izmirmültecifilmfestivali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
izmirmültecifilmfestivali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yazı-yorum Dergi 46. Sayısı Misafir Filmi Andaç Haznedaroğlu


 Merhaba,

Yazı-yorum Dergi 46. sayısı yayınlandı. Ben de Misafir filmini yazdım. 

Andaç Haznedaroğlu'nun mülteciler üzerine çektiği son derece etkileyici bu filmi izlemelisiniz. 

Yazıyı okumak ve dergiyi indirmek için de linki tıklayın.

46. Sayıyı ücretsiz indirebilirsiniz.  




KADINLAR ÜLKESİ - 2019 ALTIN PORTAKAL BELGESEL ÖDÜLÜ -Şirin Bahar Demirel



Bazen bazı konular döner dolaşır yine bizi bulur. Benim için 2019 yılı boyunca tekrar eden konu başlığı ilginç bir şekilde mültecilik oldu. 

Bu gün önce, filmine dair yazdığım Andaç Haznedaroğlu'nun TEDX konuşmasına rastladım. Misafir filminin hayatına yaptığı etkiyi anlatıyordu. Kesinlikle izlemenizi öneririm. 

Ardından düzenli olarak film gösterimlerini takip ettiğim organizasyondaki filmi izlemeye gittim. Genelde filmleri, zihnimde her hangi bir yargı oluşmasın diye haklarında hiç bir eleştiri okumadan hatta konularını bile bilmeden izlerim. Sonra döner eleştirmenler ne diyor bakarım. İşte bu gün de konusuna bakmadan gittiğim filmin mültecilik kavramı üzerine olduğu görünce gülümsedim. 


Nisan ayı boyunca bir yazı dizisi şeklinde kaleme aldığım mültecilik konusu üzerine uzun uzun yazdığımdan merak edenler için arşiv niteliğinde bir link eklemekle yetinip bu akşam izlediğim filme döneceğim. Çünkü bu yapım mülteci film festivalinde gösterilenlerden biraz farklı. 

Yapımcılığı, yönetmenliği, kurgusu, görüntü yönetmenliği Şirin Bahar Demirel'e ait Kadınlar Ülkesi isimli yapım 2019 Yılı Altın Portakal Film Festivalinde en iyi belgesel ödülünü alan film oldu. 52 dakikalık bu belgesel kaynağında şöyle anlatılmış. 

"Çoğu zaman anılar ve kişiler üzerinden tanımladığımız ev, sağlam, koruyucu ve kalıcı mıdır yoksa geçici ve soyut mu? Kaçılacak bir yer midir, sığınılacak bir yer mi? Yoksa gittiğimiz her yere bizimle gelen bir hissiyat mı? Bir yanda milyonlarca insanın güvenli bir ev bulabilmek için ölümcül yolculuklar yaptığı, bir yandan da uzayda yaşanabilecek yeni gezegenler keşfedildiği bir dönemde, bu sorular, Türkiye’den ABD'ye taşınan bir yönetmenin kişisel sorgulamasından daha fazlasının cevaplarını arıyor. Suriye'deki savaş yüzünden evlerinden edilip Florida’ya yerleştirilen Fatima ve Huda da bu arayışa katılarak, yabancı bir yerde yeni bir ev kurmanın, sevdiklerini geride bırakmanın ve hatıralarla bugünün iç içe geçmesinin ne demek olduğu üzerine, kendi sözlerini söylüyor."

"Kadınlar ülkesi" erkeklerini savaşla, göçle, hapislerde işkencelerle yitirmesi nedeniyle Suriye için kullanılan bir nitelendirme imiş. 

Belgesel, bu coğrafyadan çok uzakta yaşayan ve "Savaştan değil ama belirsizlikten, vasatlıktan, haksızlıktan, adaletsizlikten, üzerine kara bir bulut gibi çöken bunaltan baskılardan kaçmak çok mu anlaşılmaz ya da çok mu ayıp acaba" diye soran bir doktora öğrencisi tarafından çekilmiş. Meselesi biraz da kendisinin de ifade ettiği gibi, kalanlar hala orada iken giden olmanın suçluluk duygusu. Ama herkesin hayatı biricik ve tekrarı da yok. Öyleyse herkes tercihini yapmalı diyor alt metinde. En azından tercih şansı olanlar, yeni bir hayat kurmaya cesaret gösterenler için gitmenin seçenek olduğunu hatırlatıyor. Ama daha yaşanır bulduğu Amerika'ya yerleşmesinden sonra ev, yurt kavramları üzerine daha fazla kafa yormaya başlaması ile bu belgesel doğuyor. Bir çeşit sesli düşünme... 

Belgeselde ülkesini terk etmek zorunda kalsa da ailesinden kayıp vermeden bütün dünyanın rüyalar ülkesi dediği yere, hem de yolculuk esnasında hiç mülteci kamplarında kalmadan doğrudan ABD'ye mülteci olarak gidebilmiş, orada ilgili kurumlarca karşılanmış ve bir eve yerleştirilmiş, sosyal ihtiyaçları için düzenlenen programlarla entegrasyonu sağlanmış, halk tarafından çok güzel karşılanmış, yani ülkemiz dahil dünyanın çeşitli coğrafyalarında zorluklarla boğuşan soydaşlarına göre şanslı, ülkesinde iken orta sınıf üstü olduğu belli iki Suriyeli ailenin kadınlarının ev, toprak, sıla hasreti ile yeni yerleştikleri yerdeki "ev"e atfettikleri anlam mevzu edilmiş. 

Daha önce mülteci film festivalinde seyrettiğim zorlukların bir çoğunu yaşamamış, sadece toprağından zorla kopmuş mültecilerin yeni yaşamlarına adapte olmasının, anılarda dolaşırken ev edinmiş olsa da yurt edinmek için daha fazla zamana ihtiyaç olmasından bahsedilmiş. İnternet sayesinde Suriye'deki annesi ve kız kardeşi, Türkiye'deki ağabeyleri ile rahatça irtibat kuran mültecilerin çocukları küçük yaşları sebebi ile dilin içine de kolayca yerleşmiş. Kadınlar ise hem anılarda dolaşıyor hem de dili öğrenmede yavaş akan bu süreçte mutlu olmaları gerektiğinin farkındalığı ile özlemin ara sıra vuran dip dalgası ile sınırlarda dolaşan bir ruh haliyle geldikleri yeri arıyorlar. Savaş bitse, her şey düzelse yine topraklarına dönmek istediklerini söylüyorlar ama Amerikalıların çok saygılı, onlara dostça davranışları, demokrasinin, insan haklarının benimsenmesi ile alıştıkları hayat standardını bırakmak zor. Elbette çocuklarının çok daha iyi eğitim alma şansları ellerindeyken ait oldukları coğrafyaya dönemeyeceklerinin de bilincindeler. Bu nedenle özlem burunlarını sızlatan bir yürek sancısı olarak hep içlerinde kalacak. Ülkelerindeki bir ırmak kenarına benzettikleri bölgeye gidip anılarda dolaşacak ama sonra yine medeniyetin merkezinde olduklarını hatırlayıp mutlu olacaklar. 

Ve mutluluk her insanın hakkı. 

Yönetmen de bu hakkı kendinde görüyor ama bir yandan da dünyada savaşlarla, iklim değişiklikleri ile, hukuksuzluklarla ülkesini terk etmek zorunda kalan insanlar varken tercihi ile ilgili duyduğu suçluluk duygusuna çokça vurgu yapıyor. 

Kendi isteği ile geldiği bu ülkede bir yandan kendi topraklarının dertleri ile dertlenirken bir taraftan da oradaki hayatın keyifli akışına teslim oluyor. Tüm bunlara rağmen özlem duygusunu yaşayınca mültecilik, misafirlik, anısızlık, yurtsuzluk, yalnızlık, kökler, içine yerleşilmeye çalışılan dil üzerinden hayatı sorgulamaya başlıyor. Mesela Türkiye'de hiç çiçek yetiştirmezken orada sürekli saksı çiçeklerini arttırıp köklenmeleri için çabaladığını fark ediyor. 

İnsanların yerleşmek için başka gezegenler aradığı bir çağda hala toprağından zorla ayrı bırakılan insanların olması çelişkisine de vurgu yapan belgeselin gösterimi ardından eski bir Sinema Hocası olan yazar Sevilay Çelenk ile verimli bir söyleşi gerçekleşti. Mülkiyeliler Birliği'nin salonu ağzına kadar dolu idi. Merdivenlerde oturanlar da cabası. Çünkü konu önemli. Ailelerin intihar etmeye başladığı bir yerde herkes kendini sıkışmış hissediyor olmalı ki, tercihen ve zorunlu gidişlerin anlatıldığı belgesele rağbet etti. 

Uçan Süpürge'nin film gösterimleri devam edecek. Meraklısı için siteyi takipte kalması tavsiye edilir.

"Daha güzel bir dünyada, mutlulukla yaşamak için neler mümkün?" diyelim... Bakalım mültecilik kavramı ile bir sonraki karşılaşmam nerede nasıl olacak? 





#mülteci #iltica Kavramları için #kaynakça




Merhaba

Bu gün başlıktaki konunun takipçileri için bir kaynakça olarak bu listeyi hazırlıyorum.

İstediğiniz linki tıklayarak yazı, kitap, filmlere ulaşabilirsiniz.

1-Kitap https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/03/yakindan-gecen-multeci-oykuler.html

2-Dersim Belgeseli https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/02/iki-tutam-sac-dersimin-kayip-kizlari.html

3-Çanakkale Geçilmez https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/03/canakkale-gecilmez.html

4-Misafir (Türk Filmi Ödüllü) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/04/misafir-2017-andac-haznederoglu.html

5-Welcome (Fransız Filmi) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/04/welcome-2009-fransa.html

6-Hep birlikte (Kısa film) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/04/all-together-hep-birlikte-2016.html

7-Eşik (Belgesel) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/04/esik-2019-belgesel-dilek-gul.html

8-Benim Kabem insandır (Belgesel)  https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/05/benim-kabem-insandir.html

9-Kaplumbağalar da uçar (Sinema Filmi) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/05/kaplumbagalar-da-ucar-2004.html

10-Asfur (Belgesel ) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/05/asfur-2014.html

11-Li vir-Burada (Vicdani ret belgesel) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/05/li-vir-burada.html

12-Avtobus ( Yol Belgeseli) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/05/avtobus-2012.html

13-Ahlem (Kısa film) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/05/1izmir-uluslararas-multeci-film.html

14-Bir sonraki istasyon (Belgesel) https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/05/next-station-bir-sonraki-istasyon-2017.html

15-Festival Notları
https://hayatyaziyor.blogspot.com/2019/05/1izmir-uluslararas-multeci-film_28.html

“Gurbette yok olmak” Fas asıllı Fransız sanatçı Bruno Catalano’nun mülteci temalı heykeli.
Image

NEXT STATİON-BİR SONRAKİ İSTASYON 2017

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 64. Film  

En beğendiğim yapımlardan biriydi. "Mülteci için hep bir sonraki istasyon vardır" diye yola çıkmış kendisi de bir mülteci olan Yönetmen Alla Arabi Katbi'nin belgesel filmi çok güzeldi. Gösterim sonrası söyleşiye de katılan yönetmen, verimli bir sohbet yaptı. 

Türkiye'ye yerleşen ve bir yapım şirketi kuran yönetmen bir çok kez gitme denemesi başarısız olan genç bir Suriyeli'nin Almanya'ya gitme yolculuğu üzerinden mülteci olmanın her halini çekmiş. 

Hala irtibatta olduğu belgeselin kahramanı her aşamayı telefonu ile kaydetmiş ve yönetmene iletmiş. Filmi izlerken azmine hayran kaldığım genç ülkesinde üniversite öğrencisi imiş. Aslında yönetmen olmak isteyen ancak puanı yetmediği için başka bir bölümde okurken savaş çıkınca orada kalmak istememiş ve hayallerinin peşine düşmüş. Türkiye'ye kolayca gelmiş ama buradan gidişi kaçakçılara verecek çok parası olmadığı için epey uzun sürmüş. 

Filmi izlerken hep şunu düşündüm, hani "Allah bir kapıyı kapatırken birini açar" derler ya, işte bu genç de istediği bölümü kazanamamış ama hayalinden vazgeçmediğinden yönetmen olmak için alacağı eğitim çok daha nitelikli bir ülkede nasip olmuş. Hem de bir savaş sonrası. En çok istediği şey film çekmekken kendisinin hayatı ilham veren bir belgesele konu olmuş. 

Hem de görüntülerin çoğunu kendi çektiği için bir nevi hayalini de gerçekleştirmiş. Filmin hem kahramanı hem kazananı olmuş. Şimdi bir çok ülkede festivallerde gösterilen bir filmi var ve eğitimine Almanya'da devam ediyor. 

Öyleyse "Her zorlukla beraber kolaylık da vardır" Umutlu olmalı, kalpten istemeli. O vakit bize verilmeyecek bir şey yok.   

AVTOBUS-2012

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 61. Film    

AVTOBUS-2012



Bu film bir yol öyküsü. Bilmediğimiz, görmediğimiz bir yerlerde ama bu toplumda bizimle yaşayan insanların mecburen her ay yaptıkları bir yolculuğa konuk olan yapımcılar, yaklaşık gidiş dönüş dört gün süren yolu, içindeki yolcuların kısa hayat hikayelerini ele alarak kayda almışlar. Türkiye'nin, diplomatik ilişkilerini kestiği için sınır kapısı kapalı olan komşusu Ermenistan'dan yine çalışma izni alamadığı için turist olarak gelen ancak aslında burada bir çalışma hayatı olan insanlardan bahsedilmiş. Turist statüsü gereği ayda bir gün sınır kapısından giriş çıkış yapmak zorunda olan bu insanlar başka ülkelerden de geçerek bu zorunlu yolculuğu yapıyor ve bir gece topraklarında kalıp yeniden İstanbul'a, çalışmaya dönüyorlarmış. 

Gösterim sonrası Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan ile söyleşi yapıldı. O bize bu belgeselin ve halkının hikayesini anlattı. "Savaş çok zordur. Biz savaş sebebiyle gelmedik. Ama yine de mültecilik, başka bir ülkeye sığınmak zordur. Mültecilik ile sınanmak kolay bir sınav değildir. Hele de tarih boyu ders kitaplarında birbirine düşman belletilen halkların bir arada olması başka bir zorluktur. Ermenistan Sosyalist Devleti birden yıkılınca gelecek kaygısı olmayan insanlar biranda dünyaya savruldu. Zenginler Amerika'ya gitti. En yoksullar çalışmak için en yakın olan Türkiye'ye geldi. Hep yanyana, iç içe yaşamış iki halk, bildik coğrafyalar ve burada iyi muamele görmeleri buraya gelişleri arttırdı." diye anlattı. 

Hayat hikayeleri arasında çok etkileyici olanlar vardı. Televizyonda konserler veren devlet sanatçısı yaşlı bir kadın iki kızı üniversite okusun diye buraya çalışmaya geliyor ve her ay bu geliş gidiş çilesine katlanıyordu. Önceleri birilerinin işini yapmak çok ağır geldi diyordu. Türk yardımcılara yaptıramadıkları her türlü zor işi yabancı yatılı yardımcılara nasılsa mecbur diye yaptırdıklarını anlatıyordu. Yine de Türk ailelerle çalışmaktan memnun olduklarını ekliyordu. 

Bazıları illa ki Ermeni ailelerin yanında çalışmak istiyormuş. Uzun süre Türk ailelerle çalıştığı ve memnun olduğu halde bu isteğinin sebebi sorulduğunda çevresinde kendi ana dilini duymak istediğini söylemiş biri. Bu durum çok etkiledi beni. Çünkü dil insanın evidir. Anadili dışında bir dilin konuşulduğu yer gurbettir. Evinden uzaklığını hatırlatır ki, evsizlik büyük bir çiledir. 

Hasılı kelam ne kadar insan varsa o kadar hayat var. O kadar hayal, o kadar yıkılmışlık, o kadar zorluk, o kadar ikram var. 

Kimsenin imtihanı diğerinden kolay değil. Kimseye özenecek ya da acıyacak konumda da değil insanoğlu. 

Sadece yaşamalı, iyi olmaya çalışmalı. Elimizden geldiği kadar da kendimizden çıkıp "Ben olabilirdim" düşüncesiyle empati yaparak başka hayatlara dokunmalı. Bazen sadece birini dinleyerek, duyarak, elinden tutarak ona, o an bizim fark etmediğimiz çok büyük yardımlar edebiliriz. 

Unutmayalım, mutlu eden, mutlu olur.  

       



ASFUR -2014


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 59. Film  

ASFUR 


Müzikleri çok güzeldi. 

Ayrıca görme engelliler için sesli betimleme yapıldı. Bu deneyim salondakilere de yaşatıldı. Çok farklıydı. Bir düşünün, görmediğiniz bir şeyi seyrediyorsunuz. "Odada bir sandalye var, genç adam üzerine oturdu. Karşısındaki kadın ona bakıyordu. Kafesteki kuş çırpındı" şeklinde betimlemelerle mekan ve durum tasvirleri yapılıyor. Bir yandan da bizim gördüğümüz ve duyduğumu şekilde film akıyor. Dinleyerek film izlemek. Her şey zihninizde canlanıyor. 

Bir yönetmen söyleşi esnasında mültecilik ile engelli olmanın birbirine benzediğini söylemişti. Hele de ilk zamanlar, dilin içine yerleşememişken zordur mülteci olmak. Fiziki özelliklerin de o bölge insanından farklı ise "Boyalı kuş" olduğun hemen anlaşılıyorsa başka bir zorluk daha belirir. 

Hasılı kelam, zordur iltica etmek ama seçenekleriniz bir iç savaşta ya ölüm ya da hapse girmekse her risk her zorluk göze alınır. Bir zaman sonra da zorluklar yerini kolaylığa bırakır. Çünkü insan her şeye alışır. Bu belgeselde de işte bu hususlar işlenmiş. 

Kafesteki bir kuş mu olacaksın, kanatlarını açıp özgürce süzülen bir kuş mu?    

KAPLUMBAĞALAR DA UÇAR -2004

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 58. Film  


Gerçekten iyi filmlerden biri. Uzun metraj 2004 yapımı drama türünde filmin Yönetmeni Bahman Chobadi.

Bu filme dair çok uzun yazamayacağım. Onun yerine iyi bir yazıya yönlendireceğim. Detaylar için burayı tıklayın. Ama bir kaç kelam edersek; 

Savaşın kaybedeni her zaman halktır. O halkın içinde de çocuklar, kadınlar... Bu filmde, İran-Irak savaşı esnasında bir mülteci kampında bombalar altında yaşayan, karınlarını doyuracak bir kaç kuruş için mayın toplayan çocukları görüyoruz. Hiç çocuk olamamış, olamayacak, yaşadıkları ağır travmalarla devam edecek güçleri olamayacak çocukları. 

Kadınlara, kızlara, çocuklara tecavüz eden acımasız mahlukların geride bıraktığı enkazları. Kolu bacağı koptuğu için sapasağlam geldiği dünyada yarım kalan çocukları. Yine de yaşama devam etme azimlerini. Kimsenin bu kötülüklere engel olmak için gayret sarf etmediği, koskoca sağır bir dünyayı.       

Herkesin mutluluk, huzur, barış, sevgi, kardeşlik istediği bir dünyada bu kadar kötülüğü kim yapıyor. Bu günlerde bunu düşünüyorum. Asıl olan insanların kötü olduğu ve iyi olma seçeneğine ulaşmak için karşısına çıkan olaylarla sınandığı. 

Bir kötülüğü elimizle önlediğimiz kadar iyiyiz. Olmadı dilimizle, onu da yapamadıysak bari kalbimizle kötünün, kötülüğün karşısında yer alalım ki, iyi olmaya giden dikenli yolların önündeki engellerden ilkini aşalım.

Hayat kolay değil. Yarın anneler günü. Herkes yine çiçekler hediyeler, mesajlar yağdıracak birbirine. Yemekler yenecek, sinemalara gidilecek. Bu çok güzel elbette, annelik kutsal, anne olmak kendi hayatından, zevklerinden, seçimlerinden bile isteye vazgeçmenin adı ama bir de bu şansa erişememiş kadınlar var. Hiç bir zaman çocuğu olmamış, olamayacak ya da istemediği halde çocuğu olan kadınlar... Bu filmde, kucağında benimseyemediği çocuğunu taşıyan bir kız çocuğu var mesela.

Epey ödüllü bu kaliteli filmi kalbinizin dayanacağı bir zamanda izleyin. 

Ama çocukları her zaman koruyun. Çocuklarınıza yaşama fırsatı verin. Bunu yaparken gözlerinizi de üzerilerinden ayırmayın. Çocuk kimin çocuğu olursa olsun, onlara sahip çıkın. Onların hayatını karartan, düşlerini alan, yaşayan ölüler haline getiren tacizci, tecavüzcü canavarları da görmezden gelmeyin. 

Kötülüğe karşı en azından bu kadarcık bir iyilikle var olalım. 

Yolunuza, yolumuza, bütün çocukların yollarına hep iyiler çıksın.           

BENİM KABEM İNSANDIR



SİNEMA GÜNLÜĞÜ 57. Film    

BENİM KABEM İNSANDIR

Başlıktaki cümle Alevi-Bektaşi felsefesinin mottosu imiş. Hatta Ruhi Su'nun aynı adlı bir semahı var. 

İnsanı her değerin merkezine yerleştiren, aslına ermek hünerini vurgulayan felsefeye göre aslolan insandır. Bu bakış açısıyla farklı coğrafyalardan iltica eden insanlarla paylaştığımız ortak hisler, korkular, acılar, beklentiler ve hayal kırıklıklarımıza odaklanan bir yapım olmuş. 

"2014’ten bu yana bir milyondan fazla mülteci ve göçmen tekne ile Avrupa’ya ulaşmaya çalıştı. Tahmin edilen 15.211 (yazıyla on beş bin iki yüz on bir ) kişi Akdeniz’de hayatını kaybetti ya da kayboldu. Bu film Akdeniz sularında kalanlara ve yola devam edenlere ithaf edilmiştir." diyerek bitiyor.

Yönetmen Sinem Taş'ın bu filmi, seyrettiklerim arasında en etkileyici insan hikayelerinin olduğu yapımlardandı. Yirmi iki dakikalık bu belgesele rastlarsanız mutlaka izleyin derim. 

Aşktan vefaya, ayrılıktan aldatılmaya, daha güzel bir hayat şansına rağmen memlekete duyulan özleme ve her şeye, herkese rağmen hayata devam etme iç güdüsünün gücüne vurgu yapıyordu. İşte gösterim esnasında çektiğim bazı görüntüler. Bir fikir vermesi açısından paylaşıyorum. İyi seyirler...
    

























Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum

  Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...