Merhaba,
Küçürek öykülerimden biri Şişede yayınlandı.
Pandabiyat'ta Zıvana isimli yazımı burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.
Okuma süresi 2 dk olarak ifade edilmiş.
Basılı bu dergiye ulaşmak isterseniz tıklayarak alabilirsiniz.
Konuk Sibel Alaş
Konu AŞK
Büyü bozumu adlı roman da hediye!
Merhaba,
Ne kadar zamandır buralara uğrayamadım hatırlamıyorum.
Bloga yazamıyor oluşum aşkımdan, yani yazmaktan vazgeçtiğim anlamına gelmiyor elbette.
En azından dergilere yazabiliyorum. İşler güçler çok yoğun, hayat çok hızlı, gündemler yorucu olsa da iyi ki edebiyat var diyerek Halley Dergisi'nde yayınlanan hikayelerimi paylaşmak istiyorum.
Linki tıklayarak okuyabilirsiniz.
Yıllar önce çocuklara çip niyetine akıllı saat alınıp takma rahatlığı yokken kalabalık yerlerde gezmekten korkardım çünkü oğlum el tutmayı sevmezdi. Bağımsız, özgür birey yetiştirecektik ne de olsa zorlamadık. Haliyle muradımıza erdik ama şimdi yüzüne hasret kaldık. O vakitler de şimdi de bir dakika yerinde durmazdı. Nereye koşar belli değil ama hep bir hareket… O yorulmazdı ama biz enerjisine yetişmekte zorlanırdık. “Üç çocuğa bedeldin, ondan tek kaldın.” dediğimde kızıyor ama kendine benzeyen evladı olmadan anlamıyor kimse anne babanın çektiklerini.
Ben
hep uslu tabir edilen çocuklardandım, babası da öyleymiş. İkimiz de bir
yerimizi bırak kırıp dökmeyi dizimizi morartmadan büyümüşüz. Okumayı öğrenince
de köşemize çekilip kitapları seçmişiz ama bizim oğlan hepsini yapardı. Böyle
olunca da insan endişe ediyor. Aman kaybolmasın diye bütün kotların, salopetlerin
cebinde anne, baba adı ve telefonları olan kağıtlar olurdu. Tembihlerdik evden
çıkmadan, bizi bulamazsan bunu sadece güvenlik görevlilerine göstereceksin
derdik. Çok şükür gerekmedi ama her çamaşır öncesi çıkarıp ütü sonrası
yerleştirirdim o kağıtları. Arada yenilerdim. İnsanın vakti de sabrı da daha mı
çok oluyormuş eskiden? Şimdi her şey kolay takıyorlar saati çocuğun koluna
sinyal alıp neredesin diye de soruyorlar.
Aradan
geçen on dört on beş seneye rağmen çocukların kaçma seremonisinde değişen bir
şey yok. Apartmanlarda büyütüldüklerinden belki de semerinden boşanırcasına
koşuyorlar dışarı çıkınca. Ben tek çocuğun hakkından gelemezken kardeşim,
annemlerin de katkılarıyla tabi üç oğlanla uğraşıyor. Gerçi onlarda sadece
ortanca yaramaz, annesine ve babasına çekmiş, onlar da ortanca. Diğer iki
yeğenim de herhalde bana çekti ki hep sakin çocuklardı. “Zeki çocuk hareketli
olur” klişesini yıktı büyük olan. Matematikte dünya ikinciliği aldı ama
bebekken de şimdi de sakin bir çocuktu. Lakin ortanca fırtına. Geçen İstanbul’a
gelen misafirlerini gezdirirlerken kalabalıklara karışmış, bütün aile onu
aramış. Tabi bunu çoğu zaman bilinçli yapar ortancalar. Saklanayım bakalım fark
edecekler mi merakından vardır böyle çılgınlıkları, görün beni çabaları. Tek
çocuk zaten odakta, büyük çocuk diğerlerine göz kulak olur, küçük küçük
olduğundan göz önündedir ama ortancalar hep daha kolay arazi olurlar. Büyüdüklerinde
bu avantajdır kimse onlara bulaşmaz, onlar da tavşan boku gibi yaşarlar. Başka
yerde sosyal olsalar da evde böyle hep olayların arasından sıyrılırlar.
Biz
böyle konuşurken duyan yeğenim “Teyze tavşan boku ne demek ” dedi.
“Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan insanlar için kullanılan bir deyim, hiç görmedim adı anılanı ama kokmaz, bulaşmazmış” dedim. Sonra ekledim “öyle çok insan tanıdım.” Baktım ki tabletine dönmüş, uzatmadım kendi kendime konuşmayı, sosyal medyadan da yaparım yahu deyip sustum. Ben de telefonumu çıkardım çantadan.
İki
hafta geçmişti ki bu konuşmanın üzerinden sinemaki de diyebileceğim eski bir
arkadaş çıktı karşıma. Doğum günümdü ya kutladı. Yıllardır aklı neredeydi
bilmem, hem kaç zamandır bir beğeni bile yapmıyordu paylaşımlarıma. Cemaziyülevvel
de bir vakit takibe almış ama ne haber bile demeyince geldi röntgenci diye iç
geçirmiştim. Yine de ilkelerim gereği takibe takip atmıştım. Ne bekletti gizli
hesabına kabul için beni. Telefon çaldıktan sonra daha bir dakika geçmeden geri
döndüğünde açmayan insanlarla böyle kendisi takip edip geri takip isteğini
haftalarca kabul etmeyen insanlara ifrit oluyorum. Elinde işte telefon, niye
görmedi numaraları yapıyorsun. Aklınca ağırdan alacak, geçti artık öyle ağırmış
hafifmiş halleri. Buradaysan ve elindeyse telefon yanıtla arkadaş. Ben takip
etmedim ki seni, gelen sen, arayan sen ve dakikasında cevap vermeyen yine sen.
Neyse bir zaman sonra gördük gizleyip sakladığı hesabını. Çok da matah değilmiş
üç beş uyduruk foto koymuş ne ortalamış ne ışığa dikkat etmiş. Sorsan her şeyi
bilir. Fotoğraf sanatçısıyım diye diye gezer elinde telefon parkta çiçek böcek
çeker. İyi insan işte, andık geldi yeni post. Bak sen son fotoda ne var,
torununa o da akıllı saat almış. Ne yazmış altına son turfandama son moda,
etiket oğlum. Allah Allah kaç yaşında doğurdu bunu yakın gözlüğü ile okurken
çocuk mu oluyormuş. Kaybolmaz artık senin torun da pardon oğlun desem bizim
oğlandan yeğenden bahsetsem. Yok yok hiç uğraşamam şimdi. Onun gibi yapalım
görüp görmezden gelelim, o kalbe basmayalım ki kendini bir şey sanmasın.
İncilerimiz bizde kalsın. Gün gelir dizdirir, takarız boynumuza. Ah ah, içimizde
tuttuklarımız yüktür sevgi de nefret de bunu biliyoruz da sonra şikayet
ediyoruz hastalandıkça, sanki dünya sırtımızda.
Handan
Kılıç
17
Şubat 2022
Bir öyküm daha farklı bir mecrada yayınlandı. Halley Dergisinden okumak için linki tıklayabilirsiniz.
İyi çalışmalar, buyrun memur bey!
Kimlik numaranızı söyler misiniz.
150…
Biraz yavaş, tamam.
Hayırdır bir durum mu var?
Yok yok, rutin kontrol.
Bizi de kontrol edecek misiniz memur bey?
İstiyorsanız edelim söyleyin TCinizi
142
Bir de ehliyetinize bakalım hanımefendi,
Arabayı ben kullanıyorum, onunkine neden bakıyorsunuz ki?
Ooo Ankara mı? İlk görev yerimdi Kalecik. Sonra merkez. Doğu
derken şükür memlekete döndük.
Hayırlı olsun memur bey de rutine dönsek.
Fethiye karışma istersen!
Seval Hanım siz nerelisiniz. İnstagram kullanıyor musunuz?
Memur bey işimiz bittiyse mesai saati bitmeden yetişmem
gereken bir yer var da…
Ya dursana Fethiye memur beye eksik bilgi vermeyelim. Seval alt
çizgi sev sev
Seval, işim var sonra ekleşirsiniz, kolay gelsin memur bey.
Ekledim Seval hanım, görüşürüz.
Tövbe tövbe Seval, cidden ilginçsin.
Ya adam sana sorarken bile gözü bendeydi yavaşladın ya
karşıdan gördü beni, ondan çekti kenara. Diğer memur daha yakındı koşa koşa
kendi geldi. Neden acele edip bahtımı kapatıyorsun? Otuz yaşındayım ve kapımda
sıra yok, ekledim vallahi yakışıklı adamdı, hem işi de sağlam bak, seni bile
mum etti karşısında.
Valla haklı Fethiye Abla. Ben durduğundan beri adamı
izliyorum arkaya da uzattı kafayı bana da baktı güya da gözü Seval’deydi.
Ekledi bile kızlar, hadi hayırlısı bu yaza düğün var.
Handan Kılıç
#handankılıc
16 Aralık 2021
“Ella selam. Seni görmek ne güzel! Yıllar önce beni sarsan bir romanın karakterisin. Okuduğum kitaplar arasında hayranlık duyduğum böylesi güçlü bir kadınla yol ortasında karşılaşmak heyecanlandırdı doğrusu”
Önce durdu, baktı ve
gülümsedi:
“Selam, demek bir okursun.
Beni kâğıt üstünde kalmaktan kurtaran, yaşadığımı fark ettiren kahramanlardan. Peki
söyle bakalım nasıl sarstım seni?”
“Cesaretin ve çevikliğinle,
şansların, şansızlıklarınla…”
“Bunlar hepimizin
hayatında olan şeyler değil mi? Şimdi sen kendi hayatından anekdotlar anlatsan
kim bilir ne çok zaferin vardır beni sarsacak. Kendine haksızlık etme. Bu dünyada kadın olarak ayakta kalmaya çalışırken güçleniyoruz hepimiz”
“Orası öyle, var olduğumuz bir yerde bir de bunu ispatlamamız isteniyor. Teşekkür ederim hatırlattığın için. Ayrıca bu
kadar mütevazi olman şahane, muhtemelen aşık ve mutlu olmanın sana verdiği
güzelliklerden tevazu. Elbette yaptıklarım var ama galiba insanın aklı hep
yapamadıklarında kalıyor.”
“Onun için dene,
yapamazsan da pişmanlığın bu olsun diyorlar.”
“Kesinlikle haklısın, deniyorum elimden geldiğince.”
“En çok neden etkilendin
peki kitapta?”
“Sıkıştığın yerden, konfor
alanından çıkma cesaretinden, her şeyi arkana alıp ilerleme kararlılığından,
yıllarca kurmak için uğraştığın kaleyi, evini, çocuklarını, emeğini, yirmi yıl
hatasıyla günahıyla kabul verdiğin insanı bırakıp hiç bilmediğin bir yerde hiç
tanımadığın birinin peşinde bir maceraya atılmak seçimlerinden. Düşününce akıl
karı değil.”
Ella güldü, koluma girdi.
Az önce yürüdüğüm parkı işaret ederek “Oturalım” dedi. “Mevzu derin”
Oturduk gözlerine baktım.
Huzuru, sükûneti gördüm.
“Çok güzelsin. Farkında
mısın?” dedim.
Elimi tuttu. İki avucunun
arasına alıp konuşmaya başladı. Sıcacıktı.
“İşte bunlar hep aşkın
marifeti sevgili okur. Meşhur Kırk Kuraldan beşincisi der ki;
“Aklın kimyası ile aşkın
kimyası başkadır, akıl temkinlidir, korka korka atar adımlarını, aman, sakın
kendini, diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği bırak kendini koy
gitsin” Aziz Zahra, aşkım yani, “Akılcı kararlarla planlar yaparak hayatımızın
akışını denetleyebileceğimizi zannediyoruz, oysa balık yüzdüğü okyanusu
denetleyebilir mi?” demişti bir keresinde. Bu söz hep kulağımda.”
Başımı salladım. Akışına
engel olduğum yaşlar süzülürken cevap verdim:
“Çok doğru söylemiş,
zaten onun için çok etkilendim. İlk okumamdan on iki yıl sonra bir başka şey
ararken kitaplıkta gözüme çarptı AŞK. O hislerle elime aldım. Kalbime değen,
altını çizdiğim satırlarda dolaştım. Geçen zamanı düşündüm. Satırlardan akan yalnızlığı,
aşkı, teslimiyeti, ilmek ilmek işlenmiş bir kitabın tüm eleştirilere rağmen okurunu
bulma şansını… Sana garip gelebilir belki ama erkeklerin elinde pembe bir kitap
taşımaya utandığı bu ülkede aynı kitap bir de gri kapakla basıldı. Her şeye
rağmen pembesini okuyan erkekler de oldu tabi.”
“Gerçekten mi, şaşırdım
bu cinsiyetçiliğe!”
“Ah o dediğin mevzu
aşktan bile derin, sürekli kanayan bir yara, şaşıracağın çok şey var bizim
buralarda da aşka dönelim yine? Adeta susuz kalmışçasına insanlar kitabın peşine
düştü. Burası aşklarını acısıyla harmanlayanların topraklarıydı. Kavuşulan
aşkların güzelliğini, kitaplardan okuyanların… Dizilerden izleyenlerin. Uzun
sözün kısası aşkın büyüsüne kapılmış her insanın şanslı olduğunu düşünüyorum.
Hele de kendini teslim ettiğin akışın sahibi seni atmosferi sevda olan bir
dünyaya bir el uzatışla alıp aşkla nefeslendiriyorsa. Kendisi de baştan başa
aşk olan bir adamsa, Aziz Zahara gibi.”
“Herkesin karşısına bir
kere olsun bu şans çıkmaz mı sevgili okur?”
“Bilmem. Çıkar herhalde
ama anlayana kadar iş işten geçebilir çoğu insan için. Şanslısın dediğim konu şu:
Düşünsene ya Oblomov olsaydı karşındaki? Aşkı, tutkuyu bilen ama yataktan bir
türlü kalkamayan, her şeyi erteleyen, dur bakalım ne olacak diyerek hareketsiz
kalan, yaşam alameti, kalp çarpıntılarını hissedince daha da yavaşlayıp saklandığı
köşede geçmesini bekleyen Oblomov’un yaptığını yapsaydı sana Aziz Zahara, sen
de muhteşem bir dille yazılmış ve çevrilmiş bir Rus romanının tanrı
anlatıcısından, yani bir nevi yazar Gonçarov’dan aşka, dostluğa dair nutuklar
dinlerdin. Doğulu toplumları anlayamaz, neden bunca cesaretsiz bu adam der,
şaşırırdın. Olga gibi acı çeker aşktan ümidi keserdin. Şanslıymışsın Ella,
doğru ülkede, doğru romanda doğru adamla atılmışsın maceraya.”
Başını salladı, “Oblomov
kim bilmiyorum. Ama feci halde konfor alanına sıkışmış biri olmalı. Ben hep
hareket halindeydim. Evde hiçbir şey yapmadığımın düşünüldüğü zamanda bile öyle
çok şey yapıyordum ki çevremdekiler için, çok şükür sonunda atikliğimin ödülü oldu
Zahara”
“Ne mutlu sana, kalbe
değen bir aşk, hele de seninki gibi karşılıklı olanı yazılmış bahtına. Böylesi
aşk bahardır ruha. Biz ediyoruz, sen de teşekkür et, seni aşkla buluşturan Elif
Şafak’a.” deyince ellerini kalbinin üzerinde birleştirdi. Gözlerini kapatıp
şükretti. Sonra sıkıca tuttu ellerimi.
“Seni tanımak güzeldi. Bizim
buralarda “Kalbinin ekmeğini yemek” diye bir deyim vardır. Seninki o hesap. Aşk
eksilmesin kalplerimizden” dedim.
Kalktı, sarıldık.
Arkasından uzun uzun baktım. Banka tekrar oturup yıllar sonra Aşk’ın
sayfalarını çevirmeye devam ettim.
Handan Kılıç
10/10/2021
İzmir
*Görseldeki mandalanın çizimi bana aittir.
Deniz kenarında dolaşıyorlardı, kırmızı yeşil taşları topladı, en güzel şekilde olan, pürüzsüzleri aradı. Arkadaşı yamuk yılık delik bir sürü taş toplamıştı, şaşırdı. “İşini iyi yapsana, yamuk bunlar” diye çıkıştı. “Ben renklere baktım sadece. Işıl Işıllar, şekillerine bakmak hiç aklıma gelmedi” yanıtı gelince ağız burun büktü.
“Babam” dedi, “Babam
yamuk şeyleri istemez. Annem de düzgün olmayan taşları götürürsem “Bunu mu
buldun?” diye söylenir. Düzgün olmalı her şey” deyince arkadaşı boş boş bakıp
sonra umursamadan taş toplamaya devam etti. O ise sanki dünyayı düzeltmeye
gelmişti. Koca bir sahili yürüdüler. Yeni bir taş daha ekleyemedi. Elinde üç
güzel taşı varken arkadaşı ona göre bir torba çerçöp toplamış “Ganimetlerim
işte!” diye sevinçle annesine seslenmişti.
Annesi daha taşları bile
görmeden “Aferin kızıma” dedi. O da kendi elindekileri gösterdi. “Seninkiler de
güzelmiş, niye bu kadar az?” deyince annelerin hep bir niyesi var işte diye
sevinirken “Sana ne, ben böyle istedim” demek geçti içinden ama “Bu kadarını
buldum” diye eksiklendi. Öyle ki, konuşurken sesi bile çıkmamıştı.
Zaten soran teyze de
çoktan kendi işine dönmüş arkadaşının getirdiği taşları bahçenin bir köşesine
atmıştı. Çocuk da çoktan başka bir oyuna geçmişti. O ise hala elindeki üç
düzgün taşa bakıyor “Neden bu kadar az topladım?” diye düşünüyordu.
Handan Kılıç
Yemyeşil gözleri var onun,
benim de yeşil ojelerim işte. Biraz yıprandı belki ama yine sürerim. Elim sudan
çıkmıyor ki; beş kardeşin çamaşırı, bulaşığı hep bana bakıyor. Annemle babam
tekstil atölyesinde çalışıyor.
Durun durun en iyisi her
şeyi baştan anlatayım; biz şanslıyız. Ailecek geldik buraya. İlk kez denizi
gördüm, gökyüzü kadar genişti. Daracık karanlık bir mağaradan çıkmış gibiydim. Yıkıntılar
arasından da sağ salim çıkabildik. Ama babam hapis bile yattı yıllarca. Sonra
olaylar iyice karıştı tabi hapishaneler de. Tam bırakmışlardı ki, tekrar
alacaklarını öğrenmiş babam, “Gidiyoruz” dedi. İki katlı bahçeli bir evimiz
vardı. Annem en küçük kardeşime hamileydi. Ben de ilkokula gidiyordum. Hiçbir
şey alamadık yanımıza. Sevdiğim defterlerim, renkli kalemlerim, kıyafetlerim hep
Suriye’de kaldı. Cebime bir oyuncak bari alayım diye avucumun içine sığacak bir
şey arıyordum ki halamın bizde unuttuğu o küçük cam şişeyi gördüm. Hemen alıp
cebime koydum. Bir kere bana sürmüştü. Öğretmendi halam. Ben süslenmeyi
severdim, annem de hiç sevmez, takıları, süsleri hiç yoktur, erkek gibidir
annem. “Kız halaya çekermiş” diyerek burun kıvırırdı ojelerime ama ben halamın
küpelerini, yüzüklerini de merakla süzerdim. Ne güzeldi! Halam da yeşil
gözlüydü. Onun gibi. Şimdi öldü halam, bizimle gelmedi. Sevdiği vardı. Sonra
dediler, siz gidin biz geleceğiz, gelemediler. Saldırının olduğu gece nişan
varmış, Hiç ayrılmamaya söz verip yüzükleri takmışlar. Sonra büyük bir gürültü, kargaşa. Her yeri
saran toz duman dağıldıktan sonra bir de bakmışlar ki halam ve sevdiği el ele
göçmüşler. İşte o zaman evden getirdiğim o oje kıymete bindi, gıdım gıdım
sürüyordum, halamı çok özlüyordum.
Onunla ilk karşılaştığımız da “Ojelerin ne güzel” demişti ben de nasıl cesaret ettim bilmiyorum ama “Senin de gözlerin” deyivermiştim. Sadece abisi var burada, ailesinden geri kalan herkes ölmüş. Çok zor günler geçirmiş. Babamla aynı tekstil atölyesinde çalışıyormuş. Bir gün babam telefonunu düşürmüş, benimki görmüş almış. Peşinden koşmuş babamın ama dolmuşa binince yetişememiş. Sormuş soruşturmuş, evi öğrenmiş. O akşam annemle babam bir akrabaya gitmişti. Kapıyı onlar geldi diye sormadan açtım, karşımdaydı: Halamın su yeşili gözleri. Daha görür görmez içime ateş düştü. Sonraki gün bu sokaktan geçti defalarca. Demek o da yandı bana. Çocukları hazırlayıp çıkardım hemen parka. Çekirdek alıp yanımıza geldi, çitledik. Çocuklara da şeker getirmiş. “Çiğdem” diyorlarmış burada dedi. “Çiçekmiş çiğdem, ince, narin. Sen de çiçek gibisin, ellerin gövden, parmakların yaprakların. Çiğ damlası gibi yeşil ojelerin.” Kırık parmağımı saklarken tutuverdi elimi, titredim. “Çok güzelsin” dedi ya sabahı zor ettim. Çocuklara birkaç lokma yedirip “Gelirim” dediği öğle saatinde yine gittim parka. Bu sefer halamın küpeleri ve bir yüzüğü de vardı elimde. Annem evde olmayınca süslenmiştim kendimce. Görür görmez fark etti. “İncecik bedenin gibi sallanıyor küpelerin” deyince “Şair misin sen, kitap gibi konuşuyorsun” diye sordum. “Şair yaptı güzelliğin beni” deyince sırtımdan kanatlar çıkmış da gökte süzülüyorum gibi hissettim. Gülerken kapadım ağzımı.
Madem şair, göz dili bilir değil mi?
Handan Kılıç
Medıum.com dan okumak için tıklayınız.
Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...