kaybolmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kaybolmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Uğurlar ola!


 Denize zorla sokulmuş ağlamaklı bir çocuk gibi” kaldım hayatın ortasında. Günlerden Salı, aylardan Şubattı. “Bırak beni böyle” diye haykırırken bırakmanın bu kadar zor olacağını bilememiştim.

İnan ki böyle olsun istemezdim. Aşkla tuttuğum ellerinden bir gün kopacağım aklıma gelmezdi. 

Ne olduğunu anlamadan kendimizi bulduğumuz o soğuk koridorlarda adeta bir düşman gibi karşılaştık önce. 

Aylardır bu uzatılmış işkencenin bitmesini bekliyor, özgürlüğün hayalini kuruyordum ne zamandır. Biz olmaktan çoktan vazgeçmişken ben, sen direniyordun hatasızmışçasına. 

Ama ne olduysa bugün geldin gözyaşları içinde o imzayı attın. Bir de sesli olarak herkesin huzurunda protokolü tekrarladın. Tabi ben de. Ve salondan çıkarken sen, ben, tüm sevenlerimiz ağlıyordu. Düğün günümüzde ağladıkları gibi.  

Ama biz o gün ne kadar mutluyduk, hem ağlarım hem giderim yapmadım hiç. Hatta ikimiz de ne güzel gülüyorduk. 

Yıllar yılı ne hayaller kurmuştuk seninle. Yaşları yakın iki küçük çocuğumuz olmalıydı hemen, beraber büyümeliydik onlarla. Ne yollardan geçmiş ne zorluğu aşmıştık, okullar bitsin diye beklemiş, uzakları yakın edip kendimizden çıkmıştık. 

Biz olmak için gerekliydi benden vazgeçmek. Seve seve bıraktık beni, seni. 

Yedi şiddetinde deprem olsa yıkılmaz sandığımız bir ev çattık zannetmiştim. Yıldızlı gök orda, mavi bulutlar, güneş, gökkuşağı, yağmurlardan sonra büyüyen başaklar, gözünden gözüme kayan kuyruklu yıldızlar... Artçılara bile dayanamadık oysa. Altından oyulan, kolonları kesilen yuvamıza çatı olamadı hiç bir gök.  

Hayatımızı, hayallerimizi, evlatlarımızı aldılar elimizden. 

Sensiz kaldım ben. 

Bensiz kaldın sen.

Elveda sevdiceğim. 

Ben şimdi sudan çıkmış balık mıyım yoksa denize zorla sokulmuş korkak bir çocuk mu bilememekteyim.

Gök gürlediğinde kime sarılacağım hem, söylesene! 

Şarkılarda haykırmak kolay ama ben artık "Hayat bildiği gibi gelsin üstüme" diyemiyorum. Şefkati, merhameti, kolaylığı, aşkı özledim. 

Tanıdığım zamanki adamı… 

Ama hiçbir şey aynı kalmıyor, hayat bazen içinde bizi sürüklerken gürül gürül akan bir ırmak. Hasbelkader bir dala tutunup kendini öteki kıyıya atarsa insan hayatta kalsa da karşıda sevdiği olsa bile o suda bir daha debelenmeyi göze alamıyor. Kışlar geçmiyor, bahara taşıyor karını, kirini, korkusunu. Yükseliyor sular, egolar, yalnızlıklar. Ve göstermez oluyor bize bizi. 

Aşk da kaderimizdi, ayrılmak da…Buna inandım. Asıl kabul edemediğim; sen beni bu kadar severken bunca yıl beklerken tam bir olmuşken bizi neden yıktın? 

Şimdi “Biz”in içinden beni çekip çıkarmak canımızı acıtacak. İhtimalken de acıtıyordu ama böylesi bambaşka. Bitti. İmza ile başladı, imza ile sona erdi. Kan revan içinde kalacak şimdi bir zamanlar aşkla çarpan kalbimiz, kalem tutup sevda fısıldayan ellerimiz. 

Zaman örtmez ama yatıştırır” derler. Elbet bir gün kabuk bağlayacak yaralarımız. Eli mahkum, yoksa hayatta kalamayız. 

Ah ki ne ah! Unutmak istediğim çok şey yaşadım, yaşıyorum. Ama belki de hayatın esprisi budur.

Ne de olsa “Yaşamak Uğraşı” demişler adına. Biz yolumuzda yürürken yanımızdan yöremizden geçenler, yerleşemediyseler bir türlü bize, tek tek dökülecek üzerimizden. 

Ben olarak devam ederken yola bir tek Yolun Sahibi’ne güvenebileceğimizi anlatacaklar yaşattıklarıyla. 

Haydi sevdiceğim, ikimize de uğurlar ola.

Handan Kılıç

 8/2/2022

İzmir



BİR KADININ GÖZYAŞLARI 2012


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 91.FİLM 

-Spoiler içerir -


Çok başarılı bir drama diye bahsedilip Audrey Tautou da görünce filmi izlemeye başladım. Öncesinde de I, Tonya'yı izlemiş, hemen de yazmıştım. Dram seven biri olarak da günde üç tane bile izleyebilir, epey gözyaşı döktükten sonra kendisi de dram olan hayatıma şükür arası vererek devam edebilirim. Buna rağmen bu filmden acayip derecede sıkıldım. Hani hız çağında falanız ya, ona inat çekilmiş, festival filmi tadında (ki festival filmlerini de severim ama bu baydı. Hele de Audrey'in hiç değişmeyen poker surat ifadesi ile fenalıklar gelse de, başladığı işi bitiren biri olarak sonuna kadar geldim. 


Aksiyon, olay takıntısı olanlar, hız isteyenler izlemesin, çekemezler. Kesin bilgi yayalım.

Kısaca özetlemem gerekirse, 1920'ler Fransa'sı, zengin bir toprak sahibinin tek kızı, komşu arazilerin sahibinin kızıyla çocukluktan beri arkadaş. Taşrada çok sıkılıyorlar, boğucu bir tekdüzelik var. Evliliğin iyi geleceğine dair umutlar var içlerinde. O zamanlar daha duygulardan konuşulmuyor. Evlilik de önceden planlanmış. Arkadaşının  ağabeyi ile evleniyor. Gelin görümcesinin bir çocuğa aşık olduğunu, her duyguyu coşku içinde yaşadığını görünce çok rahatsız oluyor. Bunu da yazdığı ve ulaştırmadığı mektupta "Seni severken gördüm ve nefret ettim" diye anlatıyor. Zaten aile de Yahudi'ye kız verilmez diyerek kızı tecrit ediyor. Ama aşık olunan adam Paris görmüş, evlilik niyeti olmayan, azıcık oynaşma şansı verdim ona diyecek türden, o zaman için taşrada ahlaksız sayılan bir adam. Gelin de çok kitap okuyan uyumsuz ama bunu dışa yansıtmayan donuk bir insan. Çocuğunu bile ağladığında kucağına almayan bu ruhsuz kadın kocasını yavaş yavaş zehirliyor. Çünkü evlilik içinde sıkılmış ve aileler siyasetçi olduğundan boşanması mümkün değil. Zehir fark edilince yargılanıyor ve tüm zenginler gibi yargının da elinden kurtulsa da kocası onu taşradaki o boğucu yerde bir çatı odasına kapatıp bir nevi hücre cezası veriyor. Ymeden içmeden kesilen kadın çok zayıflıyor. Aylar sonra kocası bunu görünce onu iyileştirip boşuyor. Paris'te bir dairede yaşamasını sağlıyor. Kadın yüzünde hafif tebessüm kalabalıklara karışmışken film bitiyor. (Ay böyle anlatınca epey olay olmuş gibi göründü gözüme Ama iki saatte olduğundan film bitmek bilmedi, manzaralarsa güzeldi bakın; yeşile de maviye de doyuyorsunuz.) 

Sonuç, erkeklere uyarı, kitap okuyan kadın evliliğe uygun değildir:)) Kadınlara çağrı: Boşanmak mutluluk getirir. Hoş bu eleştirilen mantık ve bakış açıları Fransa' da 1920'lerde varmış. 2020 Türkiye'sinde ise hala geçerli.  Bir yüz yıl daha da böyle gideriz gibi.

   

ELLY HAKKINDA ASGAR FERHADİ Darbareye Elly (2009)



SİNEMA GÜNLÜĞÜ 84. FİLM 


-Spoiler içerir -


Daha önce Geçmiş adlı filmini blogda yazdığım, Satıcı ile Bir Ayrılık adlı filmlerini izlediğim Asgar Ferhadi, 2012 yılında Time dergisi tarafından dünyadaki en etkili 100 isim arasında gösterilmiş. Oscar ve Altın Küre'yi kazanan İranlı senarist ve yönetmen Ferhadi, Bir Ayrılık ve Satıcı filmleriyle 84. Akademi Ödülleri ile 89. Akademi Ödülleri'nde Yabancı Dilde En İyi Film ödüllerinin de sahibi olmuş.


Elly hakkında filmi de 2009 Berlin Film Festivali en iyi yönetmen gümüş ayı ödülü ve Tribeca Film Festivali en iyi uzun metraj anlatı ödülü gibi başarılara sahip.
TRT2 filmleri arasında izlediğim Elly Hakkında son derece ilginç, hareketli, vermek istediği duyguyu izleyiciye hissettiren güzel bir yapım.


Bazı yorumcular "Delinin biri kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış filmi" demişler ama işler o kadar basit değil. Oyunculuklar çok başarılı, görsellik çok ustaca. Senaryo sağlam. Dram kategorisinde yer alsa da gerilim filmi olduğunu söylemek mümkün. 

Başta son derece neşeli başlıyor film. İranlı orta sınıf üç aile ve onların Alman eşinden yeni boşanan üniversite arkadaşları hep beraber Hazar Denizi kenarına kısa bir tatil için gidiyorlar. Çiftlerden birindeki kadın aktif bir karakter. Tatili ayarlayan, evi bulan, boşanmış arkadaşları ile tanışması için çocuğunun öğretmenini kendileriyle tatile gelmeye ikna eden, grupta sevilen bir insan. Evi tutarken ve bunca işi organize ederken bazen şaka yollu bazen ortamı idare etmek için beyaz yalanlara da başvuruyor ve film boyunca korkunç bir gerçekle bölünen tatilden ona bu yalanlarının bedeli olarak hayat boyu travma olacak bir ağırlık kalıyor. Her şey yolunda giderken onun yanında görünen, yaptığı organizasyonların keyfini çıkaran başta kocası olmak üzere tüm arkadaşları işlerin karıştığı an hep beraber kadını suçluyorlar. Bu çok acıtıcı. Yaşananlar zaten ona beyaz yalanların bedelini fazlasıyla ödetmişken kocasının şiddete başvurması, diğerlerinin de onu karşılarına almaları tam da ortadoğunun insana değer vermeyen tavrının yansıması. Ona sadece Almanya'dan gelen arkadaşlarının iyi davranması gözden kaçmayacak bir ayrıntı. 

Film boyunca dalga sesleri zaten gergin olan ortamda unutulmaz bir fon müziği oluyor. Kuma saplanan araç da metafor olarak filmin özeti gibi adeta. 

Hakkında hiç bir şey bilmediğimiz Elly'nin uçurtma uçurduğu sahnede içinden çıkan çocuğun gülümsemesi yerleşiyor yüzümüze bir an ama sonra ne oldu ne bitti bilmiyoruz. Yorumun seyirciye bırakıldığı, son sahneye kadar merak unsurunun diri tutulduğu filmi daha fazla anlatıp büyüsünü bozmak istemiyorum, gönül rahatlığı ile tavsiye ediyorum.

Bu arada her filminde erkek kadın ilişkisini irdeleyen yönetmenin bu filmde boşanan erkeğe, Elly'nin nedenini sordurduğu sahne filmin mottosu olabilir:

Bir sabah uyandığında karısının kendisine, "Kötü bir son, sonsuz mutsuzluktan iyidir" diyerek gittiğini anlatan adamın sözleri Elly’inin içinden çıkamadığı durumuna ışık oluyor. Ama hayat tercihlerden ibaret değil. Gitmeyi istemek ile tercihin kaderinde yazılmış olması farklı şeyler. "Ah Elly'" demek sonunda izleyiciye düşüyor. 

Sonsuz mutsuzluğun esiri olmadığımız hayatlar sürmek temennisiyle. 

"CANIM BEN'İM"



Kaybolmuştum 
Bilmediğim bir ormanda 
Karanlık ve yağmurluydu ortalık 

Korkmuştum 
Yalnızdım 
Bir ses, bir nefes aradım 
Onunla bir çıkış yolu bulacaktım
Ayağım kayınca can havliyle bir sarmaşığa uzandım
Elimde kalacağını bilmeyecek kadar yabancıydım ormana

Dal zannedip tutunduklarımın boynuma dolanacak, 
Beni nefessiz bırakacak yılanlar olduğunu sonradan anlayacaktım



Dedim ya, 
Kaybolmuştum ve beni bu karanlık ormandan çıkaracak bir kahramandı aradığım
Ona rastlamak için uzun yollar kat ettim, 
Bir zaman sonra selam verip yanına yaklaştığım herkesin 
En az benim kadar kaybolmuş olduğunu fark edince 
Panikledim. 
Elimi yüzümü yıkamak için ırmağa doğru yürüdüm 
Suya eğildiğimde aradım o kahramanla gözgöze geldim, 
Gülümsedim
Hayır, hayır kurbağa değildi beklediğim
"Merhaba canım ben'im" dedim 
"Seni bulmak için dere tepe düz gittim,
Yağmur ormanlarından geçtim 
Yanlış patikalara saptım
Kurtları, sırtlanları, aslanları alt ettim 
Bu nedenle geciktim 
Ama işte geldim; "Bir daha seni hiç bırakmayacağım" dedim 
Sarıldık
Sanki yüzyıllardır ayrıydık 
Biz kavuşunca orman aydınlandı
Yeşil, sarı, kızıl yapraklarla donandı
Renkler rüzgarla dalgalandı
Baktık, ağladık 
Çocuklar gibi umutlandık 






DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...