festivalfilmleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
festivalfilmleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

FİLM FESTİVALLERİNDEN HABERLER - FİLMMOR



Pandemi süreci bir çok durumu değiştirdiği gibi festivalleri de online ortama taşıdı. Böylece gidip göremediğimiz uzak yerlerin festivalleri evimize geldi.    

Bu gün "Sinema Filmleri Festivaller dünyasından yeni haberler" diyerek bir kaç link paylaşmak istiyorum:

İlki İstanbul'dan...

Uçan Süpürge Film Festivalinden Galerimde Kalanlar

Bu nefis bir filmdi. Alt metni çok sağlamdı. Epey not aldım ve iki kez izledim. Yarın detaylı paylaşmak istiyorum. 





Doğumdan sonraki hayatın zorluğu kadının kendine dair algısının değişmesi, bebeği merak eden ama annesi ne halde diye sormayan, mutlu olması gerektiğini baskılayan insanlar, kısacası loğusalık halleri üzerine güzel bir yapımdı. Elif Şafak'ın Siyah Süt kitabını hatırlattı. Kadınlık hallerinin evrenselliği, dünyanın en güzel payesi anneliğin ilk şoku güzel ifade edilmiş. Neyse ki geçiyor o günler.



Bazen bir cümle için bir şiir bir kitap bir film yazılır. Bu da onlardan anne kokusu üzerinden iki çocuklu eşi hayırsız diye tabir edilen adamlardan olan bir kadının çaresizliği, geçim savaşı. Konu güzel alt metin yetersiz, çocuk oyuncunun oyunculuğu yapmacık geldi. O bir cümlenin altı tam doldurulmadığı için biraz zorlama olmuş sanki. 

























Uçan Süpürge Film Festivali İzlence 7.GÜN - MAKE ME UP FİLMİ


 

FİLMLERİN KÜNYE BİLGİLERİ İÇİN KATALOGU TIKLAYINIZ.

73- (78) BAYAN ROZGONYİ MRS. ROZGONYI ROZGONYINÉ

"Yirmili yaşlardaki Juli ve Bence evlenmek üzeredirler. Tuhaf bir gecede Bence kendisi için düzenlenen bekarlığa veda partisine katılır, ancak son anda verdikleri kararla Juli de ona eşlik eder. Düğünlerinin hemen öncesinde birbirlerinin kabullenilmesi zor yeni bir yönlerini keşfederler. Bu film, kocasının yanında savaşa giderek, savaşı kazanmakla kalmayıp kocasını ve kralı ölümden kurtaran tarihi figür Mrs. Rozgonyi’ye ilişkin orta çağ hikayesinin modern bir uyarlamasıdır. Fakat günümüz dünyasında bir kadının erkek gibi davranması ve yine de eş olarak çekici kalabilmesi mümkün müdür?"

Çok güzeldi. İyi bir sorgulama!

74-TEK GECENİN ÇİÇEĞİ A FLOWER OF ONE NIGHT

"Film, ana karakter Łucja’nın takıntılı annesi tarafından engellenen ilk aşkının hikayesini anlatıyor. Hikaye aynı zamanda, küçük bir topluluk için gerçeğin ve eylemin yegane göstergeleri olan bir değerler ve engeller öyküsüdür. Burası, sözün değerinin olmadığı bir dünyadır."
 Güzeldi.

75-EFSANEYE GÖRE LEGEND HAS IT

"Legend Has It, gelenek, onur ve dürüstlük üzerine kurulmuş mükemmel bir Kelt toplumunda geçer. Bu hikaye, benzersiz bir yaş töreni için hazırlanan kahramanımız Bronwyn’in yaşamını merkezine alır. Bildiği bazı şeyler, sadece ailesi değil, tüm topluluğun itibarını zedeleyeceği için, bunları itiraf etme mücadelesi verenBronwyn’in yolculuğunu takip ediyoruz. Gerçeğin baskısı ve sonuçları ile yüzleşmenin savaşını verir." Bu da güzel bir animasyondu.

76-RUH HALİ ATLASI MOOD ATLAS

"Bu kısa film, bipolar bozuklukla yaşama deneyimini ve bu deneyimin ardında yatan sinirbilimsel gerçekleri anlamak için NUI Galway’deki Kliniksel Nörolojik Görüntüleme Laboratuvarı’nda devam eden araştırmaları anlatmaktadır." İki kez izledim, güzeldi.




77-BENİ UYDUR

Festivalin FIPRESCI  ödülünü alan ve bence de sonuna kadar hak eden filmi de iki kez izledim. Çok farklı bir yapımdı. İçine hapsolduğumuz dijital dünya, "Selam, kanalıma hoş geldiniz" terörü, kadınları tek tipleştiren estetik baskısı, bunları elde etmek için vazgeçilenlerle beraber köleleştirilen, robotlaşan insanın kurtulma çabasını harika bir modernite eleştirisi ile anlatan film dünyanın sonu ne zaman gelecek sorusunu tekrarlıyor. 

"İnsanoğlu ilahi olana dair tefekküre duyular aracılığıyla erebilir." diyen filmde makyajını yapmayınca odasının kapısı açılmayan her anı gözetlenen Siri'nin düştüğü yerden kurtulma çabasını izliyoruz. Ancak sonunda bağladığı yerle film boyunca verdiği mesajların çeliştiğini düşünüyorum. Yine de merakla izlenecek kaliteli bu yapıma rastlarsanız izleyin derim.    

79-SEYİTHAN 



1968 yapımı Yılmaz Güney filmi de özel gösterimle yer aldı. Acıklı bir hikaye idi. Nebahat Çehre ile Yılmaz Güney'in oynadıkları başrol karakterlerin kavuşamadıkları bir aşkın can yakıcı hikayesi. Bu günün zaman kavramından bakınca oldukça yavaş bir film. Gelinin evinden çıkıp atla düğün yerine gelmesi tam zamanlı çekilmiş, yarım saatti abartısız:)) 

İşte böylece bir festival notlarının daha sonuna geldik. Aşağıdaki izlencede sarı fosforlu kalemle çizdiklerim yarım saatten uzun süresi olanlar yeşil ile çizilenler de daha kısa süreli yapımlar.
Sanırım sinema günlüğü etiketime +74 ekleyebilirim.   
  


Uçan Süpürge Film Festivali İzlence 6.GÜN




FİLMLERİN KÜNYE BİLGİLERİ İÇİN KATALOGU TIKLAYINIZ.

62- CUMHURİYET

Etkileyici bir filmdi. "Güney Afrika’nın Hout Körfezi’ndeki liman topluluğundan genç bir balıkçı zor bir kararla karşı kaşıya kalır. Ailesinin geçimini sağlamak hesap ettiğinden öte bir hale gelmiştir. Arkadaşının ardından tehlike ve kayıplarla dolu bir gecede öncü olur. Okyanus ne sunmakta, ne almaktadır?"

63-SALON THE LIVING ROOM LE SALON

"“Film, bizi bir durumun eşiğine getiriyor. Dikkatlice çengele tutturuyor. Anlatım, yumuşak bir nakaratın ümitsiz dizeleriyle geliyor. Bir ses, kendi sözcükleriyle hayat buluyor. Ev, bir labirent, unutulmuş bir alan gibi davranıyor. Şimdi kısmen objelerle doldurulmuş, zarafet yerine şimdi mobilya, sunu yerine bir süs teşkil eden figürün tüm sapkınlıkları. İvmeyle dokunulmuş soğuk bir dünya olan ‘Le Salon’, bir zamanlar ne olduğunu hatırlıyor” - Martin Poole Bu film, kadın cinayetleri konusunda ilk makale-deneysel yaklaşımdır. Sessizliği kıyılarında oynanır ve ağır inkar hali gerçekleri çevreler. Saklanacak yeri olmayan, kaybolan, kullanılmış mobilyalar gibi terkedilmiş, görünmez kadınların sesi" diye tanıtılmış. Güzeldi.

64-RÜYAMDA ÖLÜ GÖRDÜM

Türk yapımı. "Şiddet ve acının seyirlik bir malzemeye dönüştüğü, robotlaştırıldığı, sömürüldüğü ve tüketim nesnesi haline geldiği yaşadığımız bu yüzyılda; kendini uyanık sananların, yalandan örülmüş bir fanus içinde hep üç maymunu oynayarak yaşayanların hikayesi, bu."

65-KIRMIZI

Kadınlık halleri gelin olmak, kına, kırmızı kurdele, loğusa tacı gibi her olay ve objede kırmızı ile kadınların sınırlanması. Güzel kısa filmdi.

66-Fi

Sadece 1 dk idi. "1 dakikalık (ve tamamen cep telefonu ile çekilmiş) bir film olan Φ, iklim değişikliğine bir yanıt olarak denge arayışı ile ilgilidir. İklim değişikliği ile ilişkili olarak gördüğümüz tüm mesajlar, genellikle derin bir korku ve inanç kaybı düşüncelerinden kaynağını alır. Halbuki, kendinizdeki ve yakın çevrenizdeki denge, genellikle düşündüğümüzden çok daha büyük bir etkiye sahip olabilir. Bu, yeniden kendimiz üzerine eğilmek, onu yansıtmak, affetmek ve ona yeniden bağlanmakla ilgilidir. Bu, sürekli bir tartışma yürütmemiz gereken bir denge dansıdır. Zira büyük bir sıçrama ancak bir milyon adımla mümkün olabilir.   "

67-FANİ

Karakter, yeniden doğmak için kendini öldürür. 7 DAKİKALIK etkileyici bir filmdi.

68-PANEM ET CİRCENSES

İsmini Romalı şair Juvenal’in meşhur “Ekmek ve Sirk” (ya da Ekmek ve Oyun) sözünden alan film, tamamı gönüllülerden oluşan bir ekip tarafından yaratılıp geliştirilir. Bir varlığın benzersizliğini, yaratıcılığını baskılayan kavramsal sınırlardan duyulan kolektif bir ızdıraba odaklanır. Akvaryumdan esinlenilmiş metaforik bir evrende, bir japon balığının habitatından çıkış yolu aradığı bir masalın eşliğinde, orijinal karakterler hayattaki bireysel yolculuklarını tasvir ederler. Her bir karakter kendini gerçekleştirmeye çalışırken, japon balığı, hepsinin ortak hayallerini, sıkıntılarını, sevinçlerini ve hayal kırıklıklarını yansıtan bir unsur olarak eş zamanlı yolculuğuna devam eder. 

69-MAĞDUR TATİLDE VICTIM ON VACATION UNDER BARCELONAS KORTA KJOL

"Clara, 19 yaşındayken tecavüze uğramıştır. Kurban olmadığından kesinlikle emindir. Tecavüzcüsünü bularak bunu kanıtlamak için, Barselona’ya, olayın gerçekleştiği yere döner. Ancak amacına yakınlaştıkça şüpheleri artmaya başlar. Film, “kurban” tanımını çeşitlendirmeyi ve zorlukların gerçekten bir bakış açısı meselesi olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Farklı düşündürücü bir yapım. 

70-KUPON

"Khanya ve Sandiswa babaları tarafından, arabadan kesinlikle ayrılmamaları tembih edilerek, at yarışı alanının dışında bırakılır. Khanya adet görür ve arenaya girmeye karar verir. Babası tarafından yakalanır ve hassas ilişkilerinin gerçek sınırları gün yüzüne çıkar."

71-İÇERİDE 21 GÜN

Sarsıcı yapım. "Kendi oğlunu öldürmekle suçlanan Bedevi bir kadının 21 günlük tutuklanma ve sorgu hikayesi. İki yaşında yürümeye yeni başlamış bir çocuğun cansız bedeni, Negev Çölü’ndeki bir Bedevi köyündeki bir kuyunun dibinde bulunur. Aynı gün annesi, cinayet işlediğinden şüphe edilerek tutuklanır. 21 günlük tutuklama ve sorgulama sonucunda, polis memurları kadının zayıflığından yararlanarak, suçu itiraf etmesini sağlarlar. Bu film, polis arşiv kayıtları ve orijinal canlandırma tekniklerinden oluşuyor, böylelikle geleneksel bir Bedevi kadının korkunç yaşam hikayesini anlatıyor." 

72-YABANCILAR ŞEHRİ

"Yalnız iki öykü vardır derler: birisi yolculuğa çıkar, şehre bir yabancı gelir. BU yaratıcı hibrid belgeselde dünyanın her yerinden küçük Gort kasabasını (nüfus: 3000) evleri yapan insanlar anlatılır: Brezilyalı göçmenler, İngiliz hippiler, İrlandalı bir seyyah, Afgan bir pizzacı ve kahve aşığı Suriyeli bir mülteci. Gezgin bir yönetmen, Gort kasabasına gider ve insanları kendisine ‘rüyalarını, yalanlarını, anılarını ve dedikoduları’ anlatması için seçmelere davet eder. Çalışmak için genelde kadınları seçer ve birlikte bu hikayeleri filme dönüştürmek için sinematik bir yolculuğa çıkarlar."

Etkileyici bir yapımdı. Mültecilik, iltica kavramları üzerine düşündürdü yine. Yerleşememişlik hissine rağmen mutlu olan, kurtulmuş olmanın bilincinde, kendini güvende hisseden bu göçmenler aldığım notlarda özlemlerini şöyle paylaşıyor:

Afgan Pizzacı:

Bazen kendimi çok güçlü hissediyorum. Kimse umurumda olmuyor,
 her şeyi yapabilirmişim gibi geliyor. Bazen de bu nasıl hayat, kendimi öldüreyim de bu iş bitsin diyorum. Ülkeler değiştirdim. Dublin'den buraya kamyonun altında geldim. Okuma yazma dahi bilmezken hepsini öğrendim. Ama bazen kendi dilimde sohbet edecek birini özlüyorum. Kızım ve karım orada, savaşın ortasında. Ama öldürmeyeceğim kendimi, onlar için yaşamaya devam edeceğim.

Suriyeli mülteci kadın:

Özellikle deniz yolculuğu zordu.  Sal ile gece denize açıldık, bebeğim kucağımda ama artık geçti. Şimdi oğluma oyun gibi anlatıyoruz, bunu senin için yaptık, sen olabileceğin en iyi insan ol diye. diyoruz.

Benim iyi kısmetlerim çıkardı, annemden uzakta bir şehir diye kabul etmez, asla gurbete gelemem derdim ama şimdi Suriye'den çok uzakta, İrlanda'dayım. Annemle her sabah kahve içerdik şimdi görüntülü arama yapıp karşılıklı içiyoruz ama yine de çok özlüyorum. Burada insanlar çok iyi, çok mutluyuz, zor bir yola çıksak da iyi bir yere geldik, sonu iyi oldu.

Portekizli öğrenci,

Babam öldü gidemedim. Sürekli rüyamda görüyorum. Annem ölmeden bari yeterince dil öğrenip yani döndüğümde iş bulacak kadar kendimi geliştirip vatanıma gitmek istiyorum.      
  

Uçan Süpürge Film Festivali İzlence 5.GÜN



FİLMLERİN KÜNYE BİLGİLERİ İÇİN KATALOGU TIKLAYINIZ.

56-İNAN

İRAN filmi olan yapım çok can yakıcı idi. Orta doğu zihniyetine, aşiret düşmanlığına, hak yemeye, her türlü sahtekarlık ve acımasızlığa aynaydı. Fakirlik, babasız kalan çocuklar, okulsuz kalacak olmaları, başka köye taşımalı eğitime gidilmesi gerekirse okulu bırakmaları gerekmesi ve bunu istemeyen yavrucağın çabası göz yaşarttı. Mücadeleyi bu yaşta öğrenenler daha başarılı mı daha yorgun mu oluyorlar bilmiyorum ama başarılı bu yapıtın hüzünlü olduğunu söylemeliyim. 

57-İKİNCİ ŞANS

Makedonya'da çekilen film 2001 yılını anlatıyor. Terörist saldırılar üzerine yetkililerin "Bu muazzam bir trajedidir, ülkemizi korumak için sert tedbirler alınacaktır" açıklamaları yaptığı, ülkenin belirsiz geleceğinde herkesin tedirginliği, karanlık günlerin ayak sesleri eşliğinde yurt dışına gitme, eğitim ya da mültecilik başvurusu yaparak bir an önce yeni gelecek kurma telaşındaki insanlar aynı apartmanda yaşıyor. Hepsi farklı yaş ve eğitim gruplarından insanların kriz anlarındaki tavırları, bir biri ile kesişen hayatları anlatılmış. Hepsinin ikinci bir şansa sahip olduğu inişili çıkışlı hikaye son derece başarılı idi. Seyretmenizi öneririm.

58-HAYAT TAMİRCİSİ

 "Belgeselde, kendini engelli hayvanların hayatlarını tamir etmeye adamış 22 yaşındaki Hasan’ın hikâyesi anlatılıyor. Hasan engelli hayvanları yürütmek için yaptığı yürüteç ve protezler için herhangi bir eğitim almamış. Kendi kişisel arayış ve araştırmalarıyla yapıyor ve tamamen gönüllü olarak çalışıyor. En büyük destekçileri de, ailesi ve eşeği Yağmur" un anlatıldığı film Mardin'de çekilmiş. Güzel bir hikaye,  izlenmeli.

59-YESEMEK

Gaziantep'in ilçesinde Hititlerden kalma freskleri açık hava müzesinde koruma görevini yapan bekçinin aşkla yaptığı işinin anlatıldığı ve oradaki kalıntılarda çekilen eski tarihli bir belgeseldi. 

60-ADIMI SÖYLE

Rio'daki bir transın ameliyat hikayesi, insanlara açıklama yapmaktan bıkması, belgesel röportajlar şeklinde çekilmiş. 

61-AĞDAKİ BALIK

Genç sanatçı bir kadın, kendisinden otuz yaş büyük yaşlı bir başka sanatçı ile beraber yaşıyor. Yaş farkı nedeni ile hayata bakışlarındaki farklılığı evi satıp yenisini almak için emlakçıya başvurduklarında anlıyorlar. Adam, yaş farkı empati ile kapanır o da sizin nesilde yok diyor, güzel cümle.



Uçan Süpürge Film Festivali İzlence 4.GÜN




FİLM KÜNYELERİ İÇİN KATALOGU TIKLAYINIZ. 

 
 44-KOŞ KALYANİ

Çok güzel bir filmdi. Duygusal, acıtıcı, metaforları yüksek, kadının ilgi, sevgi görmediği yerden yavaşça nasıl süzüleceğini anlatan, mektuplarla süregelen bir yasak aşkın şahidi Kalyani'nin koşturup durduğu bir hayat hikayesi filmi idi. Tavsiye ederim.

45-YABANCI

Çok kadim bir hikaye, çok güzel anlatılmış. izlenmeli.

 "Eski bir opera binasında yaşayan yedi kişilik bir komünün hayatı, bir sabah aniden beliren esrarengiz bir yabancıyla değişir."  

46-GÖLGE GEÇİDİ SHADOW PASSAGE 

"Bir kadınının kendi ruhunu, çoklu benliklerinin aynı gibi görünen fakat giderek küçülen odalar dizisi olarak tezahürü sayesinde keşfetmesi hakkında doğaçlama bir stop-motion filmi." çok çarpıcıydı. İzlenmeli.

47-KAOS TANRISI

"Gizemli bir tarikat eskiden kalma bir ayin yapar… dünya alemine, başka bir dünyalı bir gücü davet ederler… kendilerini tutsak edenden kaçarken… garip bir varlık, küçük bir kız ve onun bez bebeği ile karşılaşır… kaos hüküm sürecek midir?" Değişik bir animasyondu, 4 dk.

48-BULUŞMA THE DATE

"Kısa bir animasyon belgesel olan ‘Buluşma’ filmi, farklı sosyal ve kültürel ailelerde yetişmiş iki çiftin bir akşam yemeğinde soru-cevap oyunu oynarken birbirlerini tanımaya çalıştıkları bir sohbeti konu alıyor." 

Türkiye'deki kutuplaşmaya dikkat çeken yapımı başarılı buldum. Aynı masada buluşan türbanlı, İmam hatipli bir çift ile karşı tarafta olduğu düşünülen bir ailenin birbirini sorularla tanıması, animasyon. Güzeldi.

49-  İSYAN SIRASI SENDE YOUR TURN ESPERO TUA (RE)VOLTA

En çok etkilendiğim, bu yaşta nasıl bilinçli öğrenciler diye düşündüğüm, sonuna kadar heyecanla izlediğim bu belgeseli mutlaka izleyin.

"Brezilya’daki ekonomik ve toplumsal kriz son on yılda derinleşince, pekçok öğrenci bunu protesto ederek yüzlerce okulu işgal etti, talepleri daha iyi bir kamu eğitimi ve kemer sıkma politikalarının sona ermesi idi. Uzun metrajlı Your Turn belgeseli, 2013’ten, 2018’e, yeni cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro’nun seçimine kadar olan Brezilya öğrenci hareketini anlatıyor. Hareketin kolektif sesinden esinlenen bu belgesel, mücadelelerinin ana hatlarını temsil eden üç lise öğrencisi tarafından anlatılıyor. Anlatıcıların mekan ve zaman içinde koşturması, hareketin çatışmalarını ortaya çıkararak karmaşıklığını gösteriyor"

50-AÇIK TABUT COFFIN DECOLETTÉ

Mısır yapımı diyalogsuz bu kısa film çok vurucu idi. Çocuk gelin yapılan bir kızın bunun farkında bile olmaması.  

 "Küçük kız evinde düğün hazırlıkları farkeder… Şok geçirir. Gelin olmayı beklememektedir"

51-GANA’DA YAŞIYORUM, ALIN BENİ BURADAN! I’M LIVING IN GHANA, GET ME OUT OF HERE!

"Göçmen bürosu memuru tarafından dolandırılmaktan, kuaförle kavgaya kadar… Film, yönetmenin Londra’dan Gana’ya taşınırken başına gelenlerden oluşan kısa hikayeleri anlatıyor." animasyon film güzeldi. Demokratik bir ülkeden sonra boğulduğu geri kalmışlık ve sahtekarlıktan bunalıyor.

52-HAKKIM MY RIGHT MON DROIT

Yine anlayamadıklarımdan bir kısa film daha. "Kadınlar, en temel yaşam haklarını yerine getirmek için temiz kamusal alan bulamadıkları için sokağa sığınıyorlar."

53-NATENİ, KİMLİĞİM NATENI, MY IDENTITY

"Her insanın kendini ispatlamaya ihtiyacı vardır. Ancak, bir kişi ancak kendi kültürüyle kendini ispatlayabilir. Babam Goun, annem Natemba. Kendi kimliğim Nateni’yi arayışım sırasında belgesel yapma fikri doğdu ve bu mimariyi ebedileştirerek evrensel medeniyete katkı sağlama arzusunu getirdi." diye tanıtılan film çok güzeldi. Mimari yapı da şahane duruyordu. Bulursanız izleyin.

54-O, KENDİSİ, ONA SHE, HERSELF & HER

"Bu film, hayatlarının farklı zamanlarında cinsel tacize uğrayan üç kadın hakkındadır. Anlatı, eve giderken bir barın dışında tecavüze uğrayan Mavi karakteriyle başlar. Mavi, olayın kalıntılarını yıkarken vücudunu artık nasıl ona aitmiş gibi hissetmediğini anlatır. Anlatı daha sonra, tanıdığı bir kişinin cinsel tacizine uğrayan, etrafına olayı anlattığında nasıl yaftalanmış hissettiğini aktaran Turuncu karakterine döner. Daha sonra Kırmızı karakteri çocukken uğradığı tecavüzü, nasıl sessiz kaldığını anlatır. Olaydan yıllar sonra nasıl iyileştiğini ve vücudunu geri kazandığını açıklar."

Çok iyi bir anlatımdı.

55-ERKEK OLACAKSIN YOU WILL BE A MAN

"Kadına karşı şiddet neden var? Bu sorunun cevabını, geçmişinde sıkışıp kalmış eski kadın satıcısı Rafael ve acısını provokatif performanslara dönüştüren, bir seks işçisinin oğlu sanatçı Abel Azcona ile birlikte cevaplamaya çalışıyoruz. Paralel olarak, bir lise öğretmeninin sınıfı ile bir yayıncı ekibi aynı tema üzerinde senaryolar tartışırken, etkin birkaç erkeğin tepkileriyle farklı açılardan erkeklik konusunu ele alınıyor. " diye tanıtılan film izlediklerim arasında en iyilerden. Kadına bakış açısının ortadoğu ile sınırlı kalmadığının göstergesi.


Uçan Süpürge Film Festivali İzlence 3.GÜN



FİLM KÜNYELERİ VE DETAYLAR İÇİN KATALOGA TIKLAYIN.

 
 31-HUTSULKA KSENYA

"1939. Amerikalı ve Ukraynalı genç Yaro, Karpat Dağlarına gelir. Babası Ukraynalı bir kızla evlenmesi şartıyla ona bir miras bırakmıştır. Yaro, Hutsul kızı Ksenya ile tanışır ve planını gözden geçirmek durumunda kalır."

Şahane bir filmdi. Ukrayna yapımı film bir tiyatro oyunundan esinlenmiş. Görüntüler, çekimler, kostümler, müzikler her şey çok iyiydi. Mutlaka izlenmeli.

"Kadınlar çoban yıldızına benzer, uzaktan parlar" diyene cevap "Bence kadınlar güneşe benzer, ama yakmaya başladı mı işin bitmiş demektir" diye geldi:))

32-ZEYTİN DEĞİRMENİ

"Ağaç kuşa dedi ki: Senin kanatların bende olsa, dünyanın sonuna kadar giderdim! Kuş ağaca dedi ki: Senin köklerin bende olsa, evimi aramazdım!" diye tanıtılmış, kısa film.

33-AKREBİN YOLCULUĞU

Çok güzel bir filmdi. Bilahare bunu yazacağım. 

34- Şahika Tekand ile söyleşi çok verimli idi.

35- BERLİN’DEKİ KELEBEKLER: İKİYE BÖLÜNMÜŞ BİR RUHUN HİKAYESİ BUTTERFLIES IN BERLIN: DIARY OF A SOUL SPLIT IN TWO

"Alex 1933’te, Weimar Cumhuriyeti dönemi sırasında, Berlin’e taşınır. Dünyadaki yerinin ve cinsel kimliğinin arayışında iken, cinsiyet geçiş süreci tamamlanan tarihteki ilk transseksüel olur. Bu, ne yazık ki Nasyonal Sosyalizmin yükselişi sırasında gerçekleşir ve toplumsal bir parçalanma cinsel özgürlük başkentini, tüm zamanların en baskıcı ülkesine dönüştürür."

36-KRALİÇE LEAR

Pelin Esmer'in yıllar önce köyde kurulan tiyatro ekibini anlattığı Oyun adlı belgeseldeki kadınların turnesine katılıp çektiği belgesel yapım, ustaca ve çok keyifliydi.

"Shakespeare’in Kral Lear’i, suyun bile zor ulaştığı Mersin’in unutulmuş dağ köylerine doğru uçurumlu yollarda toz toprak içinde yolculuk ederken, Arslanköylü tiyatrocu kadınların maharetli ellerinde usulca Kraliçe Lear’e dönüşür."  

37-Pelin Esmer söyleşisi verimli idi.

38-BOŞLUK

Bu kısa filmi çok beğendim. Türk yapımıydı, oyunculuklar da çok iyiydi.

"Simge kendisini tutsak gibi hissettiği ilişkisini bitirebilmek için hiç tanımadığı bir adamdan sevgilisinin rolünü oynamasını ister fakat bu ayrılık konuşmasının provası Simge’yi hiç ummadığı bir yere taşır."

39-ORADA

" Fransa’da gelecek vaadeden bir tiyatro oyuncusu olan Aylin’in ağır hasta babasını görmek için acilen Türkiye’e dönmesi gerekmektedir. Ancak karşılaştığı bürokratik problemler onu çok zor bir ikileme düşürür, giderse Fransa’ya geri dönemeyecek, kalırsa belki de babasını bir daha göremeyecektir. Aylin’in karar vermek için çok az zamanı kalmıştır."

Güzeldi.

40-ÖTEKİ TARAF

"Feng-Lou erkek kardeşi Kun-Jie ile küçük bir evde yaşar. Feng-Lou, kızı Ah Xi’den ayrılma tehlikesi ile karşı karşıya kalır, bu yüzden kızını saklar. Bir gün, Ah Xİ, eve giren siyah bir kelebeği kurtarır, ve Kun-Jie aniden tavan arasında ölür. "

41-FRANSIZCA ÖĞRETMENİ

Uzun metraj bu yapım da gayet başarılı idi, keyifle izledim, öneririm. 

"Film, karmaşık kişisel ikilemleriyle boğuşan Cleo’yu anlatır. Cleo, kendisinin yarı yaşındaki Matthew isimli öğrenciyle tereddütle bir ilişkiye başlar. Kızı Sophie, babasının ölümünden sonra New York’tan dönerek Cleo’yla birlikte yaşamaya başlar. Anne ile kızın arasındaki zaten sorunlu ilişki, Cleo, Sophie ve Matthew arasındaki üçgenin açığa çıkmasıyla yoğunlaşır. Şu anla geçmiş çarpışır, uzun süredir gömülü olan aile meseleleri bu kompleks, nesillerarası dramayla yüzeye çıkar."

42-YEMİNLİ BAKİRE VE GENÇ KADIN THE SWORN VIRGIN AND THE GIRL

"Bedrie (61) Arnavutluk’ta bir kız çocuğu olarak dünyaya gelir. Bugün erkek olarak hayatına devam etmektedir. Bir erkek olarak sosyal statüsünü korumak için bekaret yemini eder. Bir gün genö Adele’den (26) bir telefon alır. Arnavut bir kadın olarak kimliğini aramaktadır. Ataerkil Arnavutluk’ta kendi kararlarını kendi alabileceği bir hayat sürmek istemektedir. Adele, Bedrie’de sorularına yanıt aramaktadır"

Çok değişik bir adetin anlatıldığı belgesel hem bilgi verici hem de düşündürücü idi. 

43-ÖTEKİ

"Trans kişiler toplumun biyolojik cinsiyet için norm saydığı özelliklerin dışında davrandıklarında toplum onları “düzeltmeye” çalışır. Eğer “iyileşme(!)” göstermezlerse önyargı ve ayrımcılığa maruz kalırlar. Trans erkek olan Toprak ve Ecmel de bunlarla mücadele etmek zorunda."
 

Uçan Süpürge Film Festivali İzlence 2. GÜN



FİLM KÜNYELERİ İÇİN KATALOGA TIKLAYIN. 



16- KADER POSTASI 2019

Uzun metrajlı bir Türk filmi idi. Çok güzeldi. Mutlaka izleyin. "Kendine ait odası olmayanlara" ithaf edilmişti. 

Kasaba her zaman sıkışmışlığı temsil eden en iyi metaforlardandır. Yapılacaklar bellidir. Hayattın olağan akışında insanlar büyür, evlenir, çocuk doğrurur, torun bakar ve ölür. Ama zamanın akmadığı bu yerde gereklilikler çarkında boğulmak istemeyen kahramanımızın hikayesini izliyoruz. 

Kasaba, belli sayıda insan, aynı mekanlar, rutine sıkışmışlık. Ama aslında hepimiz aynı rutinde değil miyiz? Yaşadığımız gettolar bizi o rutine sıkıştırıyor. 

Kahramanımız, cezaevi müdürünün oğluyla arkadaş ve çocukluğu bu mekanda geçiyor. Korkmuyor oradan ve mahkumların hikayelerini merak ediyor. Çünkü kendi rutini sıkıcı. Yeni dünyalara açılmak için ceza evindeki mahkumlara mektup yazıyor. 

Naif bir film. Mektup yazmayı seven biri olarak yıllarca göndermediğim, gönderemediğim mektuplar yazdım. En sonunda da blog yazmaya başladım. Bunlar da birer mektup. Elbette vakti gelince sahibine ulaşır. 

Filmden bana kalan replik "Yeni çocuklar için eskimiş hayatlar hazırlanıyor. Hiç bir şey değişmiyor. Hayat bir oyun oynuyor insana. Hiç bir şey yarım kalmaz. Eksikler hep tamamlanır. "    

17- GURUR YARASI

Türkiye'de "temizlikçi, kadın, yardımcı" gibi adlarla çalışan emekçilerin haklarını savunmak amacıyla kurulan İMECE Kadın Yardımlaşma Derneği'nin kuruluşu ve temizlik işçileri sendikasını anlatan belgesel yapım. Bilgilendirici, düşündürücü.

18-ARICI

Animasyondu. 6 dk. 

"Bambu ormanının derinliklerinde bir baba ayı, kendi yetiştirdiği cesur bir genç kız olan Mae’yi gözler. Baba Ayının topladığı ve bakımıyla meşgul olduğu arı kovanları sayesinde yaşamlarını sürdürebilen ikili, huzur içinde yaşarlar. Ancak bu huzurlu yaşamın devam edebilmesi için Mae’nin ihlal etmemesi gereken yalnızca bir kural vardır - asla arıların bulunduğu arı bahçesine girmemelidir. Bunu yapınca, ikisi için de her şey değişmek zorunda kalacaktır."

19-KUŞ VE BALİNA

Animasyondu. 

"Film, sesini bulmaya çalışan genç bir balinayı anlatır. Bir gemi batığını araştırmak üzere ailesinden çok uzağa yüzen balina, gemiden tek başına kurtulan kafesteki bir ötücü kuş bulur. Birlikte kayıp denizde hayat mücadelesi verirler. Film, artık neredeyse hiç kullanılmayan bir animasyon tekniğiyle, cam boyama tekniğiyle yapılmıştır. Yedi dakikası, 4300 adet A1 boyutunda yağlı boya ile yapılmış, beş ressamın 13 aylık çalışması neticesinde ortaya çıkmıştır. Ekibin çoğunluğu kadındır. Bugüne kadar 18 ödül almış ve dünyada pek çok festivalde gösterilmiştir."

20-EFSANEYE GÖRE

"Legend Has It, gelenek, onur ve dürüstlük üzerine kurulmuş mükemmel bir Kelt toplumunda geçer. Bu hikaye, benzersiz bir yaş töreni için hazırlanan kahramanımız Bronwyn’in yaşamını merkezine alır. Bildiği bazı şeyler, sadece ailesi değil, tüm topluluğun itibarını zedeleyeceği için, bunları itiraf etme mücadelesi verenBronwyn’in yolculuğunu takip ediyoruz. Gerçeğin baskısı ve sonuçları ile yüzleşmenin savaşını verir."

21-RUH HALİ ATLASI

Bipolar bir mühendisin hayatından hasatalığı ile ilgili kesitler sunan belgesel. Güzel.

22- BULUŞTUĞUMUZ YER HAKİKAT BAHÇELERİ

 “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisinin kamuoyu ile paylaşılmasının ardından, metne imza atan Barış Akademisyenleri ardı arkası gelmeyen bir cezalandırma ile karşı karşıya kaldılar. Bu karanlık atmosfer karşısında birbirleriyle kenetlenenler, ses getiren bir hareket, farklı güzellikler doğuran dayanışma bahçeleri yeşerttiler" olarak tanıtılan belgesel film çok güzel, çok etkili bir anlatıma sahipti. Mutlaka izlenmeli. İnsanların hayatlarının bir günde değiştiği, bütün çalışma imkanları, kariyerlerinin elden alınış hikayesi. 

23-KASITLI ANGARYA

  "Bağlı oldukları etnik grupların son temsilcisi üç kadın ve üç erkek, bir iklim felaketinden sağ kurtulurlar ve nesli tükenen medeniyetin son kalıntısı Hong Kong’ta sıkışıp kalırlar. Radyoaktif ve hüzünlü bir atmosferde, insanlığın geleceğini güvence altına almak için grup içindeki ruh eşlerini bulmaya çalışırlar. Ama bir tanesi aniden kaybolur. Geriye kalanlar, mahrem sırlarının açığa çıkmasıyla ortaya çıkan bir arayış içerisine dalarlar. Tedirginlik ve paranoya yayılır. Gerçekten bir şey onları tehdit etmekte midir?"

Bu uzun metraj film distopya tarzı idi.

24-GÖZÜMÜN NURU

"2011 yılıdır. İsrail toplumsal huzursuzluk içindeyken Lee (45) yaşlanmadan kaynaklı zor bir dönem geçirmektedir. İnsanlar gözlerini açar ve hayat pahalılığının artışını, orta kesimin soyunun tükenmekte olduğunu fark ederler. Lee şimdi kendi gözlerini açıp, yaşıyla yüzleşmek ve hayatta esasen neyin önemli olduğunu fark etmek zorundadır."

25- GECE SÜRÜŞÜ

GÜZELDİ. "Ruhsal sıkıntılarla boğuşan bir korsan taksici, gece boyunca üç farklı müşteriyle karşılaşır. Taksici, müşterileriyle kurduğu ilişkide başta rahatsızlık veren kişi konumundayken sonrasında rahatsız edilen kişi durumuna düşer."

26-MARİLYN’LE BİR FİNCAN KAHVE A CUP OF COFFEE WITH MARILYN

"1956 yılında, Oriana Fallaci, Hollywood hakkında bir röportaj yapmak üzere çalıştığı dergi tarafından ABD’ye gönderilir. Oriana, Amerika’ya varınca, Marilyn Monroe ile röportaj yapmanın yollarını aramayı kafaya koyar, her yerde, her yolla, doğrudan veya dolaylı her irtibat kişisi aracılığıyla Marilyn’i aramaya başlar. Oriana’nın bu sığ dünya hakkında pek az fikri vardır ama çok geçmeden markası haline gelmiş cesaret ve azimle bunu başarabileceğini patronuna ve kendisine ispatlamak istemektedir. Sonunda bu görevi takıntı haline getirir. Umduğu gerçekleşmeyince, vazgeçer. Bu kaza, onun dünya çapında tanınan en ikonik İtalyan gazeteci olmasını engelleyemez."

27- BAHÇENİN SONUNDAKİ KIZ

 GÜZELDİ

28-DİŞ-ER-İL . Farklıydı.

29-BURADA GÖRÜLECEK BİR ŞEY YOK

Montrealde geçiyor, hayvan hakları ile ilgili.

30-BİR KIRILMA HİKAYESİ.

Çok güzel.Yulia, sınıf arkadaşı Lika tarafından sürekli zorbalığa maruz kalır. Bir gün Yulia, Lika’nın kaza geçiren kardeşinin hayatını kurtarır. Bu durum, zorbalık yapan Lika’yı değiştirir.



 

Uçan Süpürge Film Festivali İzlence 1. Gün



İki gündür kendimi uzun ve yorucu bir maratondan çıkmış gibi hissetsem de verimli bir hafta geçirdiğim için mutluyum. Bu yıl izlencesinde 76 filmin yer aldığı ve benim de 2009'dan beri ilgiyle takip ettiğim Uçan Süpürge Film Festivali 23. kez izleyici ile buluştu. Biz de değerli arkadaşım ve meslektaşım olan kahve telvesi ile ayrı şehirlerde olsak da beraberce izleyip filmler üzerine konuşarak bu maratonu koştuk.

Pandemi nedeniyle ilk kez online olarak yayınlanan festival dünyanın farklı ülkelerinden çok sayıda sinemaseverce takip edildi. Bu çok heyecan verici bir şey bence. Canlı yayınlanan filmler Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam romanındaki kahramanın hayalini gerçekleştirmiş gibiydi. Hani der ya:

İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi, düşünüyordu;” Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar… Eve gidip okusam. Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birlikte çıksınlar. Kafasından geçenlere güldü…

Zaten festivali düzenleyenler "Sinema değiştirir." cümlesini slogan yapmış, her film öncesinde telif hakları ile beraber hatırlatmıştı. 

Gerçekten de sinema bu güne kadar dünyada çok şeyi değiştirdi. Özellikle dünyanın her tarafından kadın yönetmenlerin filmlerine yer verilen festival izleyicilerde farkındalık düzeyini arttıracak kadar zengindi. 

Daha önce salonlar arasında gezerken kaçırdığımız, saatleri uymadığı için izleyemediğimiz filmler sorunu da festivalin online olması ile ortadan kalktı. Evde rahat koltuğumuzda salonları geze geze izledik. 76 filmin 74'ünü izledim. Bunun haricinde bazı kısa filmleri iki kez seyrettim. Yönetmen ve oyuncularla yapılan söyleşiler, açılış kapanış derken 80 ayrı programda dolaştım. Festival online olmasa çok daha az verim alacakken yeni dünya düzenine geçtiğimiz söylenen bu günlerde pandeminin bir faydası oldu dünyaya. 

Üzerine ayrı olarak yazmak istediğim filmler elbette var ama yedi gün boyunca izlence üzerine aldığım kısa notlar ile defterime yazdıklarımı paylaşmak istiyorum. 

Seyrettiklerimi yukarıda resim olarak paylaştığım izlencenin 1. gün çizelgesinde numaralandırdım. Detaylı bilgiyi ilk yazıda paylaştığım linkteki izlence ve katalogdan bulabilirsiniz. Tıklayın.  

1. gün kısa filmler yoğundu. Süreleri çok kısa olup yumruk yemişcesine sarsan filmler de vardı, "Şair burada ne demek istemiş" diye sorgulaması yaşatanlar da:)

Detaylı bilgi, film künyeleri için katalogu tıklayın.

1-YAZ KIŞ DEMEDEN 

Bu belgesel ananesi Ermeni olan kendisi Almanya'da yaşayan yönetmence çekilmiş. Geçen yıl Uluslararası Mülteci Filmleri festivalinde  bir kaç yapım izleyip aşina olduğum Ermenistan'daki yaşama dairdir. Daha çok köklerini arayış üzerine görüntülerle müzikle zenginleştirilen yapım bana yavaş geldi. Süre kısaltılarak yoğunluk artırılabilirdi ama yönetmen bunu bilinçli tercih ettiğini söyleşide anlattı.  İtiraf etmek gerekirse yönetmenin söyleşisini daha zevkle ve enerjik izledim. Belki de festivalin ilk filmi olduğu için uzun geldi. Sonuçta sürekli hız çağındayız diyerek uyarılıyoruz. Ama festival takip etmek yavaşlamayı gerektirir.  Konu ile ilgilenen belgesel tutkunları için iyi bir alternatif olabilir.

2-AYAM

Bu 4 dakikalık bir animasyondu.  Güzel ama kısaydı:) Anne, anane, torunun hikayesi yüzde bir tebessüm bıraktı. Anadil Arapça.

3-BENİM ELİM BENİM HİKAYEM 

Zimbabede el işi yaparak kendi ayakları üzerinde duran kadınların aile ve toplum içindeki yerinin değiştiğini görüyoruz. Güçlü, üreten ve cesaret gösterip üretiminden para kazanan kadınlarla ilgili bir belgesel. 

4- İLK GÜNLER

 Çok güzeldi. Elif Şafak'ın Siyah Süt kitabında da anlatılan loğusalığın ilk günleri anlatılmış. 

5-OTOBAN

Uzun metajlı bir İran filmi. Çok iyi bir anlatım. Coğrafya  kaderdir, kadına bakış zihniyetle çok ilgilidir. "Çocuk da yaparım kariyer de" sloganının bazı meslekler için geçerli olmadığını görürüz.

6-KARŞILAŞMA

 İspanya yapımı, çok beğendiklerimden. Kendisine bırakılan noktaları takip eden kadının heyecanını izliyoruz. Sonu sürprizli idi. Seyredin. 

7-GEZEN BULUT

Yas biter ve bir gün yine çiçeklenir insan dedirtti. 

"Aileyle yeniden birleşme konusunda doğrusal ilerlemeyen görsel bir anlatım; Kolhan’daki yerel Ho kabilesinde görülen ölülere saygı ve animizm. Ölmekte olan büyükannesini görmek üzere uzun yıllar sonra köyüne dönen ihmalkar ve mesafeli bir kızın hikayesi. Kız, kırsal bölgelerdeki tanıdık değişken manzaralarda yürürken, çocukluk anılarına, köklerine ve öz kimliğine geri döner."  

8- YALNIZCA İNANDIĞIMI GÖRÜRÜM

Şahaneydi, detaylı bir yazıda yazacağım.

9-DİNLE BABA

Animasyon, güzeldi.

10- KIYIDA 

"2 yıl önce ülkesinden siyasi nedenlerle kaçmak zorunda kalmış 30’larındaki bir kadın, Yunanistan’da sığınmacı olarak yaşamına devam etmektedir. Ülkesinde öğretmenlik yapan bu kadın Atina’da bir barda temizlik, garsonluk gibi işleri yaparak para kazanmaya çalışmaktadır. Geride bıraktığı annesi ve 3 yaşındaki oğlunu yanına getirebilmesinin hiçbir yasal yolu kalmamıştır. Film bu kadının ailesini kaçak yollarla Yunanistan’a getirebilme çabasını anlatmaktadır. "

Bu kanayan yara siyasi mültecilik sorununa insani bir bakış, çaresizliği çok güzel anlatmış, seyredilmeli. 

11-SERÇE

"2015’te Avusturya’da ve 2019’da İrlanda’da geçen gerçek bir olaya dayanmaktadır… Daha iyi bir yaşam arayışındaki bir grup mülteci kendilerini güvenli bir ülkeye ulaştırma çabasındadır. Bir kaçakçıya, onları bir buzdolabı kamyonu içinde sınırın ötesine taşıması için para verirler. Ancak, kamyonun dondurucu soğuğu, daha iyi yaşama dair umutlarını ölümüne bir hayatta kalma mücadelesine dönüştürür."

Çok etkileyici idi. Mültecilik sorunu, keçeden yapılmış kuklalar ile tüm dekorun da keçe ile yapıldığı farklı bir animasyon. 

12-PAYDOS

Bazı filmler bir cümleden çıkışla yazılır. Burada da çocuğun anneye söylediği etkileyici bir cümle için çekilmiş, biraz zorlama olmuş senaryo.

13-BİR BALIK HİKAYESİ

Fildişi Sahilleri pasaportuna sahip bir Afrika'lının balıkçı olan babası ölüyor. O da ailesini geçindirmek için 4 aylık ikizlerini bırakıp İsraile karısı ile beraber gidiyor. 12 yıl sonra göçmenlere karşı politika değişince ülkesine dönmek istiyor ama balık çiftliği kurma hayali var ve eğitim aldığı için karısı ve orada doğan üç çocuğunu Amsterdam aktarmalı uçakla Afrika'ya gönderiyor. Ancak karısı imkanları kötü köyüne dönmemek için Hollanda'dan aktarma uçağına binmeyip göçmenlık başvurusu yapınca adamın hayalleri suya düşüyor. Afrika'daki ailesini mi Amsterdam'dakileri mi tercih edeceğini görüyoruz. Gerçek hayat hikayesinden uyarlanan belgesel güzeldi. 

14-VEGANDA HİKAYELERİ +18

Sevgi iki yüreğin bir olmasıdır, birbirini kabullenmektir. Sevgi bir zincir, asla bir pranga değildir. Komedi filmi idi. Kadınlar üzerinde kurulan evlenmelisin, çocuğun varsa hamile isen iş hayatında şansın yok gibi trajedik durumlara da  değiniyor.

15-KOŞ

 "Bir kadın, partnerinin zorlayıcı ve kontrolcü tavırlarını, eski bir arkadaşın akşam yemeğine gelmesine izin verildiğinde fark eder. Sarah Flood, Ronan P. Byrne, Paddy C. Courtney ve Gail Brady’nin başrolleri. Prömiyeri Temmuz 2019’da Galway Film Fleadh’de gerçekleşti. Prömiyerinden bu yana Run, San Francisco İrlanda Film Festivali, Miami Bağımsız Film Festivali, Kerry Uluslararası Film Festivali ve Richard Harris Uluslararası Film Festivali’nde gösterime girdi. En son New York ve Los Angeles’taki gösterilerinde Irish Screen America ile birlikte gösterime seçildi " 

Güzeldi.

23.UÇAN SÜPÜRGE KADIN FİLMLERİ FESTİVALİ BAŞLADI KAÇIRMAYIN


                                                                                                                                                                                              

Bu gün Ankara'nın geleneksel film festivallerinden Uluslararası Uçan süpürge Kadın filmleri festivali başladı. Uzun ve kısa metrajlı 76 film 7 gün boyunca gösterimde olacak. Bu fırsatı kaçırmayın diyerek sabahtan beri izlediğim çoğu kısa olsa da13 adet filmden çok zevk aldığımı belirtmeliyim. Hepimiz bu korona günlerinde evde ağır işçi olarak çalıştığımızdan bu gün festival filmlerine odaklanmak ve ev halkının hışmına uğramamak için dün üç tencere yemek yapıp bugünü kendime ayırma lüksünü yaşamak iyi geldi doğrusu. Ben şimdi 23: 30 seansına gidiyorum. 

İzlemek isteyenler için link bırakıyorum:  https://ucansupurge.org.tr/#top





Uçan süpürge 

KAZIM FİLMİ – YÖNETMEN: DİLEK KAYA


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 77. FİLM

Dünyaya geldiğimizde bizi bekleyen hazır hikayelerin içine doğuyor, ailemizde gördüğümüzü, yaşadığımızı normal kabul edip benimsiyoruz. Ama sonra, insanın ikinci doğuşu dedikleri kendinden kendini doğurmak olarak da adlandırılan bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor. Bu yolda, ailenin, çevrenin yüklediği öğretilerden sıyrılarak hakikat denen o özü bulmak hedefleniyor. Bunun için herkes başka bir araç kullanıyor. Dünyayı görmek, okumak, yazmak, müziğin büyülü sesine kendini bırakmak, dağlara tırmanmak, denizlere dalmak, sevip yücelttiği ünlü düşünürlerin ayak izlerini takip etmek, insan denen meçhulün peşine düşmek, sıradan hayatların içindeki sıra dışılığı fark etmek gibi bir çok yöntemi bazen tek bazen beraber deneyimlemek gerekiyor. Her yeri dolaşıp, çok insanla oyalandıktan sonra eğer hala arama isteği diri ise insana bir kapı daha açılıyor. Oradan da geçince dünyada var olan her şeyin kendimizde de olduğunun keşfi heyecan uyandırıp bu uzun yolculuğa devam etme motivasyonu sağlıyor.

Tabi kendi içinde derinleşmek o kadar kolay değil. İnsanın kendini pür-i pak görürken, çevresinde, ailesinde kızdığı, sevmediği bir çok özelliğin kendinde de olduğunu, meleklerden saf ve temiz olma potansiyeli ile bir anda katil, cani olabilme, akıl sahibi olmayan diğer varlıkların çok altına inebilme özelliklerini beraber barındırdığını hissetmesi sarsıcı bir farkındalık. İşte insanın karanlık ve aydınlık yönlerini fark edip kendini yeniden insan olarak dünyaya getirmesi diye nitelendirilen bu süreci az çok herkes yaşıyor. Farklı noktalara yoğunlaşıp yolda kalanlar da olduğundan tamamlanması zorlu bu yolculuk hayatın ta kendisi oluyor.

Bu gelişim dönemi araştırmayı teşvik eden, çocukları kendi haline bırakan, illaki bir kalıpta olması gerektiğini düşünmeyen toplumlarda daha erken yaşlarda gerçekleşirken bizimki gibi en ileri görüşlüsünün bile bağnazlıkla kendi düşünce elbisesini giydirerek çocuklarını tek tipleştirdiği toplumlarda otuzlu yaşların ortalarına kadar uzuyor.

Meşhur bir söylem vardır. İnsanın tüm dünyayı değiştireceğine inandığı için ailesinden bağımsızlaştığı, büyüklerini başarısız gördüğü, benim bambaşka bir hayatım olacak dediği ilk gençlik zamanlarındaki uçarılıklar, fakültenin bitip çalışma hayatının içine girildiğinde kaybolur. Oyunu kuralına göre oynamak denen yola girilince de, o düzenin çarkı haline gelen insan bir de aile kurup çoluk çocuğa karışınca değiştirebileceği tek şeyin kendisi olduğunu anlar. İlerleyen yıllarda hayatın onu ne kadar değiştirdiğini fark edince ise kendine acır hale gelir. İş, eş, çocuklar, toplum kuralları derken her gün prangaları artan insan dünyayı değiştirmek istediği günlerden çok uzaklaştığı, "Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak" diye mırıldandığı yıllarda, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini anlamanın umutsuzluğuna düşer. Sonra da kendini arama sürecinde yeni bir aşamaya geçilir; bu noktada en çok benzediği insanları merak eder. Geriye dönüp aile büyüklerinin hikayelerine bakmaya, sıkıştıkları yerlerden nasıl çıktıklarını araştırmaya başlar. Ama çoğu zaman merak ettiği hikayelerin sahipleri hayatını kaybettiğinden kulaktan dolma bilgilerle idare etmek zorunda kalır.

Ancak ailede genç ölümler, dermansız hastalıklar, mecburi göçler, bitmek bilmeyen sürgünler gibi travmatik hikayeler varsa geride kalan bireylerin “Hayat devam ediyor” gerçeğine daha rahat tutunması için bu konuların üstü örtülür. Acıların kabuk bağlaması istenir. Evladını kaybetmiş bir anne varsa yanında konuşulanlara dikkat edilir. Böyle bir olay yaşanmamış gibi davranılarak onun da normal hayata dönmesine destek olunur. Kalbi nice gizli arzu ve anılarla dolu, yaşadıklarını ayrıntıları ile hatırlayan kadın hafızası canından can olan evladını elbette unutmaz ama sağlıklı bir süreç geçirirse, bir zaman sonra o da acısını içine gömmeye çalışır. Aksi halde elinde kalan sevdiklerini de üzecektir. İşte böyle böyle geçmişe perde çekilir. Eskiyi hatırlatan eşyalar elden çıkarılır. Yavaş yavaş yeni ve gündelik olanlar hayatları işgal eder. O zaman da aileye sonradan katılan bireyler geçmişten habersiz büyür. 

Sonra bir değirmen olan dünya önce o genç bireyleri her şeyi değiştirebileceklerine inandırır ama ardından hayalleri ile beraber gece ve gündüz taşının arasında öğütür. Un ufak halde yaş alan birey “Böyle gelmiş böyle gider bu düzen” diyecek kıvama gelince onu kendi haline bırakır. Bu kadar çeldirici arasından sıyrılıp sancılı süreçlerden sonra kendi olmayı başarabilen, içindeki insanla yüzleşebilen, korkmadan geçmişi ile bağ kurup geleceğe yürüyecek kararlılığı kendinde bulan insan sayısı oldukça azdır. Bu nedenle topluma ve onun en küçük yapı taşı dediğimiz aileye baktığımızda yetmiş yaşına gelmiş ama beş yaş alınganlığında dedeler, hiç sevgi görmedim deyip olur olmaz akımlara kapılarak yaşının olgunluğundan çok uzakta ananeler, bir türlü “Olamamış” babaanneler görürüz. İyi evlat olayım derken kendi ailesini koruyamamış, böylelikle hayatta olsa da oğlu/kızı ile irtibatı kopmuş babalar, aşırı korumacılığı ile evladını boğan, ona seçim hakkı vermeyen, her fırsatta emzirdiği sütü öne sürüp burnundan getiren, zamanla telefonlarına bile dönülmediğinden herkese ilenen, yalnız anneler de çoktur. Aslında olan her zaman evlatlara oluyor ama işte herkes birinin evladı, diğerinin ebeveyni olduğu için bu kırılmaz zincir ile sarmal daha da güçleniyor.

Dolayısıyla kişiler kimi zaman öyle bunalıyor ki biran önce kendini bağlayan her şeyden kurtulmak istiyor. İnsanın, kendi duygu ve düşünceleri olduğunun kabulü ile saygı görmediği, yani fertlerinin birey olmasına izin verilmeyen toplumlarda ya sürekli dikte edilmesinden ya da hiç anlatılmamasından dolayı aile büyükleri ile anlamlı bağlar kurulamadığından onlardan günümüze ulaşan miraslara sahip çıkılamıyor.

İşte yakın zamanda bir festival filmi olarak hazırlanmış sadeliği ve gerçekliği ile çok etkileyici bir belgesel izledim. Böylesi emek verilmiş, peşine düşülmüş bir hikayeyi de burada yazmalıyım dedim. Tıpkı “Beni anlat” dercesine tesadüflerle önüne çıkan izleri takip ederek Kazım’ın hikayesine hayat veren akademisyen yönetmen gibi.

Yaşar Üniversitesi’nde Sinema bölümünde işin teorisi üzerine yoğunlaşmış Dr. Dilek Kaya’nın ilk filmi olan Kazım, kendisinin ifadesiyle ya tamamen tesadüfen ya da hiçbir şeyin tesadüf olmadığı bir dünyada kaderin bir cilvesi olarak karşısına çıkıyor. Filmin başlama noktası hayli ilginç. Zaten hikayeler, olmadık zamanda beklenmedik şekilde karşımıza çıkar ve kendini yazdırır ya, böylesi bir akışa teslim olduğunuzda kurgudan daha başarılı öyküler ortaya çıkar. İşte Kazım da böyle rastlantılar sonucu doğmuş bir proje olarak yönetmenin kalbine değiyor, onun dilinden samimiyetle dökülüp kimseyi ajite etmeden izleyicinin gönlüne akıyor. Sonuçta her insanın hayatı biriciktir ve anlatılmayı hak eder. İşte Kazım adlı başarılı yapım her işte akışa teslim olmanın önemini bir kez daha hatırlatıyor.

Biraz filmin konusundan bahsetmek gerekirse, Dilek Kaya Hoca rastgele dolaştığı İzmir’in Halkapınar semtinde kurulan bit pazarında tezgahın birinden satın aldığı mektuplar ve günlüklerden hareketle bir öykünün içine düşüyor. Daha önce de böyle materyaller satın aldığı, eski fotoğraflardan koleksiyonlar yaptığı, sık sık bit pazarlarında dolaştığı halde merakını bu kadar celbeden biri olmuyor. Yaşamının izlerini sürünce detaylarını öğrendiği bu kısacık hayatı unutulmaz kılmaya karar vererek çıktığı yolculuğu bize de izlettirdiği, bizim de içimize yeni patikalar döşediği bu filmi yapıyor.

Bu arada şunu da belirtmek isterim. Bit pazarları bana hep hüzünlü gelmiştir. Çocukken babam Pazar günleri hep gider dolaşırdı. Orada ne aradığını hala bilmiyorum ama kafa dağıttığı yerlerden biriydi bit pazarı. Şimdi düşününce, babam da, hayatta vazgeçilmez dediğimiz bir çok eşyanın, kıymetli hazineler gibi koruduğumuz kişisel tarihimizin belgelerinin belki bir, belki iki nesil sonra yokluğa mahkum edilişini görerek, dünyaya çok bağlanmamak, dertlerin, karşısında susup kaldığı tek gerçeğimiz olan ölümü hatırlamak, her şeyin zıddıyla var olduğu bu dünyada yaşadığı güne şükrederek umudu diri tutmak istiyordu. Onca eskiliğin içinden tazelenerek eve döndüğünü düşünürsek bu açıklama bana gayet mantıklı geliyor. Birkaç kez beni de götürmüştü. Ancak ben sahaftan alınan kitapların sayfaları arasında dolaşırken bile hüzünlenen yapım gereği her şeyine hayran olduğum babamın bu zevkinin ortağı ve yaşatanı olamadım. Emekli olunca o da gitmeyi bıraktı zaten. Gençlikte birilerinden kalan eşyalar arasında dolaşmak ile yaş ilerleyince onca hatıranın yok olduğu yerleri adımlamak aynı duyguyu vermiyor olmalı. 

Yönetmen de, sık sık dolaştığı bu yerlerde ne aradığını anlatırken, geçmişin, şu andan daha çok ilgisini çekmesine, belki de yaşayamadıklarına duyduğu özleme getirmiş konuyu. Bence de, yaşam yolculuğumuzda başka hayatların şahidi olmak, ruhumuzu ait hissettiğimiz zamanlarda dolaşmak ama bunu objektif kriterlerle, doğru vasıtalarla yapmak önemlidir. Çünkü herkesin başka bir zorluğun taşıyıcısı olduğunu görmek gündelik sorunlarla mücadelemizi kolaylaştırır. Şimdilerde sosyal medyada sürekli olarak her yönüyle hayatlarının iyi olduğunu pozlayan insanlar kendilerini bu yalana inandırarak tatmin etmek peşinde iken hayatın düz bir çizgi şeklinde gitmeyeceğini bilmeyen gençleri, bunu unutan yetişkinleri sabote ederek intihara kadar sürükleyen depresyonlara sokuyorlar ki, geldiğimiz nokta son derece acıdır. Oysa başka hayatlara yapılan yolculuklar, bir kitabın sayfaları arasında ya da bir filmin kareleri olarak düşünce önümüze, kendi hayatımızı daha kolay anlamlandırma şansı tanır. Görselliğin en önemli yönlendirici olduğu günümüzde sinema bu vasfı ile çok önemli bir sanattır.

Bu parantezden sonra tekrar konuya dönecek olursak; şu acı durumu da işaret etmek istiyorum: Ben bit pazarı ya da sahaf gibi yerlerde dolaşırken, sevdiği kitaplarda, kendini bulduğu yerlerin altını çizen insanların, en değerli varlıklarını kimselere emanet edemezken mahremlerini ortaya dökecek evlatlar, torunlar yetiştirdiklerini bilseler kahrolacaklarını düşünerek ürperirim hep. Aile büyüklerini kaybeden nice insanın, kendine antika eşyalarla dolu bir ev, albümler, mektuplar kaldığında onlardan bir çırpıda vazgeçmelerini algılayamam. Ama biliyorum ki, insanın bir şeye sahip çıkması için anlam yüklemesi gerekir. Anlamak için dinlemek, öğrenmek, bilmek belki de en önemlisi yüreğe temas edecek bir bağ kurmak şarttır. Zamanında kurulmamış bu irtibat birinin kalbi kadar değerli bulduğu şeyleri ötekinin sokağa saçmasına sebep olur. 

Belki de hayatın gerçeği budur: Gidenler ve gelenlerle sürekli değişen sahnenin dekorları da değişmelidir. Ama biz olaya iyi yönden bakalım: Burada da muhtemelen adını taşıdığı ama hikayesini hiç merak etmediği amcasının mektuplarını, hatıratlarını bit pazarına gönderen yeğen, farkında olmadan böyle bir filmin çekilmesine sebep oldu. Demek ki kötü dediğimiz olaylardan bile iyi neticeler çıkabilir.

Spoiler içerir.

İşte bu belgeselde hayatı anlatılan genç Kazım, memleketim olan Bornova’nın en iyi okullarından Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra Ankara Fen Lisesi’ni kazanıyor. Dört yıl burada yatılı okuyor. Ardından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesine başlıyor. Daha on dokuz yaşında iken, 1974 yılında, Kıbrıs Barış Harekatının olduğu günlerde, ODTÜ’lü arkadaşlarının mensup olduğu Dağcılık Kulübü ile birlikte tehlikeli bir tırmanışa katılıyor. Engin müzik bilgisi, hareketli, hayat dolu ruhu, iri vücut yapısı ile aslında uygun olmadığı bir sporun peşinden giderken aradığı neydi, kendini bulma yolculuğunun henüz başında iken kim bilir ne hayallerle tırmandı o kayalıklara hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama Kazım’ın yerinde durmayı değil yolda olmayı tercih ettiğinin şahidi oluyoruz izlediklerimizle. 

Nice insanın hayallerinin yanından bile geçemeden toprak olduğu bu dünyada Kazım, zirveye yakın bir noktada emniyetli kısma ulaştıktan sonra, her nasıl olduğu çözülemeyen bir şekilde kayalıklardan düşerek ölüyor. Türkiye’de tırmanış esnasında ölen üçüncü kişi olarak acılar tarihine yazılıyor. O dağ köyünde hala hatırlanıyor bu acı olay. Annesinin, babasının, ağabeyinin yaşamı bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olmuyor. Aile bireylerinin bu travmanın gölgesinde geçen hayatları belki de tek varis yeğenini, adını taşıdığını bilse de amcasının hikayesini merak eden biri yapmıyor. Belki de bunun sebebi takıntılı ve kaygılı bir babaannenin herkesin hayatına fazlaca müdahale eden tavrıydı. Aşırı uyaran geldiğinde de insan kendini kapatır ya, belki de yeğen, bir gölge gibi babaannesinin ruhunda yaşayan amcasının hayaletinden kurtulmak, anne ve babasını ayıran bu babaanneden uzaklaşmak için köklerinden kopup başka bir şehirde yeni bir hayat kuruyor.

Kazım, çok sevilen bir insan ama yatılı okul yakınlığı ile birbirine bağlı lise arkadaşları da, tırmanıştaki dağcılar da, annesi hariç ailenin kalan bireyleri de bu elim olayı unutmayı seçiyor. Yönetmen eline geçen mektuplardan yola çıkıp bir yap-bozun dağılmış parçalarını toplayarak bu kısa hayatı, ailesinin, evinin çevresindeki insanların, lise arkadaşlarının, öldüğü bölgenin köylülerinin dilinden yeniden anlatıyor.

Eskiler böyle durumlarda ölümüne gitti derler. Herkesin bir alın yazısı var ve o sayılı soluktan ne  bir nefes eksik ne de fazla yaşar insan diye eklerler. İşte bu iyi yetişmiş, yaşasa belki çok parlak bir kariyeri olacak genç de kendi üniversitesi bünyesinde olmayan bir kulübün etkinliğine, botunu, montunu, sırt çantasını, ipini farklı farklı insanlardan alarak heyecanla gidiyor. Adeta ölümüne koşuyor. Ama geride büyük bir acı bıraksa da kısa yaşamında geçtiği yerlerde hayatlara dokunmayı başarıyor. Öyle ki, tırmanışa başladıkları köyde karşılarına çıkan çocuğa verdiği krakerin anısı, şimdilerde yaşlanmış bir kadın olsa da o vakit küçük bir kız olan köylünün ışıldayan mavi gözlerinde hala yaşıyor.   

İrademiz dışı geldiğimiz bu hayattan yine bilmediğimiz bir zamanda isteğimiz dışında gidiyoruz. Yani bu dünyadan geçiyoruz. Kiminin bu geçişi uzun sürüyor ama ardında iz bırakmadan giderken bazısı faydalı eserler, kazanılmış gönüller bırakıyor kısa zamanda. O nedenle kimsenin kaderine karışmak, adil değil demek haddimize değil. Hatta kendi hayatımızı bile nedenlerle yargılamak ve ruhumuzu dar boğaza sokmak yerine olana razı olduğumuzda yaşadığımız ilginç deneyimler bizi bir üst versiyonumuza taşıyor. Ama bunun için sakin kalmayı başarmak, zamanında kendinden kendini doğurarak gerçek manada birey olmak gerekiyor. İşte o zaman her acı, her musibet bize tekamül etme imkanı sunuyor. Ama nedenlerle boğuşmak, hak etmedim ben bunu diye çırpınmak kafamızı taştan taşa vurmaktan farksız. Sonu da herkes için kötü bir çıkmaz…

İşte bu belgesel film beni bunca düşüncenin içine bıraktı. Epey gözyaşı döktürdü. Çekildiği zamanın anlayışına, toplumsal normlara, insanın acımasızlığına, hayatın canlılığına, o günlerde eğitimin kalitesine, ama zihniyet olarak böyle gelmiş böyle giden bir ülkeye dair çok şey anlattı. Bu yüzden filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Yönetmenin emeğine sağlık. Nice başarılı çalışmalarda yine gönüllere temas etmesini diliyorum.

Uçan Süpürge Derneği’nin Mülkiyeliler Birliği’nde gerçekleştirdiği film gösteriminin ardından yönetmen ile söyleşi de yapıldı. Sık sık alkışlarla sözü kesilen yönetmen ilk işinde son derece başarılı idi. İzleyicilerden biri söz alıp tüm salonu etkileyen bir cümle kurdu. Onu da buraya not etmek istiyorum: Kızında bir yara izi olduğunu ve bunun üzerine dövme yaptırmak istediğini söyleyen kadın, yönetmene, siz de sevdiklerinin üzerini örtmeye çalıştığı bu yaranın üzerine bu filmle bir dövme yapmışsınız, dedi. Bunları söylerken sesi çatallaştı ve gözyaşlarına boğuldu. Doğruydu, geçici ve kısa bir hayat, meraklısı için bir çok ülkede festivallerde gösterilecek ve yüreklerde kalıcı iz bırakacak şekilde resmedilmişti. 

Yönetmen de, belli ki, bit pazarında başlayan ve kayalıklara tırmanması ile süren bu yolculuktan sonra evine döndüğünde artık aynı kişi değildi. Yaşamadığı zamanlardan, hiç tanımadığı bir arkadaş edinmişti. Kazım ise, sıkıştığı el yazısı mektuplardan çıkıp izleyicisinin de yönetmeninin de hayatına sade ama etkileyici bir dövme gibi girmişti…

Handan Kılıç                 

Filmin fragmanı için tıklayınız.


DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...