haluk levent etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haluk levent etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YOLLARDA BULURUM BENİ



Kaybolduk...
Evden çıkıp patikadan ormana doğru ilerledik. 
Daha o an evin yolunu bir daha bulamayacağımızı hissettik.
Her adımla evden biraz daha uzaklaşırken Hansel ve Gratel'i hatırladık.
Bizim de ekmeğimiz çantamızda, çakıl taşlarımız ceplerimizdeydi ama geçtiğimiz yola serpmedik. 
Çünkü, kaybolmak istedik.
Sonunda ormanın derinlerinde bulduk kendimizi.
İstediğimiz olmuştu, kaybolduk. 
Korkmadık, üzülmedik, geri dönmeyi düşünmedik.
Zaten kaybolmak için çıkmıştık evden.
Kaybolmak, eskiyen yanlarımızdan kurtulmak, döke saça içimizi dışımıza yeniden kendimiz olmak istedik. 
Yeniden mi, komik...
Evde kimse kendisi olamaz.
Evden çıkmadan, karanlıkta kaybolmadan ışığın olduğu yere adım atamaz.
Bir başka yüreğin karanlık ormanında gezinirken karşılaşır kendisiyle insan. 
Orada tanır benliğini, yüreğini, cesaretini.
Anlar ederini.
Gece karanlıktır orman. Soğuktur, ıssız, tehlikeli... 
Bir kulübe gerek diye düşünüp geldiği yolda ilk bulduğu kapıyı çalar insan. 
Başını uzatana sorar, başkasına yerin var mı?
Başkası bakar, başkasına yer açması gerektiğini anlar, kapıyı açar.
Başkası başkasına bakar, onun aynasında görür yansımasını.
Bazen korkar yansıyandan, kendinden çekinir ve can havliyle sarılır başkasına.
Başkası, başkalaşmak ister o an, bambaşka biri olmak, görmediği, bilmediği kendine ulaşmak ister.
Bir süre kaybolur. 
Çoğu zaman kaybolduğuna mutlu olur.
Bulduğunu sever, dalgalanır, durulur. 
En çok da yorulduğu kendinden saklanır insan. 
Bir başka gönülde dinlenir.
Başkasında karşılaşır kendiyle, yenilenir. 
İyileşir ve kulübeden ayrılır. 
Yine yola çıkar.
İnsan yolda hep kendini arar. 
Yolda olmakta hayır var.

WELCOME- 2009 Fransa

Sinema Günlüğü 54. Film 

Yine güzel bir İzmir gününden selamlar. Bu gün 1.Uluslararası Mülteci Film Festivali'nin son günü idi. Saat 12:00 de başlayan gösterimlerin tamamına katılma şansım oldu. 

Hepsi çok iyi seçilmiş filmlerdi. Bu sebeple öncelikle seçici kurulu tebrik etmek isterim. Festivale emeği geçen herkese de ayrı ayrı teşekkürler. Böyle bir festivali İzmir gibi umuda geçiş yapılan bir noktadan başlatmak çok manidar. Umarım önümüzdeki yıllarda da büyüyerek devam eder. 


Seyirci açısından da, neredeyse salonun tamamının dolu olması, böyle spesifik bir konuda dışarıda açık havaya rağmen insanların karanlık bir ortamda saatler süren yorucu bir izleme performansı göstermesi de ayrıca önem taşıyor. İzmir seyircisinin güzelliği hep bilinir ama konu herkesin görmezden geldiği mülteciler olunca bu katılım festivali de amacına taşıyor. 

Ayrıca bu son gösterim öncesi ara verildiğinde bir sürprizle karşılaştık. AHBAB platformunu kurarak ihtiyacı olan  herkesin yanında hemen bitivermesiyle gönüllerde taht kuran sanatçı Haluk Levent Festivali ziyaret etmişti. 

Bundan habersiz nefeslenmek için bahçeye inip başımı kaldırdığımda birden bire Haluk Levent'i görmek ve orada fotoğraf çektirmek günün bir başka güzelliği oldu. "Yollarda bulurum seni" dediği günden beri sıkı bir dinleyicisi olduğum sanatçıyı üreten, yaşayan, yaşatan yanları ile hep çok takdir etmiş, yaşamlarımıza yansıyan yönleriyle çok sevmişimdir. Bu nedenle harika filmler izlediğim bir ortamda onunla karşılaşmak  çok keyif vericiydi. 
  
   

Konuya dönersek mültecilik kavramı ile ilgilenenlere Festivalin gösterim listesinin de iyi bir rehber olduğunu hatırlatarak bu listenin linkleri için önceki yazıma atıf yapıyorum. 

Şimdi günün son filmine dair bir kaç kelam edelim:  

Welcome, 2009 Fransız yapımı bir drama. Aşkın insana yaptıramayacağı hiç bir şey olmadığını hatırlatması ile gözleri yaşartan, mülteciliğin zorluklarını da anlatan bir yol, yolculuk, umut, inanç, azim filmi. 

Hani bir yer vardır; hepimiz oraya gelir ve geçeriz. Hayat herkese ayrı bir yerden sorar soruyu ve cevabı bilemediğinizde geri kalan hiç bir şeyin önemi olmaz. Aşk da böylesi zor konulardan biridir. 

Filmde biteyazmış bir evlilik ile doğması için çaba gösterilen birlikteliğin eş zamanlı akışı verilmiş. Sevdiği gidince dağılan ve neredeyse hayatında hiç bir şeyin önemi kalmadığından işe gidip gelirken tatsız bir zamanın içinde yuvarlanan bir adam, aşkı için inanılmaz yollar deneyerek uzaklara gelmiş genç bir aşığı anlamaya başlayınca her şeye bakışı değişir. 

Fransız öğretmen ile Iraklı bir mülteci aşk ortak paydasında buluşur. Olaylar bunun üzerine gelişir. Uzun ve zorlu bir yoldan gelen ve İngiltere'ye gitmek isteyen mülteci Bilal savaştan kaçmaktadır. Yaşadığı travmalar sebebiyle herkesin gittiği yoldan gidemez. Ama onu bekleyen ve hayatta tutan maşukunu düşünür ve yeni yollar arar. Azmiyle öğretmenin dikkatini çeker. Arada cüzdanından sevdiğinin resmini çıkarır, özlemle bakar, kavuşacağı günün hayalini kurar. 

Sevenlerin yanında her daim sevdiklerinin bir fotoğrafı olduğu gibi neredeyse hiç bir eşyası ve parası olmayan Bilal'de de güzel kızın yırtık da olsa bir fotoğrafı vardır. 

Çünkü sevdiğinin yüzü insan için önemlidir ve her çizgisini ezbere bilmek kendi kalbinin koordinatlarını belirlemek gibidir. Bu duru sevda öyle samimi ve güçlüdür ki, hem içindekileri hem de dışındakileri dönüştürür, iyileştirir.

Yüzme öğretmeni de bundan nasibini alır. Aşkı, çabayı, sevgiyi, karşılıksız vermeyi hatırlatan bu dostluk onu yıkılan evliliği üzerine yeniden düşündürür. 

Aşkı bilen bir adam, taze bir aşkın soluk alışına şahit olunca daha duyarlı bir insana dönüşür. Zaten aşk, insanı daha iyi biri yapmıyorsa gerçek değildir. 

Daha fazla detay vererek izleyeceklerin hevesini kaçırmak istemediğimden filmi aşka, insana, sevgiye inanan herkese tavsiye ediyorum.

Bir de filmi izlerken zihnimde hep Haluk Levent'in "En güzel aşk zor olandır" dediği parçanın çaldığını belirtmek isterim.

Hani der ya şarkıda, 

"Haber saldım dört bir yana 
Karanfiller susuz kalmış 
Muhabbete dost aradım 
Bu şehri periler sarmış 

Bitip tükenmez sigaram 
Ciğerim nefessiz kalmış 
Her şey yalan olsa bile 
En güzel aşk zor olanmış 

Söyle bana güzel kadın 
Her şey yerli yerinde mi 
Bırakıp gittiğin gibi 
Deniz mavi gök yeşil mi " 

Evet, en güzel aşk zor olandır. En şanslı insan kalbi aşka uğrayandır. Sonucu ne olursa olsun aşk insanı olduran en güzel kaderdir.

Aşık olabilmeniz, aşık kalabilmeniz dileğiyle iyi seyirler.




SARIL BANA, BENİ BİRAZ ANLASANA!



"Ölüm geliyor aklıma birden ölüm / Bir ağacın gövdesine sarılıyorum" diyen şairi düşünüyorum bu günlerde. 

Tabiatın uyanışa geçtiği Nisan ayında kendimi kırlara, deniz kenarına ağaçların çiçeklerin olduğu yerlere atıp duruyorum kaç gündür. Bol bol fotoğraf çekiyor, sosyal medyada paylaşmıyor, böylece anda kalmayı deniyorum. Gördüğüm güzelliklerin ardındaki sanatı, düzeni, ritmi, kolaylığı, tazeliği görüyor, uzun uzun düşünüyorum. 


Kimseyle konuşasım yok, ondan herkesi geçiştirip kendimle konuşuyorum. Uzun süren bu kıştan ne kadar da yorulmuşum. Kim bilir ne zamandır kendimi alıp karşıma konuşmamışım. Hatta belki de kendi sesimi duymamak için sürekli yeni uğraşılar bulup her yere yetişmeye çalışmışım. Şimdi biraz bahara teslim olmak gerek. 


İçeriler nasıl ruhumuza kasvet verdiyse, tam balkon sefalarına başlayacakken "Mart kapıdan baktırır/ Kazma kürek yaktırır" adlı soğuklar tarafından bir süre daha içerilere hapsolduk. Neyse ki, Nisan geldi, yakmayan bir güneşle üşütmeyen rüzgar ele ele verip bize bahar aynasını tuttu. 


İnsan ömründe gençliğe, gün içinde sabah saatlerinin tazeliğine benzeyen ilkbahar, umutları filizlendirme görevini omuzlamış güçlü bir mevsim. Bize her kıştan sonra geleceğini her yıl hatırlatır, içimizdeki sevgi kelebeklerini kırlara bırakmamızı salık verir. Ben de bu çağrıya uydum ve bol bol dolaştım kırlarda. 

  

Bir de ilk kez gidip bir ağaca sarıldım. En kuru dalları olanı seçtim ki, uçlarında başlayan yeşillenmeye katkım olsun. Neredeyse bütün dalların meyveye durduğu yerde o daha yaprak derdindeydi. Yanı başında hep yeşil kalan çamlar vardı. Onlara özeniyor mudur acaba dedim. Sonra halden hale girmek daha keyifli diye düşündüm. Yokluğunu bilmeyen yeşil ve canlı yaprağına kavuştuğunda aynı hevesle sarılır mı hiç? 

İlk fırsatta yeniden sarılacağım ağaçlara. Bu sefer çiçeklenmişlere tutunacağım ki, benim de çiçeklerime öz suyu yürüsün. Gelmeyen baharlarını beklemekten vazgeçip kendi mevsimine doğru yol alsın. 

Enerjistler, ne zaman kendinizi dünyaya ait hissetmezseniz, zeminin ayağınızın altından kayıp gittiği duygusuna kapılırsanız bir ağaç bulun sarılın onunla birlikte yeryüzüne köklendiğinizi düşünün diyor. Alemde her şey birbiriyle ilgiliyse, azot döngüsü gibi bir sarmalla her şey birbirine bağlıysa "Ağaçlara sarılın" önerileri boşa değil. Belki bazılarına garip gelebilir bu durum ama yalnızlıktan değil, aksine bütüne dahil olup bir olmak içindir bu kolları o gövdeye dolama. 

Zaten uzmanlar da sarılın diyor. Tabi bunu suistimal edenler de yok değil ama insan düzenli olarak sarılmalı, sevdiklerine, ağaçlara, onun meyvesi kağıda, kitaba.

Çıkın dışarı, sarılın ağaca, kuş cıvıltılarını dinleyin. Kendinize de içinizi duyma fırsatı verin. 

NOT: 

1-Aşağıda günlük yaşamda işinize yarayacak alıntılar mevcut : Daha fazlasını yazı içinde kelimelere zimmetlenen linklerden okuyabilirsiniz.

2-Başlıktaki şarkı da elbette Haluk Levent'den tıkla dinle. Sarıl bana, beni biraz anlasana...


Esther Perel “Mating in Captivity” kitabında Sarılmanın nörofizyolojisinden bahsederken sarılmanın sevgi hormonu olarak bilinen oksitosin salgıladığı anlatıyor. Esther Perel , fazla sarılmanın oksitosini fazla uyaracağından böylelikle çiftleri birbirine duygusal fazla yakınlaştıracağından ve birbirlerine fazla alışacaklarından tutkunun zamanla körelmesine dikkat çekiyor. Bunun anlamı, ne yazık ki fazla sarılmak eşler arasındaki cinsel hayatlarını kötü etkiler. Aynı tuz gibi, eksikliği sorunlara yol açarken, fazlası da başka tür sorunlara yol açar.

Eşinize bir kerede 40 saniyeden uzun sarılmayın ve bir günde 4 kereden fazla sarılmayın. Bu cinsel hayatınıza zarar verebiliyor. Sarılmada kritik bir eşikten bahsetmek istiyorum. North Carolina Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, stres altındayken özellikle de kadınlarda salgılanan kortizol hormonunun en az 20 saniye süren bir sarılmadan sonra düştüğü keşfedildi.
Sarılmanın bahsettiğimiz duygusal etkisi için en az 20 saniye olmak durumunda. Aile terapisinin kurucularından Virginia Satir’e göre, “Yaşamaya devam etmek için günde 4 kucaklaşmaya ve büyüyüp gelişebilmek için 12 kucaklaşmaya ihtiyacımız var.”
"Kucaklaşma hayatı daha da yaşanası bir hale getirir. Kucaklaşmada doğal bir paylaşım vardır. Bebekler kucak ve sarılma olmazsa gelişemez. Hatta sıfır kucak ve dokunulma olan bebekler ölür. Kucaklaşma bir bumerangdır. Aynı anda size döner. Kucaklaşma sevgiyi dile getirmenin sözlerden daha etkili yoludur. Kucaklaşma enerji transferidir.
‘‘Her insanın; varlığını idame ettirmesi için günde dört kez; duygusal sağlığını koruması için sekiz kez; gelişmesi için ise 12 kez kucaklaşmaya ihtiyacı var.’’
SARILMANIN PSIKOLOJİK YARARLARI SAYILAMAYACAK KADAR ÇOK
1- Sarılma en kötü günü bile aydınlatır. Yalnızlığı azaltır. Yaşananlar daha katlanılır hale gelir. Kızgınlıklar, korku ve endişeler azalır. Değerlilik duygusunu artırır. İlişkileri yakınlaştırır. Onay ve kabul gördüğünüzü hisseder ve hissettirirsiniz. En başta siz kendinizi iyi hissedersiniz.

2- Sarılmak bizimle sevdiklerimiz arasındaki bağlantıyı en kısa sürede kurmamızı sağlar. “Yalnız değilim” duygusunu hissettirir. Kendimizi yalnız hissettiğimizde olayların altında kalıyor duygusunu yaşarken sarılacak birisi olması gücümüzü artırır.

3- Hayatımızda dokunulma eksikliği varsa bunu profesyonel dokunucularla telafi etmeye çalışırız. Örneğin sıkça hastalanarak doktora gideriz. Antropolog Desmond Morris, doktorlara, kuaförlere ve masörlere “profesyonel dokunucular” der.

4- Eşini kaybedenlerin depresyona girdikleri sıkça görülür. Bu, sadece sosyal yalnızlıktan değil, dokunulma yoksunluğundan da kaynaklanır. Hayvanlarımızı bile okşayarak sakinleştiririz. Dokunmak kadar güçlü bir bağlayıcı yoktur.

5- Araştırmalar gösteriyor ki güne sarılmakla başlayan şirketlerde bile mutluluk oranı artıyor; ciro da.


DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...