cemal süreya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cemal süreya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SARIL BANA, BENİ BİRAZ ANLASANA!



"Ölüm geliyor aklıma birden ölüm / Bir ağacın gövdesine sarılıyorum" diyen şairi düşünüyorum bu günlerde. 

Tabiatın uyanışa geçtiği Nisan ayında kendimi kırlara, deniz kenarına ağaçların çiçeklerin olduğu yerlere atıp duruyorum kaç gündür. Bol bol fotoğraf çekiyor, sosyal medyada paylaşmıyor, böylece anda kalmayı deniyorum. Gördüğüm güzelliklerin ardındaki sanatı, düzeni, ritmi, kolaylığı, tazeliği görüyor, uzun uzun düşünüyorum. 


Kimseyle konuşasım yok, ondan herkesi geçiştirip kendimle konuşuyorum. Uzun süren bu kıştan ne kadar da yorulmuşum. Kim bilir ne zamandır kendimi alıp karşıma konuşmamışım. Hatta belki de kendi sesimi duymamak için sürekli yeni uğraşılar bulup her yere yetişmeye çalışmışım. Şimdi biraz bahara teslim olmak gerek. 


İçeriler nasıl ruhumuza kasvet verdiyse, tam balkon sefalarına başlayacakken "Mart kapıdan baktırır/ Kazma kürek yaktırır" adlı soğuklar tarafından bir süre daha içerilere hapsolduk. Neyse ki, Nisan geldi, yakmayan bir güneşle üşütmeyen rüzgar ele ele verip bize bahar aynasını tuttu. 


İnsan ömründe gençliğe, gün içinde sabah saatlerinin tazeliğine benzeyen ilkbahar, umutları filizlendirme görevini omuzlamış güçlü bir mevsim. Bize her kıştan sonra geleceğini her yıl hatırlatır, içimizdeki sevgi kelebeklerini kırlara bırakmamızı salık verir. Ben de bu çağrıya uydum ve bol bol dolaştım kırlarda. 

  

Bir de ilk kez gidip bir ağaca sarıldım. En kuru dalları olanı seçtim ki, uçlarında başlayan yeşillenmeye katkım olsun. Neredeyse bütün dalların meyveye durduğu yerde o daha yaprak derdindeydi. Yanı başında hep yeşil kalan çamlar vardı. Onlara özeniyor mudur acaba dedim. Sonra halden hale girmek daha keyifli diye düşündüm. Yokluğunu bilmeyen yeşil ve canlı yaprağına kavuştuğunda aynı hevesle sarılır mı hiç? 

İlk fırsatta yeniden sarılacağım ağaçlara. Bu sefer çiçeklenmişlere tutunacağım ki, benim de çiçeklerime öz suyu yürüsün. Gelmeyen baharlarını beklemekten vazgeçip kendi mevsimine doğru yol alsın. 

Enerjistler, ne zaman kendinizi dünyaya ait hissetmezseniz, zeminin ayağınızın altından kayıp gittiği duygusuna kapılırsanız bir ağaç bulun sarılın onunla birlikte yeryüzüne köklendiğinizi düşünün diyor. Alemde her şey birbiriyle ilgiliyse, azot döngüsü gibi bir sarmalla her şey birbirine bağlıysa "Ağaçlara sarılın" önerileri boşa değil. Belki bazılarına garip gelebilir bu durum ama yalnızlıktan değil, aksine bütüne dahil olup bir olmak içindir bu kolları o gövdeye dolama. 

Zaten uzmanlar da sarılın diyor. Tabi bunu suistimal edenler de yok değil ama insan düzenli olarak sarılmalı, sevdiklerine, ağaçlara, onun meyvesi kağıda, kitaba.

Çıkın dışarı, sarılın ağaca, kuş cıvıltılarını dinleyin. Kendinize de içinizi duyma fırsatı verin. 

NOT: 

1-Aşağıda günlük yaşamda işinize yarayacak alıntılar mevcut : Daha fazlasını yazı içinde kelimelere zimmetlenen linklerden okuyabilirsiniz.

2-Başlıktaki şarkı da elbette Haluk Levent'den tıkla dinle. Sarıl bana, beni biraz anlasana...


Esther Perel “Mating in Captivity” kitabında Sarılmanın nörofizyolojisinden bahsederken sarılmanın sevgi hormonu olarak bilinen oksitosin salgıladığı anlatıyor. Esther Perel , fazla sarılmanın oksitosini fazla uyaracağından böylelikle çiftleri birbirine duygusal fazla yakınlaştıracağından ve birbirlerine fazla alışacaklarından tutkunun zamanla körelmesine dikkat çekiyor. Bunun anlamı, ne yazık ki fazla sarılmak eşler arasındaki cinsel hayatlarını kötü etkiler. Aynı tuz gibi, eksikliği sorunlara yol açarken, fazlası da başka tür sorunlara yol açar.

Eşinize bir kerede 40 saniyeden uzun sarılmayın ve bir günde 4 kereden fazla sarılmayın. Bu cinsel hayatınıza zarar verebiliyor. Sarılmada kritik bir eşikten bahsetmek istiyorum. North Carolina Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, stres altındayken özellikle de kadınlarda salgılanan kortizol hormonunun en az 20 saniye süren bir sarılmadan sonra düştüğü keşfedildi.
Sarılmanın bahsettiğimiz duygusal etkisi için en az 20 saniye olmak durumunda. Aile terapisinin kurucularından Virginia Satir’e göre, “Yaşamaya devam etmek için günde 4 kucaklaşmaya ve büyüyüp gelişebilmek için 12 kucaklaşmaya ihtiyacımız var.”
"Kucaklaşma hayatı daha da yaşanası bir hale getirir. Kucaklaşmada doğal bir paylaşım vardır. Bebekler kucak ve sarılma olmazsa gelişemez. Hatta sıfır kucak ve dokunulma olan bebekler ölür. Kucaklaşma bir bumerangdır. Aynı anda size döner. Kucaklaşma sevgiyi dile getirmenin sözlerden daha etkili yoludur. Kucaklaşma enerji transferidir.
‘‘Her insanın; varlığını idame ettirmesi için günde dört kez; duygusal sağlığını koruması için sekiz kez; gelişmesi için ise 12 kez kucaklaşmaya ihtiyacı var.’’
SARILMANIN PSIKOLOJİK YARARLARI SAYILAMAYACAK KADAR ÇOK
1- Sarılma en kötü günü bile aydınlatır. Yalnızlığı azaltır. Yaşananlar daha katlanılır hale gelir. Kızgınlıklar, korku ve endişeler azalır. Değerlilik duygusunu artırır. İlişkileri yakınlaştırır. Onay ve kabul gördüğünüzü hisseder ve hissettirirsiniz. En başta siz kendinizi iyi hissedersiniz.

2- Sarılmak bizimle sevdiklerimiz arasındaki bağlantıyı en kısa sürede kurmamızı sağlar. “Yalnız değilim” duygusunu hissettirir. Kendimizi yalnız hissettiğimizde olayların altında kalıyor duygusunu yaşarken sarılacak birisi olması gücümüzü artırır.

3- Hayatımızda dokunulma eksikliği varsa bunu profesyonel dokunucularla telafi etmeye çalışırız. Örneğin sıkça hastalanarak doktora gideriz. Antropolog Desmond Morris, doktorlara, kuaförlere ve masörlere “profesyonel dokunucular” der.

4- Eşini kaybedenlerin depresyona girdikleri sıkça görülür. Bu, sadece sosyal yalnızlıktan değil, dokunulma yoksunluğundan da kaynaklanır. Hayvanlarımızı bile okşayarak sakinleştiririz. Dokunmak kadar güçlü bir bağlayıcı yoktur.

5- Araştırmalar gösteriyor ki güne sarılmakla başlayan şirketlerde bile mutluluk oranı artıyor; ciro da.


SEVDALI BULUT MASALI




Çocuk kitapları okumayalı çok olmuştu. Küçük Prens yeni çekilen filmi ile beraber tekrar popüler olunca yıllar önce okuduğum esere yeniden dönmüştüm. Satırları arasında kaybolduğum kitap beni gözyaşlarına boğmuştu. İyi kitapların her yaşta yeri başka diyerek bir yazı da kaleme almıştım. Blog formatına uygun olmayan uzunlukta olduğundan henüz burada paylaşmadım ama belki bir sonraki kitap paylaşımında bu yazıdan parçalara yer verebilirim. Ama şimdi başka bir konudan bahsetmek istiyorum. 

Bu gün  hepimiz, sanal alem bataklığına saplandığımızdan okumaya yeterince vakit ayıramıyoruz. Ama çocuklarımızın okumasını istediğimizden mi yoksa kendimize dair vicdan azabından kurtulmak için mi bilinmez çocuk kitaplarına geniş bütçe ayırıyoruz. Yayıncıların rant kapısı olarak gördüğü bu alanda ise edebi nitelikte kitaplar çok az. 


Oysa hayat kısa, okunacak kitaplar sayısız. Dünya üzerinden geçerken düşünen herkes bir kaç kelam etmiş. Birçoğu kaybolup gitmiş. Bize ulaşanlar arasından da bilinçli seçimler yapmak gerekiyor. Son zamanlarda masalların bile pedagojik formasyondan yoksun kişilerin elinde zararlı hale geldiğini ispatlayan haberleri sık sık okur olduk. 



Bir süredir yeğenlerimle birlikteyim. İster istemez gözüm kitaplıklarında dolaşıyor. Büyük yeğenim henüz beşinci sınıfa gitse de hızına zor yetişilecek bir okur. Tıp doktoru olmakla birlikte iyi edebiyat okuru olan akademisyen bir ailenin çocuğu olması onun için büyük bir şans. Böylece iyi kitaplara kolay ulaşıyor, bilinçli seçimlerle zaman kaybetmeden okumalar yapabiliyor.



Ben de onun kitaplığından altı yaşındaki kardeşine masal okumak için Nazım Hikmet'in Sevdalı Bulut Masalı adlı kitabını seçtim. 47 sayfalık kitabın yarısında uykusu gelen ama nezaketinden uyumak üzereyken bile vazgeçmeyen ufaklık bana iyi geceler dilemeyi unutmadı. Kitaptaki olağan dışı olayları dinlerken de, galiba masallar bizi trollemek için yazılmış diye yorum yapmaktan geri durmadı. Yüzümde gülümseme ile yıllardır uzak olduğum o masumiyetin uykuya dalışını izledim. Sabah uyandığında merak ettiğinden kalan kısmını da okuduk. Kötülerin kazanıyor gibi göründüğü bu hayat oyununda eninde sonunda galip gelecek olanın iyiler olduğuna inancımızı tazeledik. 

   
Bu arada çocuk kitabı diye nitelendirilen bir çok kaliteli eserin büyüklere daha çok şey söylediğini de bir süre önce okuduğum bir yazıda Ertuğrul Uzun Hoca hatırlatmıştı. Mutlu Prens'e dair derin bir okuma yapmaktan bahsetmiş, bize yeni pencereler açmıştı. (Ayrıca Blog adresi de burada) 




Gündemin boğuculuğu ile hayattan çok masala kaçmak istediğimiz şu günlerde okuma yolculuğunuzu kaliteli yayınevlerinden çıkan kitaplara uğratın derim. 



Ben bir süre daha çocuk kitapları arasında olacağım.       



Geceye de iyi bir şarkı farklı bir yorumla merhaba diyelim. 




DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...