Mayıs sonundan beri yeni bir film yazısı paylaşmamışım. Aslında mümkün olduğunca her gün bir şeyler izliyorum. Yazı her zaman yaşamın gerisinde kalıyor. Bir de tutulmalar, retrolar falan derken iyice yorulduk. Bir yerden başlayayım da gerisi gelir diyerek bir film önerisi ile dönüş yapayım.
yaratma cesareti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaratma cesareti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SOSYAL MEDYADAN BAKMAK
Önceki günkü yazıda yolumuz
yol değil demiştik. Şimdi devam edelim.
Sosyal medyada geçen sürede
aslında kafa dağıtmak isterken dikkatimizi dağıtıyor, yer yer sinirlenip
kıskanıyoruz. Evde kapalı isek, dışarıda gezenler gözümüze batıyor, diyette
isek, yiyip yiyip kilo almayanlar canımızı sıkıyor.
İnsan özünde her şeyin iyisi
kendisinde olsun isteyen bencil bir varlık. Zaten bu yönlerimizi fark edip
yontmak, kendimizden kendimizi doğurmak için okuyup gelişmek zorunda değil
miyiz?
Ama öne çıkan insanlar öyle
çukurlaştı, dikkatleri öyle dağıttı ki artık herkes kendini onlara bakıp ermiş
falan sanıyor. Hangi çileyi çektin diye sorsan on saniye açılmayan siteyi
bekledim diyecek insanlar var. Sabır da, sevgi de, emek de, başarı da
başarısızlık da her şey ama her şey internetimiz kadar hızlı anlam değiştirdi.
Mesela sosyal medya hesaplarımda
sürekli takipçi isteği alıyorum. Kimmiş, neymiş diye bakıyorum, ya bir ürünü
satan insanlar oluyor ya da parodi hesaplarla takipçi kasanlar. Gezdiği yerleri
anlatan, yediklerini paylaşanlar da çok revaçta. Doğal olmak adına nezaketsiz, inceliksiz
odunluklarını sunanlar da beğeniliyor.
Her şey görmek ve görünmek olunca
çoluk çocuk herkes kamerayı açıp canlı yayın yapıyor, kendince bir şeyler
söylüyor. İşin ilginç yanı dinleyici de buluyor.
Kitap okumayı sevip o alanda var
olmak isteyen çocuklar da, internetin hızına yetişmek için daha okumadan,
özümsemeden o kitabı tanıtma sevdasıyla bu alemde kendine bir mecra açmaya
çalışıyor. Ama sonra Sait Faik'in Abasıyanık kitabı diyerek yaptığı yanlışla
acımasız, üretmeden tüketmenin peşinde bir linç ekibinin hazır beklediği sosyal
medyanın diline düşüyor.
Yaptığı hataya gülenler acaba kaç
kitabını okudu yazarın bilinmez ama herkes sadece gülmeyi ve para kazanmayı
düşündüğü, kendinden kötülerin varlığını görüp vicdanını rahatlattığı için
toplum olarak her gün daha aşağı çekiliyoruz.
Bir de toplum içinde, gözünün
önünde yaşanan her hadisede susmayı seçip buradan farklı isimler altında her
şeye itiraz edenler var ki, "Aman sende"ci bu toplumda ölmemiş
vicdanlarını susturmanın yolunu bu şekilde buluyorlar. Bir nevi nefes almaya
çalışıyorlar ama üretime kötülüğe dur demeye pek de faydaları olmuyor.
Sonra, duyduğumuz haberler
tüylerimizi ürpertiyor. Ama içi boş ağaçlar çabuk devrilir. Kurtların kemirdiği
hangi bitki yeşil kalıp çiçek açmayı başarabilmiştir, düşünmüyoruz.
Çoluk çocuğun suçu yok. Herkes bu
hastalığa tutulunca, kültürü video çekmek, canlı yayın yapmak sanmaları çok
doğal. Onlar bu hayatın içine doğdular.
Yayınevleri de ticari düşünmekte
haklı. Sosyal medya fenomenlerinin popülerliklerinden faydalanmakta
gecikmiyorlar.
Kapağını açmadıkları kitapları
tanıtanlarla doldu ortalık. O takipçi sayılarına nasıl ulaştığını
kestiremediğim, "-de" yi ayrı yazamayan ama her gün başka, hatta bir
kaç kitap tanıtan insanlar var. Ne vakit okudun, özümsedin, üzerine düşündün ve
kendine yeni cümleler edindin de, diğer kitaba geçtin. Madem o kadar çok
okuyorsun neden bu kadar kötü konuşuyor ve yazıyorsun? diye sormak kimsenin
aklına gelmiyor.
Zaten popüler kitapların
okuyucularına bir şey demiyorum. Uyandım, osurdum vs edebimin müsaade
etmeyeceği şeyleri yazıp müthiş yazar diye kendini tanıtan insanları okuyarak
nereye varabilir bir toplum bilmiyorum. Zaten topluca bir digital çılgınlık,
tanımlanamaz bir bıkkınlık, boş bir yorgunluk yaşadığımız şu günler nasıl
bitecek artık kestiremiyorum. Bunu düşünen insanlar da umutsuzlukları
heybelerinde yavaş yavaş kendine çekiliyor.
İnsanı insan yapan asli kurucu
kitaplar vardır. Ancak böylesi nitelikli bir okuma çabası ile, suretinde
yaratıldığı insana yürür. Doğmak, var olmak değildir. Ontolojik olarak
kendinden kendine yol bulmadan hiç bir yolculuğu bitiremez insan. Bu yolculuk meşakkatlidir
ve bu gün de eğlendik hadi uyuyalım mantığı ile yürünmez. İnsanlık, dediğimiz
şey uzun bir yolculuk. Vaktini sosyal medyaya harcamak da ben yoldan gönüllü
çıktım şarkısını söylemenin başka bir şekli.
Tarımın bittiği, dolayısıyla,
kanserin, unutkanlığın, adını yeni duyduğumuz bir çok hastalığın yaygınlaştığı
günümüzde nasıl parası ve imkanı olanlar köylere dönüp organik tarımla
ilgileniyorsa kendini her türlü medyanın beyni felç eden saldırısından korumak
isteyenler de, en azından akşamdan akşama kendince belirleyeceği bir süre bu
mecralardan uzak durarak arınmalı. Kendine dair bir şeyler yaparak, pasif
izleyici koltuğundan kalkıp kendi yolunda yürümeli ki, hayatının amacına doğru
yol alsın.
İşte ben de, blogların devri
kapanalı çok olsa da, hala burada yazma inancımı kaybetmedim ama biraz daha
fazla kendime vakit ayırayım, zaten yazsam da okuyan kaç kişi var, kaç hayata
dokunabiliyorum blogta diye düşünüp uzaklaştım.
Yoksa yazmaya kalksam, her güne
düşen dert sayısında rekor kırdığım bir dönemden geçiyorum. Buraya yazmak
yerine dertlerimi sabır sosu ile içimde dinlendiriyorum. Eğer şansı yaver
giderse, bu günler günü geldiğinde kelimelere bürünüp yeni kitaplardan başını
uzatıp gülümser size.
Şansı yaver giderse diyorum,
çünkü dünya var olduğundan beri kim bilir kaç kişi, nitelikli yazmasına rağmen
hak ettiği değere ulaşamadı, o gün tanınanlar kaç nesil okundu, nasıl yaşadı,
nasıl öldü bilmiyoruz. Aslında sosyal medya fenomeni kadar da merak etmiyoruz.
İşte bunun adına da yaşamak diyoruz.
Kendinize fırsat verin,
elinizdeki telefonları bir kaç saat bari kenara bırakıp aileden, işten, evden,
çocuklardan arta kalan zamanda ki bu çok çok kısıtlı bir vakit oluyor, kendiniz
için bir şeyler yapın.
Hayatımızı israf etmeyecek kadar
dolu yaşayabilmek umuduyla...
Not : Bu yazı ilk kez 1 Mart 2018
tarihinde kaleme alındı. O günden bu güne gerek sosyal medya gerek hayatımdaki
zorluklar itibariyle güncelliğini koruması çok acı olsa da üzerine çok
düşünülmesi gereken bir konu olduğundan yayınlandı.
YARATMA CESARETİ

Öncelikle kitap konusunda çevirmenin bir notunu aktarayım:
"Bu
kitap topluma hitap etmez. Okurunu oldukça bireyleşmiş kişilerden seçmek
zorundadır."
Bu nedenle ilgilisine zevkli gelecek bu eserin kolay akmadığını belirteyim. Çeviri metin olması hasebiyle iyi bir
çevirmene denk gelinmiş olması, çevirmenin(ALPER OYSAL) uzun bir sunuş yaparak
kitabı ve yazarını tanıtması ise bir şans.
Kitabı kısaca özetleyecek olursam şöyle diyor:
İnsanlar,
normal ve anormal (psikolojik hastalık sahibi) olarak ikiye ayrılıyormuş
gözükse de bir grup daha vardır ki, yeniden meydana getirme yetisine sahip olan
sanatçılardır. Bazen sanatçıların çılgınlıkları nevroz ya da şizoid görüntüsü
verse de bu özel yeteneklerinin ortaya çıkmasıdır. Onları sevelim.
Sanatın hangi dalı ile olursa olsun ilgilenen herkese tavsiye edeceğim bu
kitabın tanıtımı için biraz detaylı bilgi verecek olursak:
Kitap 1975 yılında
Amerikan varoluşçu psikoterapisinin önemli temsilcilerinden aynı zamanda
kendisi de sanatçı olan Rollo May tarafından kaleme alınmıştır.
Varoluşçu psikoterapi insan üzerinde çalışırken onu parçalara bölmeyen ve
insanlığını bozmayan bir bilimin olanaklılığı varsayımına dayanır. Teknik
kullanmaktan hoşlanmayan varoluşçu psikoterapistler “hastadan hastaya ve
tedavinin her safhasında değişebilecek” bir tavır izler.
Yazar bu kitabın adını bulurken esinlendiği eserin PAUL TİLLİCH’in THE
COURAGE TO BE = OLMA CESARETİ olduğunu memnuniyetle belirtiyor.
Cesaret nedir sorusuna şu cevabı verebiliriz: umutsuzluğa rağmen
ilerleyebilme yetisidir.
Cesaret Çeşitleri’ne gelirsek:
1-Fiziksel Cesaret
2-Moral Cesaret
3-Toplumsal Cesaret
4-Cesaretin Paradoksu
5-Yaratma Cesareti
Yaratma cesaretine sahip olanların dine karşı bir başkaldırı içinde
oldukları sanılabilir. Bu bir paradokstur ama dinde en büyük değer kazananlar
dalkavuklar ya da statükoya en sıkı sarılanlar değil başkaldıranlar olduğu,
tarihte ermiş ile başkaldıran insanın ne kadar sık aynı kişide birleştiğinden
anlaşılabilir. Sokrates, Hz.İsa gibi.
Psikanalitik çevrelerde yaratıcılığın sık kullanılan tanımı; egoya hizmet
eden bir gerilemedir. Ancak yazar empatik yaklaşmayı benimsediğinden özde
nevrozun bir dışavurumu olarak kabul etmiyor. Yaratıcılığın kendi özel
kültürlerinde ciddi psikolojik sorunlarla bütünleştiği muhakkaktır diyerek Van
Gogh çıldırıya kapıldı. Gaugin içe kapanık (=şizoid)ti, Poe alkolikti, Virgina
Woolf ciddi bir çöküntü içindeydi örneklerini sunuyor. Bu durumların
yaratıcılığın nevrozun ürünü olduğu anlamına gelmeyeceğini belirterek ikilemden
bahsediyor. Yani bu yazarların nevrotik durumları tedavi edilse artık yaratma
yetilerini kayıp mı edeceklerdir sorusu zihinleri tırmalıyor. Ve kendisinin de
sanatçı olması hasebiyle empati kurarak yeteneğin hastalık, yaratıcılığın
nevroz olduğu fikrine karşı durarak kitap boyunca sanatçıların özel insanlar
olduklarını ispata çalışıyor.
YARATICI SÜREÇ
Bu bahse gelindiğinde şöyle bir sıralamaya gidiliyor:
-Karşılaşma. İradi ya da gayri iradi olabilir lakin yoğunlaşmanın
sonucudur.
Kaçak yaratıcılık diye adlandırılabilecek bir durum vardır. Burada sanatçı
muhteşem bir karşılaşma yaşamaz yeteneği vardır ve bir şeyler meydana getirir.
Bir de tersi vardır, yani yetenek değil karşılaşma etkindir. Mesela Amerika’da
yüksek düzeyde yaratıcı simalardan biri olan romancı THOMAS WOLFE’un YETENEKSİZ
DAHİ olduğu söylenmiştir.Onu böylesine yaratıcı kılan, kendini malzemesinin
içine tümüyle fırlatması ve bunu söylemek için gösterdiği mücadeleydi, yani
büyüklüğü karşılaşmasının yoğunluğundan geliyordu.
Bu nedenle has yaratıcılığın yoğun bir farkındalık, bir bilinç artışı ile
nitelendiğini belirtir. Önemli bir nokta da farkındalığın daha derin yanlarına
ulaşmak için kişi kendini karşılaşmaya tam teslim etmelidir. Ancak bu hal
sarhoşlukla ya da vitalite(=canlılık, dirilik, yaşam enerjisi) ile karıştırılmamalıdır.
Bir nevi vecd halidir. Gerçekten de bir nesneyi ona duygulanımsal bir
bağlanışımız olmadan göremeyiz. Bu gerekçe en iyi biçimde vecd durumunda
geçerli olabilir.
Herhangi bir tarih döneminin psikolojik ve tinsel mizacını anlamak
istiyorsanız bunu sanatın derinlerinde aramaktan daha iyisini yapamazsınız.
Dolaysız biçimde eserlerine sembollerle yansır bunlar didaktik ifadelerle olmaz
yoksa propaganda vb. hatalara düşülerek verilen eserlerde o ölçüde ifade gücü
kırılır, kültürün bilinçdışı düzeyleriyle olan ilişkileri tahrip olur. Dönemsel
özellikleri en iyi sanat eserlerinde bulmamızın sebebi de sanatın özünün
sanatçıyla dünya arasında güçlü ve canlı bir karşılaşma olmasıdır.
BİLİNÇDIŞI: Bireyin gerçekleyemeyeceği veya gerçeklemeyeceği eylem ve farkındalık
gizilgüçleri olarak tanımlıyor yazar.
BİLİNÇDIŞI VE YARATICILIK: Bu durumun aşamaları şöyle sıralanabilir:
1- Zihinde şimşek çakar.
2- Çevresindeki her şey aniden canlılık kazanır.
3- Kavrayış hiçbir zaman ıskalayan ya da denk gelen bir şey değil, kavrayışın
belirişi asıl unsurlarından biri de kendimizi verişimiz, bağlayışımız olan bir
model uyarınca gerçekleşir. Bu hamle sadece “oluruna bırakarak”, “işi
bilinçdışının halletmesine bırakarak” çıkıp gelmez. Kendimizi en yoğun biçimde
bağladığımız alanlardaki bilinçdışı düzeylerden doğar.
4- Kavrayışın çalışma ve gevşeme arasındaki bir geçiş anında gelmesi; iradi
çabanın kesintiye uğradığı ara zamanlarda olması da dördüncü aşamadır.
Psikolog POİNCARE şu soruyu soruyor: Fikirler ileri fırladıktan sonra zihinde
neler oluyor? Cevabı özetlersek bu deneyimin özniteliklerini şöyle sıralarız;
1- Aydınlanmanın birdenbireliği
2- Kavrayışın kişinin kuramlarında bilinçle sarıldığı şeye karşı çıkıp
gelişi; bir bakıma da ona karşı gelmek durumunda oluşu
3- Olayın ve onu sarmalayan sahnenin capcanlı oluşu
4- Kavrayışın az ve özlükle ortaya çıkan dolaysız kesinliğinin yaşanması
5- Konu üzerinde bilinçdışı hamle öncesinde harcanan yoğun emek
6- “Bilinçdışı emeğe” kendi başına öne çıkma fırsatının verildiği ve
ardından bilinçdışı hamlenin oluşabileceği bir istirahat (ki daha genel olan
meselenin özel bir durumudur)
7- İstirahat ve çalışmayı değiştirip durma gerekliliği
İnsanın bu süreçte yapacağı hatalardan biri tek başınalığın kaygısını
sürekli kışkırtılan oyalanma ile önlemek olur. Bilinçdışından gelecek
kavrayışları yaşamımıza alabilmek için kendimize tek başına olabilme yetisini
kazandırmak zorunda olduğumuz aşikardır.
Yaratıcı karşılaşmanın muhteşem örneği iki sanatçının yaptığı bir çalışmada
verilmiştir. Yazar JAMES LORD ressam ALBERTO GİACOMETTİ’ye poz vermiş ve eserin
çizimi esnasında ressamın yaşadıklarını açık açık anlatmıştır.
YARATICILIĞIN SINIRLARI:
Yazar, “insanın olanakları sınırsızdır” tezine katılmıyor ve bunun şevk
kırıcı olduğunu söylüyor. Bu birini kayığa oturttuktan sonra “Hadi bakalım, tek
sınır gökyüzü!” diyerek İngiltere’ye doğru okyanusa itmeye benzer diye ekliyor.
Oysa kayığın içindeki diğer kaçınılmaz sınırın okyanusun dibi olduğunun da
pek tabi farkındadır. Bu da bize sınırların sadece önlenemez değil bir de
değerli olduklarını gösterir. Yaratıcılığın kendisi sınırları gerektirir; çünkü
yaratıcı edim insanı sınırlayan şeyle birlikte ve ona karşı ortaya çıkar.
Hasıl-ı kelam; sanat eserinin özgün olabilmesi için karşılaşmadan doğması,
yeterince demlenmiş duygu yoğunluğunun olması, bilinçdışını harekete geçirmesi
ortaya çıkanın biçimle sınırlanması ama sınırların tutkuların denetiminde
biçimlendirilmemesi gerekir.
Yaratıcı süreç biçim için duyulan bu tutkunun dışavurumudur. Parçalanmaya
karşı bir mücadeledir yaratıcı süreç: Uyum ve bütünleşmeyi doğuracak olan yeni
varlık türlerinin varoluşa getirilmesi mücadelesi.
Platon’un bize özet olacak çarpıcı bir öğüdü var:
Bir yolu hakkınca yürümek isteyen biri gençliğinde güzel biçimleri ziyaret
ederek başlamalı; eğer ilk başta eğitmeni tarafından yolu ona bu güzel
biçimlerden sadece birini sevecek şekilde doğru olarak gösterilirse, bu tek
sevilenden doğru ve güzel düşünceler yaratacaktır; ve sonra o tek olanın
biçiminin güzelliğinin bir diğerinin güzelliğine benzer olduğunu ve her
biçimdeki güzelliğin tek ve aynı olduğunu kendi kendine algılayacaktır.
Kısa alıntılarla bahsettiğim kitap defalarca okunabilecek önemli bir eser. İlgililere tavsiye ediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum
Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...

-
Ülkü Tamer şiirinde “ Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen ” diyor ya, düşündüm de ben hiç kuş vurmadım, yuvasını bile bozmaya korkarım...
-
" Bazen ama bir insanla bir şey olur" der şair. Ne sır dolu bir mısradır. "BİR ŞEY" Her şey olabilir bu ya da hiç b...
-
Hayat güzel anılar biriktirdiğimiz bir yolculuk. Bu blog da benim arşivim. Sosyal medya platformları ve handankılıc.com adresi emaneten biz...