hayatvemandala etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayatvemandala etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Dans

Ne zamandır mandalaya vakit bulamıyordum @sanalyazievi @oyku.teksen in dışavurumcu sanat dersinde başladım sonu nereye gider bilinmez ama şimdilik bir kaç satırlık bir şiir doğurdu bile:

Su
Gibi dingin
Ateş gibi yenileyen
Ağaçlar gibi ayakta, direnen
Mevsiminde sessizliğe bürünüp vaktinde yeşillenen kalbim,
Dans eden ağaçlar, sarılan kökler gibidir, huzurlu, sakin

#handankılıc

ZIT

Dizimdeki ağrının etrafında dolaşıyor gölgem. 

Bir şarkı çalınıyor kulağıma. Kim söylüyor bilmiyorum. 

Bazı cümleleri kaçırıyorum. Yakaladıklarımı not alıyorum: “Bir bilsen ne hallerdeydim, kitlendi ayağım gitmiyor. Al kalbim neyine yetmiyor.” 

Acı acı gülüyorum. Kimseye yetmezmiş kalp. Oysa insanın en büyük varlığı. Daha ne verilebilir ki? Ya da onu verenin nesi kalır ki geriye? 

Bensizlik iyi mi geliyor hepimize? Öyledir belki de. 
Ben zaten çok gelirim herkese…

Şarkı devam ediyor: “Bu sana son seslenişim. Bunca yıl beklemişim. Bundandır vazgeçişim”

Vazgeçemediklerim peşimde, bırakmıyor beni, ağırlık yapıyor sol yanımda. Başımdan ayağıma ne zaman bir ağrı dolaşsa vücudumda hepsi sol yanımda. Geçmiş diyorlar. 

Sağ taraf olsa gelecek kaygısından bahsedilebilirmiş. Beklentisiz olduğum bir yerden rüzgâr dahi esmiyor ki! Geleceksizliğe mahkûm edilmişken neyse ki bu yaşa kadar geldin, bak çocukların hiç umudu yok gelecekten diyorum. Ne yapalım bahtımıza düşen buydu.

Gelecek şekillendirilebilir eğer imkân varsa. Yoksa oturursun yerine. Beklersin. Yorucu bu hal. 

Bırakıyor insan bir yerden sonra. 

Üzüntünün de bir limiti varmış. Daha fazlasını kaldıramam dediğin yerde kaldırıyorsun işte. Alışıyorsun kısa sürede. 

Sonra istesen de daha fazla üzülemiyorsun. Süt taştığında hani can sıkar ya ocağı silerken bir sürü keşke dolanır kafanda birinin hastalığına, ölümüne, yakın birinin ölmeden öldürülen ümitlerini izlerken batan gemilerine de o kadar üzülür hale geliyorsun.

Yaşanıyor ve geçiyor. Geçmiş geçip gidiyor. An biraz sonra geride kalıyor ve geçmiş değiştirilemiyor. Öyleyse sol yanım neden sızlıyor?

Dizim, Zıt olsun adın. Tencereye kapak gibisin ama bir bakınca mantara da benziyorsun. Bir şeyleri örtüyorsun. İçinde kaynayan yemeğin buharı kaldırıyor arada havaya. Kokusunu sızdırıyor. Bazen şemsiye gibisin altındakini koruyorsun.

Ve dizim sen en önemli yolda olma desteği sunacakken beni hep yarı yolda bırakıyorsun. Rahat dur, dönerken acı içindeyim. Bazen üç yüz altmış derece dönüp yerine oturuyor gibisin hele de merdiven inerken. Çıkmak da zor ama o acıyı bir süre tolere edebiliyor insan, inerken boşalıyor içi sanki bir damla sıvısı kalmamış gibi gözlerimin, birbirine değiyor kirpiklerim kadar kemiklerim. 

Canım acıyor canım, çığlık çığlığa.

Çok gözyaşı döktüm kurudu içim, dizim ve artık kalbim. Kimse için yer kalmadı bende. Kendimi de taşıyamıyorum. 

Susuzum, akamıyorum. Daha kötüsü akma isteği duymuyorum. Olduğu kadar olmadığı kader, dilime pelesenkim. Peki ya yüreğim, hani herkeste var sandığım sığınağım?

Kendim gibi bildim cümlesini. Değilmiş. 

Şarkı değişti ben hala yazıyorum. “Tek isteğim Adalet” diyor şimdi şarkıda. Onu bile isteyecek kadar gücüm yok artık.

Adım atmak istemiyorum hiçbir yere. 

Onun için mi kilitleniyorsun dizim olur olmaz yerde? 

Susma, sustukça sıra geliyormuş insana, bu gerçeği artık belle!

Handan Kılıç

13 Ocak 2022

14:22

İzmir

Ağrısız Bir yıl Olsun

 

“Bütün ağrılar gece artar” dedi. “Neden?” diye sormadım doktor değildi ama gecelerin hastalıklar, ateş, sızılar ve yalnızlıklar üzerinde arttırıcı etkisi olduğu herkesçe bilinirdi zaten. “Bu neden böyledir?” diye düşünmeye başladım. Sonra güldüm kendime; kesin şimdiye kadar bunu düşünen, araştıran bir sürü bilim adamının yanında kafayı buna takan nice filozof olmuştur, cilt cilt yazılmış kitapların bir yerlerinde her yazar bu konudan bahsetmiştir çünkü. Geceler düşünenlerin en fazla vakit geçirdiği zamanlardır. O zaman ben de eksik kalmayayım dedim, birkaç dakika kâğıt üzerinde kalem oynatayım istedim.

“El ayak çekilince sohbetler kesilince dostlar eve gidince bu geceler işkence” diye şarkı bile yapıldığına göre karanlığın basması, gece görüşü açık olmayan, gündüz bünyesi yorulmuş, hayatını başkalarının sesi, nefesine bağlamış bütün canlıları bir sessizliğin içine hapseder. 

Herkesin dinlenmeye çekildiği, ışığı beklediği bu karanlık zamanlarda bir aşıkların bir de dertlilerin gözleri açıktır. Biri negatif bir pozitif durum olsa da ikisi de insana farklı bir enerji verdiğinden uykuyu haram eder. 

Bir de su uyur düşman uyumaz derler. İşte hastalıklardaki ateşi, ağrıların şiddetini arttıran da bir damla sudan yaratılan vücudunun üçte ikisi su olan insana işaret eder.  İşte o yorgun ve hasta düşüp uyuduğunda bile onun hücrelerinde süren savaşın düşman birlikleri bu durumu fırsat bilip uyumaz. 

Ağrı ve sızı arttığında o bölgeyi mutlaka müdahale etmek gerekir. Bazen son çare ameliyat denilerek hastalıklı bölgenin çıkartılmasına karar verilir. Bu acılı durum süregelen ve belki de alışılan ağrıyı çekmekten daha fazla can yaksa da uzun vadede iyileşmeyi sağlayacağından hasta/dertli/aşık istese de istemese de bu operasyonlara razı olur. Ama yine herkes bilir ki o neşterin değdiği bölge içeriden ona sarılıp iyileşmesi için seferber olan diğer organlar tarafından destek görse de dışarıda olan sadece bir iz değildir. Hissizlik, o bölgenin artık eskisi gibi olamaması, olanı duyamaması söz konusudur ki, ağrı, sızının, aşkın ve taşkınlıkların en büyük kaybıdır. Gecenin karanlığında başlayan o ince sızılar yine bir gecede yokluğun karanlığına terk edilir. Daha sağlıklı ve hissiz yola devamla yaşam gündüze çevrilir.  Karanlık biter aydınlığa geçilir.

İyi ki de böyledir; çünkü ağrıyla, sızıyla, geceyle, karanlıkla bir ömür yaşanmaz. Günler de geceler de dertler gibi insanlar arasında çevrilir. Hastalar iyileşir. Doğan büyür. Olgunlaşan çürür. Hayatın şifası, bereketi, huzuru sevgisi aksın üzerimize.

Ağrısız bir yıl olsun.

Handan Kılıç

01.01.2022

 


 

 

Nardugan Bayramı


#nardugan

21 Aralık, Nam-ı diğer “Şeb-i yelda” geldi çattı. Gün dönümünün ve uzun gecelerin taşıyıcısı kış başlıyor. Zaten 2021’nin bitmeyen dertli günleri, virüsleri, maskeleri, ekonomik krizleriyle hepimizi zorladığı bir dönemde, hayattan yorulmuşken şimdi bir de Nevruz bayramına kadar sürecek bu soğuk mevsimi atlatmamız gerekiyor. Zaman döngüsü, bizi de önüne katmış bahara akarken, bu kış içimizi ısıtacak, gönlümüzde kök salıp meyveye duran ağaçların çiçeklerini tomurcuklandıracak bir seraya ihtiyaç var.

AŞK, ELİF ŞAFAK

Bir başka zaman, bir başka şehirde çıktı karşıma. Hiç beklemediğim bir anda. "Aşk da neymiş, kaldı mı hala ona inanan?" dediğim zamanlarda. Onu okumanın üzerinden çok yıllar geçmişken. Aşka kanmayacak kadar büyümüşken. Ama onu hemen tanıdım, ışıltısından.

“Selam Ella! Sen ne şanslı bir karaktersin, bu karanlık, ürkütücü dünyada ışığa yürüdün, aşkı buldun, aşk oldun.”

AŞK, DAİMA!

Düşüncelerimden sıyrılamadığım bir gündü. Kendimi dışarı attım. Yürümeye başladım. Yüzümde aşkın sıcaklığından yayılan bir gülümseme vardı. Epey tur attıktan sonra parkurun ilerisindeki kaldırımda onu gördüm. Önce yok, benzettim falan dedim. Sırt çantamdan kitabı çıkarıp baktım. Kesinlikle oydu. Aynı anlatıldığı kadar canlı bir kadın. Adımlarımı hızlandırdım. Seslendim. Önce duymadı. Biraz yaklaşınca omzuna dokundum. Heyecanla konuştum:    

“Ella selam. Seni görmek ne güzel! Yıllar önce beni sarsan bir romanın karakterisin. Okuduğum kitaplar arasında hayranlık duyduğum böylesi güçlü bir kadınla yol ortasında karşılaşmak heyecanlandırdı doğrusu”

Önce durdu, baktı ve gülümsedi:

“Selam, demek bir okursun. Beni kâğıt üstünde kalmaktan kurtaran, yaşadığımı fark ettiren kahramanlardan. Peki söyle bakalım nasıl sarstım seni?”

“Cesaretin ve çevikliğinle, şansların, şansızlıklarınla…”

“Bunlar hepimizin hayatında olan şeyler değil mi? Şimdi sen kendi hayatından anekdotlar anlatsan kim bilir ne çok zaferin vardır beni sarsacak. Kendine haksızlık etme. Bu dünyada kadın olarak ayakta kalmaya çalışırken güçleniyoruz hepimiz”

“Orası öyle, var olduğumuz bir yerde bir de bunu ispatlamamız isteniyor. Teşekkür ederim hatırlattığın için. Ayrıca bu kadar mütevazi olman şahane, muhtemelen aşık ve mutlu olmanın sana verdiği güzelliklerden tevazu. Elbette yaptıklarım var ama galiba insanın aklı hep yapamadıklarında kalıyor.”

“Onun için dene, yapamazsan da pişmanlığın bu olsun diyorlar.”

“Kesinlikle haklısın, deniyorum elimden geldiğince.”

“En çok neden etkilendin peki kitapta?”

“Sıkıştığın yerden, konfor alanından çıkma cesaretinden, her şeyi arkana alıp ilerleme kararlılığından, yıllarca kurmak için uğraştığın kaleyi, evini, çocuklarını, emeğini, yirmi yıl hatasıyla günahıyla kabul verdiğin insanı bırakıp hiç bilmediğin bir yerde hiç tanımadığın birinin peşinde bir maceraya atılmak seçimlerinden. Düşününce akıl karı değil.”

Ella güldü, koluma girdi. Az önce yürüdüğüm parkı işaret ederek “Oturalım” dedi. “Mevzu derin”

Oturduk gözlerine baktım. Huzuru, sükûneti gördüm.

“Çok güzelsin. Farkında mısın?” dedim.

Elimi tuttu. İki avucunun arasına alıp konuşmaya başladı. Sıcacıktı.

“İşte bunlar hep aşkın marifeti sevgili okur. Meşhur Kırk Kuraldan beşincisi der ki;

“Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır, akıl temkinlidir, korka korka atar adımlarını, aman, sakın kendini, diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği bırak kendini koy gitsin” Aziz Zahra, aşkım yani, “Akılcı kararlarla planlar yaparak hayatımızın akışını denetleyebileceğimizi zannediyoruz, oysa balık yüzdüğü okyanusu denetleyebilir mi?” demişti bir keresinde. Bu söz hep kulağımda.”

Başımı salladım. Akışına engel olduğum yaşlar süzülürken cevap verdim:    

“Çok doğru söylemiş, zaten onun için çok etkilendim. İlk okumamdan on iki yıl sonra bir başka şey ararken kitaplıkta gözüme çarptı AŞK. O hislerle elime aldım. Kalbime değen, altını çizdiğim satırlarda dolaştım. Geçen zamanı düşündüm. Satırlardan akan yalnızlığı, aşkı, teslimiyeti, ilmek ilmek işlenmiş bir kitabın tüm eleştirilere rağmen okurunu bulma şansını… Sana garip gelebilir belki ama erkeklerin elinde pembe bir kitap taşımaya utandığı bu ülkede aynı kitap bir de gri kapakla basıldı. Her şeye rağmen pembesini okuyan erkekler de oldu tabi.”

“Gerçekten mi, şaşırdım bu cinsiyetçiliğe!”

“Ah o dediğin mevzu aşktan bile derin, sürekli kanayan bir yara, şaşıracağın çok şey var bizim buralarda da aşka dönelim yine? Adeta susuz kalmışçasına insanlar kitabın peşine düştü. Burası aşklarını acısıyla harmanlayanların topraklarıydı. Kavuşulan aşkların güzelliğini, kitaplardan okuyanların… Dizilerden izleyenlerin. Uzun sözün kısası aşkın büyüsüne kapılmış her insanın şanslı olduğunu düşünüyorum. Hele de kendini teslim ettiğin akışın sahibi seni atmosferi sevda olan bir dünyaya bir el uzatışla alıp aşkla nefeslendiriyorsa. Kendisi de baştan başa aşk olan bir adamsa, Aziz Zahara gibi.”

“Herkesin karşısına bir kere olsun bu şans çıkmaz mı sevgili okur?”

“Bilmem. Çıkar herhalde ama anlayana kadar iş işten geçebilir çoğu insan için. Şanslısın dediğim konu şu: Düşünsene ya Oblomov olsaydı karşındaki? Aşkı, tutkuyu bilen ama yataktan bir türlü kalkamayan, her şeyi erteleyen, dur bakalım ne olacak diyerek hareketsiz kalan, yaşam alameti, kalp çarpıntılarını hissedince daha da yavaşlayıp saklandığı köşede geçmesini bekleyen Oblomov’un yaptığını yapsaydı sana Aziz Zahara, sen de muhteşem bir dille yazılmış ve çevrilmiş bir Rus romanının tanrı anlatıcısından, yani bir nevi yazar Gonçarov’dan aşka, dostluğa dair nutuklar dinlerdin. Doğulu toplumları anlayamaz, neden bunca cesaretsiz bu adam der, şaşırırdın. Olga gibi acı çeker aşktan ümidi keserdin. Şanslıymışsın Ella, doğru ülkede, doğru romanda doğru adamla atılmışsın maceraya.”

Başını salladı, “Oblomov kim bilmiyorum. Ama feci halde konfor alanına sıkışmış biri olmalı. Ben hep hareket halindeydim. Evde hiçbir şey yapmadığımın düşünüldüğü zamanda bile öyle çok şey yapıyordum ki çevremdekiler için, çok şükür sonunda atikliğimin ödülü oldu Zahara”

“Ne mutlu sana, kalbe değen bir aşk, hele de seninki gibi karşılıklı olanı yazılmış bahtına. Böylesi aşk bahardır ruha. Biz ediyoruz, sen de teşekkür et, seni aşkla buluşturan Elif Şafak’a.” deyince ellerini kalbinin üzerinde birleştirdi. Gözlerini kapatıp şükretti. Sonra sıkıca tuttu ellerimi.

“Seni tanımak güzeldi. Bizim buralarda “Kalbinin ekmeğini yemek” diye bir deyim vardır. Seninki o hesap. Aşk eksilmesin kalplerimizden” dedim.

Kalktı, sarıldık. Arkasından uzun uzun baktım. Banka tekrar oturup yıllar sonra Aşk’ın sayfalarını çevirmeye devam ettim.

Handan Kılıç

10/10/2021

İzmir


*Görseldeki mandalanın çizimi bana aittir.

Ayna ayna söyle bana!


 


“Ayna ayna söyle bana var mı benden aptalı bu dünyada?” 


Bu soruyu hepimiz zaman zaman sorarız değil mi? 


Tabi narsistler hariç. Keşke onlar da sorsalar da aptallıklarıyla yüzleşseler!


Yakıp yıktıkları bitirdikleri hayatları fark etseler! Ya da önemseseler😏 mi demek daha doğru? 


Egolari uğruna telafisi güç zararlar verdiklerini bilseler!


İnsan arasıra ayna tutmalı kendine ve yüzleşmeli gerçeklerle!


Mandala aynadır, dönüp içimize baktırır yüzümüze yansımalarından sezdiklerimizi çizgilerimize yansıtır. 


Gördüklerimiz bazen ağlatır ama arındırır. Gözyaşı bir ırmaktır açar yolu kalbi aydınlatır. 


Hem kendisi ile karşılaşmak insanı narsistlikten kurtarır. 


Az şey midir bu kazanç; 

Çizelim iyileşelim.

 İyi olursak iyileştiririz de, bilelim!


#handankılıc

#hayatvemandala

#hayatyaziyor

#seslenenyazilar

#mandalaart


Olduğu Gibi


 “Bu sene iyi geçmedi söylemem lazım, kader beni hiç seçmedi ama görmemem lazım


Belki birden bire yeniden başlamam gerek” diyor ya Sertap Erener, Çok yıllardır iyi geçmiyor günlerim/iz. 


Her düşüşten sonra yeniden ayağa kalkarken mırıldanıyorum bu şarkıyı.  


Küçük adımlarla ilerleyeceğim belki ama geriye dönüşleri azaltıyorum diyorum. Araba dikiz aynasına bakılarak kullanılamaz değil mi ama dikiz aynasız araba da olmaz. Hatta arkasına önüne yanına bakarak hareket eder insan. 


Sürekli arkaya bakarak hep duvara tosluyordum ama artık “Olduğu gibi” adlı bir tablom var! 


Her mandala bir tablodur değil mi? 


Gördüm, söyledim. Kah görmezden gelindim kah işitildim. Yarı yoldan  döndüm. Baştan başladım.

Ateşten geçtim, yandım, küllerimden yeniden doğdum, doğruldum. Yemyeşil bir taç yapıp kendi başıma kondurdum. 


Arkama bakmaktan tutulan boynuma bir kaç hareketle esneklik kazandırıp belkilerden taşlar döşedim, şimdinin içine, benim bahçeme, kalbime. 


Hayat suyumu hoyratça kullananlardan kurtarıp kendime tahsise niyetle… 


Bengisu, yaşam boyu akar içimizden. Mineralleri zengindir, beslenir yüreğimizden. Yol boyu yeter israf etmezsen. Kimi zaman gölgesinde dinlendiğimiz ağaçlar kimi zaman başımızı çarptığımız taşlar gibidir insanlar günler geceler durmaz akarken. 


Olduğu gibi güzeldir yol, pes etmeden ilerlerken. 


#handankılıc #mandala #oldugugibi


1/6/2021 

İzmir

DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...