Gözlerim gerçeğe açılacak derken gözüm açılmaz olmasın mı bu sabah!
Nereden çıktı şimdi bu şişlik arpacık mı çıkıyor acaba? Belki on beş yıldır çıkmamıştı, nazar mı oldum yine? Üst kapakta da hiç rastlamamıştım. İki gecedir uyutmadı da. Böyle bir acı ve şişlik görmedim daha önce.
Görmek mi göremiyorum ki!
Duyuyor muyum, hafif bir müzik geliyor sanki kulağıma, hüzünlü.
Yine çok konuşuyor insanlar. Gül kokusuna yaseminler karışıyor. Yok ya ne arasın burada yasemin ama nereden geliyor o zaman bu baş döndüren güzellikteki koku.
Çocukken bahçemizde vardı beş taç yaprağı koyu yeşil yapraklar arasından yıldızlar gibi süzülür, her rüzgârla kokusunu gezdirirdi. Koparıp kulağımızın üzerine takardık, mis kokar ama çabuk solardı.
Kulak deyince kirazdan da küpeler unutulmazdı. Zaten kırmızı tutkum. İlk ayakkabımdan son aldığıma kadar kırmızıdan, bir de kirazdan, çilekten, karaduttan vazgeçmedim. Tonlar değişti ama zamanla, mesela en sonuncu ayakkabım bordo kırmızıydı. Ne rahat kullandım; hem yüksek topukluydu hem de nasıl güzel bir kalıpsa hiç yormazdı. Tabi bir stiletto kadar ince topuklu değildi. Ömrümce o ince yüksek topuklulardan giymedim. Ancak yatarken rahat olur sanki. Vasiyetime mi eklesem, içimde kalmaz, gözüm açık gitmem:))
Kırmızı rugan stilettolara kırmızı fırfırlı türlü şık bir abiye ile uğrasınlar da bu dünyadan giderken görkemi elden bırakmayayım.
Çürümeden önce güzel görünmenin faydası var mı? Biraz makyaj yapsalar korkuyu alır mı? Kırmızı ruj hep yakışırdı bana, allık da şeftali tonları olsun ama. Ayaklarımı üst üste atsınlar, çok yoruldum bu dünyada, gittiğim yerde dinleneceğimi bilsinler. Hem de herkese bir mesaj olsun bu; hiçbirinizi takmıyorum arkamdan söyledikleriniz umurumda bile değil, doğru bildiğim gibi yaşadım, öyle öldüm demenin daha güzel bir yolu olabilir mi? Evet evet ayaklar çapraz. Törende herkes böyle görsün beni.
İyi de kızım aklını başına topla bizim cenazeler böyle mi kırmızıyı gösterirler sana pamuğu tıkayıp şeker paketi gibi başından sonundan kefeni sıktılar mı atıverirler kazdıkları toprağa. Üzerini örtmek için de yarışırlar. Ne kadar çabuk biterse iş o kadar hızlı gideceklerdir mezarlıktan yaşama. Ölen ben değilim çok şükür diye sevinecekler, yaşadıklarını hissettiren eylemlere dalarak seni bıraktıkları yeri unutmaya çalışacaklardır koşa koşa.
Elbette özleyecekler bir zaman, seninle olan kendilerini tabi ki. Çok yakınların dışında kırk günden sonra hatırlayanın kalmayacak. Onlar da kırktan sonra yavaş yavaş yası tüketip eski yaşamlarına sensiz yelken açacak. Gemilerini de gayet güzel yüzdürecekler, fırtınadan baş gösteren Azrail onların da kapısını çalana kadar.
Belki sadece annesinin kalbinde bitmez bir yas bırakır, giden. Hele de sıralı ölüm değilse daha derine saplanır acısı. İşte o vakit giden meçhul bir karanlıkta beklerken geleceği, kalanlar da toprağın üzerinde dolaşan canlı cenazelerdir sanki.
Gözlerin hakikate açılmasının yolu ölmeden önce ölmekse insan onu hayatın kıyısına getiren olayları şans görmeli, bir durup düşünmeli...
Bir de kapanan gözüne bir ilaç sürmeli. Kendi kendinin doktoru, annesi, ilacı olmayı öğrenmeli. Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz demişler, bilmeli.
Nasıl görünürsen görün iki dünyada geçerli bilet göğsünün altında gizli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder