öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Can Kızım, Cansız Kızım

 


Canım kızım,

Sensiz onuncu yıl. Kolay geçiyor sanma! Gelseydin belki çok zorlanacaktın bizimle. Neler oldu bu on yılda neler! Seninle birkaç ay arası olan Mina’nın doğum gününü yaptılar bugün. O kadar yakınken beni çağırmadılar, okul arkadaşlarını ve onların annelerini çağırmışlarmış.

“Abla senin başın kaldırmaz diye hiç söylemiyorum. Hem hediye işine giriyorsun, boş yere bir sürü masraf.” dedi Güler.

Boş yere. Boş ve yer… Kocaman bir boşluk yokluğun. Sen gideli ne yerim var ne yurdum. Seni düşünüce bazen bulutların üzerindeyim bazen de karanlık bir ormanda kaybolmuş. Sonunda herkesin gördüğü, bildiği, görmezden geldiği, yanından geçerken dikkat ettiği bir obruğa dönüşmüşüm sanki, sen gideli. Ya da daha doğru ifadeyle gelmekten vazgeçeli. Güler de haklı. Çocuğunu kaybeden bir kadının kalbini kırmak istemedi belli ki. Kırıldım yine de. Gerçi gitsem de kırılırdım. Kırgınlığım baki, Güler’e değil, Ayşe’ye, Fatma’ya, Mina’ya ya da sana hiç değil. Kader böyleymiş, karşı gelemem. Başını taşa vurup kırmaktır bilirim. Veren Allah, alan Allah. Sahibimize de emanetini aldı yanına diye kırgın olamam ya! Belki de bu benim halimin adı özlemdir. Kokuna, saçlarına, yıllarına, varlığına büyük bir özlem.

Senden sonra ilk birkaç sene herkesin kutlamasına gittim. Önceleri senin akranın olan çocuklara oyuncaklar almak sana alıyormuşum gibi sevinç veriyordu. Ama yıllar içinde her zorlukta bir başıma kaldıkça kızım olsaydı yanımda deyip ağladım. Hiçbir şey yapamasan küçücük ellerinle silerdin gözyaşımı, ağlama anne der zayıf kollarınla sarılırdın bana.

Sabah babanı işe geçirirken denk geliyoruz. Kapı açık oluyor. Güler de Mina’yı okula hazırlıyor. “Bazen benim halimi unutup “ay bu kızımız olmasa ne yapacakmışız diyoruz bizim beyle. Kızlar liseye gideli yüzlerini gören cennetlik. İnan sen şehir dışında okuyan oğlunu daha çok görüyorsundur. Başları sıkışmadan yoklar ortada. Ama bu Mina, ah bu kız canımız, ciğerimiz” diye yanaklarını sıkıştırıp yolluyor servise. “Öyle, haklısın” deyip kapatıyorum kapıyı bir an önce. Gözyaşlarımı görmesin kimse.

Sabahları “ay çekme saçımı, ay anne” diye çok bağırıyor çocuk, içim dayanmıyor. Mina’nın saçları uzun, kıvırcık, gözleri bal rengi, teni beyaz. Bana ya da babana, kime benziyorduysan senin de öyle olurdu, sarı, uzun ama düz saçlar. Gözlerse kesin mavi. Abin küçükken bu eve mavi gözlü olmayanlar giremez değil mi anne derdi, gülerdik. Baban da abin de dedelerin, ninelerin de yeşil ya da mavi gözlü. Ondan soyadımız Gökgöz ya. Memlekette lakabımızmış zaten.

Senin mavi gözlerini düşleyip tokalar da aldım ilk zaman. Sonra her gelişlerinde Mina’nın saçlarına taktım. Annesine her sabah saçlarını tararken acıtıyor diye dokundurmazken bana gelince hep saçlarıyla oynatıyor. Belki de kolay tarama tarağı aldım diyedir. Senin saçlarını da hiç acıtmazdım biliyor musun kızım. O ağladıkça sen ağlıyormuşsun gibi geliyordu, canım yanıyordu. O büyüdükçe sen de büyüyormuşsun gibi geliyor hala. Sonra kendime geliyorum canım kızım, cansız kızım.

Senin saçların düz olurdu diye emin bir şekilde söyledim ya çünkü biz de kıvırcık yok. Yine de ince telli olduğundan taraması kolay değil. Bu sene makrome örmeye başlayınca bunu iyice anladım. İp ne kadar ince o kadar zor. Geçen gece yeni bir örneğe başlarken ne geldi aklıma. Her gece bir yaprak yapsam ama yere düşüp gittiğin vakitleri hatırlatmasın diye onları dallara assam. Rengarenk yapraklarla canlanır mı evim, renk gelir mi yüzüme?

Neden her örneğe yaprak ekliyorum biliyor musun? Her gece elim tarağa gitsin istediğimden. Hem örmek gerekmiyor hem de havalı duruyor. En az on altı tane yirmi santimlik ip kesiyorsun. Ortasına da ikiye katlanmış kılavuz ip. Küçükleri bu ortadakinin üzerine bir alttan bir üstten geçirip adeta damar ağını inşa eder gibi yaprağı oluşturuyorsun. Ama ben en çok taramasını seviyorum yaprağın. Mavi, sarı, gri, turuncu yaprakları tek tek yapıp asacağım dallara. Geçen Mina’nın çantasına mavi yaprak yapıp süs niyetine taktım. Bir de ona senden bahsettim. Beraber el ele cennet bahçelerinde dolaşıp dünyaya gelmek için karanlık bir koridora girdiğinizi, senin orada kalıp Mina’nın koşarak buraya geldiğini söyledim. İyi ki geldin diyerek sarıldım. “Kızın niye gelmedi, şimdi onunla oynardık. Orası daha mı iyi hem seni üzerken sana ne dedi?” diye bir sürü soru sordu. Ben susunca “Bu dünya iyi bir yer mi peki?” dedi. Saçlarını okşadım. Aceleyle gözümdeki yaşı silip “dünya inilen bir yer, kelime manası bile deni, alçak olan demek ama annene kavuştun, bu da büyük mutluluk” diye anlattım. Yine sordu: “Peki senin kızın şimdi nerede?” “Cennette” dedim. Geri döndü geldiği yere, benimle kavuşmayı bekliyordur orada. Çocuklar sadece cennete gider, anneleri ve babaları dünyada neler işler belli olmaz her zaman yerleri cennet değildir ama önden, anne karnında düşmüş de olsa bir evlat gönderirlerse yerlerini ayırtmış sayılırlarmış. O evladın gözleri buğulanıp annemi istiyorum dedi mi, Allah da cennette gözyaşına müsaade etmediğinden “Bu sabinin ailesini getirin” der, hepsini cennetinde buluştururmuş.” diye Mina’ya anlatırken elinde onlara getirdiğim kek dilimleri ve sütlü kahveyle belirdi annesi. Onu görünce hemen sustum ama Mina durur mu? “Teyze hem kızını anlat hem de saçlarımı yine balıksırtı ör, olur mu?” diyerek fırladı odasına. Ona aldığım fırçayı getirip oturdu önüme. Güler “Mina, ıslatmadan olmaz, su sıktığımız şişe banyoda, hadi onu da getir” diye gönderdi salondan. Sonra gözlerini patlatıp “ne olur komşum, çocukların ölüme dair gerçeklik algısı bu yaşta tam oturmuyormuş, sen gidince bir sürü soru soruyor, rica ediyorum bu konuları açma” dedi. Elime aldığım fincanı dudaklarıma götürüp bir yudum aldım. Sehpaya götürürken ağzıma fermuarı çektim. Mina’nın getirdiği şişeden saçlarına su sıktım, usulca açtım bukleleri. Sonra da alın kenarından başlayıp ördüm balıksırtı modeli.

Kim bilir sen oralarda ne sırtında geziniyor, beni de izliyorsundur. Konuşacak çok şey var aslında ama insan bazen konuşmak istemiyor Kanımdan kan, canımdan can taşıyan bir evlat yanında olsun da beraber sussun istiyor. Sussun ve saçlarını tarasın. Her geçen gün artıyor özlemim, rutini bozdum, üç yaprak yapıp taradım bu gece. Sonra karşıma astım, izledim. En çok mavi yaprakları sevdim. Bu sefer on yaprak olacak, ortadakinin ipi en uzun, yanlarına doğru kısalacak boyları. Özenle tarayacağım renk renk yaprakları. İnan bana çok güzel olacak ve sana söz doğamadığını o güne yetişecek. Ne Güler’e ne Mina’ya gidecek. Tam karşımda süsleyecek duvarı.

Handan Kılıç

Dike(v/y) Halley Dergide

 

Merhaba,

Ne kadar zamandır buralara uğrayamadım hatırlamıyorum. 

Bloga yazamıyor oluşum aşkımdan, yani yazmaktan vazgeçtiğim anlamına gelmiyor elbette. 


En azından dergilere yazabiliyorum. İşler güçler çok yoğun, hayat çok hızlı, gündemler yorucu olsa da iyi ki edebiyat var diyerek Halley Dergisi'nde yayınlanan hikayelerimi paylaşmak istiyorum. 


Linki tıklayarak okuyabilirsiniz. 

   Dikev/y için tıklayınız. 

   Vedas/fız için tıklayınız.  

Yaza Düğün Var

 Hanımefendi camı diyorum, açar mısınız?

İyi çalışmalar, buyrun memur bey!

Kimlik numaranızı söyler misiniz.

150…

Biraz yavaş, tamam.

Hayırdır bir durum mu var?

Yok yok, rutin kontrol.

Bizi de kontrol edecek misiniz memur bey?

İstiyorsanız edelim söyleyin TCinizi

142

Bir de ehliyetinize bakalım hanımefendi,

Arabayı ben kullanıyorum, onunkine neden bakıyorsunuz ki?

Ooo Ankara mı? İlk görev yerimdi Kalecik. Sonra merkez. Doğu derken şükür memlekete döndük.

Hayırlı olsun memur bey de rutine dönsek.

Fethiye karışma istersen!

Seval Hanım siz nerelisiniz. İnstagram kullanıyor musunuz?

Memur bey işimiz bittiyse mesai saati bitmeden yetişmem gereken bir yer var da…

Ya dursana Fethiye memur beye eksik bilgi vermeyelim. Seval alt çizgi sev sev

Seval, işim var sonra ekleşirsiniz, kolay gelsin memur bey.

Ekledim Seval hanım, görüşürüz.

Tövbe tövbe Seval, cidden ilginçsin.

Ya adam sana sorarken bile gözü bendeydi yavaşladın ya karşıdan gördü beni, ondan çekti kenara. Diğer memur daha yakındı koşa koşa kendi geldi. Neden acele edip bahtımı kapatıyorsun? Otuz yaşındayım ve kapımda sıra yok, ekledim vallahi yakışıklı adamdı, hem işi de sağlam bak, seni bile mum etti karşısında.

Valla haklı Fethiye Abla. Ben durduğundan beri adamı izliyorum arkaya da uzattı kafayı bana da baktı güya da gözü Seval’deydi.

Ekledi bile kızlar, hadi hayırlısı bu yaza düğün var.

Handan Kılıç

#handankılıc

16 Aralık 2021


HAYAT DA ACI, BİBER DE!


Durgundu deniz bugün, sisler ardına saklamıştı karşı kıyısını. Vakit öğleni geçtiği halde güneş bulutlar ardındaki yolculuğunda ısrarcıydı. Nihayet veda saatlerine yakın yüzünü gösterdi sahildekilere.

Onu görünce oturduğu yerde kıpırdandı; dalına yaprağına su yürümüş bir çiçek gibi. Saçlarını çözdü önce, topladığı yerdeki baskıyı o an fark etti. Parmak uçları ile dokunduğu saç diplerinden özür diledi.

Kırık Kıvrım


Eski komşuma "Uzun zamandır itiraf etmek istiyordum; herkesten ve her şeyden bıktım" diye yazdığımda odanın kapısı açıldı. "İti an çomağı hazırla" dedim sonra gülücük emojisi gönderdim. "Herkes dediğine göre kim girse it olacaktı" yazdı. Oğlanın mızıltısını dinlemeden "İyi insan lafının üstüne gelirmiş" demeyi özledim, sen de matah bir şey var gibi takılıp gittin adamın peşinden, yalnız bıraktın" yazınca aradı. Yattığım yerden açtım, ön kamerada kendimi görünce korktum. Gerçi o da bir şeye benzemiyordu. Dip boyası gelmiş, saçının sarısı iyice solmuştu. Yüzü zaten kireç. 

TERLİK GELİYOR TERLİK

 




"Kaç kere söyleyeceğim size, denizin kumunu eve getirmeyin, o terlikleri bahçede yıka öyle gir içeri, canımı sıkmayın artık" dedikten sonra telefona döndü "Ay yeter bütün gün peşlerini topluyorum, vallahi eziyet yazlığa gelmek. Bir yandan sıcak, hiç esmiyor bu sene bir yandan sivrisinekler. Hem buraların hiç tadı kalmadı; eskiden komşularla otururduk akşamları ne güzeldi bizim site. Şimdilerde hiçbiri gelmiyor. Yan ev vardı ya, hani hepimizi güldüren, balık etli, iki çocuklu Ankaralı Nermin, işte onlar da artık gelemiyormuş uzak ya zor geliyor diyor, kiraya vermişler bu sene. İki tane izbandut gibi adam geldi, akşamları kadın da getiriyorlar. Her gün her gün mangal... İnan dumanından oturamıyorum bahçede. İçtikçe de sapıtıyorlar, şarkılar desen bir garip geçen akşam bir tanesini on kere üst üste çaldılar. Sonra onlar yatıp zıbardı benim kafamda sabaha kadar döndü şarkı “Aşk Bodrum’da yaşanıyor güzelim“ miydi, ay Bodrum’a gitseydiniz, ne işiniz var burada. Diyemiyosun tabi. Mehmet işi uzadı mı gelmiyor, kadın başıma elin adamlarıyla uğraşamam, mecbur katlanıyoruz. Sabah güvenliğe söyledim, yönetime söyle abla dedi geçti. Yeşimler de gelmemiş bu yıl yurt dışına gittiler dedi temizlik görevlisi. Tam karşımızdaki iki ev satılmış ama hala gelen giden yok. derken içeri seslendi.

KAPI - Pablo Picasso-Mavi Oda Tablosu






Günlerdir yataktan çıkmamıştı. Hasta mıydı, hayır. 
Yorgun? O da değil. 
Uyku… Ah keşke! 
Ne zamandır bir değil birkaç ilaç içmeden uyuyamıyordu. Gözü bütün gece odasının nemli duvarlarından, sıvası dökülmüş tavanına geziniyor, sabaha karşı tam yeni yeni dalmışken odanın içine doğan güneş uyumasına müsaade etmiyordu. 

Firuze

  “Kaçta geleceksin?” “İşim bitince” “Neymiş işin acaba?” “Of anne, sal beni arkadaşlarım bekliyor görüşürüz, sen ye yemeğini.” Bak ...