sinema günlüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinema günlüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Günler ateşler gibi geçerken geriye hep kül kalıyor

Handan Kılıç May 29, 2025
Bir hafta aradan sonra selam, İhmal değil imkânsızlıktan atladığım hafta ve devamı son derece yoğun geçti. İçimde imkân, benim için şans saydığım şeyler üst üste devrildi. Birçok açıdan enkazın altındayım. İlk an üzerimdeki tozu atmak için ayağa kalktım. Silkeledim dışımı, içimi. Ve hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Sonra daha birkaç gün geçmeden başka bir sarsıntıda son kalem de yıkıldı. Ben yine ilk geceyi atlatıp güneşin yeniden doğduğunu görünce günle beraber dirildim. Hani geçen yıl yaşasam bunları epey zaman kendime gelemeyecekken bu sefer sadece acı acı gülümseyerek yoluma devam ettim. En ilginci içimde bir acı, özlem, keşke, tüh adlı hiçbir yankı yok. Buraya kadarmış, olduğu kadar, olmadığı kader gibi sözler epeydir rehberim olsa da gerçek manada kalben de söyleyebiliyor olmak büyük mutlulukmuş. Ben bunları düşünürken arkadaşımın bahçesinden bir fotoğraf geldi.
Hikaye olarak paylaşıp üzerine şöyle yazmıştı: “Derisini atamayan yılan ölür, fikrini değiştirmeyen zihinler de.” (Nietzsche) Bırakmak iyi bir şey sanırım… Peki bu on beş günlük uzun zamanda neler yaptım diye düşünmek yerine telefonumda galeriyi açıyorum. Uzun zamandır hepimiz nerelerden geçtiğimizi buradan tespit ediyordur diye düşünüyorum. Gün içinde bile o kadar gündemlerimiz değişiyor ki ne vakit nerede olduğumuzu fotoğraflı belgeli bize anlatan en sağlam yer galeri kalıyor. Karşıma ilk olarak ikinci haftasına gittiğim Simurgun yedi vadisinden, aşka uğradığımız günün fotoğrafları çıkıyor. Adına zemin dediğim bir karalama, kanatlanan bir kalp ve defterime düşen birkaç satırla veda ediyoruz konuya. Kalbimin epey küçüldüğünü görüyorum. Kırana, dökene, anlamayıp hep anlayış bekleyenlere kapatınca kendime kadar yer kalmış. Bir de ihtiyacım olan; zemin. Kaymayan, sarsılmayan, sürekli değişmeyen, kendimi güvende hissedebileceğim bir zemin. Nasıl mümkün diyerek soruyu bırakıyorum evrene.
Aynı akşam Mehmet Açar’ın Üç renk film analiz gecesinden bir resim düşüyor önüme. Online toplantıda hem beyaz hem kırmızı filmini anlatıyor. Dolu dolu geçen bir akşamda, en sevdiğim filmden gelen keyifli bir ruh hali sarmalıyor beni. Evet dünya değişken, insanlar vefasız ama hala filmler var, kitaplar var. İyi ki denecekler listem de onlardan oluşuyor işte. Galerimde yeni motifler var, siyah beyaz hayatıma inat renk renk şekil şekil. Birleşince ne olacağını bilemediğim ama örmek eyleminin ikincil kazancını merkeze aldığım bu halin sonunda mutlaka iyi bir şeyler çıkar ortaya. Yaşamak gibi, yazmak gibi yolda olmaya devam ettikçe bu eylemlerin eserleri bir bir kalır arkamızda. Ekran görüntüleri de galerilerimizde epey yekûn tutuyor artık. Buzlu badem tarifi almışım mesela. Badem babaannem demek. Ağzıma her attığımda eğer kaliteli kokulu bir bademse babaannemin yanına ışınlanıyorum. Ölse hiç üzülmem dediğim bu kadının arkasından çok ağladım ve gideli otuz yıl olmasına rağmen özlüyorum. Belki size de lazım olur diye tarifi bırakıyorum. Fiyatıyla ters orantılı olarak bu kadar kolay olduğunu görmek insanın canını sıkmıyor değil:)))
Ve sonra yine Hacettepe’nin sanat dolu duvarlarından fotoğraflar. Oğlum bir senin ilgini çekiyor, altı senedir bunlara bakan senden başka birini görmedim diyor. Burası hastane diye hatırlatıyor. Yahu hastane de boşa mı yapmışlar bunca eseri, her eser sahibini işaret eder, ve görülmeyi hak eder. En üstteki fotoğraf ve koca bir delik yalnızlık yazımdaki kırmızı eser bunlardan, diğerlerini de peyderpey paylaşırım. Kötü hastane gününden sonra beni toplayacak elbette iyi bir yemek üstüne çaydır. Bu mekan en sevdiklerimden. Hem güzel günlerde hem en zor günlerimde buradayım. Bu sefer hiç lezzet alamıyorum. Ağzının tadı yok, her şey çok güzel diyor eşlikçilerim. Çay hep iyi gelir. Ama bu yöresel kahveler de aklımı çeliyor. Ne zaman önüme ikisini de alsam yanımdakiler gülümser, kararsızlık mı diye. Kahve hiçbir zaman tek tercihim değil, hep çaydan sonra gelir, bazen de beraber. Kararsız olmadığım konular da var:)) Yok aslında çok konuda netimdir.
Yoğun geçen şehir dışı misafir ve onlarla gezmek fasıllarını atlayıp dün akşam davetli olduğumuz Avrupa Filmleri Festivalinin kapanış galasına geliyorum.
Kokteylin ve monşerlerin uzun konuşmalarının ardından 2024 Ukrayna yapımı bir film izledik. Malaviç bir salon dolusu büyükelçi, maslahatgüzar ve Avrupa Birliği delegeleriyle beraber bizi çok etkiledi.
Hala devam eden savaş ve destek sunan ülkelere de teşekkür eden maslahatgüzar beyefendi de çok duygulandı. Demokrasiden uzak her rejimin halkı fakirleştirdiği ve sanatçılar üstüne baskı kurduğunun bir kez daha hatırlatıldığı filmde Kazimir Maleviç’in (tam adıyla Kazimir Severinoviç Maleviç) hayatından kesitler sunuldu. İzlemenizi öneriyorum.
“Maleviç, 23 Şubat 1879'da Kiev yakınlarında doğmuş, 20. yüzyılın en etkili avangart sanatçılarından biridir. Geometrik soyut sanatın öncülerinden olan Maleviç, "Süprematizm" adlı sanat akımının kurucusudur. Maleviç'in erken dönem eserlerinde empresyonizm, sembolizm ve fovizm gibi akımların etkisi görülür. Ancak 1915 yılında yarattığı "Siyah Kare" adlı eseriyle sanatında radikal bir dönüşüm yaşadı. Bu eser, sanatın nesnel dünyadan arındırılması gerektiği fikrini savunan Süprematizm akımının manifestosu niteliğindedir. Maleviç, bu akımla birlikte sanatın saf duygu ve ruhsal deneyimi yansıtması gerektiğini savundu. 1919 yılında Vitebsk Sanat Okulu'nda UNOVIS (Yeni Sanatın Onaylayıcıları) adlı sanatçı grubunu kurdu. Bu grup, Süprematizm'in ilkelerini yaymak ve uygulamak amacıyla çeşitli projeler gerçekleştirdi. Ancak 1920'lerin sonlarına doğru Sovyetler Birliği'nde modern sanatın yerini sosyalist gerçekçiliğe bırakmasıyla Maleviç'in eserleri yasaklandı ve kendisi baskı altına alındı. 1935 yılında Leningrad'da (şimdiki St. Petersburg) hayatını kaybetti. Kazimir Maleviç'in çalışmaları, soyut sanatın gelişiminde önemli bir rol oynamış ve birçok sanatçıyı etkilemiştir. Özellikle "Siyah Kare" eseri, modern sanatın simgelerinden biri haline gelmiştir. Maleviç'in eserlerini görmek isterseniz, Moskova'daki Tretyakov Galerisi'ni ziyaret edebilirsiniz.” Biraz daha anlatacaklarım var ama şimdilik ara veriyorum, telafi niyetine bu hafta ikinci yazı gelebilir. Kolay ve bereketli geçecek bir hafta diliyorum hepimize.

Üç Renk: Mavi, değil sadece Renkli

 


Bir hafta daha dolu dolu geçti. Buraya bunları neden yazıyorum sorusu hala içimde yankılanıyor. Sesime ses veren karlı dağlar olmasın istiyorum belki de. Ama insan her şeyi kendi için yapmalı martavallarıyla sık sık manipüle edildiğimiz bu çağda hiç olmazsa kendine rapor çıkarmış oluyorsun diyerek avunuyorum. Sesime ses verenlere teşekkürüm bile vermeyenlere gönderme olarak algılanmış ve bu konuda biz de beğen yapıyoruz diyerek sitem eden arkadaşlarım oldu. Elbette yeni bir yolculuğa çıktığım bu mecrada herkesin katkısı çok kıymetli ama kalkıp yorum yazma zahmeti göstermiş olanlar da en azından ek bir teşekkürü hak ediyor diye düşünüyorum. Alınmak, içerlemek için istersek çok sebebimiz olur da keşke enerjimizi birbirimizi büyütecek desteklere harcasak, ota çöpe üzülmesek de sağlımızı bozmasak. Zira geçen haftanın yedi gününden altısını hastanede geçirmiş biri olarak epey ibretlik görüntü ve hali yaşadım. Rutin kontroller için gittiğim hastaneden de bir süre uzak olmayı diliyorum. Bu nedenle birbirimize yardımcı olalım. Buradan kimseyi kastederek bir şey yazmıyorum. Pasif agresif tutumlarım da yoktur. Konuşarak her konu aşılır. Aksi düşünülüyorsa da susulur, ne diyeyim. Şimdi kendime verdiğim raporuma geçiyorum.

Cumartesi günü “RASKOLNİKOV, TEĞMEN DROGO, GREGOR SAMSA: ŞEMALAR ÇERÇEVESİNDE PSİKOLOJİK ANALİZ Erken Dönem Uyum Bozucu Şema” başlıklı bir seminere gittim. Edebiyat söyleşilerinin olduğu bir etkinliğe Aile Bakanlığında çalışan bir klinik psikolog Taha H. Can davetli idi. Tamamen kendi ilgisiyle çalıştığı bu konuda roman kahramanlarının şemalarını çıkarmak çok yaratıcı geldi bana. Verimli geçen toplantı sonrası talep üzerine bu şekilde romanları inceleyeceği bir okuma kulübü kurması istendi. Bakalım nasıl sonuç doğuracak. Şimdi buraya Taha Beyin bizimle paylaştığı notlarından en azından bir kahramanı alıntılamak istiyorum, hepimize faydalı olacaktır.

Tatar Çölü DİNO BUZZATİ

Adı: Giovanni Drogo Mesleği: Subay (Teğmen) Yaşı: Romanın başında yaklaşık 22–23 yaşlarında Sosyal Statüsü: Orta-sınıf kökenli Eğitim: Kraliyet Harp Akademisi mezunu Medeni Durum: Bekar Ailesi: Annesiyle yaşadığına dar ipuçları var, babası muhtemelen hayatta değil İlk Görev Yeri: Bastiani Kalesi Kişilik Özelliği: Disiplinli, duygularını bastıran, idealler ve görev bilinci yüksek bir genç adam

Ana Temalar Bekleyiş, anlam arayışı. Görev, bağlılık ve fedakarlık. Boşluk ve anlamsızlık. Değişime direnç ve alışkanlıkların gücü

Şemalar:

Duygusal yoksunluk Kusurluluk Onay Arayışı Kendini Feda Duygusal Yoksunluk İlgi, şefkat, sıcaklık yoksunluğu Köken: Anne ilişkileri- “… Evde, yalnızca, kendisine veda etmek üzere kalkan annesinin bulunduğu yan odadan gelen küçük tıkırtıların bozduğu derin bir sessizlik hüküm sürüyordu.”

Kendini açma ve duygusal destek yoksunluğu Köken: Anne ilişkileri- “Annesiyle vedalaşırken kadının gözler dolmuştu ama ağlamamaya çalışıyordu. Drogo ise bunun çok da önemli olmadığını düşünmeye çalışıyordu.“

Duygusal Yoksunluk Yalnızlık ve yabancılaşma Köken: Anne ilişkileri- “Annesi hemen geldi; … ama o da az sonra bir arkadaşıyla buluşarak kilseye gidecekti… dünyada herkes Giovanni Drogo’ya hiç de aldırmaksızın yaşayıp duruyordu.” Yoksunluk ve ihtiyaç (sevgi, onay, destek vb.) Köken: Anne ilişkileri- “Annesinin yanında, onunla aynı odada, lambanın bildik ışığı altında olsaydı, Giovanni ona her şeyi söyleyebilirdi.

Şemaya Teslimiyet Drogo’nun iç dünyasındaki duygusal yoksunluğun simgesel karşılığı olarak tatar çölü tıpkı annesi gibi resmedilir. İhtiyaçlara karşılık vermez-

Boşluk ve yalnızlık uyandırır-

“Bir tek kelime edilmeden geçen uzun saatlerde… kimse yoktu, sadece sessizlik vardı.“ Teslimiyet- “Bir sabah uyandığında bu manzaranın artık ona garip gelmediğini fark etti.

Bastiani Kalesi: Dış dünyanın içsel yansıması. Issız, tenha, iletişmsiz. Kahramanlık yanılsaması. Anlam arayışı. Tekrarlayan döngüler. Konfor alanı.

Kendini Feda “Uzun ve belirsiz vadeli bir iyilik uğruna, küçük sevinçlerden vazgeçmiş olmasından acı bir tat alıyordu.” “Yirmi yıl önce… yaz harekâtları, tiyatrolar, balolar… Ama tüm bunlardan şimdi elinde ne kalmış olacaktı ki?

“Belki bir gün savaş çıkarsa, herkes kahraman olacak… ve ben de kalede kalmamın nedenini anlamış olacağım.” “Hemen gitmek istiyorsanız en uygunu hastalık gerekçesidir… Ama dört ay kalırsanız, işler daha nizami olur.” “Ama Drogo annesini anımsadı: Bu saatte onu düşünüyor ve oğlunun vaktini sevimli arkadaşların ve belki de, belli mi olur, hoş bir hanımın eşliğinde geçirdiğini düşünüp teselli buluyor olmalıydı…” Unutulmamak için insanın kendisini göstermesi gerektiğini ve eğer bizzat harekete geçmezse, hiç kimse kalkıp da kendiliğinden Giovanni’yle ilgilenmeyecekti…”

Cumartesi bu eğitimle başladı. Örgüye meraklı iki eski arkadaş eğitim çıkışı Kızılay’da dolaştık, kahve içip kendimizi ipçide bulduk. İpleri çok ilginç buluyorum. Örmeyi de. Olay örgüleri gibi yeni bir öyküyü adım adım ilmek ilmek örmek çok eğlenceli. O dükkan binlerce ihtimal var dedirten heyecan verici bir yer.

Renkler, örnekler, farklı nesnelere dönüşebilecek o kadar malzeme var ki, hayat gibi. Bir gün tamamlanmayı bekleyen roman taslaklarım gibi. Eve gelir gelmez hemen beş motifli çantaya başladım. Pazar da bitmek üzereyken başıma giren ağrıyla bıraktım. Bırakmayı bilmeli, artık öğren dedim. Pazartesi ise ilk fırsatta tamamladım. Çok tatlı bir çanta oldu ve renklerle oynamaya karar verdim. Minik minik denemelerle ne olacağını tasarlamadan parçalar üretiyorum günlerdir.

Salı günü bir arkadaşımın Yedi vadi adını verdiği bir Simurg Atölyesine başladım. Onun ilk heyecanında, 5 Numara adlı mekanında 7 yeni insanla tanıştım, kolaj yaptım.

Benim için ilginç olan 7 kişinin de hayatımdan geçmiş ve önemli dönemeçlerde yoldaşlık ettiğim isimlere sahip olmasıydı. Bir kaçıyla yollarımız ayrılmıştı. Özlediğim ama bir nehirde iki kere yıkanılamadığından tekrar yarenlik edemeyecek kadar uzaklaştığım insanların sanki 7 haftada 7 yüzleşme yaşamam gerektiğini hatırlatırcasına dizilmesi ilginçti. Bir yandan da yepyeni simalar bambaşka insanlardı tanıştıklarım. Her şey değişiyor, her acı geçiyor dercesine aynı isimler üzerinden gülümsüyorlardı bana.

Sonra Ankara’ya ilk geldiğim zamanlar evinde sık sık kaldığım yakın arkadaşım orada oturduğu için beraberce dolaştığımız yerlerde gezindim. Mavi spiral havuzda suyun merkeze akışını izledim. Bu atölye, düzenleyecisinden, içeriğinden ziyade beni tetiklemeye başlamıştı bile. Zaten 2023 Ağustos’ta Sanal Yazı Evinin geleneksel kitap yazma ayı programında başladığım 7 vadili bir taslağım vardı. Ona dönmem için de işaret olabilirdi. Ayrıca son okumasını yapmak için epey uzaklaştığım novella ve geçen yıldan beridir dinlendirdiğim Dipsiz Göl’ün ikinci kitabı da dün gece itibariyle editör kontrolünden geldi. Yani yapacak öyle çok işim var ki, oyalanmamalıyım diyorum kendime. Hadi, hadi diye peşimde bir iç ses darladıkça ben iplerle kaçıyorum. Zihnim kitap taslaklarımda elim iplerde, gönlüm renklerde gündemden uzak durmaya çalışarak kendi gündemimi yaşamaya çalışıyorum. Çünkü gündemde boğulduğum vakitlerde çözüm üretemediğim ülke sorunları olmayan tansiyonumu yukarı çekerken elimden bir şey gelmiyor. En azından kendi gündemimle meşgulken ürettiklerim var. Sosyal medya yüzünden sık sık haberdar olup yıpranıyoruz zaten.

Salı günü neredeyse tüm gün ve gece kendimle, kendimce geçti. Özlediğim bir durumdu. Hiç ev iş yapmadım mesela. Tam böyle düşünürken gece 00:00 olduğunda makinede biten çamaşırları gördüm, kuruyanları katlayıp ıslakları asınca yine ev işi yolumu kesti dedim ama artık ertesi güne geçmiştik. Akşam için de Mehmet Açar’ın yeniden başladığı film okumalarına katıldım. En sevdiğim şeylerden biri sinema. Ve onun üzerine izleyip yazmak. Uzun yıllar önce seyrettiğim Üç renk serisinden Mavi filmini dinledik. Her zaman ki gibi güzeldi. Bir sürü notlar aldım. Sonra defteri kapatıp bir başka deftere geçtim. Yeşim Hoca tetikleriyle yazmak isterken ders boyunca çalan kapıya 3 kez kalkınca çok güzel başladığım bir yazı yarım kaldı. Bugün onu yazacaktım, burayı hatırladım. Yeşim Hoca demişken “Kendimi Yazıyorum” e kitabını alalı kaç hafta oldu hala çalışmaya başlayamadım.

Bu arada Mustafa Çevikdoğan’ın geçen hafta dinlediğim ve çok sevdiğim öykü kitabı Temiz Kağıdı’nı aldım, okudum. Çok güzeldi. Javier Cercas’ın Saplantı adlı kitabı da çok güzel gidiyor. Bir kaç ayrı kitap daha var yarım, hepsini okuyorum. Ve anladım ki ben tek bir kitap tek bir örgü tek bir yazı tek bir arkadaş grubuyla yetinemiyorum. Tek olan tek şey oğlum. Ve artık kabul ediyorum, ben böyle mutluyum Ve yalnız değilim. Misal 

 kadar renkliyim.

Bu yazıyı yüklerken 15:46’da deprem oldu biraz sürdü. Ankara’da deprem olmaz deyip çevre illeri düşündüm. Yoksa İstanbul mu, Simav mı derken(o kadar da gündemden kopuk değilmişim) AFAD 5.2 Konya Kulu diye açıkladı. Beklemediğimiz yerden yüksek bir şiddette geldi. Geçmiş olsun hepimize.

Not: Bu yazı ilk kez 15 Mayıs 2025 tarihinde https://handankilic.substack.com/p/uc-renk-mavi-degil-sadece-renkli adresinde yayınlanmıştır.

İmkansızın Şarkısı (2010) Haruki Murakami filmi Yazı-yorum Dergi 44. sayıda


SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 

296-İmkansızın Şarkısı (2010)

Merhaba,

Haruki Murakami'nin aynı adlı romanından filme uyarlanan İmkansızın Şarkısı Yazı-yorum Dergide yayınlandı. 44. sayıyı PDF dergi olarak ücretsiz bilgisayarınıza indirebilirsiniz. 

Link için buraya tıklayın.  

Don't Look Up -Netflix


SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 

295-DON'T LOOK UP- YUKARI BAKMA

Son günlerin popüler filmi Netflix'te yayına girdi. 2 saat 25 dakikalık bir kıyamet senaryosu, yuvarlandığımız sanal alem, popülerite merakı, herkesin delirmişcesine gerçekleri yok saymasına dokunduran komedi filmi gayet güzeldi. 

Başları biraz uzun tutulmuş olabilir. Film süresi kısaltılabilirdi. Son kırk beş dakikasının nasıl geçtiğini anlamadım mesela. Tempo önemli filmlerde. Hele de günümüz sabırsız seyircisine. 

Günler ateşler gibi geçerken geriye hep kül kalıyor

Handan Kılıç May 29, 2025 Bir hafta aradan sonra selam, İhmal değil imkânsızlıktan atladığım hafta ve devamı son derece yoğun geçti. ...