deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Üç Renk: Mavi, değil sadece Renkli

 


Bir hafta daha dolu dolu geçti. Buraya bunları neden yazıyorum sorusu hala içimde yankılanıyor. Sesime ses veren karlı dağlar olmasın istiyorum belki de. Ama insan her şeyi kendi için yapmalı martavallarıyla sık sık manipüle edildiğimiz bu çağda hiç olmazsa kendine rapor çıkarmış oluyorsun diyerek avunuyorum. Sesime ses verenlere teşekkürüm bile vermeyenlere gönderme olarak algılanmış ve bu konuda biz de beğen yapıyoruz diyerek sitem eden arkadaşlarım oldu. Elbette yeni bir yolculuğa çıktığım bu mecrada herkesin katkısı çok kıymetli ama kalkıp yorum yazma zahmeti göstermiş olanlar da en azından ek bir teşekkürü hak ediyor diye düşünüyorum. Alınmak, içerlemek için istersek çok sebebimiz olur da keşke enerjimizi birbirimizi büyütecek desteklere harcasak, ota çöpe üzülmesek de sağlımızı bozmasak. Zira geçen haftanın yedi gününden altısını hastanede geçirmiş biri olarak epey ibretlik görüntü ve hali yaşadım. Rutin kontroller için gittiğim hastaneden de bir süre uzak olmayı diliyorum. Bu nedenle birbirimize yardımcı olalım. Buradan kimseyi kastederek bir şey yazmıyorum. Pasif agresif tutumlarım da yoktur. Konuşarak her konu aşılır. Aksi düşünülüyorsa da susulur, ne diyeyim. Şimdi kendime verdiğim raporuma geçiyorum.

Cumartesi günü “RASKOLNİKOV, TEĞMEN DROGO, GREGOR SAMSA: ŞEMALAR ÇERÇEVESİNDE PSİKOLOJİK ANALİZ Erken Dönem Uyum Bozucu Şema” başlıklı bir seminere gittim. Edebiyat söyleşilerinin olduğu bir etkinliğe Aile Bakanlığında çalışan bir klinik psikolog Taha H. Can davetli idi. Tamamen kendi ilgisiyle çalıştığı bu konuda roman kahramanlarının şemalarını çıkarmak çok yaratıcı geldi bana. Verimli geçen toplantı sonrası talep üzerine bu şekilde romanları inceleyeceği bir okuma kulübü kurması istendi. Bakalım nasıl sonuç doğuracak. Şimdi buraya Taha Beyin bizimle paylaştığı notlarından en azından bir kahramanı alıntılamak istiyorum, hepimize faydalı olacaktır.

Tatar Çölü DİNO BUZZATİ

Adı: Giovanni Drogo Mesleği: Subay (Teğmen) Yaşı: Romanın başında yaklaşık 22–23 yaşlarında Sosyal Statüsü: Orta-sınıf kökenli Eğitim: Kraliyet Harp Akademisi mezunu Medeni Durum: Bekar Ailesi: Annesiyle yaşadığına dar ipuçları var, babası muhtemelen hayatta değil İlk Görev Yeri: Bastiani Kalesi Kişilik Özelliği: Disiplinli, duygularını bastıran, idealler ve görev bilinci yüksek bir genç adam

Ana Temalar Bekleyiş, anlam arayışı. Görev, bağlılık ve fedakarlık. Boşluk ve anlamsızlık. Değişime direnç ve alışkanlıkların gücü

Şemalar:

Duygusal yoksunluk Kusurluluk Onay Arayışı Kendini Feda Duygusal Yoksunluk İlgi, şefkat, sıcaklık yoksunluğu Köken: Anne ilişkileri- “… Evde, yalnızca, kendisine veda etmek üzere kalkan annesinin bulunduğu yan odadan gelen küçük tıkırtıların bozduğu derin bir sessizlik hüküm sürüyordu.”

Kendini açma ve duygusal destek yoksunluğu Köken: Anne ilişkileri- “Annesiyle vedalaşırken kadının gözler dolmuştu ama ağlamamaya çalışıyordu. Drogo ise bunun çok da önemli olmadığını düşünmeye çalışıyordu.“

Duygusal Yoksunluk Yalnızlık ve yabancılaşma Köken: Anne ilişkileri- “Annesi hemen geldi; … ama o da az sonra bir arkadaşıyla buluşarak kilseye gidecekti… dünyada herkes Giovanni Drogo’ya hiç de aldırmaksızın yaşayıp duruyordu.” Yoksunluk ve ihtiyaç (sevgi, onay, destek vb.) Köken: Anne ilişkileri- “Annesinin yanında, onunla aynı odada, lambanın bildik ışığı altında olsaydı, Giovanni ona her şeyi söyleyebilirdi.

Şemaya Teslimiyet Drogo’nun iç dünyasındaki duygusal yoksunluğun simgesel karşılığı olarak tatar çölü tıpkı annesi gibi resmedilir. İhtiyaçlara karşılık vermez-

Boşluk ve yalnızlık uyandırır-

“Bir tek kelime edilmeden geçen uzun saatlerde… kimse yoktu, sadece sessizlik vardı.“ Teslimiyet- “Bir sabah uyandığında bu manzaranın artık ona garip gelmediğini fark etti.

Bastiani Kalesi: Dış dünyanın içsel yansıması. Issız, tenha, iletişmsiz. Kahramanlık yanılsaması. Anlam arayışı. Tekrarlayan döngüler. Konfor alanı.

Kendini Feda “Uzun ve belirsiz vadeli bir iyilik uğruna, küçük sevinçlerden vazgeçmiş olmasından acı bir tat alıyordu.” “Yirmi yıl önce… yaz harekâtları, tiyatrolar, balolar… Ama tüm bunlardan şimdi elinde ne kalmış olacaktı ki?

“Belki bir gün savaş çıkarsa, herkes kahraman olacak… ve ben de kalede kalmamın nedenini anlamış olacağım.” “Hemen gitmek istiyorsanız en uygunu hastalık gerekçesidir… Ama dört ay kalırsanız, işler daha nizami olur.” “Ama Drogo annesini anımsadı: Bu saatte onu düşünüyor ve oğlunun vaktini sevimli arkadaşların ve belki de, belli mi olur, hoş bir hanımın eşliğinde geçirdiğini düşünüp teselli buluyor olmalıydı…” Unutulmamak için insanın kendisini göstermesi gerektiğini ve eğer bizzat harekete geçmezse, hiç kimse kalkıp da kendiliğinden Giovanni’yle ilgilenmeyecekti…”

Cumartesi bu eğitimle başladı. Örgüye meraklı iki eski arkadaş eğitim çıkışı Kızılay’da dolaştık, kahve içip kendimizi ipçide bulduk. İpleri çok ilginç buluyorum. Örmeyi de. Olay örgüleri gibi yeni bir öyküyü adım adım ilmek ilmek örmek çok eğlenceli. O dükkan binlerce ihtimal var dedirten heyecan verici bir yer.

Renkler, örnekler, farklı nesnelere dönüşebilecek o kadar malzeme var ki, hayat gibi. Bir gün tamamlanmayı bekleyen roman taslaklarım gibi. Eve gelir gelmez hemen beş motifli çantaya başladım. Pazar da bitmek üzereyken başıma giren ağrıyla bıraktım. Bırakmayı bilmeli, artık öğren dedim. Pazartesi ise ilk fırsatta tamamladım. Çok tatlı bir çanta oldu ve renklerle oynamaya karar verdim. Minik minik denemelerle ne olacağını tasarlamadan parçalar üretiyorum günlerdir.

Salı günü bir arkadaşımın Yedi vadi adını verdiği bir Simurg Atölyesine başladım. Onun ilk heyecanında, 5 Numara adlı mekanında 7 yeni insanla tanıştım, kolaj yaptım.

Benim için ilginç olan 7 kişinin de hayatımdan geçmiş ve önemli dönemeçlerde yoldaşlık ettiğim isimlere sahip olmasıydı. Bir kaçıyla yollarımız ayrılmıştı. Özlediğim ama bir nehirde iki kere yıkanılamadığından tekrar yarenlik edemeyecek kadar uzaklaştığım insanların sanki 7 haftada 7 yüzleşme yaşamam gerektiğini hatırlatırcasına dizilmesi ilginçti. Bir yandan da yepyeni simalar bambaşka insanlardı tanıştıklarım. Her şey değişiyor, her acı geçiyor dercesine aynı isimler üzerinden gülümsüyorlardı bana.

Sonra Ankara’ya ilk geldiğim zamanlar evinde sık sık kaldığım yakın arkadaşım orada oturduğu için beraberce dolaştığımız yerlerde gezindim. Mavi spiral havuzda suyun merkeze akışını izledim. Bu atölye, düzenleyecisinden, içeriğinden ziyade beni tetiklemeye başlamıştı bile. Zaten 2023 Ağustos’ta Sanal Yazı Evinin geleneksel kitap yazma ayı programında başladığım 7 vadili bir taslağım vardı. Ona dönmem için de işaret olabilirdi. Ayrıca son okumasını yapmak için epey uzaklaştığım novella ve geçen yıldan beridir dinlendirdiğim Dipsiz Göl’ün ikinci kitabı da dün gece itibariyle editör kontrolünden geldi. Yani yapacak öyle çok işim var ki, oyalanmamalıyım diyorum kendime. Hadi, hadi diye peşimde bir iç ses darladıkça ben iplerle kaçıyorum. Zihnim kitap taslaklarımda elim iplerde, gönlüm renklerde gündemden uzak durmaya çalışarak kendi gündemimi yaşamaya çalışıyorum. Çünkü gündemde boğulduğum vakitlerde çözüm üretemediğim ülke sorunları olmayan tansiyonumu yukarı çekerken elimden bir şey gelmiyor. En azından kendi gündemimle meşgulken ürettiklerim var. Sosyal medya yüzünden sık sık haberdar olup yıpranıyoruz zaten.

Salı günü neredeyse tüm gün ve gece kendimle, kendimce geçti. Özlediğim bir durumdu. Hiç ev iş yapmadım mesela. Tam böyle düşünürken gece 00:00 olduğunda makinede biten çamaşırları gördüm, kuruyanları katlayıp ıslakları asınca yine ev işi yolumu kesti dedim ama artık ertesi güne geçmiştik. Akşam için de Mehmet Açar’ın yeniden başladığı film okumalarına katıldım. En sevdiğim şeylerden biri sinema. Ve onun üzerine izleyip yazmak. Uzun yıllar önce seyrettiğim Üç renk serisinden Mavi filmini dinledik. Her zaman ki gibi güzeldi. Bir sürü notlar aldım. Sonra defteri kapatıp bir başka deftere geçtim. Yeşim Hoca tetikleriyle yazmak isterken ders boyunca çalan kapıya 3 kez kalkınca çok güzel başladığım bir yazı yarım kaldı. Bugün onu yazacaktım, burayı hatırladım. Yeşim Hoca demişken “Kendimi Yazıyorum” e kitabını alalı kaç hafta oldu hala çalışmaya başlayamadım.

Bu arada Mustafa Çevikdoğan’ın geçen hafta dinlediğim ve çok sevdiğim öykü kitabı Temiz Kağıdı’nı aldım, okudum. Çok güzeldi. Javier Cercas’ın Saplantı adlı kitabı da çok güzel gidiyor. Bir kaç ayrı kitap daha var yarım, hepsini okuyorum. Ve anladım ki ben tek bir kitap tek bir örgü tek bir yazı tek bir arkadaş grubuyla yetinemiyorum. Tek olan tek şey oğlum. Ve artık kabul ediyorum, ben böyle mutluyum Ve yalnız değilim. Misal 

 kadar renkliyim.

Bu yazıyı yüklerken 15:46’da deprem oldu biraz sürdü. Ankara’da deprem olmaz deyip çevre illeri düşündüm. Yoksa İstanbul mu, Simav mı derken(o kadar da gündemden kopuk değilmişim) AFAD 5.2 Konya Kulu diye açıkladı. Beklemediğimiz yerden yüksek bir şiddette geldi. Geçmiş olsun hepimize.

Not: Bu yazı ilk kez 15 Mayıs 2025 tarihinde https://handankilic.substack.com/p/uc-renk-mavi-degil-sadece-renkli adresinde yayınlanmıştır.

Koca bir delik, yalnızlık

 

Yıllardır kullandığım, romanıma da aldığım, adeta dilime pelesenk olmuş bir cümlem var: “Hayat denen sürprizler ve ihtimaller manzumesinin bizi nereye götüreceği belli değil.”

İşte yine bu belirsizliği deneyimlediğimiz günlerden geçiyoruz. Dış dünya ve içerde akan nehrim ikisi de belirsizlikle coşkun.

Geçen Perşembe buraya ilk yazımı yazdıktan sonra yeni bir yerde olmanın heyecanını duymuş, aldığım dönüşlerle de mutlu olmuştum. Hafta içi notlarımı alayım da bir sonraki Perşembe yazımı kolayca yazarım demiştim. Ama tabi olmadı. İnsan hayatın içinden geçerken bir dakika burayı not almalıyım diyemiyor. Her zaman çantamda not defteri ve telefonun notlar kısmını aktif kullanan biri olmuşumdur. Bazen rüyadan uyanıp not ettiğim bazen de not ettim sanıp sabah yazarım dediğim ilham cümlelerinin sevinci ve hüznü arasında salınır dururum. Ama hayat işte bir gün önceki heyecanın ertesi gün hiç anlam ifade etmez bir hale gelebilir.

Cuma gününü arkadaşımın yeni çıkan öykü kitabını okuyarak geçirdim. Cumartesi öğleden sonra dergisi de olan bir yayınevinin kendi mekanında söyleşi ve imzası olacaktı. Sabah simsiyah bir gökyüzü ve şiddetli yağış olunca iptal durumu olup olmadığını sordum. Program var ama gelmek zorunda değilsin yazdı. Güldüm ve bir saat sonra güneş açan havanın güzelliğiyle yola koyuldum. Trafiği aşıp geldiğimde söyleşi başlamıştı. Toplantılara devam zorunluğu olan bir dergiydi ve yaklaşık yirmi kişi kitabı okuyarak gelmişti. Bu büyük bir sayıdır, yazarlar bilir. Üç yakını iki arkadaşı bir kocası derken işte yirmi altı kişi vardı. Söyleşi yazarın kısa cevap veren, az konuşan biri olması hasebiyle çabuk bitti. Birkaç foto çekimi ve imza sonrası çıkalım diyen arkadaşıma tamam dedim ve yakınlarıyla beraber çıktım. Arkamı döndüğümde derginin merkezinin kapısı kapanmış ve arkadaşım ortalarda yoktu. Muhtemelen yayıneviyle beraber bir programı var, çıkalım demesini ben yanlış anladım, yazarına sahip çıkan yayınevi ne güzel diyerek Kızılay’a doğru inmeye başladım. Hava çok güzelleşmişti, Nisan yağmuru ortalığı tazelemişti. Hemen eve dönmek istemedim. Faaliyetten faaliyete koştuğundan oralarda bir apartmanda, bir dernekte, bir imzada olabilecek bir arkadaşımı aradım, açmadı. Şimdilerde yurt dışına taşınmış epey zamandır görüşemediğim ama bir zamanlar buralarda beraber dolaşıp alışveriş yaptığımız can arkadaşlarımı düşündüm. Gözlerim dolu dolu sokaklarını dolaştım şehir merkezinin. Çok değişmişti ve değişmeye devam edecekti hepimiz gibi. Bir yere oturup çay içtim ve masalardaki insanları izledim. Ya çok genç ya çok yaşlılardı ama benden başka tek başına oturan yoktu. Hayatın sorumsuzluk çağındaki bu genç ve yaşlılar arasında benim yaşıtlarım hala çocuklarının kurslarının peşindeydi. Erken anne olmuş olduğumdan yaşıtlarımla hiç yolum kesişmemişti aslında. Ben bebek bakarken onlar kariyer peşindeydi. Ben kariyer peşindeyken onlar çoluk çocuğa karışmış hemen iki sene sonra bir yenisi derken bambaşka hayatlarda farklı kaygıların peşinde olmuştuk. Okul arkadaşlarıyla böyle uzaklaşırken devamlı vakit geçirdiğimiz işyerinden arkadaşlarla ortak bir şeyler yapar olmuştuk. İşi bıraktıktan ve online çalışmaya başladıktan sonra iyice yalnızlaşmıştım. Neyse ki yazan, çizen sanal yazı arkadaşlarım vardı. Ama insan bazen yüz yüze de konuşacağı, göz bebeğinde kendini göreceği insanların aynalığını, arkadaşlığını özlüyor. Ama dedim ya benim arkadaşlarımla arama ya zamanın eli, başka dönemleri yaşayışımız ya da ülkeler arası mesafeler giriyor. Bu da bir kader. Kaderin üzerindeki kaderin çizdiği rotada, yalnızlığımda bulmam gerekenler var sanırım diye düşünerek kendimi adaşım can arkadaşımla girince dört beş çift ayakkabı aldığımız o pasaja attım. Sevdiğimiz dükkan kapanmıştı, biliyordum ama yine de tanıdık bir şeyler aradım. İnsan selinin içinde kaybolup yalnızlıktan çığlık atmak istediğim, yirmi beş yıldır yaşadığım bu gurbet şehrinde kendimi güvende hissetmek için belki de tanıdık bir his bir mekan bir hareket aradım. Hep gittiğimiz o dükkanın yerine açılan yeni ayakkabıcı kapatmak üzereydi ve acele davranmam gerektiğini söyleyen gözleriyle üzerime baskı kurmuştu. Hızlıca turuncu renkli bir ayakkabı ve sarı renkli bir terlik denedim, çok rahat geldi ve hemen alıp çıktım. Metroyla eve dönüp inince epey bir yolu koşarcasına yürüdüm ve akşam sekiz buçuktaki zoom toplantısına yetiştim. Yaklaşık iki saat toplantı, edebiyat, öykü, bana kutusundan gülümseyen ayakkabılarımla keyifli bir akşam geçirip yattım.

Pazar günü eşim bir kaç arkadaşıyla buluşacaktı. Oğlum kütüphanedeydi. Ben de gün boyu evde yalnız olacaktım. Bu benim için son derece keyifli bir durumdur. Hele de yemek yapmam gerekmiyorsa. Vakit bana kalıyorsa. Kitaplığımın olduğu odaya girer, bilgisayarımı açarım. Pazar da yetişemediğim cumartesi söyleşilerinin Youtube kayıtlarını izlerken yaz için ördüğüm çantaya devam ettim. Sallanan sandalyemde kah durup düşündüm kah izledim. Biz yazar takımının ünlü değilse işte çevresinde aynı konuya kenetlenmiş 15-20 arkadaşı vardı. Söyleşilerde gördüğüm de buydu. Arkadaşımın yayınevi gibi her faaliyette yoklama alan, diğer katılımcıların da yayınevinin yazarları olduğu yerlerde 25-30 kişiyi buluyordu. Hepimizin hepi topu okuru zaten yazardı. Al gülüm ver gülüm mü denir yoksa alma verme dengemizi koruyarak mı devam ediyoruz diye kendimize moral mi verilir bilemedim ama yazmak son derece çileli uzun bir yolculuktan geçince bile vardığı yerle yine yalnızlık veren bir uğraştır, kabul ettim. Akşam eşim yorgunum, çalışamayacağım hadi film izleyelim dedi ve aslında tarzım olmayan ama gevşettiği gerekçesiyle sıkça tavsiye edilen bir komedi filmi izledik. O yattı ben gelmeyen uykumla kütüphaneli odama döndüm. Üç gündür yazmaya vakit ayıramamamın telaşıyla çalışmaya başladım. Aslında okumak, izlemek, insan içine karışmak da yazmaktır ama eldeki öyküde de ilerlemeliydi. Sabaha karşı başımın ağrıması ve böyle bir ağrıyı hiç çekmediğimi fark edip Google’a bakıp iyice telaşlanınca eşimi uyandırdım. Acile gidelim dedi ve yaklaşık 3-4 saati acilde geçirdik. Tansiyonum rutini 10 civarı iken hayatımda ilk defa hem de durduk yere son derece sakin geçen bir günde 16 olmuştu. Dil altı hapı filmler, EKG ler derken dinlenmem gerek bir günle devam ettim. Ertesi gün de serviste bir dizi tahlile geçti. Umarım sonuçlar bir an önce çıkar ve önemli bir durum yoktur diye endişeyle beklerken dün gece ikide oğlumu halı sahada yaralanmış halde eve getirdiler. Şimdi on beş gün evde yere basmadan ayağında alçıyla yatacak.

Sağlıktan kıymetli bir şey yok. Ve insanın canı ağrıyan yerindedir. Hani Ahlat Ağacı filminde taşralı yazar karakter genç ve idealist yazana diyordu ya, şuanda seninle konuşurken belim öyle ağrıyor ki dediklerin zerre ilgimi çekmiyor diye.

Teyakkuz halinde olmak da çok yorucu. 6.5 şiddetinde İstanbul depremi haberleri, videoları da gerdi. İzmir’de 7.1 şiddetindeki depremi yaşamış biri olarak tedirgin oldum. Zaten hiçbir şeyin çok uzun yıllardır yolunda gitmediği ama bazılarının sadece kendine yapılanı görüp bir aydır her şeyin bozulduğunu düşündüğü, belki de bunun bedelini topluca ödediğimiz bu günlerde bir çocuk bayramı daha geçti. Ama biz yine “Bu gün 23 Nisan, neşe doluyor insan.” diyemedik.

(Fotoğraflar Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden… Kollarım kan alımlarıyla morartılmışken gözüm hep bunlardaydı.)

Not: Bu yazı 24 Nisan 2025 tarihinde  https://handankilic.substack.com/p/koca-bir-delik-yalnzlk adresinde yayınlanmıştır.

Günler ateşler gibi geçerken geriye hep kül kalıyor

Handan Kılıç May 29, 2025 Bir hafta aradan sonra selam, İhmal değil imkânsızlıktan atladığım hafta ve devamı son derece yoğun geçti. ...