Geçen gün ömürdendir

 "Geçen gün ömürdendir." demişler. 

Kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı, bitsin artık bu zülüm buluşalım gayrı.

Aklımda tek soru: ne olacak çocuklarımız, gençlerimiz? Gemi battı, batıyor. Tuzu kuruların umurunda değil hiç bir şey. Senin çocuklar nerede, nasıllar? 


Kim bilir nasıl bir özlemle kavruluyor yüreğin? Ne çok severdin, nasıl özlemişsindir onu, ben seni bu kadar özlemişken. Son birkaç haftadır ne zaman kalemi elime alsam siz geliyorsunuz aklıma sen ve iki yıl önce rahmetli olan eşin. Vay be iki koca yıl mı geçmiş, halam öleli de on beş gün oldu, zaman hiç akmazken yetişilmez bir hızda nasıl geçiyor?  

Sezen söylüyor arkada; 
"Kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı, 
Bitsin artık bu hasret buluşalım gayrı."
Amin diyorum, amin, şarkıya, duaya, kelimeye, kelebeğe...

“Ne olur sormasınlar bana, söyletmesinler derdimi, saklarım ben onu kendime, yerim kendi kendimi” diyor sonra. 

Dert yemiş zaten milleti, kendi kendini yiyen mideler, ilaçlar, yalnızlıklar... 

Değişen hiçbir şey yok, sen aynı sen, ben aynı ben. 

“Neşe, keder hepsi geçer, bize kar kalan nedir bu dünyadan” Yaşadığım şu son zamanlardan sonra kötü geçtiğini sandığım eski zamanları bile özledim. Oysa öncesinde, hatırladığım hiçbir dönemini özlemiyorum hayatımın deyip dururdum, herkes çocukluğumu özledim derken. 

Günlerimiz bitmeden kendimizle yüzleşmeliyiz, dön bir bak aynaya, ömrümüz geçiyor diyor ya, ömürler aniden de bitebiliyor. En azından hayattayız ve yaşıyoruz işte. 

Dişçiye gittik bugün, o yüzden çok stresliyim. Bazı şeyler ertelenemiyor. Tedbirleri sıkıydı ama yoğun bakımlarda yatacak yer yokken, spor salonlarında yatırılanlar varken insan geriliyor. Kovit bize uğramadan git artık, git bu yerlerden, yorulduk. 

Dişçi (Diş hekimleri en çok kendisine dişçi denmesine kızar. Haklılar aslında. Bir arkadaşım vardı dişçilikte, ne zorlardı hocalar. Oturur ağlardık, bıktık diye. Güzel günlerimizmiş meğer. Sonrası daha zor. Ha bir de mimar arkadaş da gelir, haftalarca uğraşıp durduğu maketin üzerine basılmasıyla girdiği depresyonda halay başı olurdu. Zor okullar denilince tıp gibisi yok ama bizzat biliyorum. Koronada da telef ediyorlar şimdi zavallıları.) Ne diyordum, laf lafı açıyor, her konu birbirine giriyor. Aman, hayat da, ülkede öyle değil mi şimdilerde?  

Bizim dişçinin yeri deprem bölgesine çok yakın. Zaten binadan inerken yakınlarındaki bir apartman gözünün önünde çökmüş, korkunç bir sahneydi diyor. 

Bir buçuk ay oldu hala enkazlar kalkmamış, olay mahallinden depremden sonra ilk kez geçiyorum. Bilerek yolu uzattım. Çok kötü oldum ama. Zaten dişçi koronadan rahmetli olan akrabamın da olaydan beş gün önce gelip iki dolgu yaptırdığını söyledi. Haberim yoktu. Ne efendi bir gençti dedi. 

Ah anası ne haldedir diye ekledi. Abisini ziyaretten dönerken yağmura yakalanan annesi, babası, teyzesini trafik kazasında yakın zamanda kaybetmişti. Anne deyince dolardı gözleri, evladı için yitti derken ana yüreği giden evlatları hatırlayıp ah ettirdi. 

Ne çok acı birikti, düşündükçe yaşananları boğazım düğümlendi. 

Deprem mahallinde her yer hala moloz yığını, koca bir şantiye sanki Adliye'nin çevresi. 

Enkaz ve altında kalan canlar. Dışarıda hayatta kalan yarı ölü insanlar, soğuk ve yakıt, para ve işsizlik, intiharlar ve yılbaşı, tacizci edebiyat dünyası, geri alınan ödüller, kuyruk sallamıştır diyenler, çıplak aramalar, sen zaten kimseyi aramazsınlar, takipçiler, takipsizlikler... Ölümler ve hayat! 

Araçtayım, park halinde beklerken Yonca Tokbaş çalıyor, yetmiyor araya girip cümle söylüyor. Bağla dur kolaysa. Ben ne yazıyorum bu gün, daldan dala, düz yazı terse, ters düze, haraşo kazak mı içdökü mü bilmiyorum ördüğüm. 

Maskeli insanlar geçiyor, herkesin gözünde hüzün...
Adımlar isteksiz, gördüğüm.
Dalgın yaşlılar geçiyor, onlar da geçmişi özlüyorlardır bizim gibi. Geçmişteyken de geçmişi sevmezdik değil mi? 

Özgürlük, bol para, huzur. Lambadan çıkan cin sorsa, üç dilek hakkı verilse neler dilerdik başka diyor. “Bir havalar bir havalar, soruyor işte, boş muhabbet. Alaattin’in cini mübarek.  

Sevdiğinin sevincine sevinmek gerçekten marifet. Kimim var ki benim sevinsin dedim. Sonra nankörlük etme diye parmak salladım kendime. Ben galiba yine, yeniden arkadaşlarımı özledim. 

Hayata güzel bakabilmeyi kolaylaştıran günleri özledim. Ama madem çok şeyi bakış açımızla belirliyoruz, öyleyse bu cümleyi de revize etmeli. Hem  hayat herkese güzel günlerle zor günleri eşit verirmiş. Böyle görsek iyi güzel geçen günleri, zor zamanda bu kadar şikayetçi olmayız. Oluyor be arada ama olanları görmüyoruz işte. “Bir hayalim gerçek olsa dişimi kıracağım” diyerek dolanıyoruz ortada. 

Birini her haliyle gerçekten sevmeyi, böylesi sevilmeyi özledim. Hiç bir şeyini değiştirmeye çalışmadan, akıl vermeden, olduğu gibi sevebilirsen birini ya da böyle sevdiyse biri seni, daha da aşağısı kurtarmıyor. Amalı, fakatlı, lakinli, senin iyiliğini istiyorum maskeli söylemler acı bir tebessümle yüzde bir kasılmadan başka harekete sebep olmuyor. Amannnnn, bilmiyorum gerçi bu günümüz sevmelerine, aşklarına benim aklım ermiyor. İkisinden de hayır olmuyor öyle hallerde, iki adam bir etmiyor demek ki dedim, dinlemedi. Oluyormuş, olsun bakalım. "Aynı anda iki kişiyi seviyorum" diyenlere inanamadım gitti. 

Özlüyorum yine de eskileri. Kaymağın üzerinde kalan kurbağalardan biriyim işte. Çırpın ki içine düştüğün sütün dibine çökme, kaymak oluşsun da yukarı çık, ölme. Dün bir arkadaşım çırpınışlarını takdir ediyorum dedi. Güldüm, et bakalım. Sen de çırpınsan biraz keşke diyemedim. Hafta sonu dersim var, aklım orda. Delisin kızım sen diyenlere biraz da çılgınlık gerek diyorum. Çılgınlık dediğim de ders, dert, çırpınış, süt, kaymak, hayatta kalış. Valla şu süreçte birçok insan da benim halimden hallice yaşıyor. Gayet normal olduğumu düşünüyorum.

Bilmiyorum ki, ne istemeliyim artık; ne istersem o gitti. Kovaladıkça kaçıyor hayat. Yıllardır sadece spor ayakkabı giyiyorum. Topuklu ayakkabıları, takım elbise giymeyi, bitmek bilmeyen sunumları bile özledim. Şimdi bir kot, bir tişört, kazak tamam. Yıkayınca askıda kurutuyorum, çok iş çıkmıyor. Bir yere gitmiyoruz ki! Ne zamandır ütü yapmıyorum. "Ütü birikti ve ben buruşuk kalmak istiyorum" deyince arkadaşım buruşmayalım daha diyorum, genciz. 

Kolaylık sağlık huzurla bir akış istiyorum hayatıma. Parayı düşünmeden, eve tıkılıp kalmadan, dünyayı gezebileceğimiz maskesiz bir dönem başlasın. Gelen kova çağının kovası da benim gibi duygusal yanı güçlü ise işimiz nanay ama. Kova çağı akıl çağıymış, bugün başlıyormuş, üç yıl sürecekmiş dengelerin yerine oturması. Anlayacağın son verecek kalbimizin işine, akıllı ol diyecek. Olacak mıyız, unutacak mıyız bu kötü günleri? 

Yine de dalga dalga özlem vuruyor kıyılarıma. Satürn, jüpiter hele bir söyleyin nedendir? 

Özlediğinin ne olduğunu bilmeden hep özler insan. Evde evli olarak kalmak, hele bu pandemide, yirmi dört saat, ana baba, çocuklar dip dibe, bekarlıktan, sultanlıktan, özgürlükten daha mı kolay sanıyorlar. Hayır, o zaman çadırda kal diye kötü bir espri yapmayacağım.  Evde kaldım diyenleri hiç anlamam. 

Handan Kılıç

17 Aralık 2020
İzmir


2 yorum:

  1. Negüzel akmış,geçişler şahane,her ruha hitap eden ne güzel bir hediye olmuş,kalemine emeğine sağlık,yeni şeylere yer açmak lazım,keşkeler yerine iyiki ler olsun hayatımızda çoğalsın hep birlikte iyikilerimiz💜

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Ebrucuğum 😘☺️ Valla Tam ters bir yazı bu kadar tutarlı olsun 😬🤭 demek tersimiz düzümüz içimiz dışımız birmiş :)) park yerinde direksiyon üzerinde bu kadar aktı :))

      Yorumla katkın için ayrıca teşekkür ederim

      Sil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...