“Bekle dur,” hayatın özeti. Doğumdan ölüme kadar hep bir
şeyleri bekliyoruz. İstediğimiz oluyor, onu unutup yenisini beklemeye
başlıyoruz. İnsan beklemeyi bıraktığında hayattaysa da ruhen ölmüş demektir. O vakit
ölmeden önce ölünüz tavsiyesi beklentilerden soyunmaktır. Beklemenin o pasif
direngen halinden sıyrılıp sütün üzerinde kaymak oluşana kadar çırpınmaktır. Bazen
tereyağı bazen çökelek olacağını kabullenmek ve neden diğeri değil
sorgulamasına kafayı takmadan olanla yetinmektir.
Beklemiyorum derken bile bekler insan iyi bir şeyler olsun
diler ama belki kötüyü bekler. Çağırır demiyorum Olacakla öleceğin önüne
geçilmez. Nasıl çırpınınca kaymak olacağı kesin değil aynı o şekilde tedbir
alırsan önüne geçilecek diye bir şey yok. Daha az yara alarak günü geçirmeye
çalışmak belki de hayat.
Beklemeye buradan bakınca herkesin yeni yıl hazırlıkları ile
çılgınca alışveriş yaptığı bir dünyada epey beklentimden soyunmuşum gibi geliyor.
Yine de kendim dahil insana güvenmiyorum bu noktada.
Ölünce bile bir şeyler beklemiyor muyuz? Kabir bir bekleme
odası değil mi? Birçok giden memnun olduğu için değil beklemeye takıldığı için
gelemiyor dünyaya ve ötesine geçişi bekliyor inancıma göre. Ve orada sonsuz
mutlu olacağı, aklından geçenin önüne geleceği, sorumluluklardan sıyrılacağı
bir hayatı bekliyor. Ama bunun için burada beklerken aktif, sorumluluklarının
bilincinde bir yaşam sürmesi gerekiyor. Körü körüne bir şeye tutunmadan,
konuşması gereken yerde susmadan, dünyanın kendi doğrularından ibaret olduğunu zannetmeden,
beş duyusuyla beraber aklı ve kalbini de kullanarak öteleri beklemesi gerekiyor.
İşte burada beklentiyle ertelemeler kesişiyor. Hayat
yetişilmez bir hızda akınca insan bir noktadan sonra ya akışa teslim olup mekanikleşiyor
ya da durup o akışı seyretmek zorunda kalıyor. Bekliyor ama erteliyor da. İkisi
de öyle yorucu ki, akıntının elinden alıp sürüklediklerinin peşinden koşacak
dermanı bulamıyor. Kaybetti diye yenisini beklemekten de vazgeçmiyor.
Hız insanı durduran bir şey. Sürekli koşarsanız bir gün önünüze
kesen bir duvara toslarsınız, kendi duvarınıza. Kendinize geldiğinizde dönüp halinize
bakarsınız. Zamanla düştüğünüz yerden kalkmanın hevesi bile geçer. Yaralarınız
vardır ama saracak biri yoktur. Koşanların erteledikleri arasındasınızdır.
Beklersiniz bir el uzansın ama kimse duymaz, kimse durmaz, ta ki kendi hızı onu
durdurana kadar. O vakitte sizin döngünüz tamamlanmıştır. Onun ki başlar, yarayı
fark ediş, pansuman, ummaktan vazgeçiş, beklemeyi bile terk ediş, Ertelenenler
çöplüğünde yerini alış, İstiklal Marşı, kapanış.
Öyleyse erteleme ve duvara çarpmadan dur. Nizami bir hızda
kurallara uygun giderken tosladıysan duvara yine de dur. Bekle, ruhunla
bütünleş.
Eni sonu ölümlü dünya.
Hakka girme, hakla gitme.
Emaneti geri verene kadar, tekrar tekrar duvara toslamayı
beklemeden yavaşla.
Ve kendinden başkasının farkına var. Kırdığın kalpleri, ezdiğin
çiçekleri fark et. Acıdan inleyenin sesini duy. Mahallene sıkışma, memleketin
bile değilken koca dünya. O ki bir durak, ölüm otobüsünün geçtiği. Vaktin
gelene kadar bak etrafına. Son anda ertelediklerin dizilmesin karşına.
Beklentilerin boğazını sıkmasın hala. Ölenle de ölünmez unutma. Ölüm lezzetleri
acılaştırsa da hayatı yaşanılır kıran coşkuyu da verir insana.
Hadi bugün ertelemeyi bırak ve başla.
Handan Kılıç
28/11/2022
Yazıyı dinlemek isterseniz linki tıklayınız.