ahmet kaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ahmet kaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yazamadım Ahmet Kaya

Uzak geçen baharları

Hüzün satan hazanları Gence kalem kıranları Yazamadım, yazamadım. Kırık dökük umutları Sakıncalı tutkuları O çocuksu korkuları Yazamadım, yazamadım. Solgun suskun resimleri Göğe yoldaş denizleri Ömrüme göz dikenleri Yazamadım, yazamadım. Ses vermeyen geceleri Tanımı zor acıları Tek kişilik sancıları Yazamadım, yazamadım. Gün öksüzü odaları Uygun adım voltaları Ah zamansız sorguları Yazamadım, yazamadım. Yitip giden anıları Katledilmiş duyguları Yarım kalmış sevdaları Yazamadım, yazamadım.

Ahmet Kaya



KUYU


Kuyuya düşmekle atılmak başta farklı gibi görünse de mücadele etmek zorunda olduğun şeyler aynıdır. Diplerden yukarıya tırmanmanın yolunu aşağıdaki su kaynağında boğulmadan bulman gerekir mesela.

Karanlıkta yanından geçen hatta seni ısıran hayvanlardan korkmaman, tutunacak bir dal bulman da şart. Bir destek gelene kadar sesini duyuracak kadar bilincin açık olacağı şekilde durmak da gerekir.

Yardım hiç gelmeyebilir, hatta kuyunun başına korkacağım başka hayvanlar gelip hayatını da tehdit edebilir.

Dibi karanlık bir bilinmezlik, yukarısı belirsizlikle doludur kuyunun.

Hak etmemişsindir oraya itilmeyi, düşmeği, düşürülmeyi, atılmayı, çıkartılmamayı.

Kimse hak etmez ama bunun da önemi yoktur. Hayat o kuyunun dışında başlar kimi zaman avare koşarken kimi zaman bir tehlikeden kaçarken kimi zaman meraktan o kuyuya girilmesi ile devam eder.

Gözleri karanlığa alışınca kuyunun ağzındaki o ışığın uzak olduğunu anlarsın. Her gün ölüme biraz daha yaklaştığını görürsün dolayısıyla günü gelip çıksan bile bir şeylerin aynı kalmadığını fark edersin. Her şey değişmiştir herkes gitmiştir senin de kuyudan önce hayallerim dediğin isteklerin seni terk etmiş, heveslerin dünyanın öbür ucuna gitmişçesine uzaklaşmıştır.

Hasılı kelam kuyuya düşsen de atılsan da kuyu seni çalar.


HANDAN KILIÇ

YAPRAK DÖKER BİR YANIMIZ BİR YANIMIZ BAHAR BAHÇE



Balkona çıktım "Hava mis bugün" diye mırıldandım. Çevre okullarda teneffüse çıkmış çocukların kimi zaman rahatsızlık veren sesleri bile güzel geldi. Adeta güneşe teşekkür edercesine neşeli bir koşuşturma içinde nefesleniyorlardı. 
İnsan böyle zamanlarda evde durmak 
istemez ya, ben de içimden gelen sese kulak verip dışarıya atayım kendimi dedim. Nereye gitsem diye düşünürken kafamı sağa çevirdim, "Şu yokuşun ardında canım arkadaşımın evi var, ona gideyim bugün, hem çocuğun okuluna da yakın ders çıkışına kadar oturur sonra onu da alır eve gelirim" dedim. "Hatta evi bana yakın olan diğer arkadaşımı da geçerken alır öyle giderim. Kısır yaparız, kekim var, börek de sararız, çayı da demledik mi masa başında sohbet, muhabbet bu günü daha da güzelleştiririz" diye düşünüp heyecanlandım. Üzerimi değiştireyim diyerek içeriye yönelmişken gözüm otoparka ilişti. Boş olduğunu görünce kendime geldim. Arabam yoktu, aylar önce park halindeyken gelip biri çarpmış, pert etmişti. Hiç bir suçu günahı olmayan yoldaşım, her zaman durduğu yerde dururken ne yaptığını bilmezin biri onu yok etmiş, yerine yenisini koymak da mümkün olmamıştı. 

Ama hava o kadar güzel, hayat o kadar hızlı ve değişkendi ki, epey zamandır tuttuğum yası sildi, "İnsanlar ölüp gidiyor, araba gitmiş bir şey mi, neyse ki içinde değildim, hem kızlara başka yoldan da giderim, otobüs var, dolmuş var" dedim. "Yeter ki gönüller bir olsun" diye mırıldanırken elim telefona gitti. O an artık onların da burada olmadığını hatırladım. İşte o dakika da gökyüzümü gri bulutlar kapladı. Hüzünle uzaklara baktım. 

Son yıllarda her birine özlem büyüttüğüm nice arkadaşımı uğurlamış, gitmek mi zor kalmak mı diye düşünürken kendi sularımda dibi boylamıştım. Çünkü insan için otuz yaşından önce kurulan dostlukların anlamı büyüktü. Sen daha senken yoldaşın olan yaşam boyu yeni rollerle eklenenlerden kıymetli idi. Mesleğin, evliliğin, iş yerinin, çocukların okullarının hayatımıza kattığı da nice güzel insan olurdu ama hiç biri seni daha çocuk sayılacak yaştan beri tanıyan, seven dostların yerini alamazdı. Onlar hayatından eksildiğinde çevren yeni insanlarla dolsa da kalpteki yerleri boş kalırdı.  

Ama işte hayat böyleydi; bir bilinmezlikler yumağı. Ucundan çektikçe her birimizin başına neler öreceği belli olmayan yaşam ipi ile bazen uzaklara savrulurduk. Gün gelir en yakınlarımız yedi kat el olurdu da, gecemizi gündüzümüze çeviren bir yabancı, yoldaşımız. Unutulmaz dostluklar kurardık yabancılarla, kavramlar değişir el, evin olurdu, ev bildiklerin uzağın. Böyle böyle gurbet birikirdi içinde insanın.

Dünya zaten gurbet diyarıdır derler ama buna göçler eklenince, insanın kalbi de oradan oraya sürüklenir. Ama durmak kirlenmektir, akmak, hayata karışmak, günün getirdiğine uyum sağlamak gereklidir. Yine de, eskiye özlem, kalbi olan herkesin uğrak yeridir. 

İnsan her ne kadar yeni tercihler yapıp bu doğrultuda hayatına yeni insanlar katsa da, eski dostların özlemini silemiyor gönlünden. İşte o zaman gurbet derinleşiyor. Gariplik içinde gariplik oluyor. Ara sıra yükselen o hasret dalgası, altında bırakıyor kalpleri. O vakit gidemediğiniz evlere, sarılamadığınız dostlara, veda etmeyeceğim dediğiniz uzaklara kucak dolusu muhabbet balonlarını uçuruyorsunuz, sahiplerine ulaşacağını umarak... 

Elbette artık zaman değişti, görüntülü arama icat edildi de gurbet silindi diyecekler vardır. Ama aynı sofrada oturup dertleşmenin, beraber gülüp ağlamanın yerini tutar mı bir ekranın arkasında pozlanmış vaziyette durmak! Hele de karşısındakiler üzülmesin diye iyiymiş gibi yaparken, bir çok gerçek, kötü haberler, hastalar uzaktakilerden saklanırken...
   
Ama yine de dostluk, gönülde gönül bırakmaktır. Sarılamadan kucaklaşmaktır... Şimdi uzaklarda olsa da gönüllerin bir gün yeniden bir araya geleceğine inanarak güzel günleri anmaktır... Bu hem gurbeti derinleştirir hem de kolaylaştırır. Beş duyudan ibaret olmayan varlıkları, görünmez iplerle bağlayan sevgi, gurbete de tek merhemdir. Sevilip özlendiğini bilenler ayrılığa daha kolay dayanır. Dönüp geldiğinde konaklayacağı gönüller olanlar aidiyetlerini yitirmeden yerleşirler oldukları yere. 

Bu konu derin... Ayrılığın, gurbetin çeken sayısı kadar tarifi vardır mutlaka ama ben en kısası ile sesleneceğim: Adaşım, candaşım, bilenim, güldürenim, diyar diyar gezenim bilin ki hepinizi çok özledim...

Buralar bildiğiniz gibi, detayları ile gündemler yorucu; sokaklar ise sarı, kırmızı, kahverengi... 

Bu günlerde renkleriyle gönüllerimizi sarmalayan sonbahar da bırakıp gidiyor bizi. Kapıda kış var, beyazlığıyla bütün kötülükleri örten kar bakalım gönüllerimize nasıl bir dinginlik verecek? Uyku nasıl vücuda yenilenme şansı veriyor, kış da baharın renklerini saklıyor olmalı beyazında. 

Her mevsim başka renge bürünen dünya. Ömrümüz oldukça seninleyiz ama bel bağlamıyoruz artık bahara, yaza, insana, toprağa... Yaşıyoruz işte, uzakta, yakında, özlemle dolu, kimi zaman yapayalnız kimi zaman kalabalıkta ama hala ayakta... 

Dostlara en içten selamla...


Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil 
Müzik: Ahmet Kaya


"Öyle bir yerdeyim ki
Ne karanfil ne kurbağa
Öyle bir yerdeyim ki
Öyle bir yerdeyim ki
Bir yanim mavi yosun,
Dalgalanır sularda
Bir yanim mavi yosun,
Dalgalanır sularda

Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe
Öyle bir yerdeyim ki
Bir yanım çığlık çığlığa
Öyle bir yerdeyim ki
Öyle bir yerdeyim ki
Anam gider Allah Allah
Kızım düşmüş sokağa
Anam gider Allah Allah
Dölüm düşmüş sokağa

Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe."

DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...