yaratma cesareti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaratma cesareti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BİR KADIN ZAFERİ- 2018 DE DIRIGENT


  SİNEMA GÜNLÜĞÜ 204.FİLM   

Mayıs sonundan beri yeni bir film yazısı paylaşmamışım. Aslında mümkün olduğunca her gün bir şeyler izliyorum. Yazı her zaman yaşamın gerisinde kalıyor. Bir de tutulmalar, retrolar falan derken iyice yorulduk. Bir yerden başlayayım da gerisi gelir diyerek bir film önerisi ile dönüş yapayım. 

SOSYAL MEDYADAN BAKMAK


Önceki günkü yazıda yolumuz yol değil demiştik. Şimdi devam edelim.

Sosyal medyada geçen sürede aslında kafa dağıtmak isterken dikkatimizi dağıtıyor, yer yer sinirlenip kıskanıyoruz. Evde kapalı isek, dışarıda gezenler gözümüze batıyor, diyette isek, yiyip yiyip kilo almayanlar canımızı sıkıyor. 

İnsan özünde her şeyin iyisi kendisinde olsun isteyen bencil bir varlık. Zaten bu yönlerimizi fark edip yontmak, kendimizden kendimizi doğurmak için okuyup gelişmek zorunda değil miyiz? 

Ama öne çıkan insanlar öyle çukurlaştı, dikkatleri öyle dağıttı ki artık herkes kendini onlara bakıp ermiş falan sanıyor. Hangi çileyi çektin diye sorsan on saniye açılmayan siteyi bekledim diyecek insanlar var. Sabır da, sevgi de, emek de, başarı da başarısızlık da her şey ama her şey internetimiz kadar hızlı anlam değiştirdi.

Mesela sosyal medya hesaplarımda sürekli takipçi isteği alıyorum. Kimmiş, neymiş diye bakıyorum, ya bir ürünü satan insanlar oluyor ya da parodi hesaplarla takipçi kasanlar. Gezdiği yerleri anlatan, yediklerini paylaşanlar da çok revaçta. Doğal olmak adına nezaketsiz, inceliksiz odunluklarını sunanlar da beğeniliyor. 

Her şey görmek ve görünmek olunca çoluk çocuk herkes kamerayı açıp canlı yayın yapıyor, kendince bir şeyler söylüyor. İşin ilginç yanı dinleyici de buluyor. 

Kitap okumayı sevip o alanda var olmak isteyen çocuklar da, internetin hızına yetişmek için daha okumadan, özümsemeden o kitabı tanıtma sevdasıyla bu alemde kendine bir mecra açmaya çalışıyor. Ama sonra Sait Faik'in Abasıyanık kitabı diyerek yaptığı yanlışla acımasız, üretmeden tüketmenin peşinde bir linç ekibinin hazır beklediği sosyal medyanın diline düşüyor. 

Yaptığı hataya gülenler acaba kaç kitabını okudu yazarın bilinmez ama herkes sadece gülmeyi ve para kazanmayı düşündüğü, kendinden kötülerin varlığını görüp vicdanını rahatlattığı için toplum olarak her gün daha aşağı çekiliyoruz. 

Bir de toplum içinde, gözünün önünde yaşanan her hadisede susmayı seçip buradan farklı isimler altında her şeye itiraz edenler var ki, "Aman sende"ci bu toplumda ölmemiş vicdanlarını susturmanın yolunu bu şekilde buluyorlar. Bir nevi nefes almaya çalışıyorlar ama üretime kötülüğe dur demeye pek de faydaları olmuyor.  

Sonra, duyduğumuz haberler tüylerimizi ürpertiyor. Ama içi boş ağaçlar çabuk devrilir. Kurtların kemirdiği hangi bitki yeşil kalıp çiçek açmayı başarabilmiştir, düşünmüyoruz.      

Çoluk çocuğun suçu yok. Herkes bu hastalığa tutulunca, kültürü video çekmek, canlı yayın yapmak sanmaları çok doğal. Onlar bu hayatın içine doğdular. 

Yayınevleri de ticari düşünmekte haklı. Sosyal medya fenomenlerinin popülerliklerinden faydalanmakta gecikmiyorlar. 

Kapağını açmadıkları kitapları tanıtanlarla doldu ortalık. O takipçi sayılarına nasıl ulaştığını kestiremediğim, "-de" yi ayrı yazamayan ama her gün başka, hatta bir kaç kitap tanıtan insanlar var. Ne vakit okudun, özümsedin, üzerine düşündün ve kendine yeni cümleler edindin de, diğer kitaba geçtin. Madem o kadar çok okuyorsun neden bu kadar kötü konuşuyor ve yazıyorsun? diye sormak kimsenin aklına gelmiyor. 

Zaten popüler kitapların okuyucularına bir şey demiyorum. Uyandım, osurdum vs edebimin müsaade etmeyeceği şeyleri yazıp müthiş yazar diye kendini tanıtan insanları okuyarak nereye varabilir bir toplum bilmiyorum. Zaten topluca bir digital çılgınlık, tanımlanamaz bir bıkkınlık, boş bir yorgunluk yaşadığımız şu günler nasıl bitecek artık kestiremiyorum. Bunu düşünen insanlar da umutsuzlukları heybelerinde yavaş yavaş kendine çekiliyor.  

İnsanı insan yapan asli kurucu kitaplar vardır. Ancak böylesi nitelikli bir okuma çabası ile, suretinde yaratıldığı insana yürür. Doğmak, var olmak değildir. Ontolojik olarak kendinden kendine yol bulmadan hiç bir yolculuğu bitiremez insan. Bu yolculuk meşakkatlidir ve bu gün de eğlendik hadi uyuyalım mantığı ile yürünmez. İnsanlık, dediğimiz şey uzun bir yolculuk. Vaktini sosyal medyaya harcamak da ben yoldan gönüllü çıktım şarkısını söylemenin başka bir şekli. 

Tarımın bittiği, dolayısıyla, kanserin, unutkanlığın, adını yeni duyduğumuz bir çok hastalığın yaygınlaştığı günümüzde nasıl parası ve imkanı olanlar köylere dönüp organik tarımla ilgileniyorsa kendini her türlü medyanın beyni felç eden saldırısından korumak isteyenler de, en azından akşamdan akşama kendince belirleyeceği bir süre bu mecralardan uzak durarak arınmalı. Kendine dair bir şeyler yaparak, pasif izleyici koltuğundan kalkıp kendi yolunda yürümeli ki, hayatının amacına doğru yol alsın. 

İşte ben de, blogların devri kapanalı çok olsa da, hala burada yazma inancımı kaybetmedim ama biraz daha fazla kendime vakit ayırayım, zaten yazsam da okuyan kaç kişi var, kaç hayata dokunabiliyorum blogta diye düşünüp uzaklaştım. 

Yoksa yazmaya kalksam, her güne düşen dert sayısında rekor kırdığım bir dönemden geçiyorum. Buraya yazmak yerine dertlerimi sabır sosu ile içimde dinlendiriyorum. Eğer şansı yaver giderse, bu günler günü geldiğinde kelimelere bürünüp yeni kitaplardan başını uzatıp gülümser size. 

Şansı yaver giderse diyorum, çünkü dünya var olduğundan beri kim bilir kaç kişi, nitelikli yazmasına rağmen hak ettiği değere ulaşamadı, o gün tanınanlar kaç nesil okundu, nasıl yaşadı, nasıl öldü bilmiyoruz. Aslında sosyal medya fenomeni kadar da merak etmiyoruz. İşte bunun adına da yaşamak diyoruz.

Kendinize fırsat verin, elinizdeki telefonları bir kaç saat bari kenara bırakıp aileden, işten, evden, çocuklardan arta kalan zamanda ki bu çok çok kısıtlı bir vakit oluyor, kendiniz için bir şeyler yapın. 

Hayatımızı israf etmeyecek kadar dolu yaşayabilmek umuduyla...

Not : Bu yazı ilk kez 1 Mart 2018 tarihinde kaleme alındı. O günden bu güne gerek sosyal medya gerek hayatımdaki zorluklar itibariyle güncelliğini koruması çok acı olsa da üzerine çok düşünülmesi gereken bir konu olduğundan yayınlandı. 

YARATMA CESARETİ

Bu gün yazmak üzerine düşünenler için de önemli gördüğüm aslında sanatın her dalı ile ilgilenenler için mutlaka okunması gereken bir kitaptan bahsetmek istiyorum. 

Öncelikle kitap konusunda çevirmenin bir notunu aktarayım:
"Bu kitap topluma hitap etmez. Okurunu oldukça bireyleşmiş kişilerden seçmek zorundadır."

Bu nedenle ilgilisine zevkli gelecek bu eserin kolay akmadığını belirteyim. Çeviri metin olması hasebiyle iyi bir çevirmene denk gelinmiş olması, çevirmenin(ALPER OYSAL) uzun bir sunuş yaparak kitabı ve yazarını tanıtması ise bir şans.

Kitabı kısaca özetleyecek olursam şöyle diyor: 

İnsanlar, normal ve anormal (psikolojik hastalık sahibi) olarak ikiye ayrılıyormuş gözükse de bir grup daha vardır ki, yeniden meydana getirme yetisine sahip olan sanatçılardır. Bazen sanatçıların çılgınlıkları nevroz ya da şizoid görüntüsü verse de bu özel yeteneklerinin ortaya çıkmasıdır. Onları sevelim.

Sanatın hangi dalı ile olursa olsun ilgilenen herkese tavsiye edeceğim bu kitabın tanıtımı için biraz detaylı bilgi verecek olursak: 

Kitap 1975 yılında Amerikan varoluşçu psikoterapisinin önemli temsilcilerinden aynı zamanda kendisi de sanatçı olan Rollo May tarafından kaleme alınmıştır.

Varoluşçu psikoterapi insan üzerinde çalışırken onu parçalara bölmeyen ve insanlığını bozmayan bir bilimin olanaklılığı varsayımına dayanır. Teknik kullanmaktan hoşlanmayan varoluşçu psikoterapistler “hastadan hastaya ve tedavinin her safhasında değişebilecek” bir tavır izler.

Yazar bu kitabın adını bulurken esinlendiği eserin PAUL TİLLİCH’in THE COURAGE TO BE = OLMA CESARETİ olduğunu memnuniyetle belirtiyor.
Cesaret nedir sorusuna şu cevabı verebiliriz: umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.

Cesaret Çeşitleri’ne gelirsek:
1-Fiziksel Cesaret
2-Moral Cesaret
3-Toplumsal Cesaret
4-Cesaretin Paradoksu
5-Yaratma Cesareti

Yaratma cesaretine sahip olanların dine karşı bir başkaldırı içinde oldukları sanılabilir. Bu bir paradokstur ama dinde en büyük değer kazananlar dalkavuklar ya da statükoya en sıkı sarılanlar değil başkaldıranlar olduğu, tarihte ermiş ile başkaldıran insanın ne kadar sık aynı kişide birleştiğinden anlaşılabilir. Sokrates, Hz.İsa gibi.

Psikanalitik çevrelerde yaratıcılığın sık kullanılan tanımı; egoya hizmet eden bir gerilemedir. Ancak yazar empatik yaklaşmayı benimsediğinden özde nevrozun bir dışavurumu olarak kabul etmiyor. Yaratıcılığın kendi özel kültürlerinde ciddi psikolojik sorunlarla bütünleştiği muhakkaktır diyerek Van Gogh çıldırıya kapıldı. Gaugin içe kapanık (=şizoid)ti, Poe alkolikti, Virgina Woolf ciddi bir çöküntü içindeydi örneklerini sunuyor. Bu durumların yaratıcılığın nevrozun ürünü olduğu anlamına gelmeyeceğini belirterek ikilemden bahsediyor. Yani bu yazarların nevrotik durumları tedavi edilse artık yaratma yetilerini kayıp mı edeceklerdir sorusu zihinleri tırmalıyor. Ve kendisinin de sanatçı olması hasebiyle empati kurarak yeteneğin hastalık, yaratıcılığın nevroz olduğu fikrine karşı durarak kitap boyunca sanatçıların özel insanlar olduklarını ispata çalışıyor.

YARATICI SÜREÇ

Bu bahse gelindiğinde şöyle bir sıralamaya gidiliyor:
-Karşılaşma. İradi ya da gayri iradi olabilir lakin yoğunlaşmanın sonucudur.
Kaçak yaratıcılık diye adlandırılabilecek bir durum vardır. Burada sanatçı muhteşem bir karşılaşma yaşamaz yeteneği vardır ve bir şeyler meydana getirir. Bir de tersi vardır, yani yetenek değil karşılaşma etkindir. Mesela Amerika’da yüksek düzeyde yaratıcı simalardan biri olan romancı THOMAS WOLFE’un YETENEKSİZ DAHİ olduğu söylenmiştir.Onu böylesine yaratıcı kılan, kendini malzemesinin içine tümüyle fırlatması ve bunu söylemek için gösterdiği mücadeleydi, yani büyüklüğü karşılaşmasının yoğunluğundan geliyordu.

Bu nedenle has yaratıcılığın yoğun bir farkındalık, bir bilinç artışı ile nitelendiğini belirtir. Önemli bir nokta da farkındalığın daha derin yanlarına ulaşmak için kişi kendini karşılaşmaya tam teslim etmelidir. Ancak bu hal sarhoşlukla ya da vitalite(=canlılık, dirilik, yaşam enerjisi) ile karıştırılmamalıdır. Bir nevi vecd halidir. Gerçekten de bir nesneyi ona duygulanımsal bir bağlanışımız olmadan göremeyiz. Bu gerekçe en iyi biçimde vecd durumunda geçerli olabilir.

Herhangi bir tarih döneminin psikolojik ve tinsel mizacını anlamak istiyorsanız bunu sanatın derinlerinde aramaktan daha iyisini yapamazsınız. Dolaysız biçimde eserlerine sembollerle yansır bunlar didaktik ifadelerle olmaz yoksa propaganda vb. hatalara düşülerek verilen eserlerde o ölçüde ifade gücü kırılır, kültürün bilinçdışı düzeyleriyle olan ilişkileri tahrip olur. Dönemsel özellikleri en iyi sanat eserlerinde bulmamızın sebebi de sanatın özünün sanatçıyla dünya arasında güçlü ve canlı bir karşılaşma olmasıdır.

BİLİNÇDIŞI: Bireyin gerçekleyemeyeceği veya gerçeklemeyeceği eylem ve farkındalık gizilgüçleri olarak tanımlıyor yazar.

BİLİNÇDIŞI VE YARATICILIK: Bu durumun aşamaları şöyle sıralanabilir:
1- Zihinde şimşek çakar.
2- Çevresindeki her şey aniden canlılık kazanır.
3- Kavrayış hiçbir zaman ıskalayan ya da denk gelen bir şey değil, kavrayışın belirişi asıl unsurlarından biri de kendimizi verişimiz, bağlayışımız olan bir model uyarınca gerçekleşir. Bu hamle sadece “oluruna bırakarak”, “işi bilinçdışının halletmesine bırakarak” çıkıp gelmez. Kendimizi en yoğun biçimde bağladığımız alanlardaki bilinçdışı düzeylerden doğar.
4- Kavrayışın çalışma ve gevşeme arasındaki bir geçiş anında gelmesi; iradi çabanın kesintiye uğradığı ara zamanlarda olması da dördüncü aşamadır.

Psikolog POİNCARE şu soruyu soruyor: Fikirler ileri fırladıktan sonra zihinde neler oluyor? Cevabı özetlersek bu deneyimin özniteliklerini şöyle sıralarız;
1- Aydınlanmanın birdenbireliği
2- Kavrayışın kişinin kuramlarında bilinçle sarıldığı şeye karşı çıkıp gelişi; bir bakıma da ona karşı gelmek durumunda oluşu
3- Olayın ve onu sarmalayan sahnenin capcanlı oluşu
4- Kavrayışın az ve özlükle ortaya çıkan dolaysız kesinliğinin yaşanması
5- Konu üzerinde bilinçdışı hamle öncesinde harcanan yoğun emek
6- “Bilinçdışı emeğe” kendi başına öne çıkma fırsatının verildiği ve ardından bilinçdışı hamlenin oluşabileceği bir istirahat (ki daha genel olan meselenin özel bir durumudur)
7- İstirahat ve çalışmayı değiştirip durma gerekliliği
İnsanın bu süreçte yapacağı hatalardan biri tek başınalığın kaygısını sürekli kışkırtılan oyalanma ile önlemek olur. Bilinçdışından gelecek kavrayışları yaşamımıza alabilmek için kendimize tek başına olabilme yetisini kazandırmak zorunda olduğumuz aşikardır.
Yaratıcı karşılaşmanın muhteşem örneği iki sanatçının yaptığı bir çalışmada verilmiştir. Yazar JAMES LORD ressam ALBERTO GİACOMETTİ’ye poz vermiş ve eserin çizimi esnasında ressamın yaşadıklarını açık açık anlatmıştır.

YARATICILIĞIN SINIRLARI:

Yazar, “insanın olanakları sınırsızdır” tezine katılmıyor ve bunun şevk kırıcı olduğunu söylüyor. Bu birini kayığa oturttuktan sonra “Hadi bakalım, tek sınır gökyüzü!” diyerek İngiltere’ye doğru okyanusa itmeye benzer diye ekliyor.
Oysa kayığın içindeki diğer kaçınılmaz sınırın okyanusun dibi olduğunun da pek tabi farkındadır. Bu da bize sınırların sadece önlenemez değil bir de değerli olduklarını gösterir. Yaratıcılığın kendisi sınırları gerektirir; çünkü yaratıcı edim insanı sınırlayan şeyle birlikte ve ona karşı ortaya çıkar. 

Hasıl-ı kelam; sanat eserinin özgün olabilmesi için karşılaşmadan doğması, yeterince demlenmiş duygu yoğunluğunun olması, bilinçdışını harekete geçirmesi ortaya çıkanın biçimle sınırlanması ama sınırların tutkuların denetiminde biçimlendirilmemesi gerekir.
Yaratıcı süreç biçim için duyulan bu tutkunun dışavurumudur. Parçalanmaya karşı bir mücadeledir yaratıcı süreç: Uyum ve bütünleşmeyi doğuracak olan yeni varlık türlerinin varoluşa getirilmesi mücadelesi.

Platon’un bize özet olacak çarpıcı bir öğüdü var:

Bir yolu hakkınca yürümek isteyen biri gençliğinde güzel biçimleri ziyaret ederek başlamalı; eğer ilk başta eğitmeni tarafından yolu ona bu güzel biçimlerden sadece birini sevecek şekilde doğru olarak gösterilirse, bu tek sevilenden doğru ve güzel düşünceler yaratacaktır; ve sonra o tek olanın biçiminin güzelliğinin bir diğerinin güzelliğine benzer olduğunu ve her biçimdeki güzelliğin tek ve aynı olduğunu kendi kendine algılayacaktır.

Kısa alıntılarla bahsettiğim kitap defalarca okunabilecek önemli bir eser. İlgililere tavsiye ediyorum.


DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...