filmizle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
filmizle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KARAKOMİK 1-2 Cem Yılmaz


  

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 205-206. FİLM   

Cem Yılmaz'ı severim. Kim ne derse desin, ne şekilde taklit ederse etsin güldürüde ondan iyisi yok. 

Filmleri de Türk sinemasının festival filmleri kategorisini hariç tutarsak diğer yapımlara kıyasla çok başarılı. Hele komedi filmlerine bakarsak son derece kaliteli. Ekibi her zaman sağlam. Senaryosu yaratıcı. 

Ama ülke öyle bir mutsuzluk ve bıkkınlık günlerinden geçiyor, insanlara, hayvanlara, ormanlara, denizlere karşı öyle suçlar işleniyor ki, Cem Yılmaz bile güldürmekten vazgeçti. Karakomik denen bir tarzı sinema dünyasına kazandırdı. Dört bölümden oluşan karakomik serisinde kaybedenlerin yani bu toprağın evlatlarının hikayelerini görüyoruz. 

Karakomik 1'in detaylarını buradan okuyabilirsiniz. Tıklayınız.    

Şunu söylemek istiyorum, ilkindeki iki orta metrajlı film mi ikinci Karakomik mi derseniz iki derim. Özellikle yetenek yarışmaları, evlilik yarışmalarının olduğu Emanet isimli ikinci bölüm çok televizyon seyreden bir topluma getirilmiş şahane bir eleştiri.
Bütün filmlerde müzikler de çok güzel.

İlk kısımda Deli isimli film ise "Ağzından çıkan kaderindir" gerçeğini anlatıyor. Yanlış adli vaka çözümü ile harcanmış bir ömür de diyebiliriz.    

Hasıl-ı kelam rahatlıkla izlenecek yapımlar. Özellikle son dönemlerde çekilen yeni Türk filmlerine göre son derece başarılı.

Cem Yılmaz ve Netflix'e teşekkürler.  


HAYSİYET KOLONİSİ- 2015


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 102. FİLM -

Spoiler içerir -




İsimler herkesin hayatında belirleyicidir. Bu nedenle önemlidir. Seçme şansımızın olduğu her yerde onları olan durum üzerine değil de istediğimiz dilek ve temennilere göre koyarız. 

Sadece kendi adımız, bizim değil, anne babamızın ya da onların iradelerine ipotek koymuş kendi anne babalarının eseridir. Bazen bir ömür o isimle mücadele ederiz bazen de ekmeğini yeriz. Velhasıl arzuları yansıtır isimler. 

Arzu, istenendir yani elimizin altında değildir. Mutluluk arayan bir çift çocuğuna bu ismi verebilir. Hayatında esaretin izleri olanlar evladı kız da olsa oğlan da "Özgür" ismini seçebilir çocuğuna. Bir iş yeri açarken önceki hayatından kaçmanın ferahlığı ile "Kurtuluş" adını verebilir dükkanına bir esnaf. 


Kara Köpekler Havlarken-2009

  •  SİNEMA GÜNLÜĞÜ 65. Film  


  • Yönetmen: Mehmet Bahadır Er Maryna Gorbach
  • Senaryo: Mehmet Bahadır Er
  • Müzik: Alp Erkin Çakmak, Barış Diri
  • Görüntü Yönetmeni: Sviatoslav Bulakovskyi
  • Kurgu: Maryna Gorbach
  • Oyuncular: Cemal Toktaş, Volga Sorgu, Erkan Can, Ayfer Dönmez, Murat Daltaban, Ergun Kuyucu, Taylan Ertuğrul,      Mehmet Usta, Onur Dikmen, Muhammed Cangören, Şener Savaş, Vahap Erucu, Uğur Batur, Barlas Hünalp
  • Yılı: 2009
  • Süre: 88'
Film, mallallenin iki afilli delikanlısı Selim ve Çaça’nın İstanbul'un kanunsuzları arasından sıyrılarak yaptıkları hayat kurma mücadelesini anlatıyor. Selim güvercinci, en yakın arkadaşı Çaça Celal ise modifiye araba meraklısı bıçkın bir mahalle delikanlısıdır. Selim ve Çaça, gökdelenlerin hemen yanında dar gelirli insanların yaşadığı bir mahallede oturup, yolun öteki tarafındaki lüks semtlerde Usta (Erkan Can) dedikleri birisinin hesabına otoparkçılık yaparlar. En büyük hayalleri kendilerine ait bir otoparka sahip olmaktır. Ancak Selim’in  sürekli gittiği güvercinciler lokalinden abileri Mehmet (Murat Daltaban)’in teklifiyle ummadıkları ve baş edemeyecekleri biçimde hayatları değişir. Ödüller:
2009 46. Antalya Altın Portakal FF; En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu

DÜŞÜNCEM:)) Seyrettiğim en iyi "Türk Film"lerinden biriydi. FESTİVALDE filmden sonra oyuncular ve yönetmenlerle söyleşi de yapıldı oldukça güzel bir zaman dilimiydi. Realist bir bakış açısına sahipti film, hayatta ne varsa o vardı. İmgeler çok iyi kullanılmıştı. Yönetmenin dayısını baz alarak ve yaşadığı semtte çektiği filmdeki tüm karakterlerin gerçek hayatta karşılığının olmasıydı belki de filmi sahici yapan. Yönetmenler, gerçek hayatta da karı koca olup görüntü yönetmeni yabancıydı. 

İyi seyirler...

Lİ VİR-BURADA

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 60. Film   

Lİ VİR-BURADA


Konusu yandaki resimde yazan, festivalde izlediğim on dört film içinde çok sıkıldığım tek yapım bu idi. Vicdani retçilik biraz daha net anlatılsa ve süresi yarıya indirilse belki daha anlamlı olurdu. 

Sahnelerin uzun tutuluşu, Türkiye'ye iade edilmeyen ama orada gözlem altında tutulan bir yabancının aile, memleket hasreti, adeta bir hücrede yaşıyorcasına kısıtlanmış hissettiği hayatı oyunculukların da olmadığı belgesel tarzı bir yapımla izah edilmiş ama görünürde İngiltere sokaklarında özgürce dolaşan bir insanın kendini tutsak hissetmesi anlamsız. Yalnız olabilir ama ailesinin tüm önerilerini reddeden ve kendisine saygı gösterilmesini isteyen birinin bu yalnızlığın bedeline katlanmayı göze alması gerekiyor. Bu yolu neden seçtiği  konuya vakıf olmayanlar için son derece havada kalıyor.  Tavsiye etmek zor. 



  

ASFUR -2014


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 59. Film  

ASFUR 


Müzikleri çok güzeldi. 

Ayrıca görme engelliler için sesli betimleme yapıldı. Bu deneyim salondakilere de yaşatıldı. Çok farklıydı. Bir düşünün, görmediğiniz bir şeyi seyrediyorsunuz. "Odada bir sandalye var, genç adam üzerine oturdu. Karşısındaki kadın ona bakıyordu. Kafesteki kuş çırpındı" şeklinde betimlemelerle mekan ve durum tasvirleri yapılıyor. Bir yandan da bizim gördüğümüz ve duyduğumu şekilde film akıyor. Dinleyerek film izlemek. Her şey zihninizde canlanıyor. 

Bir yönetmen söyleşi esnasında mültecilik ile engelli olmanın birbirine benzediğini söylemişti. Hele de ilk zamanlar, dilin içine yerleşememişken zordur mülteci olmak. Fiziki özelliklerin de o bölge insanından farklı ise "Boyalı kuş" olduğun hemen anlaşılıyorsa başka bir zorluk daha belirir. 

Hasılı kelam, zordur iltica etmek ama seçenekleriniz bir iç savaşta ya ölüm ya da hapse girmekse her risk her zorluk göze alınır. Bir zaman sonra da zorluklar yerini kolaylığa bırakır. Çünkü insan her şeye alışır. Bu belgeselde de işte bu hususlar işlenmiş. 

Kafesteki bir kuş mu olacaksın, kanatlarını açıp özgürce süzülen bir kuş mu?    

STİLL ALİCE / UNUTMA BENİ 2014

 SİNEMA GÜNLÜĞÜ 50. FİLM ÖNERİSİ

Uzun zamandır televizyon seyretmiyordum. Ama geçen hafta Ahlat Ağacı etiketinde sosyal medyada TRT 2 kanalının TRT Okul'dan alınarak eskisi gibi kültür kanalı olduğunu okuyunca yayınlara göz atmaya karar verdim. Bu akşam kanalda izlediğim üçüncü film oldu. Pazar gecesi filmini de bir ara yazacağım ama şimdi daha önce de izlediğim ve bu akşam yine, yeniden çok etkilendiğim filmden bahsedeyim:

İzlemeyenler için mutlaka listeye alınmalı diyor, spoiler uyarısı yaparak devam ediyorum:

Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz, evlerden ırak diyeceğimiz zor bir hastalık filmin merkezinde: Alzheimer 

Hastalığı teşhis edilen kadının "İçimden bir şeyler kopuyor gibi" tarifi çok güzeldi. 

"Hayatım boyunca anılar biriktirdim. Şimdi hepsi alınıyor benden."

"Yitirme sanatında ustalaşmak"

"İletişimde hırslı olan bana yitirmeyi hatırlatmak."   

Bunlar zihnimde dönüp duran cümlelerden.

Hani hayatın şaşmaz kuralı ne derseniz bana, "Neyi çok seversen onunla sınanırsın" derim. Parayı çok seversen parasızlık çekersin. Çok kazansan bile sürekli çıkışın olur. Aşık olsan, kavuşamazsın. Çocukları çok seviyorsan bil ki, ona ulaşmak için uzun bir yolun olacak. Kariyerinse derdin sık sık sekteye uğrayacak. Makamını seviyorsan o koltuk altından kayacak. Arkadaşlıksa senin için önemli olan sırtında onun bıçakları ile dolaşacak, gözyaşı dökeceksin. Ailen önemliyse erken ayrılacaksın. Sağlık için yürüyor, koşuyor, diyetler yapıyor, sürekli kendi vücudunu dinliyorsan hastalık sana gelecek. 

Bu filmde de, üniversitede hırslı bir hoca olan kadın dil bilimi üzerine kariyer yapıyor. Yazdığı kitap birçok ülkede ders kitabı yapılan bu kadının da elinden kelimeler alınıyor. Bunu engellemek için ciddi mücadele veriyor ama nafile. 

Çünkü hayatın sırrı burada: İstediğin senden alındığında tepkin ne, hala aynı kişi misin? Kaliteli bir insan olarak kalabiliyor musun, bütün yokluklar, hastalıklar, özlemler karşısında anlaman gerekeni fark ediyor musun? 

Bir düzen var, kurulmuş interaktif bir oyun içindesin. Kaderin senin seçimlerine göre şekil alıyor ama sonuçta alternatiflerin kısıtlı. İki yoldan birine gidecek, diğerinin avantajlarını kaybedeceksin. Ya mavi kabloyu kesip hayatta kalacaksın, ya da tehlikeyi seçip kan kırmızı ile noktalıyacaksın hayatı.        

Evet seçim hakkımız var: "An"da kalmayı başarmak, olana çok sevinmemek, olmayana çok üzülmemek. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra her şeyi akışına bırakmak...

An'ınız kıymetli, akışınız bereketli olsun.
   

Filmden sinematürk sitesinde şöyle bahsedilmiş, detaylar linkte:

"Columbia Üniversitesi’nde dil bölümünde profesör olan Alice Howland hayatta istediği her şeye sahiptir. Ona sadık bir kocası ve üç çocuğu vardır. Hayatı işiyle ailesinin arasında gidip gelmektedir. UCLA’de yaptığı bir konuşma sırasında konuşma için çok önemli bir kelimeyi bir türlü hatırlayamaz. Başarılı bir akademisyen için oldukça tuhaf olan “unutmak” eylemi, bir sabah yaptığı bir koşu sırasında tekrar eder; koşuya çıkan Alice eve dönüş yolunu bir türlü hatırlayamaz. Ailesinden gizli biçimde gördüğü nörolog, umduğundan daha kötü bir haber verir. Alice, Erken Başlangıçlı Alzheimer’a yakalanmıştır. Bu haberi kocası John ile paylaşır. Ailesiyle ilk büyük buluşmalarında bu haberi çocuklarıyla da paylaşır. Haftalar ilerledikçe Alice hastalığının ailesi, evliliği ve kariyeri üzerindeki etkiler" 




ŞAMPİYON/2018 BOLD PİLOT


Merhabalar,

Sinema günlüğü yazılarına 46.film ile devam edelim. Aslında bu aralar çok güzel filmler izledim, yazılar yazdım, sıkı okumalar yaptım, yapıyorum ama bloga girip yazacak vakti bulamıyorum. En azından ileride paylaşmak için notlar alıyorum. Bu benim için teselli kaynağı. Bir ay daha devam edecek bir eğitim sebebiyle buralarda aktif olamayacağımdan sinemada izlediğim vizyon filmlerden birinden kısaca bahsedeyim istedim.

Bu filme kafası bozuk bir arkadaşımın "Canım sıkkın, ağlamak istiyorum, sinemaya gidelim" demesiyle evden çıktığımız bir akşam rastgele girdik. 
Farah Abdullah'ı, Fikret Kuşkan'ı severim, tereddüt etmedim. İyi bir aşk hikayesidir dedik ama o gece bir talihsizlik yaşadık ve bir türlü filmin duygusuna giremedik. 

Salon ortaokul öğrencisi elli civarı erkek çocuğu ile doluydu. Bir futbol takımın alt yapısı, kursiyerlerini getirmişti. Salonda belki on yetişken ya var ya yoktu. Ergen çocukların sürekli konuşan, birbirini dürten, mısır tartışması yapan halleri arasında filme konsantrasyonumuz zor oldu. 

Filme dair detaylı bilgileri buradan bulabilirsiniz. "Şampiyon, efsane yarış atı Bold Pilot sayesinde bir araya gelen Halis Karataş ve Begüm Atman arasındaki büyük aşkın hikayesini konu ediyor. Gerçek bir hikayeden uyarlanan filmde, Türk atçılığının önemli ismi Özdemir Atman’ın sahibi olduğu Bold Pilot, at yarışı ile ilgilenmeyenlerin bile sevgisin kazanan bir attır." diye anlatılmış. Ben bilmiyordum. Sinema filmi olarak çekilen ama gerçek bir aşkı anlatan filmin sonunda belgeselmişcesine gerçek kişilere yer verilmesini doğru bulmadım. Evet güzel bir aşk, vefa, azim öyküsüydü. Oyunculuklar da iyiydi. Atlar şahaneydi. Ama sonundaki kısım ve salondaki sorun nedeniyle gözler yaşarmadı. Neredeyse aynı hizada oturduğumuz hiç bir yetişkinde de gözyaşı yoktu. 

Ama şuanda sadece konuyu bile düşününce gözlerim doluyor. Yıllarca hastalıkla mücadele eden bir kadını olduğu gibi seven, emek veren, hayata tutunduran bir adam başlı başına bir kahramandır. Bu yüzden, sakin bir salonda aşkı, vefayı,azmi, sabrı izleyebilirsiniz derim, mümkünse sürekli kıkırdayıp olur olmaz sahnede yanındaki çocuğu dürten ergenlerden uzakta:)) 

GİZLİ YÜZ- BİR ÖMER KAVUR FİLMİ


44.film yazısı ile beraberiz. Havalar kasvetli olunca iyi gider diyerek psikolojik bir film izlemeye niyetlendim. Çayı demleyip bardağımı doldurduğumda karşıma Gizli Yüz çıktı. Orhan Pamuk'un Kara Kitap adlı eserinden yola çıkarak senaryosunu da kendisinin yazdığı film tam da benim sevdiğim türdendi. 

Kahramanının kendisini "Bir zamanlar herkesin unuttuğu bir ülkede küçük bir kız ile babası yapayalnız yaşarlarmış. Babası kızını öyle çok severmiş ki, bambaşka bir hayatı olsun istermiş. Büyüyüp kocaman bir kadın olduğunda kızı Kaf Dağı'nın arkasındaki kuşu bulacak, bütün talihsizlerin yüzünü birbirine benzeten tılsımı çözecekmiş." diye anlattığı filmin derinliği bir blog yazısının sınırlarını aşar. Ama filme dikkat çekip izlemeyenler için de çok fazla ipucu vermeden bir şeyler karalamak da filme vefa borcudur diyerek bir kaç noktayı vurgulayacağım.

Bir yerlere yetişme telaşıyla yaşadığımız şu günlerde filmin temposu özellikle genç seyirciye ağır gelebilir ama popüler kültürden yakasını azıcık kurtararak bireyselleşme yoluna girmiş her kişiye hitap edecektir diye düşünüyorum. Çünkü hayat, ancak yavaşlayarak farkına varılacak tatları taliplerine sunar. 

İstanbul'un binaya boğulmadığı, sokaklarından hallaçların, oduncuların, eskicilerin geçtiği zamanlarda, 1991 yılında çekilen film çok daha öncelere aitmiş gibi duruyor. Oysa sadece 27 yıl geçmiş. Ve biz artık bu filmdeki her şeyden öyle uzağız ki, kaybettiğimiz her ayrıntı bizden çok şeyler götürmüş. 

Nerede o eski günler nostaljicilerinden değilim. Her günün her gelişmenin artısı ve eksisiyle hayatımıza kaçınılmaz yönler verdiğini düşünürüm. 

Zaman değişir, ihtiyaçlar başkalaşır, akışın önünde durulamaz. Ama kabul edelim ki, insanın yer yüzüne çıktığı günden beri değişmeden süregelen anlam arayışı bu diyarı terk edene kadar devam edecektir.  
Bu nedenle değişen şartlara uyum sağlarken ruhları oyalayacak değil doyuracak yollar bulmak zorundayız. Bunun en kestirme yolu dışımızdaki kargaşaya rağmen içimizde basit sakin bir dünya kurmakta. Bu yol ise kestirme olduğu kadar zorlu. 

Yaşamak için çok çalışmak zorundaysanız ya da küçük çocuklarınız varsa günün sonunda yorulup yatağa düşmeniz büyük olasılık. Uyandığınızda aynı tempo ve çarkları arasında ezildiğiniz hayatın boğuculuğu karşısında içinizde yol almak epey zahmetlidir. Ama bu yolculuğa çıkmazsanız zamanla hayat anlamsızlaşır ve devam edecek gücünüz kalmaz. Bu nedenle bizim elimizden tutup böylesi yolculuklara çıkaracak sanat eserlerinden faydalanmalıyız. Kitaplardan destek almalı, filmleri giriş kapısı yapıp iç yolculuğumuza bir an önce çıkmalı ya da yarım kalan yola devam etmeliyiz.  

Filme geri dönecek olursak, kahramanlar, bir saatçi, onun fotoğraflarını çeken bir genç ve o gencin aşık olduğu gizemli bir kadın. Masal tadında film insanı saatler eşliğinde bir düşünce yolculuğuna çıkarıyor. 

Saatler dikkatimi hep çekmiştir ama yıllar içinde nedendir bilinmez, tik taklarından rahatsız olmaya başladım. Hele ki bazı duvar saatlerinin zamanın akışını her an başıma bir çekiç indirircesine hatırlattığı saatlerden hiç haz etmiyorum. Yattığım odada, gecenin karanlığında böyle bir eziyete katlanamam ve saatin sesini keserim. Bunun sebebini epey düşündüm. Yarı ölüm denen uykuya dalarken azalan zamanımın hatırlatılmasını istemiyor olabileceğime kanaat getirdim.   

Böyleyken bir saatçinin baş rolde yer aldığı, saatin imge olduğu, gerçek öykülerle başlayıp insanı bir hayalin içinde bırakan kurgudan etkilendim.

Sağlam metinler, kaliteli diyaloglar, imgesel bir anlatımla Gizli yüz gizem dolu bir sinema filmi imiş.

Orhan Pamuk'u okurken zevk almak için aşılması gereken bir eşik vardır. Okumaya gönül vermiş her edebiyat aşığı biraz zaman ve emek harcadıktan sonra onun zengin dünyasına girer ve tutkunu olur. 

Marketlerde satılan kitaplardan oluşan kütüphanelerle süslenmiş evlerde kalplere konuk olmaz. O her yazdığı ile Nobel'i hak ettiğini ispatlar. Kurgusu ve anlatım becerisi ile romancılar arasında üst bir dile sahip olduğunu hatırlatır. Senaryosunu kendi kitabından bir uyarlama ile yazarın kaleme aldığı filmi izlerken, bu düşüncelerim daha da güçlendi.

Gizemli kahramanına "Bir yüzü diğerinden ayıran nedir? Bir hikaye! Anlamlı bir yüzün hep hikaye anlattığını söylerdi babam." dedirten yazar bir başka kahramana da, "Bir yüze bakarsın, hayale kapılırsın. Ama göz açıp kapayıncaya kadar hayal kaybolur. Hayal artık aklında ama doğru mu? Her zaman yanında olmalı, aklında değil... Yoksa yanarsın" diye söyletiyor.  

Bu film yarım asır önce çekilmiş. Yani henüz cep telefonlarının esiri olmadığımız günlerde. Şimdiyse saatler digital. Her şey gibi insanlar da sayılardan ibaret. Kelimelerini kaybetmiş. Saatlerin göremediğimiz o gizli çarkları arasına sıkışmış. Hayallerini aramaktan vazgeçmiş. 

Oysa herkesin takılı kaldığı bir "an"ı, anı vardır. Ruhunun gizli çarklarında ezildiği, bozulduğu, hayatın durduğu, bir zaman sonra yeniden çalışmaya başladığı onu ölümüne taşıyan bir saati elbette vardır. Sesi kesilmiş de olsa, rakamlara hapsetse de bize gerçekleri de hayali de hala saatler hatırlatır.

Film "Bir zamanlar bir ülkede bir hırsız yaşarmış, hayal hırsızı. Rüyalara girer, beğendiklerini çalarmış. İnsanlar uyanır ama artık anılarını hatırlatacak nesneler çalındığından rüyalarını bir türlü hatırlamazmış." derken bizi de bir hayal aleminin kapısının önünde bırakıyor ve bundan sonrasını yalnız yürüyeceksin diye salık veriyor. 

Siz siz olun, hayallerinizi çaldırmayın. Anlardan ibaret hayatınızı zayi etmeyin. Saatinizin tik takları ne söylüyor eğilip kendinize kulak verin.  

Filmin Künyesi

Gizli Yüz, senaryosunu Orhan Pamuk'un yazdığı, yönetmenliğini Ömer Kavur'un yaptığı 1991 yapımı Türk filmidir. Pamuk senaryoyu Kara Kitap'taki "Karlı Gecenin Aşk Hikâyeleri" adlı bölümde bahsi geçen bir hikâyeden yola çıkarak yazmış ve 1992 senesinde kitap haline getirmiştir.

Başrolleri Zuhal OlcayFikret KuşkanSevda FerdağSavaş Yurttaş ve Rutkay Aziz paylaşmıştır. Film 1991 yılında Antalya Film Festivali'nde en iyi film ve en iyi senaryo ödüllerini, yine aynı yıl Montreal Yeni Sinema Festivali'nde en iyi film ödülünü almıştır.

MODİGLİANİ-2004

Sinema Günlüğü yazılarına 43. film ile beraberiz. Bu sefer çok detaylı bir yazı yazmayacağım. Ressam olan ve daha 35 yaşında iken ölen bir adamın biyografisinden uyarlanmış. Ressam Picasso ile aynı dönemde Paris'te yaşayan bu adam genç bir ressam olan kadınla evleniyor. Onu modeli yapıyor. Önceleri nü resimler yaparken karısından sonra portreler yapıyor ancak gözlerinin içini çizmiyor. Daha fazla spoiler vermeyeyim ama detaylarla ilgilenenler için bir adres bırakayım buraya.  

Benim film boyunca gözlemlediğim, şimdilerde pek de rastlamadığımız romantik tutumla, 19 yaşındaki genç kadının tüm engellere rağmen aşkının peşinden gitmesi idi. Sevdiği adamın da bunda katkısı büyük tabi. Tutkusu, vazgeçmeyişi ile aşkın her hal ve şartta büyülü bir şey olduğunu gösterdi. 

Jack London'ın Martin Eden adlı romanını çok severim. Tıpkı oradaki kahramanın bahtsızlığı ressamı burada buldu. Bohem bir tarzı yoksul haliyle yaşayan bu iki kahraman hızlı yaşa genç öl kaidesine yenildiler. Bu bağlamda ikisi için de üzüldüm. Belki de hepimiz içindir üzüntüm. Bir laf vardı hani. Bir tahta kaşığın üzerinde görmüştüm ilk defa. 

"Tandır kıvama geldi hamur tükendi, işler kıvama geldi ömür tükendi" 

Durum budur !Romantik bir drama isteyenlere tavsiye ederim. 

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 7




Bugün en sevdiğim üçlemeden bahsedeceğim: Çoğu kişinin severek izlediği bu film serisini yoğun diyalogları ile beğenmiş, epey not almıştım. Bir kısmını paylaşıp gerisini filme havale edeyim. Bu filmler üzerine çok yazı yazılmış. İşte bunlardan bir kaçı: serinin muhteşemliğimodern klasikler3 farklı şehirde n bir kısım alıntılayayım. 


Bunu filmleri izledikten sonra öğrendim, siz baştan bilin: 



"Film hakkında az bilinen önemli ayrıntılardan biri de yönetmen Richard Linklater yaşadığı gerçek bir olaydan sonra bu filmleri çekmeye karar vermiş. Linklater’ın hikayesi 1989 yılında başlıyor. Kız kardeşinin yeni çocuğu olmuş ve Linklater kız kardeşini Philadelphia’ya ziyarete gitmiş. Oyuncakçıya uğrayıp, orada Amy Lehrhaupt isimli bir kadınla tanışıyor. Aynı ilk filmimizdeki gibi bütün geceyi beraber geçirip, bütün gece sokaklarda geziniyorlar. Tek fark birbirlerine telefon numaralarını veriyorlar. Bir süre telefonlaşıp iletişim halinde kalıyorlar daha sonra Linklater, Amy’e ulaşamıyor. Amy’i kaybettikten sonra Before Sunrise’ın hikayesini kafasında toparlayıp, filmin çekimlerine başlıyor ve filmi çekme amaçlarından biri de Amy’nin filmi görüp, galasına gelip orada tekrar buluşabilmeleri. Before Sunrise’ın çekimleri bitiyor fakat Linklater’ın beklediği gibi Amy filmin galasına gelmiyor. 9 sene sonra Before Sunset filminden sonra da Amy’den haber alınmıyor. Before Midnight filminin çekimlerine başlamadan önce Amy’nin arkadaşı, Linklater’ın bu arayışından haberdar oluyor ve Aslında Amy’nin 1994 yılında motosiklet kazasında öldüğünü söylüyor" 



34-BEFORE SUNRİSE- GÜN DOĞMADAN-1995



Tam bir romantizm şöleni, tabi uçuk, hayali. Seninle bir dakika tadında bir film. Üçüncü için de dediler zamanla hep azalırmış sevgiler diyebiliriz. Bu da hayatın en büyük gerçeği. Kavuşamamış aşıklar asla birbirini unutamaz. Zamanla yara kabuk bağlar, acısı azalır ama unutmak için kalbin kuruması ya da zihnin bir hastalıkla hasara uğraması gerekir. İşte burada da bir gece boyu konuşan iki genç insan ve yıllar içinde yaşadıkları değişimler yer alıyor. Şimdi biraz notlara geçelim: Bu film Viyana'da çekilmiş.



-Çiftlerin birbirlerini duymadan yaşlandıklarını biliyor muydun? Erkekler yüksek sesi duymuyor.



-Yazar genç, 

-Başka insanların hırsları hiç beni heyecanlandırmadı.   
Genç kız,
-Pasif agresiflik meselesi. Ailen senin için her şeyi planlamışsa ve iyi olman için uğraşmışsa... Bundan nefret ediyorum. 


-Medyanın akıllarımıza hükmetmesi faşizmdir. 



-Hepimizin ailesi hepimizin hayatını mahvetti. Çok ilgi ya da ilgisizlikle. 



-Son zamanlarda evlilik ilişkilerinde naturel çift var mı?

-Evet var
-Yalan söylüyorlar. Çok iyi bir evliliği olduğunu düşündüğüm büyük annem itiraf etti. Her zaman aşık olduğu adamın hayaliyle yaşamış.
-Sadece kaderini kabul etmiş.
-Daha iyi olmuştur. Adamı tanısaydı onu çok üzebilirdi.


-Sadece kendi içinde huzur bulduğunda mutluluğu yakalayacaksın.



-Falcıya kendini iyi hissettirecek şeyler duymak için para ödedin.



-Teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı zaman kazandırdı diyorlar, kimse kullanmadıktan sonra zamanın artması daha çok çalışmak demektir.



-Aşk egoistçedir.

-Ayrılığın insanları ne kadar az düşündüğünü anlıyorsun.
-Feminizmi erkeklerin çıkardığını düşünüyorum.


-Biraz daha çok sevilmeyi istemek hayatta en çok istediğimiz şey değil midir?

-Gerçekten zarar verebileceğim tek kişi kendimim. 


-Hepimiz birbirimizin şeytanı ve meleğiyizdir derler ya, o kız tamamen melek. Çok akıllı, tutkulu, oldukça güzel. Biz erkekler kadınları gerçekten tanımıyoruz.



-Sanki benim rüyamdasın. En çok hoşuma giden biribirimize karşı çok sıcak oluşumuz. Sabah olacak ve balkabağına dönüşeceğiz:( 



-Kendimden sıkıldım. Seninleyken kendimi başka biri gibi biri hissediyorum. 

-Yıllar tavşanlar gibi geçer.
E: Bir çift yıllar sonra birbirinden nefret ediyorsa bu benim için ters.
K:Biri hakkında ne kadar çok şey bilirsen daha kolay aşık olursun.


İşte Cuma günü için keyifli bir film önerisi sundum. Yarın da 2. ve 3. filmler ile yazı devam edecek, tatil boyunca seriyi izleyebilirsiniz. 






SİNEMA GÜNLÜĞÜ 1


Sinema filmi seyretmeyi hepimiz severiz. Bizi dar bir alana sıkışmış hayatımızdan kısa süreliğine de olsa çekip çıkaran edilgen eylemlerden biridir. Kitap okumak da aynı amaca hizmet eder ama görselliğin her şeyin önüne geçtiği günümüzde seyretmek daha kolay olduğundan sinema filmleri kitaplardan açık ara önde tercih edilir. 

İyi bir kitaptan bahsedildiğinde hemen herkes filmi var mı diyerek bakar ve iki saat içinde mevzu anlamak ister. Oysa ikisinin vereceği tat ayrıdır. Bu güne kadar önce kitabını okuduğum hiç bir filmi beğenmedim. Sinemada kült filmler arasında yer alan ZORBA bile kitabın verdiği zevkin, o anlatılmaz dil keyfinin, yeri dolmaz doygunluğun yüzde doksanını vermedi. 

Bir de şöyle bir husus var: Önce filmini izlediysem beğensem bile sonunu bildiğim, heyecanı yitirdiğim için kitabını almışsam da okuyamadım. 

Daha önceki bloglarımda üzerine uzun yazılar yazdığım, tahlillerini bir deneme tadında sunduğum çok film oldu. Bunlar çok etkilendiğim, seyrettiğim zamanki ruh hali ile kesişenlerdi. 

Ama yazdığımın kat be kat fazlası film izliyordum. Bunları o an elimde olan deftere, kağıda not alıyordum. Dün gece bir başka şey ararken boy boy not kağıtları çıktı. Hepsinde bir filmden bir kaç cümle yazmıştım.

Zaten bir filmi izlemeye başlarken ya da bir kitabın sayfalarında dolaşırken ne isteriz ki, bize sonradan kalacak bir cümle. Öyleyse bunlar yitip gitmeden blogda arşivleyeyim dedim. 

Üç yıldır ayrıca izlediğim yabancı dizi ve sinema filmlerini not aldığım defterlerim var. Üç cilt oldu şimdiden. Ama bu notlar dört beş yıl öncesinden olduğundan deftere girememiş. Şimdi sırayla burada paylaşayım, hem kendime hem de merak edenlere bir kaynak olsun dedim.

Bir de şu hususu belirtmek istiyorum: Çok sevdiğim filmler üzerine uzun yazılar yazıyorum ama beğeni dediğimiz kavram o kadar bireysel bir olgu ki, film bence kötü ise bile sinema sitelerine verilen emeği hiçe sayacak kötü yorumlar yazmıyorum. Bu nedenle günlük yaşamda da "Ben bir daha seyretmem ya da tanıdığım biri sorarsa sana göre değil" derim. Ama çok beğendiysem onlarca kişiye tavsiye ederim. Kahve telvesi bilir ve zevkime güvenir, ben de onun tavsiyelerine önem veririm. Bu nedenlerle buraya alacağım notlar da genelde olumlu yorumlar olacaktır. 

Emeğe saygıyı önemsediğimden herkesin birbirini karalamaya çalıştığı bu günlerde, özellikle yazmanın zorluğunu da bildiğimden kitaplar konusunda da beğeninin çok kişisel olduğunu düşünerek olumsuz yorumlardan kaçınırım. Doğru olan kendimiz seyredip okuyarak bir kanaate varmaktır. Ama bu gün hepimiz her film için yorumlara bakıp bazen bize güzel bir cümle armağan edecek filmi/kitabı es geçiyoruz. 

En çok da ekşi sözlük yorumlarına bakıyoruz. Oysa onlar içinden de bize hitap edenleri seçip bulursak tavsiyeleri ile beğenilerimiz kesişir ve film bittiğinde onlara teşekkür ederiz. Benim dokuz yıldır blogunu izlediğim ve neredeyse farklı bir tarzla yazdığı film yazılarından hareketle yeni şeyler keşfettiğim moroccom var mesela. Aynı nick ile ekşi sözlükte de yer alan yazar, edebi bilgisi ile sinema öngörüsünü birleştirdiğinden beni hep kıymetli filmlerle buluşturdu. Onun yazılarını benim için diğer sinema bloglarından farklı kılan hususu da belirtmeliyim. Bir film için, "Ne güzel, ne çirkin, gidin, gitmeyin" demez, ticari kaygı gütmez. Yüreğine değmeyen hiç bir şeyi yazmaz. Tavsiyelerini de öyle zarif, öyle sakin ve belli belirsiz yapıyor ki, izlediği filmden bir sahne mi anlatmış, filmin içine girmiş de kendi mi yaşamış anlamıyor, merakla filme çekiliyorsunuz. Spoiler vermeden yazan bir blogcu arıyorsanız, elinizi tutup sizi başka bir dünyaya götürsün istiyorsanız, hele de festival filmleri seviyorsanız okuyun derim. Keşke sinema ve edebiyata gönlünü kaptırmış, yıllardır bu konuda epey emek sarf etmiş bir insan olarak daha çok yazsa ama dediğim gibi gönül teline değmeden yazmıyor. İnternette takipçi kaygısı da gütmüyor. Yoğun da bir iş yapınca ancak az ama kıymetli yazılar yazmaya fırsatı oluyor.

Ben burada moroccom gibi meşakkatli bir işin altına girmeyeceğim. Uzun uzadıya yazdığım film yazıları haricinde kısa notlarla kişisel beğenilerimi harmanlayıp öncelikle kendime bir arşiv yapacağım. Her zaman katkılarınızı beklerim.               

1-Mansfield Park (1999)


Güzel filmdi. Detaylar linkten bulunabilir. 

"-En çok kimi seversin?
 -Terzimi. Çünkü her seferinde ölçümü alır"

"Sevginin biçimleri saniyeler kadar çoktur."

2- Londra Nehri (2009)

Güzel, farklı bir filmdi. Çocukları bir patlamada ölen iki insanın arayışı. Ön yargılar, ötekileştirme, anne baba yüreği, evladını tanıyamamak her şey vardı. 
  
"Arkadaş dudaklardan geçenle değil yürekten geçenle ilgilenendir. 

   3- Bosna

"Köprü sonsuzluğun sembolüdür. Zaman geçer gider, köprü kalır." 


Bu da güzel bir filmdi. Bosna filmleri yüreğimize dokunur hep. Katliamlar gözümüzün önünde işlendi ve hiç birimiz bir şey yapamadık. Şimdi olduğu gibi. 
Bu filmde de, deneyimli kameraman Duck (Terrence Howard) , gözden düşmüş gazeteci,savaş muhabiri Simon (Richard Gere) ve yeni yetme gazeteci Benjamin (Jesse Eisenberg) savaş sonrası Bosna ‘da en çok aranan “Tilki” lakaplı savaş suçlusunu (Ljubomir Kerekes) bulmak için yola çıkarlar.Bu arada peşinde oldukları kişiler tarafından yanlışlıkla CIA vurucu timi zannedilince ekip büyük bir tehlikenin içine düşer.
Bu da çok etkilendiğim bir filmdi. İnsanların bildikleri zulümlere sessiz kalışı çok acıtıcı. Mutlaka izlenmeli dediklerimden. 

Her yazıda 10 film eklemeyi düşünüyorum ama bu gün ilk giriş yazısı ile beraber olduğundan 5 filmle noktalayalım sözü.
Herkese iyi seyirler. Yüreğimize değecek kelimelere köprü olacak insanlar, kitaplar, filmler bulsun hepimizi.


DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...