Hayattaki yerini arayıp bulamayanlara samimi bir yol arkadaşı: Çam Ağacının Gölgesinde

 

Elif Arslan 

Ah şu merak yok mu şu merak? Sayfaları arka arkaya çevirip başladığımız kitabı bir çırpıda bitirmemizi sağlar. İşte böyle bir merakla okudum Handan Kılıç’ın yeni kitabını. Ve hemen konuşmak istedim yazarıyla.

Çam Ağacının Gölgesinde kitabının yazarı Handan Kılıç kimdir?

“Kim kimdir” adlı ansiklopedilerin olduğu günlerden “Metaverse” dünyasına dayandığımız zamanlardayız ve halen insanın kendinden bahsetmesi çok zor. İzmirliyim. Hukuk okuyan ama edebiyata ebediyen aşık kalacak, sinemaya da tutkun bir yazarım. Okumadan önce yazmayı öğrendim. Kendimi bildim bileli de yazıyorum. Mesleki yazışmalar, genel yazı çalışmalarımı sekteye uğratsa da yıllar içinde birçok edebiyat, hukuk dergisinde deneme, öykü, kitap tanıtım yazısı yazdım. Deneme konusunda ödüller aldım. İnternet sitesi ve bloglarım oldu. Kısacası yazmak kalbimin hep üst başlığındaydı. Şimdi hayatımda da en üst sıralara yerleşsin diye tam zamanlı yazıyorum. Son beş yıldır kurgu üzerine çalışmakla beraber Yazı-Yorum Dergisi’nin sinema analiz yazılarını da kaleme alıyorum. “Seslenen yazılar” adıyla podcast, YouTube hesaplarım da var. Vakit buldukça kendi yazılarımı seslendiriyorum.  

Çam Ağacının Gölgesinde ne anlatıyor? Hikayeniz hangi yıllar arasında geçiyor?

Yerini bulamamak asıl tema. Tabi burada hem ruhen hem de fiziken aidiyetsizlikten bahsediyorum. Aile köklerinde göç olan ve hayatın dalgalı denizinde yorulan insanın hep bir kıyıya ulaşma çabası anlatılıyor. Kahraman bir dönüşümden geçerken yanına alıyor okuyucuyu ve her durakta kendi hayatına bir daha bakarken sen yolculuğunun neresindesin dedirtiyor.

Hikâye günümüzde başlayıp günümüzde biterken kahramanın geçmişine, oradan dört nesil kadının hayatına dair pencereler açılarak ilerlediğinden 1900 yılında Girit’ten İzmir’e gelmiş Afet’e, doğduğu toprağı benimseyip biz buranın yerlisiyiz diyerek göç yükünü taşımak istemeyen Hikmet’e, çocukken Bulgaristan’dan gelip İzmir’e yerleşen gelini Sevdiye’ye, Hikmet’in kocası Halil’le Milas’a derken geniş bir coğrafyada geziyor, yerini arayan bu insanlarla beraber okuyucu da dönüp içine bakma fırsatı yakalıyor.        



Bu kitabı yazmanızda ne etkili oldu?

Uzun yıllar önce üniversite okumak için ayrıldığım ve sonra da evlenerek uzaklarda kaldığım şehrime epey zaman sonra dönmüştüm. Hızlı bir tempodan sonra durduğum bir döneme girmiştim. Hayatı ve yaşadıklarımı anlamlandırmaya çalışıyordum. Doğ, büyü, oku, çalış, evlen, çocuk sahibi ol, onu büyüt derken hayatın çok hızlı geçtiğini ancak durunca idrak edebilmiştim. Hayatta azot döngüsüne katkımızdan daha fazlası olmalı diyor ve sürekli yazıyordum. Sonra bir gün baskısı bulunmayan bir kitaba sesli kitap uygulamasında rastladım. Önce ismiyle sonra üslubuyla hayran kaldığım kitabı defalarca dinledim. Bir gün Alejandro Zamra’nın su içme kolaylığında anlattığı, derin mevzuları o kadar kısa cümleler ve metaforlarla anlatmayı diledim. Sonra diğer kitaplarını okudum. Tüm samimiyetiyle aslında o kadar da kolay yazmadığını anlatıyordu. Yazıya gönül vermiş herkes bu işin sancılı bir süreç olduğunu bilir. Yazamadığı zamanları, yazdıklarını okuttuğunda aldığı tepkileri, ailesinden bahsettiği bölümleriyle samimiyeti kalbimde derin bir hayranlık uyandırdı. İşte beni masa başına oturtan “Eve Dönmenin Yolları” adlı kitap oldu.    

Yazma sürecinizden bahseder misiniz? Nelerden esinlenip ilham aldınız?

Bu kitap ilk esin kaynağımdı. Ben de yazara ve kitabına bir vefa borcu olarak kitabımın başına hem de uyarı mahiyetinde olan bir alıntıyı ekledim. “Hiçbir kitapta olmamak en iyisi. Çünkü cümleler bizi korumak istemez.”

Eve dönmek ama şehri ve evi aynı bulmamak sarsıcıydı. Hayatın hızı yorucuydu. Ev neresidir? Sorusunun cevabını aradığım okumalar yaptım ve sonra içime baktım. Evimi buldum ve ona yerleşmek için bu satırları yazdım. Sonuçtan memnunum. Nerede olsam bir kâğıt bir kalemle inşa edeceğim bir evim var artık. Uzun yıllar yazının çeşitli türlerinde konukluktan sonra yerleşik hayata bu kitapla geçtiğimi düşünüyorum. 

Kitaptaki çam ağacı kahramanınız Hikmet için neyi temsil ediyor?

Çam ağacı kadim bir dost. Kimsenin kimseyi dinlemediği, gelenin gittiği ve insanların en çok insanlarca yaralandığı bir dünyada ağaç dimdik ayakta ve hep olduğu yerde duran, sen de yapabilirsin diyen bir simge. 

Kahramanımız Hikmet çok hoşuma giden bir cümle söylüyor “Zaman ne acımasız bir silgi,” diyor hikâyenin en başında; hayattaki yerini ararken ve yerini çoktan bulduğunu düşündüğü sohbet arkadaşı çama özenirken. Peki çam ağacı sizin için neyi temsil ediyor?

Çam ağaçlarının sokakları doldurduğu bir şehirde büyüdüm. Bizim de evimizin önünde asırlık bir çam var. Bana her mevsim yeşil kalabilmeyi, kaç yaşına gelirse gelsin yeni kozalaklar vererek, üretimin, varlığın ispatında önemini anlatıyor. Çam ağaçları birbirine yakın dikilirse dimdik büyür ama yakınında bir çam yok ve alanı genişse neredeyse yan yatarak büyürmüş. Bunu araştırmalarım esnasında öğrendim. Gördüğüm çoğu çam dikti. Mahalle arasında olmasından böyleymiş. Artık neredeyse kampüs alanı dışında şehirde çam korusu kalmadığından, İletişim Fakültesinde öğrencisi olduğum Ege Üniversitesine gidip koruyu ve geniş alana yayılmış çamları bir de bu gözle inceledim. Heyecanla fotoğrafladım yan yatmış ağaçları. Bu beni çok etkiledi. Kalın gövdeli bir ağaçtan bahsediyoruz. Rüzgârın bile kıpırdatamadığı dallarını yer varsa rahat yoksa disiplinli büyütüyor. Duruma göre vaziyet alıyor. Biz neden almayalım dedim. Hayatın inişleri çıkışları çok. Hepsine göğüs germek için sağlam bir kök yeterli. Çam beni hem aile köklerimdeki hikayelere götürdü. Hem de durduğun yerde sebat ederek, bir konuya ancak çok zaman ve emek harcadığında alınan sonucun sağlam olacağını gösterdi.

Hikmet’le ortak noktalarınız var mı?

Hikmet baş karakterim. İki Hikmet var, babaanne ve torun, Hikmet Hikmet’e karşı diyebiliriz. Her yazarın her karakterinde yazardan esintiler vardır. Sonuçta kalemi elimizle tutuyor, yazıyı, kan, ter, gözyaşıyla yazıyoruz. “Bir yazı yazanın neresinden çıkarsa okurun orasına değer.” derler. Okurlardan en sık aldığım geri bildirim, “elimden bırakamadım, sıcaklığı, samimiyeti sardı, sarmaladı. Karakterler bizden.” Dolayısıyla her karakterde yazar bir görünür kaçar. Belki de yazıyı bu kadar aşkla sevmemizin sebebi bize birçok kişiyi olma fırsatı vermesidir.    

Çam Ağacının Gölgesinde bir ilk kitap mı? Ne kadarı otobiyografik?

İlk kitap değil. 2015 yılında yayınlanmış Akışına Bırak isimli bir kitabım var. Üç bölümden oluşuyor. Denemeler, öyküler ve sinema analiz yazıları. Blogda çok beğenilen yazıları tekrar gözden geçirip 328 sayfalık bir kitapta toplamıştım. Kısa sürede iki baskı yapan kitap zaman içinde tükenince hem dünyanın sanal aleme kayışı hem de ülkenin ekonomik şartlarını göz önüne alarak dijital alemin imkanlarını kullandım. Zaten böyle giderse basılı kitaba ulaşım zorlaşacak ve hepimiz bir zamanlar eli boş olanların kullandığı mecralar diye sosyal medyadan uzak dururken şimdi her birinde en meşhur ve meşgullerin adresine mavi tık kapma savaşı verdiği gibi kitapta da dijital dünyaya kayacağız. Ben de şimdiden bu alanda varlığımı göstereyim istedim.  2023 yılında yeni bir önsöz ve ilavelerle 418 sayfa olan ilk kitabım Google Play Kitaplar uygulaması içinde yeniden yayınlandı. Merak edenler linkten ulaşabilir.   (https://play.google.com/store/books/details?id=mYmjEAAAQBAJ) Zaten deneme yazılarında yazar kendi duygu ve düşüncelerinden bahsederek bir kavramı anlatır. Otobiyografik yazılardır aslında denemeler. Ben de yıllarca böyle yazılar yazdım ve deneme kitaplarımda topladım. Deneme Tahtası, Dene/me ve Akışına Bırak e-kitap olarak yayınlandı.

Sonrasında da basılı beş kollektif öykü kitabı, iki şiir seçkisinde yer aldım. Ancak roman türünde ilk yayınlanan çalışmam Çam Ağacının Gölgesinde. O yüzden heyecanım büyük. Aslında üzerinde çalıştığım başka dosyalar varken bir de baktım ki bu kitap doğmuş, büyümüş, gülümsüyor. Hatta e-kitap formatı da adımlamaya başladı. Uzun yıllardır dergilere verdiğim sinema analiz yazılarım da İşler Güçler Sinema 1 ve 2 adıyla e-kitap oldu. Öykün/me, Aşk Öyküleri, Bir Mandala Bir Öykü, Küçürek öyküler adlarıyla dört öykü kitabım da yine e kitap olarak Google Play Kitaplar uygulaması içinde (https://play.google.com/store/books/author?id=Handan+K%C4%B1l%C4%B1%C3%A7) yayınladı. Orada artık basılı iki kitabımın e-kitap haliyle beraber on kitabım var. Sanırım yazı artık yaşam şeklim, yazı artık evim.

Kitapta anlattığınız hikâye İzmir’de geçiyor. Kitabınızı yazarken, bir İzmirli olarak ve mekanla, anlattığınız yıllarla ilgili ne kadar kendi gözlem ve deneyimlerinizden yararlandınız, ne kadar araştırma yaptınız?

Hepimiz dünyayı kendi gözlerimizden görür, deneyimlerimizden de anlamlandırırız. İzmir’e dair kitaba girenler elbette benim ilgimi çeken farkındalıklar oldu. Kitap bir akışta ama bölüm bölüm. İçine yakın zamanda yaşadığımız büyük İzmir Depremi de girdi, pandemi de girdi, 1930 yılında Bornova’da yaşanan sel felaketi, 1900 yılında Urla Karantina adasına getirilen göçmenler, Girit’in tarihi, göçlerden önceki siyasi ve demografik yapısı, birinci dünya savaşı, Çanakkale savaşı, devletler arası anlaşmalar, mübadele, yeni cumhuriyetin göç politikası gibi birçok noktada araştırma yaptım. Ve edindiğim bilgiler üzerine kurguyu ilerlettim. Tabi hayatta olan aile büyüklerinden de tecrübelerine dair fikir alışverişinde bulundum. Ama bir anı kitabı yazmadığım için malzemeleri kurgu için kullandım. 160 sayfalık kitabın arkasında en az onun iki katı kadar not ve birkaç taslak olduğunu da söylemeliyim.         

En sevdiğiniz yazar ve kitap?

Aslında çok var. Çocukluğumdan beri en yakın dostum kitaplar. Farklı tarzlardan sevdiğim romancılar var. Aynı anda masasında hem çay hem kahve bulunduran, aynı zamanda üç beş kitap okuyan biri olarak tek bir tane söyleyemem. Hadi iki olsun. Honoré de Balzac, Vadideki Zambak ve İvan Gonçarov, Oblomov. Defalarca okuduğum kitaplardan. 

En sevdiğiniz yazarla sohbet etme fırsatınız olsa, ona ne sorardınız? O soruyu yanıtlar mısınız?

“Bu melankoli hep sürecek mi?” diye sorardım. Aşkın bir ömür sürdüğü yer kitaplar sanırım ve “evet melankoli hepimizi yazıya aşkla bağlayan duygu diyebilirim, sürsün ki yazalım” diye yanıtlardım. Yorucu ama iyi ki var.

Şimdilerde ne üzerinde çalışıyorsunuz? Yeni bir kitap gelecek mi?

Aynı anda birkaç ayrı dosya çalışıyorum aslında. Bir roman serisi gelsin istiyorum. Üç cilt olarak planlıyorum. Ama hayat bu belli olmaz. Onlardan hızlı davrananlar çıkabilir. Basılan iki kitabım da plan dışı hayat buldular. İnsanlar gibi kitapların da kaderi olduğundan şimdiden onlara da bize de baht açıklığı diliyorum. Bu güzel sorular için size ve sitenize de teşekkür ediyorum.

Biz teşekkür ederiz, yeni çalışmalarınızda buluşmak ve konuşmak temennisiyle.


Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

 


*Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk roman izi varsa ben bulamadım hatta çok başarılı bulduğumu da en başta söylemek isterim ki sonra laf arasında kaynamasın.

Çam Ağacının Gölgesinde bir roman. Yazarını şahsen tanıyor olmasam karşıma çıkar, okur muydum bilmiyorum. Kitapların hayatıma girmesi ve okuma zamanım beni en az kitaplar kadar etkiliyor.

Kitabı okuyalı aylar oldu fakat hemen yazamadım. Zaten alır almaz da okuyamamıştım.

Kitabı yeni taşındığım evin balkonunda okudum, kendime bir çam ağacı seçmek için arada manzaraya da daldım. Yazılanları düşünmek gerekti bazen. Eylüldü. Yeni bir şehre, yeni bir eve alışırken okudum onu. Okuyunca bunun ne demek olduğunu çok daha iyi anlayacaksınız.

Kitap Hikmet’in –Hikmet bir kadın- eski hayatını bırakıp yeni hayatını kurmaya çalışırken aynı zamanda da bu kitabı yazma hikâyesini anlatıyor. Bir üstkurmaca. Geçmişine dönen bir kadının çocukluğunu, gençliğini sorguladığını ve aynı zamanda da yazma sancıları çektiğini okuyorsunuz. Bir eş ve anne olan Hikmet hayatı oralardan anlatmıyor. Bir kadın, bir kız evlat ve bir torun okuyorsunuz daha çok. Geçmişini, köklerini ve bir de bu yaşından belki de bir yazar gözüyle uzaktan görmesine şahit oluyorsunuz. Kitabı kendi gündelik ev hikâyesinin içinden okutuyor bize ve bence bunu da çok başarılı yapıyor.

Beni en çok heyecanlandıran kısmı babaannesinin hikâyesi değil de kendi taşınma hikâyesi oldu. Tamamen yabancısı olduğum bir şehirde, bir mahallede geçmişine giden bir kadın olarak Hikmet yeni yepyeni bir hikâyede, hikâyemde satır satır eşlik etti bana. Hikmet’in salon takımı, Ankara’daki evi, tül perdelerle olan hikâyesi, evin karşısındaki bir vasiyet gereği orada duran çam ağacı… Hepsi hepsi benim için yazılmış gibiydi. Ben de hemen kendime bir çam ağacı seçtim çünkü benim manzaramda da çamlar var.

Hikmet çekirdek ailesiyle baba evine dönen bir kadının hikâyesi olarak başlıyor. Ev, yuva, aile kavramlarını samimiyetle düşündürüyor. Sonra adını da aldığı babaannesinin hikâyesine geçiyor; bir kadın ve bir göç hikâyesi o da. Okurken otobiyografik izler buldum ve onu tanımış olmamın, çok uzaktan da olsa, bir yazarın hayatından izler bulmanın çocuksu hınzır hissini yaşadım.

Hikâye çok samimi, bununla birlikte üslup hikâyenin ruhuna öyle uygun akıyor ki… Ne demek istediğim anlaşılacak mı bilmiyorum ama aylar önce okumuş olduğum kitaptan; çay, kızartma kokuları, tatlının çıtırtısı duyuluyor. Okuldan bir arkadaş bize peksimet aldığında Hikmet babaanneyi, bahçelerindeki çay keyiflerini huysuzluklarını hatırladım hemen. Sanki mahalleden komşummuş gibi. İlk kez peksimet yedim ben burada. Bu da kitabın bir cilvesi olarak geçsin kayıtlara istedim. “Göçlerde, savaşlarda yenir o” diye açıkladı bir arkadaş okulda. Sonra başka biri dedi ki: “Biz bunu sütle ıslatıyoruz, sonra üstüne şeker serpiyoruz.” Ben onlara Hikmet babaanneden hiç bahsetmedim, o nasıl yiyordu acaba?

Kitaplarla böyle bir yerden ilişki kurmak galiba benim asıl okuma sebebim olmaya başladı. Kurgu ve gerçek böyle kol kola. Fantastik bir eser okusam nasıl bir tanıtım çıkacak bilmiyorum ama Çam Ağacının Gölgesi’nden sonra bir okuma grubuyla “Selvi Nine” ve “Üç Güzeller”i okudum. Selvi bir çam çeşidi değil mi?

Evet, bir kitap tanıtımı ve bir kitap okuma hikâyesi dinlediniz. Sizler eğer benim yazımdan sonra kitabı alır okursanız eminim kendi hikâyenize temas eden bambaşka şeyler bulacaksınız. Okumak iyi ki böyle bir şey. Hayatı da mutlak gerçeklerimden biraz sıyrılıp anlamaya çalıştığım bir yerden hepinize iyi kurmacalar diliyorum. En gerçek kurgucu biz okuyucular değil miyiz nihayetinde?

Emine Kelismail


*Bu yazı ilk defa 12 Ocak 2024 tarihinde https://daginikkalsin.com/cam-agacinin-golgesinde/ adresinde yayınlanmıştır.

Hayattaki yerini arayıp bulamayanlara samimi bir yol arkadaşı: Çam Ağacının Gölgesinde

  Elif Arslan  Ah şu merak yok mu şu merak? Sayfaları arka arkaya çevirip başladığımız kitabı bir çırpıda bitirmemizi sağlar. İşte böyle b...