı ise Holden Yayınlarından çıkmış. Bu kitabı alıp bir de gözle okuyacağım. Storytel’de beğendiğim kitapları kütüphaneme de alıyorum. Çünkü kulak başka göz başka ayrıntıyı yakalar.

Oyuncuların hepsinin çok iyi performans sergilediği dizi bence izlenmeli üzerine de düşünülmeli. Bu kutuplaşma halinden birbirini anlamadan çıkış yok.

Ve hukukun mantalitesi, karşınızdakinin burnunun başladığı yerde sizin yumruk atma özgürlüğünüzün bittiği gerçeğini kabulle en sevmediğiniz insanların hakkını koruyacak kadar adaletli olmaktır. Hukuk ortak paydasında buluşacağımız günleri görmek dileğiyle.

Not: Bu yazı ilk kez 8 Mayıs 2025 tarihinde https://handankilic.substack.com/p/istanbul-ansiklopedisi-uzerine adresinde yayınlanmıştır.


Netflix'te Son Bir Yıldan Esintiler

Son zamanlarda izleyecek bir şey bulamıyoruz, çoklukta kayboluyoruz, senin önerilerin vardır diyerek gelen arkadaşlarımın önerisiyle bir analiz yazısı yazmadan Netflix listesine bakarak hatırladığım kadarıyla son bir yılda izlediklerimi sırayla yazdım. Zevkler ve renkler tartışılmaz elbette ve yatırım tavsiyesi değildir. Meraklısına iyi okumalar iyi seyirler.  



323-Kübra 

Çağatay Ulusoy çok yakışıklı bir oyuncu ama ilk defa burada oyunculuğunu sergilemiş. Terzi'de hiç sevmemiştim. Takım elbiseleri iyi taşıyan bir mankendi adeta ama burada oynamış.

Oyun içinde oyun dedim ve ne kadar manipülasyona açık bir toplum olduğumuzu gördüm. Yapay zekanın yavaş yavaş her yeri ele geçireceği aşikar. Seyredilir mi, vaktiniz çoksa. Daha iyi bir şey bulamadıysanız...

324-Kimler Geldi Kimler Geçti

Gördüğüm en boş en anlamsız, senaryosuz, temasız dizi. Asla vakit ayırmaya değmez.

325-Şahmaran

Önemli bir efsane. Epey oldu izleyeli, çok beğensem yazardım. Serenay Sarıkaya hangi dizide oynasa insanlar seyrediyor diye çok iyi senaryo yazmaya gerek duymuyorlar bence. Vakti olan baksın.

326-Sweet Manolya

Kız kardeşlik dizilerine meraklı olanlar için bir Amerikan kasabasında geçen, yavaş tempolu, gidenler gelenler, ailelerin tarihiyle hesaplaşmalar falan yaşanan, sakin izlenebilir bir dizi. 

327-La Pasion Turca

Merak edip başladığım bir kaç bölümde yarım bıraktığım dizi. Normalde pek yarım bırakmam ama merak ettirmedi. Bir gün çok sıkılırsam falan tamamlarım belki. 

328-Ada ve Maestro 

Uslanmaz romantiklere demiş tanıtımında hemen atladım tabi. İyon adalar grubundan Paksu paxos adasında geçiyordu. Bu da izlemek için güzel bir neden. Ne çok benziyor kültürlerimiz, ayıplarımız, sınırlarımız. Biz Yunanistan kültürüyle iç içeyiz. Yine sakin bir yaz dizisi isteyenlere uygundur.  

329-Sen Büyümeye Bak (Film)

Babasız doğurduğu ve babasına hiç haber vermediği çocuk okula başlamadan kendisi hastalanan bir anne ve çaresizliğini anlatan, Aslı Enver başrolde diye izlenen bir dizi. Fakir ama gururlu kadın kendi çocuğunu büyütür kafasının patlayışını görüyoruz. Bir çocuğu bir köy büyütür.

330-Sen Yaşamaya Bak (Film)

Kaan Urgancıoğlu'nun başrol olduğu, Aslı Enver'in ölmüş anne olarak ara sıra göründüğü, Sen Büyümene Bak adlı dizinin devamı bir içerik.

Hayatın anlamsızlığını sorgulayıp alkol bataklığına düşen zengin aile çocuğu sendromlu, sonu bir yere varmayan bir anlam arayışı. Son yıllarda Türk sineması hep bunu üretiyor. Gerçi eskiden de vardı. Ülkede iki tür insan var bu nedenle her türlü alıcısı oluyor farklı yapımların. Biri çalışmaktan iflahı kesilmiş fakir tabaka biri de hayatın her zevkini tattığı için tatminsizlikten bunalmış zengin tayfa. Sanatçılar genelde bu zengin zümreye yakın ama fakirlerin dertlerini sinemaya aktaranlar oluyor ve yaşamadıkları şeyi hissettiremiyorlar. Zenginler de hep mutsuz imajı verilerek fakirlerin isyanı engelleniyor. Her şey sosyoloji ve psikoloji işte.     

331-Kulüp

Beğendiğim bir senaryo. Oyuncu kalitesi de çok iyi. Gerçek hikayeler insana dokunuyor. İzlenmeli ve öteki olan gözünden de dünyaya bakmalı ki insan olma yolunda adım atalım.

332-Terzi

Yine başrol oyuncuları ve reklam hatırına dönen herkesin içinde tuttuğu gerçek duyguları yüzünden öfkeyle bakıştığı bence başarısız 2 sezonluk dizi.

333-Atiye

Göbeklitepe tanıtımı amaçlı çekilmiş 3 sezonluk bir dizi. Uzmanlarının Göbeklitepe'yle olan ilişkiler yüzünden yanlışları olduğunu ileri sürdüğü ama uzman olmayanın bunları fark etmeden izleyebileceği bir dizi.

334-İyi Adamın 10 Günü (Film)

Çok güzeldi. Üçleme olacak ve kitap uyarlaması olunca senaryo hemen dolu dolu oluyor. 

335-Kötü Adamın 10 Günü (Film)

İyi filmdi. 

336-İstanbul için Son Çağrı (Film)

Behlül -Bihter ikilisinden faydalanma der geçerim. Beren Saat, Kıvanç Tatlıtuğ nereye koysak gider demişler ama çok saçmaydı. Söylenecek söz, çekilecek film bitti gibi geliyor bazen. Kaliteliler vardır belki ama popülarite içinde sesleri kayboluyor.

337-Çok Aşk (Film)

Hasan Can Kaya'nın kendi filmi, kendisini de kendi oynamış olmamış. Diğer oyuncular usta toparlamaya çalışmışlar ama Hasan Can gösterilerine devam etsin, zira bir kaç sene onu izleyerek güldük. Ama sinema başka bir şey.

338-Kurak Günler (Film)

Gelecekten umut kestiğim bir zamanda izlemiştim. Genç ve idealist bir savcının ilk görev yeri olan bir orta Anadolu ilçesinde dürüst kalmak isterken içine çekildiği oyunlar, iftiralar ve sonunda tıpkı bir önceki savcı gibi oradan gitmek zorunda kalmasını anlatan tam bir kurak mevsim filmi. En iyi Türk yapımlarından olduğunu düşünüyorum. Yazana da çekene de tebrikler.

339-Erşan Kuneri 

Cem Yılmaz markadır, bu dizi de epey güldürmüştür. Çok yaratıcı karakterler vardı.  

340-Kül (Film)

Bir yayınevi- yazar var diye izlediğim ama berbat bir senaryosu olan, yine popüler oyuncularla yürümeye çalışan film olmadı. 

341-Pera Palas'ta Gece Yarısı

Güzel bir diziydi. Merak ettirdi. Epey oldu izleyeli.

Şimdilik hatırladıklarım bunlar. 


Düğüm, Fleabag, The Big Bang Theory Amazon Prime'da

319- Düğüm


Çok uzun zamandır izlemeyi sürdürsem de dizi ve filmleri buraya yazmadığımı fark ettim. Düzenli blog yazarken de ancak izlediklerimin üçte birini yazıyordum. 

Her cuma yeni bölüm şeklinde verilen Düğüm dizisini de vaktinde, kışın izlemiştim. Her insan iddiasından sınanır ana fikri olan dizi polisiye severler ve normal Türk dizisi uzunluğundan bıkanlar için uygun. Gerçi ben ilk bölümde katili tahmin etmiştim:) Yine de merak ettiren bir senaryoydu.

 Neslihan Turan, insanların hayatlarına dokunan, karanlıkta kalmış hikayeleri aydınlatan, kariyerini adalet ve doğruluk ilkeleri üzerine kurmuş, ‘’Tek Gerçek’’ adlı programın sunucusudur. Başarılarla dolu kusursuz hayatı oğlu Can’ın adının karıştığı Lal Kaleli ‘nin ölümüyle alt üst olur . Oğlu Can ve inandığı tüm doğrular arasında kalan Neslihan hayatının en zor sınavını verir.

320- Fleabag 

Dördüncü duvarı yıkma tekniğiyle çekilen dizileri sevdiğim için başladım. Komedi denmiş ama trajikomik demek daha mantıklı. Travmalarını duygusallıktan uzak, sayısız partnerle ilişkiye girerek atlatmaya çalışan bir kadını izliyoruz 2 sezon. Sonunda yolun bu olmadığını anlıyor. Herkesin kolay izleyebileceği bir dizi değil. Meraklısı zaten bulur.  

Fleabag, Phoebe Waller-Bridge tarafından yaratılan İngiliz komedi-drama televizyon dizisi. Waller-Bridge, Londra'da özgür ruhlu ve cinsel açıdan aktif ama öfkeli ve kafası karışmış genç bir kadın olan baş karakter olarak rol alıyor.

321-The Big Bang Theory


Sanırım en sevdiğim dizi bu. Epey sezonu da var, kısa, yormayan, eğlenceli bir dizi. Kafa boşaltmak için ideal.

322- Young Sheldon

The Big Bang Theory dizisindeki baş karakter Sheldon'ın çocukluğunu anlatan dizi Netflix'te. Ve çok tatlı bir karakter, ailecek seyredilebilecek bir dizi. The Big Bang Theory de annesini oynayan karakterin kızı bu dizide de çocuk halinin annesini oynuyor.



Zeytin Ağacı 2. Sezon Netflix'te

 318- Zeytin Ağacı


Bu diziye büyük bir merakla başladım. Aile dizimi çalışmalarını patlatmıştı. Bu konunun araştırılmasına vesile oldu ve dizilim yapanlara iyi paralar kazandırdı. 

İlk sezonu da bir günde izlemiştim. İkinci sezonu da aynı izledim. Karakterleri hatırlasam da ilk sezon neler olduğunu çok da hatırlamadığımı gördüm. Oysa çok etkilendiğimiz yapımları yıllar sonra bile ürpererek ya da sevinçle hatırlarız. Olan bitenden bize kalan hep duyguyla zihnimize işlenendir.

Bunları safsata bulan doktorun kendi içinde yaşadığı yolculukta farkındalıklarının artmasıyla mesleğini bırakıp bu işe koyulduğunu gördük. 

Amma velakin yakın arkadaş olan üç kızın da hiç bir sorununa derman olmadı. Keşke öyle bir mekanizma olsa, düğmeye bassak bu başımıza neden geldi, öğrensek ve çözsek. 

Dede koruk yer torunun dişi kamaşır diye atasözümüz var bizim. Elbette üzerimizde veballer olabilir. Ama suçların şahsiliği ilkesi de var hem hukukta hem de dinimizde. Elimizden geldiği kadar farkındalıklarımızı artırıp kazasız belasız yaşamaya bakacağız.   

Hasılı kelam dizi dağı fare doğurdu, güzel kadınlar, yakışıklı adamlar ve Ayvalık manzarası dışında bir şey vaad etmiyor dizi. Ben yanında koca bir çanta ördüm, kendime tatil verdiğim bir günde izledim. Yanıma kar kalan çanta:)) 

Ayrıca birinci sezonu yazmışım, iyi ki arşiv var  

Kuş Uçuşu Üzerine Bir Değerlendirme (Netflix)

313-Kuş Uçuşu 

"Bu bir av ve avcı hikayesidir. Ormanda gizlenen bir aslan ve yüksekten uçan avcı bir kuşun hikayesi…."

Bu cümleyle başlayan dizi, 

"Dünyada iki tür trajedi vardır: 
Biri istediğin her şeyi elde etmek.
Diğeri istediğin hiç bir şeyi elde edememek." cümlesiyle bitti.

Kuş Uçuşu dizisini geçen hafta Netflix’te izledim ancak yazma fırsatı buluyorum. Üçüncü sezona başlarken yayınlandığı tarihlerde bir iki gün içinde üst üste izlediğim dizinin önceki sezonlardaki tüm detaylarını hatırlamasam da genel konunun şunlar olduğunu düşündüğümden geriye dönüp bakma ihtiyacı hissetmedim. 

Kuşak ve sınıf çatışması, zamanın değişim hızı, değerlerin farklılaşması. 

Uzun uzadıya bir değerlendirme yapmayacağım ama bir şeyler de söylemek istiyorum:

Dizide Y kuşağıyla Z kuşağının, değerler, emek, hedonistlik, faydacılık gibi konulara yaklaşımlarını anlatırken av-avcı metaforunun hakim olduğu bir senaryo var. 

Sinirleri çelik gibi olanların kazanabildiği yarışlar, sürekli zirvede olmak için savaşma hali ve Y kuşağının aslan metaforuyla anlatılması, disiplinli çalışkan ahlaklı olması, Z kuşağının ise zevk peşinde koşan, kısa yoldan zirveye ulaşmak için her türlü entrikayı deneyen, ahlak anlayışı değişmiş, birinin ayağını kaydırmaktan imtina etmeden kazanılan zaferlerin sarhoşluğunu yaşayan yırtıcı bir kuş ile metaforlaştırılması ve bir marka, güvenilir bir isim olmaktan ziyade bir an önce para kazanıp hayatını yaşamak şeklindeki yaklaşımına göndermeler yapılıyor. 

Yer yer aslan ve kuş metaforu üzerinden bir üst anlatıcının, dış sesle aslan ve kuşun ruh hallerini verdiği dizide ikisi arasındaki farkı sağlayan değerlerin ne olduğu ise çok belli değil. 

"Sert çıkışların sert düşüşleri olur. Kısa yoldan zengin olmaya ünlü olmaya çalışmayın, kuş uçuşu ilerlemenin bedelini ödersiniz" gibi dersler verilmeye çalışılsa da burada kuşak çatışması kadar sınıf çatışmasının olduğunu görüyoruz. 

Düşse de babasının dış işleri forsuyla yeniden ayağa kalkan Müge'lerin, düşünce villasında, hobilerine zaman ayıran Lale'lerin karşısında, düştüğü an taşraya dönmek zorunda olan Aslı'lar ile sunuculuk yerine tekrar müşteri hizmetlerinde telefon operatörü olan Yusuf'lar var. Ölümüne savaşmaları bu yüzden. Ne kadar çalışsa da yükseleceği yerler de belli. Bu ülkenin, bu dünyanın bir raconu vardır ve sektörlere göre herkes ait olduğu sınıf içinde ilerleyebilir. Üst sınıfla kavgaya tutuşamaz. Aslanlarla aslanlar, kuşlarla kuşlar bir alemdedir.  

Ancak günümüzde dönüp sosyal medyaya baktığımızda Instagram, TikTok gibi platformlarda hiçbir ciddi emek, zamana yayılan bir çaba harcamadan ünlü olan, yıllarını eğitime vermiş, mesleğini düzgün şekilde yapmaya çalışan insanlardan çok daha fazlasını kazananlar olduğunu görüyoruz. 

Değerlerin değişmesiyle, ne yolla başardığı değil sonuçta para kazanıp kazanmadığına bakılıyor herkesin. Gençler kadar yaşını başını almış insanlar da bu tuzaklara düşüyor. Ama bir yandan da internet sayesinde televizyonların, hakim dilin, hakim zümrenin egemenliği bir nebze de olsa kırılıyor. Bu sefer de sesi çok çıkanlar, aymazlar öne geçiyor. Vasatın yükselişini görüyoruz ama Meb sisteminden geçmiş diplomalıların, ne yaparsa yapsın aslanlar gibi vasatın üstüne çıkacakları bir eğitim sistemine hiç bir zaman ulaşamayacaklarını da biliyoruz. 

Dolayısıyla ekonominin orta sınıf diye adlandırdığı kesimin yok olmasıyla işinde gücünde olan insanlar kırgınlar ordusu şeklinde nefes alıp veriyor uzun zamandır. Bunlar arasında X,Y,Z kuşakları var elbette. Yaşıyor diyemiyorum çünkü işe gidip gelmek ve cep telefonundan dünyaya bakıp dizi izlemek yaşamak değildir. Ama bu hayattan çıkıp gidebilme cesaretine de en çok Z kuşağı sahiptir. Çünkü gençlik hala umut edebilmektir.   

Fırsat eşitsizliği nedeniyle ait olmadıkları sınıfın ekonomik şartlarına rağmen üstün başarılarıyla yükselenlerin de bu topraklarda bir şekilde alaşağı edildiğini ve o vakit aslanların asilce değil kalleşçe de davrandıklarını, hiç bir şey olmasa hukuk üzerinden başlarına bir iş açıp attıkları iftiralarla yollarından kaldırdıklarının da farkındalar. Bu nedenle X,Y gibi romantik hayaller, kaybolacak idealler peşinde değiller.  

Herkesin bir gün on beş dakikalığına ünlü olduğu dünyamızda insanlar da değerler de tüketim malzemesi olarak kullanılıp atılıyor. Bu tüketim hakim zümre içinde var ama onlar için sonuç en fazla yaşadığı yeri değiştirip daha ferah alanlara gitmek oluyor. Her ne kadar dizide sıkça Datça'da taş boyayarak zamanını değerlendirenlerle dalga geçilse de dişliler arasından kurtulmuş ve oraların keyfine varmış bu kimselerin mutsuz olduğunu görmedim. 

Sistem yeni ve taze yüzlere yer açıp kısa sürede onu da tüketip yeni kurbanını buluyor. Elbette böylesi bir düzende herkesin zamanı gelip geçiyor. 

"Yakarsa dünyayı garipler yakar" lafı da yanlış değil. Ne yaparsa yapsın zamanı gelmeyen, görülmemiş, duyulmamış, gezememiş, eğlenememiş, sanatı fark edilememiş, yazdıkları okunmamış insanların ülkesi burası. 

Medyayı elinde tutanların istediğini yok edip istediğini parlattığı sahte bir dünya. Burada ayakta kalabilmek için gerçek iç disiplin sağlayacak değerlere ihtiyaç var. Yoksa içi boş bir ağaç gibi yıkılır gider herkes. 

Sadece şimdinin sorunu da değil bu hatta şimdi internet şansı yaver gidene büyük avantajlar sağlıyor. Eskiden kültür sanat dünyası da sen ben bizim oğlan arasında dönerdi. Gücü elinde tutan üç adamı arasında gezdirirdi bütün programcılar. Hala da öyle. Televizyon seyretmiyorum lafları ile izleyenleri aşağılayan herkesin de televizyona çıkmak için uğraştığı ve yazarların bile çok seyredilen bir programda konuk ya da bir dizide konu olmadan kitaplarının satmadığı bir dünyadayız. Yalan dünyada. Ama o ayrı konu.   

Günümüzde kolay kazançlarıyla, illegal yollar dahil haksız para kazanıp sınıf değiştirdiğini sanan ama ancak üst sınıfın maşası olabilen insanlar da akıllı gayrimenkul yatırımı yaptıklarında bu konuda bir danışman desteğiyle ilerlediklerinde dünyada rahatça yaşadıklarını, istedikleri yere gidip istediği eğitimi alarak yetersizliklerini gizleyecek donanıma ulaşabildiklerini de görüyoruz. Bu da cazip geliyor gençlere. Tabi güç merkezleriyle uyumlu oldukları sürece izin verileceğini işin içine girince fark ediyorlar ve alıştıklarını kaybetmemek için her yola başvurmak zorunda kalıyorlar. O yüzden herkes iki yüzlü, inanmadığı, yaşamadığı hayatların savunucusu. İçselleştirme ve gerçek özgürlük bu topraklarda yaşayan kimsede, hiç bir kesimde yok. 

Bizimki gibi eğitimli insanların yoksulluk sınırının altında kazanarak yaşadığı bir ülkede umutsuzluk her yanını sarmışken böylesi yollara yan yollara, kuş uçuşu yükselişlere yönelmek çok kolay. Ekonomi bozulduğu an kendini pazarlayan insanların sayısı artar. Çünkü düzgün işlerin kazancı azdır. Kolay kazandıran işleri basamak olarak kullananalar olacağı gibi bunu hayat tarzı haline getirenler de vardır. Eskortlarla ilgili bir tez yazan Bilkent Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi emeğinin karşılığında aldığı ile bu çalışmada tanıdığı kadınların kazancını görüp eskortluğa başlamıştı bu ülkede, Z değil Y kuşağındandı. 

Hasılı kelam, değerler zamanla elbette öncelik sırası başta olmak üzere değişir ama değerlere sadık kalmak kuşak mevzusu değildir. 

Eğitimli, ülkesi için çalışan, ilkeli davrananlar sürekli olarak cezalandırılırken Z kuşağından bunları beklemek zor. Niteliklilerin kıymetini bilecek ülkelere beyin göçüyle gitmesi bu dönem neden arttı? Orada da aynı kuşaklar var ama çalıştığının karşılığı da var. Adalet sistemi ve devlet çalışmakta.   

Başkahramanımız Lale Kıran, sistem dışına çıkarılınca da duayen olarak üniversiteleri gezen, marka bir isim oldu. Çünkü sınıfı bunu gerektirirdi. Gençlere yaptığı bir söyleşide şöyle demişti. 

"Dünyada değerler on senede bir değişim gösterir, değişimin kendisi de uçucudur. İhtiyacımız olan erdemli ve adil olmaktır. Eğer gerçekten bir değerler bütünü oluşturursanız ömrünüzün sonuna kadar öyle yaşarsınız, değişimden korkmayın. Bir stiliniz olsun, stil varsa öldükten sonra da var olabilirsiniz."

Bu sözler güzel, janjanlı ama altı boş. Erdemli olun derken ne tür bir kıstas kullandığı ve sürekli kolaya kaçma mizacında olan insanın kolay yoldan gitmemesi için neler önerdiği belli değil. 

Zor yoldan gitmesi için yeterli gerekçe de gösterilmiyor. Çünkü herkes Lale Kıran gibi ağzında gümüş kaşıkla doğup şansı yaver gidip mesleğinde zirveye çıkarken yarınım ne olur diye düşünmeyeceği bir ekonomik refaha sahip olmuyor. Etrafında benimle ol diye ölen ve ömrünün sonuna kadar çalışmasa aynı standartta yaşamasını sağlayacak iki adamın aşkıyla ödüllendirilmiyor, sağlıklı çocuklarını sınıf farkının bariz olduğu okullarda okutup kuş değil aslan olarak hayata avantajlı başlamasını sağlayamıyor. Bu durumda da, zafer kazanmak için, her yolun mübah görüldüğü  bir düzen tutturuluyor. Cezası da olmayan bu sistem hakim olunca denetim nasıl sağlanacak. Hak yiyenlere kim dur diyecek?  

İnsanoğlu tek başına yaşayamaz, bir araya gelir ve bu sefer de anlaşmazlıklar doğar. Bunları kendisi çözmesin, ihkak-ı hak engellensin diye kurulan sistemin adıdır devlet. Bu düzenleyici yapı kanunlar yapar ve bunlara uymayanları, hukuk mekanizması üzerinden yargılayıp cezalandırır. Bu sistemin düzgün işlediği yerlerde hayat vardır. Bu nedenle günümüzde kuşlar göç etmektedir. Aslanlar zaten burada da kraldır, sistem tarafından açığı tespit edileni kullanıp sistemi de kendine hizmet ettirir. Canı sıkılırsa da toplar bavulunu istediği ülkede aynı standartta yaşar. Gezer gelir, göç etmek zorunda değildir.  

Bir de değerlerin korunması, düzenin devamı için ilahi sistemler vardır. Aynı devlet gibi yasaklar koyar, uymayanlarıysa ölümden sonra var olduğuna inandıkları mizanda tartacağını ve hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmadığı gibi hiçbir kötülüğün de cezasız kalmayacağını söyler. Ve beklemelerini ister, ilahi adaletten bahseder Yaratıcı. Buna inananlar da bu değerleri içselleştirdiyse hak yemez, kolay yoldan değil doğru yoldan gitmeye çalışır. Erdemli bu doğru yollar hiç de kolay değildir. Yorgunluğunun karşılığı da çoğu zaman burada olmamasına rağmen inancın sevgisi ve cezanın caydırıcılığıyla erdemli davranış sistemi korunabilir. 

Bu dizide hangi değerler var, iki sınıfta iki kuşak da aynı yaşam tarzında, hangi sınıflar arası düzenden bahsediliyor?   

Peki bu kuşlar ve aslanlar ormanda, orman kanunlarının geçtiği bu yerde nasıl bir kriterle yaptıklarının bedelini ödeyecek? 

Birkaç kişinin sunucu olması ya da olmaması mıdır bedeli? Ya yok edilenler, sistemin yok saydıkları, kalabalık kadrolu dizide ismi olmayan birçok oyuncu gibi gelip geçmiyor muyuz bu çarpık düzende? Hangi erdemden bahsediliyor o zaman?  

Dizi bu sorulara cevap vermiyor. Bir değerler sistemi önermiyor. Güzel kadınların ve yakışıklı adamların bolca boy gösterdiği bir dizi olarak kalıyor. Eğlencelik diyemeyeceğim, çünkü izlerken gerilimi hissediyorsunuz. 

Ve bir de sürekli Lale Kıran’ın büyüklük bende kalsın tavrının tuzu kuruluktan geldiğini görmek zayıflatıyor değerlerine bağlılık inancımızı. Aynı sınıfa ait insanlar arasında bir erdemlilik olsaydı misal. Her ne kadar sonradan Kenan'ı Lale'nin şansı gören Müge onunla çalışma fırsatı bulunca Kenan'ın mükemmeliyetçiliğiyle insanı ne kadar tükettiğini görse de Lale'nin başarısı sadece çelik gibi siniri, duygularıyla arasına koyduğu mesafeyle, donukluğuyla açıklanamaz. 

Kuş Aslı ise okumuş, kendini yetiştirerek aslanların arasından sivrilmiş, aslana rakip olacak performans göstermiş, bunun için her yolu denemiş ama sonunda yine güçlü ve zengin olan kanal sahibinin kızının şımarıklığı ve intikam duygusuyla o zamana kadar kazandığı her şeyi bir anda kaybetmiştir. Tuzu kuru değildir ve taşrada ailesinin yanına dönmek zorunda kalmıştır.  

Dizden aklımda çok net kalan üçüncü sezonun yedinci bölümündeki bir diyaloğu aktarmak ve narsist kişilerin mükemmelliyetçilik kisvesiyle etraflarını nasıl yorduğunu, aşktan bile vazgeçirdiğini anlatan bu kısmı paylaşmak istiyorum Çünkü kilit noktalardan biri: 

İlk gençlik aşkı, fakülte arkadaşı ve kankasıyla çalışma hayatı boyunca birlikte olan, bu ekibin yüzü haline gelen gazeteci ve televizyon programcısı Lale Kıran, çocukları büyüdüğünde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle kocasından ayrılır ve ilk aşkı ve iş arkadaşı olan adama döner. 

Ancak bir gün kariyerinin altüst olduğu bir zaman ülkeden gitme kararı alır. Her vakit yanında olan en büyük destekçisine,  aşkları da çok iyi giderken, birlikte yaşıyorlarken bu kararını sevgilisine söyleme gereği bile duymaz. O bir stardır ve seyirci kadının ne kadar kendi hayatına odaklı olduğunu düşünür. Bu duruma kırılan adam da haklı olarak uzaklaşır. Ayrılırlar ve rakip televizyonda ona karşı fakülteden kankasıyla birlik olup reyting savaşlarına girer ve yener. Ancak sevdiği kadını unutamamaktadır. Ülkeden ayrılmadığını, eski kocasına ve evine geri dönmediğini ve tek başına yaşadığını öğrenince kapısına gelir ve her halde dizinin en gerçekçi oynadıkları kısmı olduğundan yüreğe dokunur güzel bir diyalog gerçekleşir.

"Neden gitmedin?"

"Bir adam var, çok sert, çok yakıcı, ben bir yandan kendi yolumda yürümeye çalışırken bir de baktım ki ben sadece kendimi ona beğendirmeye çalışıyorum. Onun sevdiği kadar varım onun istediği kadar, o yoksa yokum."

"Ben seni senden mi alıyorum? Hani şimdikiler ne diyor toksik ilişki mi ne işte!"

"Ya hayır, aşk, her hücreni aynı hisle doldurmak, her şeyi bak, bak her şeyi onun gözünden görmek, kendini bile onun gözünden görmek yani. Yani işte aşk işte!"

"Kötü bir şey mi Lale, kurtulman gereken bir şey mi?"

"Hayır tam tersi hayatımı anlamlandıran şey bana yaşadığımı hissettiren şey ama işte bazen öyle kavuruyor ki nefes alamıyorum."

"Nefes almak, dümdüz nefes almak mı istiyorsun?"

"Ben zaten nefes almıyorum ki Kenan, uyuyamıyorum ki, zaten yaşamıyorum ki, benim hayatım zaten... Biraz daha kolay olsun istedim sadece anlatabiliyor muyum, biraz daha kolay olabilirdi sanki. Çok sıkıldım sürekli kaybetmekten, korkarak yaşamaktan parmaklarımın ucunda böyle sürekli yürümekten çok yoruldum."

"Ben seni koşullu mu seviyorum?"

"Eğer başaramazsam gözünden düşecek gibi hissediyorum her şeyimi sana beğendirmek için yapıyorum. Seni mutlu etmek için yapıyorum her şeyimi bu gerçekten çok yorucu yani bu siktiğimin roller coasterından inip yiyip içip dünyayı gezebilirdik biz ya. Yani sadece biraz daha sakin olunabilirdi anlatabiliyor muyum?"

"Çok özledim seni, çok özledim..." diye diz çöker ve ağlar Kenan.

"Yapma!"

"Eğer bizi ayıran buysa her şeyi bırakalım gidelim ne olur."

"Sen buralardan çıkamazsın."

"İstersen Ege’ye gidelim zeytin yağ işine girelim."

"Sen yine dünyanın en iyi zeytin yağını yapmaya çalışırken biz yine kavga ederiz."

"O zaman öpüşür, sevişiriz, hiçbir şey yapmayız. Ben sana çok aşığım, hiç geçmiyor, azalmıyor çok aşığım sana."

"Tamam."

"Çok özledim seni, yalvarırım bırakma beni, sensiz yaşayamıyorum sen benim her şeyimsin, sen benim her şeyimsin, sen ne istersen o olacak sana söz veriyorum."

Ve müzikle beraber sahne biter.

Böyle yazı içinde kullanılınca kesik kesik ifadelerle eksik kalsa da oyunculuk gücüyle gerçekten etkili bir sahneydi. 

İstediği zaman istediği yere çekip gidip yeni bir yaşam kurma lüksüne sahip olmak aslanların dünyasında sıradandır ama kuşlar sadece yem olur.

Son sahnede Lale Kıran, Aslı'nın kapısına gittiğine göre elinden tutacak, azimli yapısından faydalanacak ki bu da dördüncü sezonun geleceğinin habercisi. Umarım bu sefer dizi değerler yönünden altı daha dolu bir senaryo ile ilerler. 

Bir de neredeyse her sahnede içmeleri, alkole bu kadar vurgu yapılması çok göze batıyordu. Hayata ayık kafayla dayanmayın dercesine bu kullanımın, dizinin ciddiyetini de etkilediğini düşünüyorum. Fi de Can Manay’ın sürekli su içerek kendini dengede tutması örnek alınabilse seyirciye de iyi bir hatırlatma olurdu. Dizinin sponsoru herhalde alkol şirketleriydi ki iş yerinde, gündüz, yayın öncesi, yayın sonrası, sabah akşam sürekli kadehler doldu. 

Gençlere bir yandan değerlere sahip çıkmak anlatırken diğer yandan üzüldün, kusana kadar iç, sevindin ne yaptığını bilmeyecek kadar dağıt sonra seni kaldırımlardan toplasınlar demek ne kadar doğru? 

Dünyanın durumu ortada, gençleri erdemli olmaya davet ederken sırça saraylardan konuşmak da kolay diyor ve izlediyseniz yorumlarınızı bekliyorum.

Handan Kılıç 

19 Nisan 2024 


Günler ateşler gibi geçerken geriye hep kül kalıyor

Handan Kılıç May 29, 2025 Bir hafta aradan sonra selam, İhmal değil imkânsızlıktan atladığım hafta ve devamı son derece yoğun geçti. ...