ZERKALO AYNA Andrei Tarkovsky


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 88.FİLM 

-Spoiler içerir -

Şiir gibi bir filmi iki kez üst üste izledim. Hiç sıkılmadım. Defalarca izlenecek kadar güzeldi. Bunun üzerine film ile ilgili bir kaç yazıya baktım. Sözü uzmanlarına bırakayım kendime de arşiv olsun diyerek buraya linklerini bırakmak istediğim alıntıların ilk yazısı şöyle:

"Sinema, insanlığa hiçbir şey öğretemez,
çünkü insanlık, hiçbir şey öğrenemeyeceğini,
son dört bin yılda yeteri kadar ispatlamıştır…” Andrei Tarkovsky

İsveçli yönetmen Ingmar Bergman’a göre Andrei Tarkovsky, sinema yönetmenlerinin en büyüğüdür. Tüm hayatı boyunca yumrukladığı ve ancak birkaç kez süzülmeyi başarabildiği kapıları, Tarkovsky büyük bir tabiilikle dolaşmıştır. Çünkü onun için sinema –sanat- duadır. Filmleri, tanrıyla arasında kurduğu yegâne bağdır. Yapıtlarında ruhunu zincirlerinden kurtarır ve yaratıcının huzuruna çıkartır. Tanrısız bir sanata inanmıyorum, der Tarkovsky, sanatın anlamı yakarmadır. Bu benim yakarışım. Eğer bu dua, bu yakarış, benim filmlerim insanları Tanrı’ya yöneltebilirse ne mutlu bana…

Rus yönetmenin filmografisi on iki dizelik lirik şiir biçiminde ele alınırsa, Zerkalo (1975, Ayna) en kişisel mısrası olacaktır. Karanlık geçmişin, sessiz bir tablosudur Zerkalo. Savaş esnasında yitirilen çocukluğun olanca saflığına tutulmuş aynadır. Tarkovsky’nin ailesi uğruna yaktığı hüzünlü –ve bir o kadar özlü- ağıttır. Tam da bu sebepten; sanat eserlerini kalıplara sokmayı ve üzerinden kuramlar türetmeyi büyük bir meziyetmiş gibi gören entelektüel kesim tarafından, asla gerçekten anlaşılmamıştır. Entelektüel her türlü okumadan bağımsız olarak, Tarkovsky eserlerini insan ruhuna seslenme amacıyla çeker. Onun filmleri sadece hissedilmelidir. Zira ‘anlaşılma’ çabası içerisinde izlenen ve –doğal olarak- anlaşılamayan Ayna’yı karmaşık oluşuyla suçlamak; Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosunu yeterince parlak bir tepsi olmadığı veya Balzac’ın Vadideki Zambak romanını şöminede yeterince harlı yanmadığı gerekçesiyle suçlamaktan daha mantıklı değildir.

Ayna; ölüm döşeğindeki bir adamın anılarının bilinç akışı tekniğiyle anlatıldığı, düşlerin gerçeklikle iç içe geçtiği bir hikâyedir. Film süresince yüzünü göremediğimiz Aleksei’nin anıları ve pişmanlıkları, Tarkovsky’nin geçmişiyle büyük oranda örtüşür.

Taflan Deniz yazısının devamı için tıklayınız.








Ekşi sözlükte de şöyle geçmiş filmin bahsi:

'kitabın bir para kazanma yöntemi olmadığını,bir ifade biçimi olduğunu kavrayamıyor.'' 

 ''şiir, ruhu harekete geçirmek içindir, putperestleri beslemek için değil''



bu sözler doğrultusunda izlenmeli zerkalo. karmaşık bir zaman dizilimi içinde bir çocuk ve babasının anıları, bağlı bulunduğu büyüleyici kuzey atmosferinde, sinemasal tadında anlatılıyor. anılar... bizi biz yapan, fotoğraflarda olduğundan çok daha kanlı ve canlı olan anılar. belleğin sisli ülkesinde saklanan güneşvari, kendini gösterince tüm alacalığı dağıtan tutamaklar. filmde, bu anılar öylesine fotografik ve basitliğin mistik gücü eşliğinde anlatılır ki, tarkovski'nin neden büyük bir yönetmen olduğu asıl bu filminde anlaşılır. siyah-beyaz gerçek savaş ve yıkım görüntülerinin birer eleştiri olduğunu kabul edebiliriz ama asıl işlevi o anıların yer aldığı yıllığı içine alan katmanı seyirciye hissettirmek ve filmi sarmalamaktır. ülkesinde gösterimi hiç de kolay olmayan bu film sansüre takıldıysa sebebi, onu anlamayan sovyet yurtseverlerinin algılama özürüdür. 


insanın anılarından başka neyi vardır soyut dünyada? rüzgarın otları ve ağaçları dalgalandırması, bir horozun ölüm sahnesi ve anneyi tanıyor muyum? sorusu, sütün yere damlayışı, halka biçimli buğunun dünyanın en güzel tekniğiyle doğal yok oluşu, yağmurun yangınla beraber yanışı. yangın anıları sarmalayan bir başka çeper. kim ne derse desin, savaş bu anılarda önemli bir pay sahibi. anne ve baba ilişkisi, anıların paralel tekilliği ve aynı zamanda çoğulluğu bunlar yadsınamaz imgeler. 

tarkovski, sadece sezdiriyor bize, gerisi izleyiciye kalmış. ne hissediyorsan öyle yaklaş filme ya da sadece izle. 


ayna, dünya ve biz baktığımızda, gördüklerimizle yetindiğimizden çok daha fazlasını görürüz onda. anılar arkası sırlanmış bir camda bize gösterilendir ya da değildir kim bilir?

"ağaçlar hiçbirinin acelesi yok. oysa biz etrafta koşturup, yaygara koparıyoruz ve sıradanlığımızı haykırıyoruz. çünkü iç doğamıza güvenmiyoruz. sürekli şüphe içindeyiz ve telaşlıyız. durup düşünmeye zamanımız yok."

filmi izleyeli baya oluyor, ama baba tarkovsky şiirlerine olan aşkım trois couleurs bleu filmindeki finalle tavan yapmış durumda. sevgi benim şiirim. adı sevgi mi bilmiyorum aslında ama sevgi yani. 

"kelimeler bazen tüm duygularımızı ifade etmeye yetmiyor, çok sönük kalıyor.. 

rüyamda seni gördüm."

çok not almışım ama sadece yazmak istediğim "rüya". 

sevgili kalbime rüya.

(tek izlerken tek olmama üzüldüğüm filmler vol 2)


sanılanın aksine filmdeki şiirleri tarkovski'nin babası değil, ünlü sovyet tiyatro ve sinema oyuncusu olan inokenti smoktunovski okunmuştur. fakat şiirler arseni tarkovski 'ye aittir. arseni tarkovski ise andrey'in babasıdır.

matematiksel bir tutarlılıktan bağımsız bir andrey tarkovski filmi.

insanların küçük hayatlarda kendilerini görmeleri, daha önce hiç bulunulmamış yerlerde yaşanan dejavular, hayatlarımızın birer aynadan yansıyormuşçasına birbirleriyle ortak noktalar barındırdığını simgeliyor. yaşantılarımızın her ne kadar farklılarsa da, aslında bir o kadar ortak oldukları. babalarını taklit eden çocuklar, yaklaşık olarak aynı toplum düzeninden geçmiş, benzer travmaları yaşamış zihinlerimiz; birbirlerimizin aynalarıyız biz. bazen baba ve oğul arasında, bazen de dünyanın öteki yüzündeki insanlarla aynı fikirleri, benzer yaşamları paylaşıyoruz. bu döngüselliğin sonu biz olmayacağız. anneler, çocuklar, dedeler, babalar, torunlar her zaman var olmaya ve birbirlerini taklit etmeye, benzer arzular ve amaçlar barındırmaya devam edecekler. çocuğunun kendine, karısının annesine benzememesi için eski eşine evlenmesi önerisinde bulunan adamın, bunu yapma sebebi çocuğunda kendini görmesidir ve benzer bir yaşamdan kaçınmasını istemesidir. şiirde söylendiği gibi ''tek bir masa dedeler ve torunlar için''*

tarkovski'nin şiirsel bir anlatım kullandığı, gündelik işlerimizi duygularımızı törpülemeden sade bir anlatımla gösterdiği filmde, herkes kendinden bir şeyler bulabiliyor. anlatılan toplumun parçası olmak bu işi kuşkusuz kolaylaştıracaktır. 

film aynı zamanda sadece arseni tarkovski şiirleri ve bach dinlemek için de izlenebilir durumda. kendinizi müziklerin ve seslerin akışına bırakıp filmi anlamlandırmaya çalışmamak daha anlamlı olabilir. ben anlamlandırmaya çalıştım ama çok yanlış gelmiş olabilirim. filmin konusunun, amacının çok dışında algılar oluşturabilirim. tarkovski'nin belirttiği üzere film üzerine yazılmış hiçbir yazılı kaynak yokmuş. anlamak istediklerimizi anlamamızı ve bunlarla yetinmemizi istemiş olsa gerek.

tarkovski'nin filmin bir sahnesine dair anlatım tekniğini açıkladığı bir yazıyı da beğendim. paylaşayım.

''ayna'daki kadın kahramanımızla anatoli solonizin tarafından canlandırılan meçhul adamın karşılaştığı sahnede, görünürde tesadüfen karşılaşan bu iki insan arasındaki bağı, adam görüntüden çıktıktan sonra da sürdürüp işlemek bizim açımızdan çok önemliydi. bu adam giderken kadın kahramanımıza dönüp 'anlamlı' bir bakış fırlatsa her şey fazlasıyla belirgin, tek boyutlu olur, yanlı bir anlam kazanırdı. aklımıza tarladaki rüzgar sahnesi böyle geldi. rüzgar o kadar ani çıkar ki meçhul adamın dikkatini çeker, onu o yöne bakmaya zorlar... böyle durumlarda kimse yaratıcının elindeki kozları göremez, somut bir maksat peşinde olduğunu kimse kanıtlayamaz.''

tarkovski anlatılmak istenenin basit bir ifadeyle, seyircinin gözüne sokarcasına ifade edilmesinin, seyirciyi perdeye yansıtılan olaydan duygusal olarak koparacağını söyler. olaydan duygusal açıdan kopan seyirci, tasarıyı ve bunun nasıl gerçekleştirildiğini değerlendirmeye başlar. filmin akışından bağımsızdır artık. tarkovski'nin şiirsel sinema anlayışı bu gibi durumlara yer vermemek adınadır.

ek: tarkovski'den bir açıklama.

''insanlar ayna'yı gördükten sonra bu filmin ardında, şifrelenmiş gizli ve farklı herhangi başka bir gaye yatmadığına onları ikna etmek çok güç oldu. filmin gerçeği söylemekten başka bir amacı olmadığını açıklamaya çalıştığımda hep kuşkuyla karşılandım, insanlar hayal kırıklığına uğradı.

bazı seyirciler için bu açıklamalarım gerçekten de pek tatmin edici olmazdı. gizler, simgeleri gayeler peşinde koştular durdular. çünkü onlar filmsel, görüntüsel şiire alışık değillerdi, ki bu da beni büyük hayal kırıklığına uğrattı.''23.06.2014 20:31 freddie mercury nin disleri

film tarkovskinin hayatından, anılarından süzülmüştür. filmde bütünsellik aramadım, film kurgusallıktan arınmıştı çünkü. sanki tarkovskinin bilinçaltında geziyordum izlerken. 

herkes kendini bir şekilde ifade eder kimi sözler kimi şiirler kimi bakış.. tarkovskinin kendini kendine dahi en iyi ifade ettiği yer şüphesiz ki film. 

o zaman, hep bu dokunaklı şiirlerin, filmlerin failleri ifade gücü yüksek insanlar mıdır yoksa derin, içsel, naif, samimi, eşsiz benlikleri mi dir onları fail kılan? tarkovski bu iki cevabı üstünde taşıyan bir insan. 

ayrıca bilinç ne de bütündür öyle ne geçmişe uzaktır ne şimdiden kopuk. tarkovski gösterir ki bilinç zaman boyutundan münezzehtir.


ayna'nın adı dahi ne güzel... aynaya ne için bakarız? anlamak için mi görmek için mi? görmeyi ne için yaparız? anlamak için mi? anlamak için göreyim der miyiz? bazan. görürüz ve anlarız, arada bir bağıntı var mı? görmeden anlayamaz mıyız? anlayabiliriz. gördüğümüzü anlamadığımız olur 


Üçüncü alıntı yazı için tıklayınız: 

Ayna’nın en gizemli yanı, arka plandaki anlatıcının varlığıdır. Anlatıcı, sanatçının bizzat kendisidir aslında. Gerçekte, öyküyü eni konu anlatan bir anlatıcıdan söz etmiyoruz burada. Varlığını hissettiğimiz, derinliklerine kendi gözleriyle şahit tutulduğumuz, bazen şiir okuyan, bazen annesiyle garip ve hüzünlü telefon konuşmaları yapan, bazen de anılara dalan, öykünün asıl kahramanı, içine ayna tutulan sanatçıdır bu.
Tarkovsky’nin Ayna’da yaptığı şeyi “değerli olan anların şiirsel renklerle süslenmesi” olarak özetleyebiliriz. “Anlara bu derinlemesine dalış” bir taraftan filme, genel anlamda bir şiir kıvamı verirken diğer yandan anların “somut kaynağıyla yeniden karşılaşma” sonucunda onların “şiirsel niteliğinin zedelenmesi” sonucunu da doğurur. Bu karmaşık yapı Ayna’nın “en orjinal ilke”sidir bir bakıma. Bu İlkeyi şu şekilde ortaya koyar yönetmen: “Olayların mantığı, kahramanın eylem ve davranış tarzı görünürde bozulur; sonra da bundan kahramanın düşünceleri, anıları ve düşleriyle ilgili bir öykü çıkartılır. Kahramanın hiç, daha doğrusu geleneksel dramatürjiden alışıldığı şekliyle ortaya çıkmadığı durumlarda bile bu, olağanüstü bir etki yaratmamıza, oldukça özgün bir karakter geliştirmemize, bu kahramanın iç dünyasını gözler önüne sermemize yarayabilir. Kahramanın kendisi hiç ortalıkta görünmez. Ancak onun neyi nasıl düşündüğü konusunda çok açık, sınırları belli bir fikir edinmemizi sağlar.”[4]
Tarkovsky, “rüyanın öyküsü”nü, hayatın görünür ve doğal biçimlerine sadık kalarak perdeye yansıtma çabasında olan bir yönetmen olarak farklı teknikler kullanır. Ayna’daki yapı, bildik tekniklerin ötesinde bir yapıya ve kurguya sahiptir. Salt kurguyu önemseyen bir sinema anlayışından farklı olarak yönetmen, izleyicinin sunulan öyküden yola çıkarak gördükleri ile kendi tecrübelerini bağdaştırmasını ister gibidir. Böylece yönetmen, izleyicinin, sınırlarını aşmasına yardım etmiş ve filmini, sadece bulmacalardan kurulu bir öyküden ziyade insanın duygu yoğunluğuna seslenen ve eline alıp kendi yüzüne bakabileceği bir “ayna” haline getirmiş olur. Ayna, insanın sadece entelektüel yanına hitap eden ya da benzetme ve imgelerden kurulu bir sinema filmi değildir. Dolayısıyla Ayna’ya bakan izleyici, klasik bir kurgudan ve takip edebileceği bir senaryodan yoksundur. Tarkovsky, öyküyü ortaya koyarken diğer filmlerinde olduğu gibi özel yöntemler kullanır: Şiirsel anlatım, ani geçişler, geriye dönüşler, anların ağır çekim rüya görüntüleriyle zenginleştirilmesi ve böylece zaman/mekan kavramlarının silikleştirilmesi, etkileyici müzikler, kendisini sürekli hissettiren dramatik hava, kameranın lirik gücü, düşlerde yapılan yolculuklar, siyah-beyaz ve renkli görüntülerin ahengi. Olayların ard arda akışından ziyade kamera görüntüleri ön plandadır Ayna’da. Kamera teknikleri ve geçişler kusursuzdur. Bir rüyada olduğunu ya da bir bambaşka bir gerçeklikle yüzleşmek durumunda kaldığını hisseder izleyici.
Ayna’da, üzerinde durulması gereken en önemli mesele, filmdeki “zamansızlık” ya da “tüm-zamanlılık”tır. İzleyici zaman kavramından yoksun bırakılmıştır. (Bir aynaya uzun süre baktığınızda söz edilen duyguya kapılır insan). Bunun, “anların zamansız oluşu” ile yakın ilgisi vardır, zira “anlara dalışta” zamanın ve hareketin kurallarından bağımsızlaşır insan zihni. Örneğin, annenin saçlarını yıkarken saçlarından suyun süzülmeye başlamasıyla birlikte yukarıdan, evin tavanından ve duvarlarından sular akmaya başlar; böylece zaman, mekan ve hareket ortadan kaldırılmış olur ya da masadaki kahve fincanının buğusunun buharlaşmasıyla akıp giden ve buharlaşan zaman gösterilir bize veya uzaktaki çayırlarda ve yapraklarda esen rüzgarla kalbimizde hükmünü icra eden aşkın sonrasızlığına şahit tutuluruz. Bunu yaparken kullanılan mekanlar, anlara dalıştaki zamansızlığı ve mekansızlığı daha da güçlendirir. Filmin lirik akışına, pastoral bir anlatım katılmış olur böylece. Tarkovsky’nin yaptığı “özgün, bireysel bir zaman akışı yaratmak” ve kendi içinde “varolan dalgın, hayallere kapılmışlık ritminden taşan, coşan, hareket ritmlerine kadar uzanan tüm özgün zaman duygusunu yansıtmaktır.”[5]
Böylece Ayna’da Tarkovsky, aynanın yüzeyinde zamansızlık ve mekansızlıktan ötürü oluşmuş olan buğuyu silerek orada karşılaşılan görüntüler aracılığıyla izleyicinin kendi gerçekliği ile yüzleşmesine imkan vermiş ve onu “gerçek hayatın kesintisizliği ve beklenmedikliği” üzerinde düşünmeye yöneltmiş olur. Sanatçı, Ayna’ya bakan izleyiciyi “filmin ardında başka hiçbir gizli, şifrelenmiş bir gaye yatmadığına ikna etme”nin güç olduğunun farkındadır. Ona göre Ayna’nın, “gerçeği söylemekten” başka bir amacı yoktur; dolayısıyla “gizler, simgeler, gayeler, peşinde koşmak” Ayna’daki gerçeklikten uzaklaşmak anlamına gelecektir. İlk bakışta zor gibi görünen bir durumdur bu fakat “görüntüsel şiire alışık” olanlar ve Tarkovsky bakışını, Tarkovsky dilini bilenler, gerçeklikle ve kendileriyle ilgili bu örtüyü nasıl kaldıracaklarını ve örtü kalktığında neyle karşılaşacaklarını bilirler."







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...