Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

 

Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kendine gelemiyor insan" notlarıyla görünce izlemeye başladım. Son iki bölüm kaldı. Bitince öyle hissedeceğimi sanmıyorum ve açıkçası Donny'nin hikayesini zor izlesem de asıl merak ettiğim ona acıdığını söyleyerek hayatına aldığı Martha'nın hayatıydı. 

Bitti. Bütün olay 6-7. bölümdeymiş, sert vurdu ve gol attı. Ama hala Martha'nın hayatını merak ediyorum ve son sahnede ona dönüşen Donny'nin ikinci sezonu da çekeceğini düşünüyorum.     
Çok iyi tespitler vardı. Acı tecrübeleri izlemek zor olsa da çıkarımlar güzeldi. Komedyenlik nasıl gidiyor sorusunu "Vazgeçtim, insanın en çok istediği şeyin kendisine uygun olmadığını fark etmesi gibisi yok," diye yanıtladığını aktarayım ve izlemek isteyenleri kendi cümlelerini seçmeleri için özgür bırakayım.

Okuduğum bazı yorumlarda aslında Martha'nın Donny'nin hikayesiyle içindeki dişil ses misali olduğunu söyleyenler vardı. Kaçtığı kadın bir nevi gölgesiydi. Ona daha ağır travmalar bırakan adamı değil de kadını şikayet ederek kolaya kaçması Donny'nin nasıl bir insan olduğunu da gösteriyordu. Sanırım benim açımdan tek cazip yanı kendiyle izleyici önünde hesaplaşma cesareti.  


İskoç Komedyen Richard Gadd’ın kendi hayatındaki bir travmayı yazıp yönetip başrolde de oynaması, bu travmayı tekrar yaşaması ve bütün dünyayla paylaşması gerçekten zor bir konu.

Bu konu üzerine daha fazla fikir beyan etmeyeceğim ve işi uzmanlarından birine bırakacağım.

Misal klinik psikolog Rüveyda Yılmaz şöyle güzel bir analizi yapmış x'te.
Rüveyda Yılmaz

@RuveydaCelenk

Baby Reindeer Dizisi ile ilgili analizlerim. Yazdıklarımı okurken, bunların birçoğunun benim çıkarımım olduğunu unutmayın 


SPOILER SPOILER SPOLER Donny, agresif, sert ve “gülmeyen” bir baba ve şefkatli bir anne tarafından yetiştirilmiş. Bence Donny’nin komedyen olmaya (insanları güldürmeye) kafasını takmış olmasının sebeplerinden birisi babasında neredeyse hiçbir mimik olmaması. Babasını güldürememiş ama belki diğer insanları güldürebilir! Nitekim, Martha bara ilk girdiği gün Donny’nin dikkatini çeken şeylerden birisi de Martha’nın pervasız, sesli ve kendine has gülüşü idi. Yani Martha’dan -iç dünyasında- vazgeçememesinin sebeplerinden birisi Martha’nın ona olur olmaz gülmesi, ona olan hayranlığı. Donny’nin cümleleri ile: “Martha beni görülmek istediğim gibi gördü.” Donny’nin Martha’da bulduğu bir diğer şey ise kendisini onunla daha “erkeksi” hissetmesi idi. "Başkası gibi olmak rahat olmamı sağladı, şey gibi biri, ne bileyim, erkeksi biri” diyordu. Benzer bir erkeksiliği trans olan aşık olduğu sevgilisi Teri ile hissetmiyordu. Teri ile ereksiyon problem yaşarken, Martha’nın fotoğrafına bakıp kendini tatmin edebiliyordu. Teri güçlü bir karakterdi, eşit ilişki kuruyordu, Martha gibi Donny’e hayran hayran bakmıyordu. Sonunda Donny, Martha ile cinsel ilişkiye gerçekten girdikten sonra Teri ile aralarındaki cinsel problemler düzeldi. Çünkü kendisini “erkek” gibi hissetti. Donny, Teri’ye aşık olmuştu çünkü Teri kendisi ile barışık bir karakterdi. Donny ise, tam tersi, kendinden nefret ediyordu. Zaten kendisi de “kendime olan nefretim, ona olan aşkımdan üstün geldi.” dedi. Martha ve Donny arasındaki en kilit nokta şuydu bence: Martha, Donny’nin yaralı olduğunu gören, onu anlayan tek kişi idi. İlk defa bir yere kahve içmeye gittiklerinde Martha, sertçe Donny’nin bileğini tutup “Sende derin yaralar var. Kimdi o? Kimdi o? Kimdi o?” diyerek sesini yükseltmişti. Zaten Donny tam da bu sahneden sonra Martha’yı evine kadar takip etmişti (onu daha çok merak etmişti.) Cinsel ilişkiye girdikleri sırada da Martha ona "Birisi senin canını yaktı, değil mi?" diye sormuştu. Donny, Martha'ya acıyordu. Bu acıma hissi, aslında kendi kendisine acıma hissi idi. Çünkü Donny, Martha ile tanışmadan önce, komedyen olma hayali peşinde koşarken, hayran olduğu bir yazar olan Darrien tarafından tecavüze uğramıştı. Donny, aslında bu yazara aşık değil ya da onunla seks yapmak istemiyordu; sadece hayrandı. Darrien ise bu hayranlığın ve aralarındaki asimetrik ilişkinin farkında ve bu ilişkiyi manipüle etti. Darrien’in de yüzünde herhangi bir duygu belirtisi yoktu dikkat ederseniz. Mimikleri yok denecek kadar az oynuyordu (aynı Donny’nin babası gibi). Çünkü gerçek hislerini ve arzularını ifade edemezdi. Asimetrik ilişki içerisinde olanların bu konularda etik olarak ekstra hassas olması gerekiyor. Çünkü aşağıda olan kişi ister istemez manipülasyona açık oluyor. Birçok sektörde, kurumsal firmalarda bile, bu asimetrik ilişkiyi kullanıp ötekini taciz edenlerin sayısı çok fazla. Her neyse, tacizlerden sonra bir de tecavüze uğrayan Donny travma sonrası stres bozukluğu geçiriyor ve “yeniden sahneleme” dediğimiz şeyi yapıp erkek-kadın birçok insanla cinsel ilişkiye giriyor. Buraya kadar muhtemelen sadece kadınlarla olan Donny, biseksüel bir yaşantıya doğru kayıyor. Saatlerce mastürbasyon yapıp kendisini uyuşturuyor. Aslında kendi bedeniyle ilişkisini koparıyor böyle yaparak. Tam böyle depresif bir durumdayken Martha ile tanışıyor. Martha acınası bir kişi, ben değilim diyerek kendi kendisini kandırıyor. Donny dizinin sonlarına doğru Martha’nın ses kayıtlarını takıntılı bir şekilde dinleyip onlara bağımlılık geliştirdi. Çoğu zaman koşarken dinliyordu. Martha'nin Donny ile ilgili yakalamış olduğu bir diğer şey, Donny'nin sürekli "kaçtığı" idi. Donny, Martha'nın ses kayıtlarını dinleyerek aslında hem kendi bağlanma ihtiyacını gideriyordu (çünkü ikisinin arasında füzyona benzer bir şey vardı), hem de Martha'nın onda ne bulduğunu hala anlamaya çalışıyordu. Kendisinden bu kadar nefret ederken, bir ötekinin (Martha'nın) onda ne bulduğunu keşfetmeye kafayı takmıştı. Martha'nın hikayesini pek bilmiyoruz. Ama huzursuz bir ailede büyüdüğünü ve tek kaynağının bebek Rengeyiği oyuncağı olduğunu biliyoruz. Donny ile onu özdeşleştirdi. En son mahkemede hapse mahkum edilirken bile, küçük rengeyiğim diye ağladı. Yani hapse girmekten ziyade Donny'den kopacağı için ağlıyordu orada.
Devamı ve yorumlar için sayfasına bakabilirsiniz. 

Kuş Uçuşu Üzerine Bir Değerlendirme (Netflix)

 "Bu bir av ve avcı hikayesidir. Ormanda gizlenen bir aslan ve yüksekten uçan avcı bir kuşun hikayesi…."

Bu cümleyle başlayan dizi, 

"Dünyada iki tür trajedi vardır: 
Biri istediğin her şeyi elde etmek.
Diğeri istediğin hiç bir şeyi elde edememek." cümlesiyle bitti.

Kuş Uçuşu dizisini geçen hafta Netflix’te izledim ancak yazma fırsatı buluyorum. Üçüncü sezona başlarken yayınlandığı tarihlerde bir iki gün içinde üst üste izlediğim dizinin önceki sezonlardaki tüm detaylarını hatırlamasam da genel konunun şunlar olduğunu düşündüğümden geriye dönüp bakma ihtiyacı hissetmedim. 

Kuşak ve sınıf çatışması, zamanın değişim hızı, değerlerin farklılaşması. 

Uzun uzadıya bir değerlendirme yapmayacağım ama bir şeyler de söylemek istiyorum:

Dizide Y kuşağıyla Z kuşağının, değerler, emek, hedonistlik, faydacılık gibi konulara yaklaşımlarını anlatırken av-avcı metaforunun hakim olduğu bir senaryo var. 

Sinirleri çelik gibi olanların kazanabildiği yarışlar, sürekli zirvede olmak için savaşma hali ve Y kuşağının aslan metaforuyla anlatılması, disiplinli çalışkan ahlaklı olması, Z kuşağının ise zevk peşinde koşan, kısa yoldan zirveye ulaşmak için her türlü entrikayı deneyen, ahlak anlayışı değişmiş, birinin ayağını kaydırmaktan imtina etmeden kazanılan zaferlerin sarhoşluğunu yaşayan yırtıcı bir kuş ile metaforlaştırılması ve bir marka, güvenilir bir isim olmaktan ziyade bir an önce para kazanıp hayatını yaşamak şeklindeki yaklaşımına göndermeler yapılıyor. 

Yer yer aslan ve kuş metaforu üzerinden bir üst anlatıcının, dış sesle aslan ve kuşun ruh hallerini verdiği dizide ikisi arasındaki farkı sağlayan değerlerin ne olduğu ise çok belli değil. 

"Sert çıkışların sert düşüşleri olur. Kısa yoldan zengin olmaya ünlü olmaya çalışmayın, kuş uçuşu ilerlemenin bedelini ödersiniz" gibi dersler verilmeye çalışılsa da burada kuşak çatışması kadar sınıf çatışmasının olduğunu görüyoruz. 

Düşse de babasının dış işleri forsuyla yeniden ayağa kalkan Müge'lerin, düşünce villasında, hobilerine zaman ayıran Lale'lerin karşısında, düştüğü an taşraya dönmek zorunda olan Aslı'lar ile sunuculuk yerine tekrar müşteri hizmetlerinde telefon operatörü olan Yusuf'lar var. Ölümüne savaşmaları bu yüzden. Ne kadar çalışsa da yükseleceği yerler de belli. Bu ülkenin, bu dünyanın bir raconu vardır ve sektörlere göre herkes ait olduğu sınıf içinde ilerleyebilir. Üst sınıfla kavgaya tutuşamaz. Aslanlarla aslanlar, kuşlarla kuşlar bir alemdedir.  

Ancak günümüzde dönüp sosyal medyaya baktığımızda Instagram, TikTok gibi platformlarda hiçbir ciddi emek, zamana yayılan bir çaba harcamadan ünlü olan, yıllarını eğitime vermiş, mesleğini düzgün şekilde yapmaya çalışan insanlardan çok daha fazlasını kazananlar olduğunu görüyoruz. 

Değerlerin değişmesiyle, ne yolla başardığı değil sonuçta para kazanıp kazanmadığına bakılıyor herkesin. Gençler kadar yaşını başını almış insanlar da bu tuzaklara düşüyor. Ama bir yandan da internet sayesinde televizyonların, hakim dilin, hakim zümrenin egemenliği bir nebze de olsa kırılıyor. Bu sefer de sesi çok çıkanlar, aymazlar öne geçiyor. Vasatın yükselişini görüyoruz ama Meb sisteminden geçmiş diplomalıların, ne yaparsa yapsın aslanlar gibi vasatın üstüne çıkacakları bir eğitim sistemine hiç bir zaman ulaşamayacaklarını da biliyoruz. 

Dolayısıyla ekonominin orta sınıf diye adlandırdığı kesimin yok olmasıyla işinde gücünde olan insanlar kırgınlar ordusu şeklinde nefes alıp veriyor uzun zamandır. Bunlar arasında X,Y,Z kuşakları var elbette. Yaşıyor diyemiyorum çünkü işe gidip gelmek ve cep telefonundan dünyaya bakıp dizi izlemek yaşamak değildir. Ama bu hayattan çıkıp gidebilme cesaretine de en çok Z kuşağı sahiptir. Çünkü gençlik hala umut edebilmektir.   

Fırsat eşitsizliği nedeniyle ait olmadıkları sınıfın ekonomik şartlarına rağmen üstün başarılarıyla yükselenlerin de bu topraklarda bir şekilde alaşağı edildiğini ve o vakit aslanların asilce değil kalleşçe de davrandıklarını, hiç bir şey olmasa hukuk üzerinden başlarına bir iş açıp attıkları iftiralarla yollarından kaldırdıklarının da farkındalar. Bu nedenle X,Y gibi romantik hayaller, kaybolacak idealler peşinde değiller.  

Herkesin bir gün on beş dakikalığına ünlü olduğu dünyamızda insanlar da değerler de tüketim malzemesi olarak kullanılıp atılıyor. Bu tüketim hakim zümre içinde var ama onlar için sonuç en fazla yaşadığı yeri değiştirip daha ferah alanlara gitmek oluyor. Her ne kadar dizide sıkça Datça'da taş boyayarak zamanını değerlendirenlerle dalga geçilse de dişliler arasından kurtulmuş ve oraların keyfine varmış bu kimselerin mutsuz olduğunu görmedim. 

Sistem yeni ve taze yüzlere yer açıp kısa sürede onu da tüketip yeni kurbanını buluyor. Elbette böylesi bir düzende herkesin zamanı gelip geçiyor. 

"Yakarsa dünyayı garipler yakar" lafı da yanlış değil. Ne yaparsa yapsın zamanı gelmeyen, görülmemiş, duyulmamış, gezememiş, eğlenememiş, sanatı fark edilememiş, yazdıkları okunmamış insanların ülkesi burası. 

Medyayı elinde tutanların istediğini yok edip istediğini parlattığı sahte bir dünya. Burada ayakta kalabilmek için gerçek iç disiplin sağlayacak değerlere ihtiyaç var. Yoksa içi boş bir ağaç gibi yıkılır gider herkes. 

Sadece şimdinin sorunu da değil bu hatta şimdi internet şansı yaver gidene büyük avantajlar sağlıyor. Eskiden kültür sanat dünyası da sen ben bizim oğlan arasında dönerdi. Gücü elinde tutan üç adamı arasında gezdirirdi bütün programcılar. Hala da öyle. Televizyon seyretmiyorum lafları ile izleyenleri aşağılayan herkesin de televizyona çıkmak için uğraştığı ve yazarların bile çok seyredilen bir programda konuk ya da bir dizide konu olmadan kitaplarının satmadığı bir dünyadayız. Yalan dünyada. Ama o ayrı konu.   

Günümüzde kolay kazançlarıyla, illegal yollar dahil haksız para kazanıp sınıf değiştirdiğini sanan ama ancak üst sınıfın maşası olabilen insanlar da akıllı gayrimenkul yatırımı yaptıklarında bu konuda bir danışman desteğiyle ilerlediklerinde dünyada rahatça yaşadıklarını, istedikleri yere gidip istediği eğitimi alarak yetersizliklerini gizleyecek donanıma ulaşabildiklerini de görüyoruz. Bu da cazip geliyor gençlere. Tabi güç merkezleriyle uyumlu oldukları sürece izin verileceğini işin içine girince fark ediyorlar ve alıştıklarını kaybetmemek için her yola başvurmak zorunda kalıyorlar. O yüzden herkes iki yüzlü, inanmadığı, yaşamadığı hayatların savunucusu. İçselleştirme ve gerçek özgürlük bu topraklarda yaşayan kimsede, hiç bir kesimde yok. 

Bizimki gibi eğitimli insanların yoksulluk sınırının altında kazanarak yaşadığı bir ülkede umutsuzluk her yanını sarmışken böylesi yollara yan yollara, kuş uçuşu yükselişlere yönelmek çok kolay. Ekonomi bozulduğu an kendini pazarlayan insanların sayısı artar. Çünkü düzgün işlerin kazancı azdır. Kolay kazandıran işleri basamak olarak kullananalar olacağı gibi bunu hayat tarzı haline getirenler de vardır. Eskortlarla ilgili bir tez yazan Bilkent Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi emeğinin karşılığında aldığı ile bu çalışmada tanıdığı kadınların kazancını görüp eskortluğa başlamıştı bu ülkede, Z değil Y kuşağındandı. 

Hasılı kelam, değerler zamanla elbette öncelik sırası başta olmak üzere değişir ama değerlere sadık kalmak kuşak mevzusu değildir. 

Eğitimli, ülkesi için çalışan, ilkeli davrananlar sürekli olarak cezalandırılırken Z kuşağından bunları beklemek zor. Niteliklilerin kıymetini bilecek ülkelere beyin göçüyle gitmesi bu dönem neden arttı? Orada da aynı kuşaklar var ama çalıştığının karşılığı da var. Adalet sistemi ve devlet çalışmakta.   

Başkahramanımız Lale Kıran, sistem dışına çıkarılınca da duayen olarak üniversiteleri gezen, marka bir isim oldu. Çünkü sınıfı bunu gerektirirdi. Gençlere yaptığı bir söyleşide şöyle demişti. 

"Dünyada değerler on senede bir değişim gösterir, değişimin kendisi de uçucudur. İhtiyacımız olan erdemli ve adil olmaktır. Eğer gerçekten bir değerler bütünü oluşturursanız ömrünüzün sonuna kadar öyle yaşarsınız, değişimden korkmayın. Bir stiliniz olsun, stil varsa öldükten sonra da var olabilirsiniz."

Bu sözler güzel, janjanlı ama altı boş. Erdemli olun derken ne tür bir kıstas kullandığı ve sürekli kolaya kaçma mizacında olan insanın kolay yoldan gitmemesi için neler önerdiği belli değil. 

Zor yoldan gitmesi için yeterli gerekçe de gösterilmiyor. Çünkü herkes Lale Kıran gibi ağzında gümüş kaşıkla doğup şansı yaver gidip mesleğinde zirveye çıkarken yarınım ne olur diye düşünmeyeceği bir ekonomik refaha sahip olmuyor. Etrafında benimle ol diye ölen ve ömrünün sonuna kadar çalışmasa aynı standartta yaşamasını sağlayacak iki adamın aşkıyla ödüllendirilmiyor, sağlıklı çocuklarını sınıf farkının bariz olduğu okullarda okutup kuş değil aslan olarak hayata avantajlı başlamasını sağlayamıyor. Bu durumda da, zafer kazanmak için, her yolun mübah görüldüğü  bir düzen tutturuluyor. Cezası da olmayan bu sistem hakim olunca denetim nasıl sağlanacak. Hak yiyenlere kim dur diyecek?  

İnsanoğlu tek başına yaşayamaz, bir araya gelir ve bu sefer de anlaşmazlıklar doğar. Bunları kendisi çözmesin, ihkak-ı hak engellensin diye kurulan sistemin adıdır devlet. Bu düzenleyici yapı kanunlar yapar ve bunlara uymayanları, hukuk mekanizması üzerinden yargılayıp cezalandırır. Bu sistemin düzgün işlediği yerlerde hayat vardır. Bu nedenle günümüzde kuşlar göç etmektedir. Aslanlar zaten burada da kraldır, sistem tarafından açığı tespit edileni kullanıp sistemi de kendine hizmet ettirir. Canı sıkılırsa da toplar bavulunu istediği ülkede aynı standartta yaşar. Gezer gelir, göç etmek zorunda değildir.  

Bir de değerlerin korunması, düzenin devamı için ilahi sistemler vardır. Aynı devlet gibi yasaklar koyar, uymayanlarıysa ölümden sonra var olduğuna inandıkları mizanda tartacağını ve hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmadığı gibi hiçbir kötülüğün de cezasız kalmayacağını söyler. Ve beklemelerini ister, ilahi adaletten bahseder Yaratıcı. Buna inananlar da bu değerleri içselleştirdiyse hak yemez, kolay yoldan değil doğru yoldan gitmeye çalışır. Erdemli bu doğru yollar hiç de kolay değildir. Yorgunluğunun karşılığı da çoğu zaman burada olmamasına rağmen inancın sevgisi ve cezanın caydırıcılığıyla erdemli davranış sistemi korunabilir. 

Bu dizide hangi değerler var, iki sınıfta iki kuşak da aynı yaşam tarzında, hangi sınıflar arası düzenden bahsediliyor?   

Peki bu kuşlar ve aslanlar ormanda, orman kanunlarının geçtiği bu yerde nasıl bir kriterle yaptıklarının bedelini ödeyecek? 

Birkaç kişinin sunucu olması ya da olmaması mıdır bedeli? Ya yok edilenler, sistemin yok saydıkları, kalabalık kadrolu dizide ismi olmayan birçok oyuncu gibi gelip geçmiyor muyuz bu çarpık düzende? Hangi erdemden bahsediliyor o zaman?  

Dizi bu sorulara cevap vermiyor. Bir değerler sistemi önermiyor. Güzel kadınların ve yakışıklı adamların bolca boy gösterdiği bir dizi olarak kalıyor. Eğlencelik diyemeyeceğim, çünkü izlerken gerilimi hissediyorsunuz. 

Ve bir de sürekli Lale Kıran’ın büyüklük bende kalsın tavrının tuzu kuruluktan geldiğini görmek zayıflatıyor değerlerine bağlılık inancımızı. Aynı sınıfa ait insanlar arasında bir erdemlilik olsaydı misal. Her ne kadar sonradan Kenan'ı Lale'nin şansı gören Müge onunla çalışma fırsatı bulunca Kenan'ın mükemmeliyetçiliğiyle insanı ne kadar tükettiğini görse de Lale'nin başarısı sadece çelik gibi siniri, duygularıyla arasına koyduğu mesafeyle, donukluğuyla açıklanamaz. 

Kuş Aslı ise okumuş, kendini yetiştirerek aslanların arasından sivrilmiş, aslana rakip olacak performans göstermiş, bunun için her yolu denemiş ama sonunda yine güçlü ve zengin olan kanal sahibinin kızının şımarıklığı ve intikam duygusuyla o zamana kadar kazandığı her şeyi bir anda kaybetmiştir. Tuzu kuru değildir ve taşrada ailesinin yanına dönmek zorunda kalmıştır.  

Dizden aklımda çok net kalan üçüncü sezonun yedinci bölümündeki bir diyaloğu aktarmak ve narsist kişilerin mükemmelliyetçilik kisvesiyle etraflarını nasıl yorduğunu, aşktan bile vazgeçirdiğini anlatan bu kısmı paylaşmak istiyorum Çünkü kilit noktalardan biri: 

İlk gençlik aşkı, fakülte arkadaşı ve kankasıyla çalışma hayatı boyunca birlikte olan, bu ekibin yüzü haline gelen gazeteci ve televizyon programcısı Lale Kıran, çocukları büyüdüğünde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle kocasından ayrılır ve ilk aşkı ve iş arkadaşı olan adama döner. 

Ancak bir gün kariyerinin altüst olduğu bir zaman ülkeden gitme kararı alır. Her vakit yanında olan en büyük destekçisine,  aşkları da çok iyi giderken, birlikte yaşıyorlarken bu kararını sevgilisine söyleme gereği bile duymaz. O bir stardır ve seyirci kadının ne kadar kendi hayatına odaklı olduğunu düşünür. Bu duruma kırılan adam da haklı olarak uzaklaşır. Ayrılırlar ve rakip televizyonda ona karşı fakülteden kankasıyla birlik olup reyting savaşlarına girer ve yener. Ancak sevdiği kadını unutamamaktadır. Ülkeden ayrılmadığını, eski kocasına ve evine geri dönmediğini ve tek başına yaşadığını öğrenince kapısına gelir ve her halde dizinin en gerçekçi oynadıkları kısmı olduğundan yüreğe dokunur güzel bir diyalog gerçekleşir.

"Neden gitmedin?"

"Bir adam var, çok sert, çok yakıcı, ben bir yandan kendi yolumda yürümeye çalışırken bir de baktım ki ben sadece kendimi ona beğendirmeye çalışıyorum. Onun sevdiği kadar varım onun istediği kadar, o yoksa yokum."

"Ben seni senden mi alıyorum? Hani şimdikiler ne diyor toksik ilişki mi ne işte!"

"Ya hayır, aşk, her hücreni aynı hisle doldurmak, her şeyi bak, bak her şeyi onun gözünden görmek, kendini bile onun gözünden görmek yani. Yani işte aşk işte!"

"Kötü bir şey mi Lale, kurtulman gereken bir şey mi?"

"Hayır tam tersi hayatımı anlamlandıran şey bana yaşadığımı hissettiren şey ama işte bazen öyle kavuruyor ki nefes alamıyorum."

"Nefes almak, dümdüz nefes almak mı istiyorsun?"

"Ben zaten nefes almıyorum ki Kenan, uyuyamıyorum ki, zaten yaşamıyorum ki, benim hayatım zaten... Biraz daha kolay olsun istedim sadece anlatabiliyor muyum, biraz daha kolay olabilirdi sanki. Çok sıkıldım sürekli kaybetmekten, korkarak yaşamaktan parmaklarımın ucunda böyle sürekli yürümekten çok yoruldum."

"Ben seni koşullu mu seviyorum?"

"Eğer başaramazsam gözünden düşecek gibi hissediyorum her şeyimi sana beğendirmek için yapıyorum. Seni mutlu etmek için yapıyorum her şeyimi bu gerçekten çok yorucu yani bu siktiğimin roller coasterından inip yiyip içip dünyayı gezebilirdik biz ya. Yani sadece biraz daha sakin olunabilirdi anlatabiliyor muyum?"

"Çok özledim seni, çok özledim..." diye diz çöker ve ağlar Kenan.

"Yapma!"

"Eğer bizi ayıran buysa her şeyi bırakalım gidelim ne olur."

"Sen buralardan çıkamazsın."

"İstersen Ege’ye gidelim zeytin yağ işine girelim."

"Sen yine dünyanın en iyi zeytin yağını yapmaya çalışırken biz yine kavga ederiz."

"O zaman öpüşür, sevişiriz, hiçbir şey yapmayız. Ben sana çok aşığım, hiç geçmiyor, azalmıyor çok aşığım sana."

"Tamam."

"Çok özledim seni, yalvarırım bırakma beni, sensiz yaşayamıyorum sen benim her şeyimsin, sen benim her şeyimsin, sen ne istersen o olacak sana söz veriyorum."

Ve müzikle beraber sahne biter.

Böyle yazı içinde kullanılınca kesik kesik ifadelerle eksik kalsa da oyunculuk gücüyle gerçekten etkili bir sahneydi. 

İstediği zaman istediği yere çekip gidip yeni bir yaşam kurma lüksüne sahip olmak aslanların dünyasında sıradandır ama kuşlar sadece yem olur.

Son sahnede Lale Kıran, Aslı'nın kapısına gittiğine göre elinden tutacak, azimli yapısından faydalanacak ki bu da dördüncü sezonun geleceğinin habercisi. Umarım bu sefer dizi değerler yönünden altı daha dolu bir senaryo ile ilerler. 

Bir de neredeyse her sahnede içmeleri, alkole bu kadar vurgu yapılması çok göze batıyordu. Hayata ayık kafayla dayanmayın dercesine bu kullanımın, dizinin ciddiyetini de etkilediğini düşünüyorum. Fi de Can Manay’ın sürekli su içerek kendini dengede tutması örnek alınabilse seyirciye de iyi bir hatırlatma olurdu. Dizinin sponsoru herhalde alkol şirketleriydi ki iş yerinde, gündüz, yayın öncesi, yayın sonrası, sabah akşam sürekli kadehler doldu. 

Gençlere bir yandan değerlere sahip çıkmak anlatırken diğer yandan üzüldün, kusana kadar iç, sevindin ne yaptığını bilmeyecek kadar dağıt sonra seni kaldırımlardan toplasınlar demek ne kadar doğru? 

Dünyanın durumu ortada, gençleri erdemli olmaya davet ederken sırça saraylardan konuşmak da kolay diyor ve izlediyseniz yorumlarınızı bekliyorum.

Handan Kılıç 

19 Nisan 2024 


Ankara Route Selanik Söyleşisinden Kesitler


 Ankara'da Yazı-Yorum Dergi ekibi ile Hikayeci Dergisinin ROUTE SELANİK adlı mekanda düzenlediği etkinlikte buluştuk. 


Uzun ve keyifli bir söyleşiydi. Buraya kısa kesitler koyarak paylaşmak istedim. Videolar farklı katılımcılardan geldiği ve bunun dışında profesyonel kayıt olmadığı için görüntü kalitesi zayıf. Bana ulaştırılırken ve bloga yüklenirken daha da görüntü kalitesi düştü. Instagram'da daha net olanları da var. Ama zaten amacım artık bir anı olan günden kendim için arşiv amaçlı paylaşım yapmak. 


2009 yılından beri blog yazarı olarak roman yazıyor olsam da buradayım. Bloglar bizim nefeslenme alanımızdır. 

Varlığınız için teşekkür ederim.   




                                                              Handan Kılıç Kimdir?  



Handan Kılıç'ın yazı ile ilişkisi nasıl başladı? 



                                       Çam ağacının gölgesinde adlı romanınız ne anlatıyor?




Edebiyat bir zehir midir? Kötü zamanlarda ne işe yarar ki?


Konuklardan editör-hoca Çiğdem Ülker hanımın yorumu: Sizi bugün burada tanımaktan çok hoşnutum. Kitabınızı çok merak ettim. İki ağaçtan bahsettiniz biri kurumuş bir hayatta kalmış ve siz birbirinin dilinden mektup yazmışsınız. Bu çok yazarca bir tavır. 





 

Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

  Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kend...