hayatçiziyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayatçiziyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BEKLEME YAPMA!

 

“Bekle dur,” hayatın özeti. Doğumdan ölüme kadar hep bir şeyleri bekliyoruz. İstediğimiz oluyor, onu unutup yenisini beklemeye başlıyoruz. İnsan beklemeyi bıraktığında hayattaysa da ruhen ölmüş demektir. O vakit ölmeden önce ölünüz tavsiyesi beklentilerden soyunmaktır. Beklemenin o pasif direngen halinden sıyrılıp sütün üzerinde kaymak oluşana kadar çırpınmaktır. Bazen tereyağı bazen çökelek olacağını kabullenmek ve neden diğeri değil sorgulamasına kafayı takmadan olanla yetinmektir.

Beklemiyorum derken bile bekler insan iyi bir şeyler olsun diler ama belki kötüyü bekler. Çağırır demiyorum Olacakla öleceğin önüne geçilmez. Nasıl çırpınınca kaymak olacağı kesin değil aynı o şekilde tedbir alırsan önüne geçilecek diye bir şey yok. Daha az yara alarak günü geçirmeye çalışmak belki de hayat.

Beklemeye buradan bakınca herkesin yeni yıl hazırlıkları ile çılgınca alışveriş yaptığı bir dünyada epey beklentimden soyunmuşum gibi geliyor. Yine de kendim dahil insana güvenmiyorum bu noktada.

Ölünce bile bir şeyler beklemiyor muyuz? Kabir bir bekleme odası değil mi? Birçok giden memnun olduğu için değil beklemeye takıldığı için gelemiyor dünyaya ve ötesine geçişi bekliyor inancıma göre. Ve orada sonsuz mutlu olacağı, aklından geçenin önüne geleceği, sorumluluklardan sıyrılacağı bir hayatı bekliyor. Ama bunun için burada beklerken aktif, sorumluluklarının bilincinde bir yaşam sürmesi gerekiyor. Körü körüne bir şeye tutunmadan, konuşması gereken yerde susmadan, dünyanın kendi doğrularından ibaret olduğunu zannetmeden, beş duyusuyla beraber aklı ve kalbini de kullanarak öteleri beklemesi gerekiyor.

İşte burada beklentiyle ertelemeler kesişiyor. Hayat yetişilmez bir hızda akınca insan bir noktadan sonra ya akışa teslim olup mekanikleşiyor ya da durup o akışı seyretmek zorunda kalıyor. Bekliyor ama erteliyor da. İkisi de öyle yorucu ki, akıntının elinden alıp sürüklediklerinin peşinden koşacak dermanı bulamıyor. Kaybetti diye yenisini beklemekten de vazgeçmiyor.

Hız insanı durduran bir şey. Sürekli koşarsanız bir gün önünüze kesen bir duvara toslarsınız, kendi duvarınıza. Kendinize geldiğinizde dönüp halinize bakarsınız. Zamanla düştüğünüz yerden kalkmanın hevesi bile geçer. Yaralarınız vardır ama saracak biri yoktur. Koşanların erteledikleri arasındasınızdır. Beklersiniz bir el uzansın ama kimse duymaz, kimse durmaz, ta ki kendi hızı onu durdurana kadar. O vakitte sizin döngünüz tamamlanmıştır. Onun ki başlar, yarayı fark ediş, pansuman, ummaktan vazgeçiş, beklemeyi bile terk ediş, Ertelenenler çöplüğünde yerini alış, İstiklal Marşı, kapanış.

Öyleyse erteleme ve duvara çarpmadan dur. Nizami bir hızda kurallara uygun giderken tosladıysan duvara yine de dur. Bekle, ruhunla bütünleş.

Eni sonu ölümlü dünya.

Hakka girme, hakla gitme.

Emaneti geri verene kadar, tekrar tekrar duvara toslamayı beklemeden yavaşla.

Ve kendinden başkasının farkına var. Kırdığın kalpleri, ezdiğin çiçekleri fark et. Acıdan inleyenin sesini duy. Mahallene sıkışma, memleketin bile değilken koca dünya. O ki bir durak, ölüm otobüsünün geçtiği. Vaktin gelene kadar bak etrafına. Son anda ertelediklerin dizilmesin karşına. Beklentilerin boğazını sıkmasın hala. Ölenle de ölünmez unutma. Ölüm lezzetleri acılaştırsa da hayatı yaşanılır kıran coşkuyu da verir insana.

Hadi bugün ertelemeyi bırak ve başla.

Handan Kılıç

28/11/2022

Yazıyı dinlemek isterseniz linki tıklayınız.

Dans

Ne zamandır mandalaya vakit bulamıyordum @sanalyazievi @oyku.teksen in dışavurumcu sanat dersinde başladım sonu nereye gider bilinmez ama şimdilik bir kaç satırlık bir şiir doğurdu bile:

Su
Gibi dingin
Ateş gibi yenileyen
Ağaçlar gibi ayakta, direnen
Mevsiminde sessizliğe bürünüp vaktinde yeşillenen kalbim,
Dans eden ağaçlar, sarılan kökler gibidir, huzurlu, sakin

#handankılıc

Don't Look Up -Netflix


SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 

295-DON'T LOOK UP- YUKARI BAKMA

Son günlerin popüler filmi Netflix'te yayına girdi. 2 saat 25 dakikalık bir kıyamet senaryosu, yuvarlandığımız sanal alem, popülerite merakı, herkesin delirmişcesine gerçekleri yok saymasına dokunduran komedi filmi gayet güzeldi. 

Başları biraz uzun tutulmuş olabilir. Film süresi kısaltılabilirdi. Son kırk beş dakikasının nasıl geçtiğini anlamadım mesela. Tempo önemli filmlerde. Hele de günümüz sabırsız seyircisine. 

AŞK, ELİF ŞAFAK

Bir başka zaman, bir başka şehirde çıktı karşıma. Hiç beklemediğim bir anda. "Aşk da neymiş, kaldı mı hala ona inanan?" dediğim zamanlarda. Onu okumanın üzerinden çok yıllar geçmişken. Aşka kanmayacak kadar büyümüşken. Ama onu hemen tanıdım, ışıltısından.

“Selam Ella! Sen ne şanslı bir karaktersin, bu karanlık, ürkütücü dünyada ışığa yürüdün, aşkı buldun, aşk oldun.”

KIRMIZI LALE



Canım,



Dön bak kendine, iyiliğe kötülüğe, her şeyin içindeki dengeyle dönüşe. 

Bırak artık suçlamayı, suçlanmayı, başkasını...

Seni ezen çarkları kır. Her zaman bir çıkış vardır, hatırla yürüyüp geçtiğin zamanları.


Sevda Kuşun Kanadında



Ülkü Tamer şiirinde “Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen” diyor ya, düşündüm de ben hiç kuş vurmadım, yuvasını bile bozmaya korkarım bir örümceğin. 

Sapanım olmadı hiç, canımın çok sıkıldığı zamanlar da bilmem. Yani ne yapacağım diye düşündüğüm pek olmaz, hangisini yapayım derim sadece. 

Ama her daim şiir okurum hele de sıkıldığım da. Ülkü Tamer canı sıkılınca şiir yazmış. 

Sanatın zirvesi bence şiirdir. Birkaç manzuma yakın denemem var lakin şiir demeye gerçek şairleri düşünerek dilim varmaz. Ama yine de melodisi var yazdıklarımın. Şiirde melodiyi yakalamak önemli. Müzik de şiirin içinde, söz de, sanat da. İşte bu sebeple şiir her türün üstünde. 

Bu arada bilinenin aksine şairler sadece ilhamla yazmazlar. Ama ilham bir esintidir, sadece şairlerin hissettiği. O esintiden yakalarlar kelimeleri. Bazen uykuda bazen uyanık, sonra onlarla çalışırlar. Gece gündüz zihinlerindedir ve aylarca içlerinde gezdirdikleri kelimeler vakti gelince akar gider kağıdın üzerine. 

Akan her şey güzeldir. Takılan, duran, biriken her şeyse ağırlaşır, ağlatır, aratır. 

Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır. 

Bir kuş neyi arar, bir çocuk neden bir kuşun peşinden gider. Anne çocuğun peşinden koşarsa aslında kuşun izinde midir? Kuşun, kanadın, özgürlüğün ya da bile isteye seçtiği bu tutsaklığın, sevdanın... 

Sevda kuşun kanadında, ürkütürsen tutamazsın. 
Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın” mı diyordu Cem Karaca. 

Sapanla kuş vurmadım hiç, vurmayacağım, kimseye zarar vermeden yaşadım öyle devam etmek muradım.

Sebahattin Ali "Ruhumun dalgaları" şiirinde nasıl da güzel anlatmış kalbi kuşlar gibi insanları:

Ruhumun dalgaları koşup kabarmayınız” diye seslenmiş içine, dışına, göğe, bize.

Hayat bazen bir vurgunla kıyıya atar insanı. Belayla, sevdayla, ölümle, ayrılıkla... 
O vakit yorulur insan ve der:

Bilmediğim yeni bir masala başlasanız

Çekilse kulağımdan hatıraların dili

Eski günler artık bana yaklaşmayınız


İnsanın bunları yazması için istiab haddinin dolması gerek. Oysa Sabahattin Ali kırk bir yaşında iken öldürüldü. Şair yüreği işte, ruhunun dalgaları koşup koşup kabardığında kendini hizaya çekmek istemiş olmalı.

Ey hayaller vurmayın kalbimin sert taşına

Bütün bir hayat bile değmez bir gözyaşına

Ruhumun dalgaları köpürüp taşmayınız


Taşarsa dökülür insan, dökülürse dilinden kelimeler bir kere, bağlar yüreğini. 
Ya susmak çare midir? 
Peki yürek susmayı bilir mi, dil gibi, dudak gibi? 

Bir yola girdiysen dönmek her zaman mümkündür. Yanlış kararlar verip bedelini ödesen de seçtiğim der katlanırsın ama bir de seçmediklerin var: Kuşun kanadında bir sevda, ürkütüp tutamadığın mesela.

Canım çok sıkılıyor diyerek kuş vurmak istetecek bir deli ruh hali uğradığında “Ruhumun dalgaları koşup kabarmayınız” demeli insan tıpkı şair gibi. 

Köpükler geçene kadar beklemeli. Geçmiyorsa köpük değildir, fark etmeli. 

Taşmıyorsa içte tortu bırakır, bilmeli. 

Ruhun dalgalarının sükuna ereceği vakitler de gelecek, üzülmemeli. 

"Bütün bir hayat bile değmez bir gözyaşına" diyen Sebahattin Ali’yi hatırlamalı. 

Çok da üzerine gitmemeli hayatın, kalbin, kuşların ve çocukların... 

Durup dinlenmeli... 

Nefeslenip devam etmeli. 

Hayat ırmağı sürekli akmakta.

Handan Kılıç
5 Nisan 2021




SESSİZ (ŞİİR)

 


Merhaba,

Youtube kanalımın adı ve logosu belli oldu, fotoğrafta görüldüğü üzere Seslenen Yazılar:))


Ve yeni video bu gün yayında, link aşağıda:

https://www.youtube.com/watch?v=u0eH5CguHcM



Yazı yorum dergi yeni yazım:


ayrıca bu yazıyı kanalımdan dinleyebilirsiniz:


medıum.com Türkçe Yayın'daki yeni yazım da yayınlandı:


yazıyorum dergi PDF son sayı Yaşar Kemal Filmi Yılanı öldürseler yazım için linkten ücretsiz dergiyi indirebilirsiniz.


Bu arada bir kaç iyi haberden de bahsedeyim: 




Velespit yayınlarından çıkan Başkalarının Çiçekleri adlı öykü derlemesinde Tülüm'le adlı öykümle yer aldım. Kitaba internet üzerinden ulaşabilirsiniz.


Şiddet konulu kitaba seçilen öyküm "Kimse Değil" de yakın bir tarihte yayına girecek.


Kadınlar günü projemizin gelirleri eçev'e bağışlandı. İnternet sitesinden mandala serisine ait fotoğraf sergisine bakabilirsiniz.






Dürt İçindeki Narı

 




12/12/2020

12:12


21 Aralık, Nam-ı diğer “Şeb-i yelda” geldi çattı. Gün dönümünün ve uzun gecelerin taşıyıcısı kış başlıyor.


Zaten 2020’nin bitmeyen dertli günleri, virüsleri, maskeleri ile hepimizi zorladığı bir dönemde, hayattan yorulmuşken şimdi bir de Nevruz bayramına kadar sürecek bu soğuk mevsimi atlatmamız gerekiyor. 

Boya boya hepsi süs için...

 



"Boşuna çaba dedi, boya boya hepsi süs için" (*)

Aldırmadım, çizmeye devam ettim; iyi geliyor dedim. 

Neden olduğunu bilmiyorum, okuyamıyorum, yazamıyorum bu aralar, dar bir tüneldeyim, etrafıma bakamıyorum. Karanlık duvarlar, adını bilmediğim hayvanlar daha çok sürüngen kertenkeleler... Misal fare değil mi şuradan geçen. Boyu kolum kadardı, kedi mi fare mi belli değil yuh!

Gün ışığı beklerken karanlıklar tutsağı olduk iyi mi? Yeniden cam kenarına o çiçekleri dizecek miyim? Ona da söylenir bizimkiler, annemin çiçeklerine bir şey diyen yok ama! Bu sene şu mor yapraklı olandan başka bir tanesi çiçek açmadı. Mor biricik, hem rengi ile hem çiçeğiyle... Diğerleri birbirine benziyor yeşil ve çiçeksiz... 

"Yağmurlardan sonra büyürmüş başak ve meyveler sabırla olgunlaşırmış/ Gözlerimin ta içine bak, ölüler niçin yaşarmış" (**)

Ne çok ölüm haberi duydum bu sıra... Bir bir çekiliyorlar sahneden toprağa, sonra orada çiçek açıyorlar, hepsi süs için mi? Ağacın yaprağında fosfor oluyorlar, dünyayı yeşile boyamak için mi, neden bu kadar geliş ve gidişler?

Ya yılanlar, fenafir gözlülerin kabirlerinde neresinden başlıyorlar kendilerini beslemeye? Dilinden mi, gözünden mi, hangisi daha fesat insanın, yüreği mi zihni mi?

Düşününce dehşete düşüyor insan, bunca yılan yeryüzünden geçip toprağa inince, yalanları yılan olup dolanmayacak mı boynuna? O beden çürürken, zerre zerre toprağa karışırken kötü kokuları emip çiçeğe renk, böceğe aşı olmayacak mı? Güzellikten çirkinlik, çirkinlikten güzellik çıkıyor sürekli, işte budur devran dedikleri.

Boşuna bir çaba mıdır yaşamak, 

Her gün kalk, işin yoksa maviye boyanmış gökyüzünü bul. 

Gri ise içinden mavi bir gök çat kendine

Bir sürü kötü söz duysan da, kulaklarını perdele 

Duymazdan gel, boya gönlünü yeşile

Kuş cıvıltıları ekle, ırmak şırıltısı da iyi olur.

Yok yok, sevmem sürekli aynı ritimde akan su rahatsız eder beni 

Yine de seyretmek güzel, mavinin yerde, gökte, gönüldeki halini, Toprağa girmeden önce gönlü yeşille maviyle mamur etmeli.

“Boşuna çaba dedi boya boya hepsi süs için” 

“Taç yaprakları kırık bir sesle” (***) yanıtladım: 

Boşuna değil hiçbiri... Ne verirsen elinle o gelir seninle! Ne yaparsan da öyle; güzelse güzellik, kötüyse kötülük bekliyor gideceğin yerde! 


(*) ve (***) Adalet Ağaoğlu Karanfilsiz adlı öyküden alınmıştır.

(**) Sezai Karakoç

21/10/20

İzmir

Handan Kılıç


Harikalar ormanı



“ gözlerimi açtım, neredeyim? uyurken yatağımdaydım ,evimde, şu anda yemyeşil bir ormandayım bu nasıl olabilir?”


Bir an afalladım ama toparlanmam uzun sürmedi.

SORDUM DURDUM


"Adını dağlara yazdım yarim" diye çığırıyor şarkıda, kulak tırmalayan bir acı... Dağlar altında kalsın canını yakan diyesim geliyor, vazgeçiyorum.

Kağıdı kalemi alıp onlarla halleşiyorum. Kafam karışık.
"Ben, sana bir soru soruyorum, cevabın hazır mı?" diyorum.
Susuyor... Bir sürü soru işaretini döküyor önüme, yarım kalmış aşklar misali kalpler can acıtıyor ama zaten cana değmeyen ne var bu diyarlarda?

DÖVME KENDİNİ!

 

Dün yazdıklarımızı birbirimizle paylaştığımız toplantı esnasında bir arkadaş çok azimli moderatör arkadaşa müdahale etti: 

“Yeter artık dövme kendini zaten herkes sopasıyla bekliyor” dediğinde irkildim ve bu cümleyi defterime kaydettim ama çok rahatsız olduğum için üzerine hiçbir şey yazamadım.

Bu gün yazmayı düşünmüyordum ama birden kısa süreli de olsa bir enerji bulunca 1667 kelimeye ulaşmak hayal olsa da en azından yolunda olurum yazının diyerek kalktım. Her gün yazdım bu ay, bugün de biraz olsa yazayım diyerek kalemi elime alınca bu söz üzerine yazmak istedim. Ben de uyarılan arkadaştan farklı değildim. “Dövme kendini zaten herkes sopasıyla bekliyor” diyen arkadaş da muhtemelen bu sonuca varırken kendini dövdüğü yollardan geçmiş, bir faydası olmadığını anlamıştı.

TERLİK GELİYOR TERLİK

 




"Kaç kere söyleyeceğim size, denizin kumunu eve getirmeyin, o terlikleri bahçede yıka öyle gir içeri, canımı sıkmayın artık" dedikten sonra telefona döndü "Ay yeter bütün gün peşlerini topluyorum, vallahi eziyet yazlığa gelmek. Bir yandan sıcak, hiç esmiyor bu sene bir yandan sivrisinekler. Hem buraların hiç tadı kalmadı; eskiden komşularla otururduk akşamları ne güzeldi bizim site. Şimdilerde hiçbiri gelmiyor. Yan ev vardı ya, hani hepimizi güldüren, balık etli, iki çocuklu Ankaralı Nermin, işte onlar da artık gelemiyormuş uzak ya zor geliyor diyor, kiraya vermişler bu sene. İki tane izbandut gibi adam geldi, akşamları kadın da getiriyorlar. Her gün her gün mangal... İnan dumanından oturamıyorum bahçede. İçtikçe de sapıtıyorlar, şarkılar desen bir garip geçen akşam bir tanesini on kere üst üste çaldılar. Sonra onlar yatıp zıbardı benim kafamda sabaha kadar döndü şarkı “Aşk Bodrum’da yaşanıyor güzelim“ miydi, ay Bodrum’a gitseydiniz, ne işiniz var burada. Diyemiyosun tabi. Mehmet işi uzadı mı gelmiyor, kadın başıma elin adamlarıyla uğraşamam, mecbur katlanıyoruz. Sabah güvenliğe söyledim, yönetime söyle abla dedi geçti. Yeşimler de gelmemiş bu yıl yurt dışına gittiler dedi temizlik görevlisi. Tam karşımızdaki iki ev satılmış ama hala gelen giden yok. derken içeri seslendi.

Siyah mısın, beyaz mı?



Siyah mısın beyaz mı? Beyaz üstünde siyah, siyah üstünde beyaz mı daha güzeldir? Güzellik göreceliyse gördüklerin güzel mi çirkin midir karar veren kalbin midir? Şimdiye kadar gördüklerin mi? 

Yaşarken Oldu!






Her şey yaşarken olur; yavaş yavaş kendimizi buluruz, sancılıdır. Yalpalamalarımız da olmuştur hatalarımız da. Hepimiz aynı yollardan geçiyoruz, aynı dersleri almıyoruz ama çoğu zaman aynı sonuçlara varıyoruz  
Önceleri zayıfız, safız, 
hata üstüne hata yapıyoruz doğru diye düşünerek.  Yalnızız, anne babamızın dengesiz ilgisiyle ya da ilgisizliği ile yaralanmışız hepimiz.

Zamanla hayatımıza giren dostların bıçakları sırtımızda, yüzümüzden düşen parçalar anılarımıza saçılmış, emek verdiklerimiz vefasız çıkmış, kendimizin önüne koyduğumuz her şeyden, herkesten tokat yemişiz, en çok onlar acıtmış canımızı. Ya bırakıp gitmiş bizi ya da bağırta bağırta almış hayat şartları elimizden. Acılar ve yasları hakkıyla  yaşanmadan yenilerinin enkazi altında kalmışız. Her ayağa kalkışımızda eksilmişiz ama yeni bir  kendimizle karşılaşmışız.

 Zamanla daha az güvenen, daha az inanan, daha mutsuz daha boş vermiş daha yalnız insanlar olmuşuz ve ayakta kalalım diye daha umursamaz yapmış yıllar bizi. 

Belki küçük küçük dalgalarla ıslanmışız kıyıda belki de dibi görmüş çıkmışız. Dalış talimlerimiz olmadan nefessiz kalmışız, dipte vurgun yemişiz ama yine de hayatta kalmışız.

Yüzmeyi bilmeden düştüğümüz denizlerde boğulmamışız, bir yolunu bulmuşuz yeniden tutunmuşuz. Karada üzerinde güvenle koştuğumuz toprak kimi zaman kaymış, kaydırmış kimi zaman da düşünce misal dizimizi parçalayan taş parçalarını saklamış bağrında. 

Gizlenenleri, gizleyenleri fark etmemiş ya da fark ettiklerimizi önemsememişiz, yaralanmışız. On dikiş atılmış, izi kalmış ama iyileşince koşmayı bırakmamışız. 

Hasıl-ı kelam, hayattayız; belki çok değiştik zamanla ama kim yirmi yıl önce, resimlerde kalmış o safla devam etmek isterdi ki hayata. 

Özlediklerimiz olabilir, bazen kendimizi de özleriz ama bu gün o kişinin hayatta kalamayacağını da kabul etmek gerekir. Her şey değişir ve yeni bir varlığa evrilir. Değişmeyen tek şey ölüm. Bu bilgi yedeğimizde yeni kendimizin keyfini sürebilmek dileğiyle. 

Belki bu model eskisinden iyi çıkar da yüzümüzü güldürür. Çünkü başka kimse güldüremez bizi, başka kimse üzemeyeceği gibi. 

Handan Kılıç 
18/07/2020 

BALERİN




-Havalar iyiden iyiye ısındı, bu mavi tahta sandalyeleri bahçeye çıkaralım, hatta şimdi yapalım bunları, derken masanın yanına gelmişti bile Hikmet Hanım.

-Hadi Halil, tut ucundan masayı, limonun altına taşıyalım. Nasıl güzel kokuyor yaprakları bile. Yediveren limonum pek bereketli bu sene. Altındaki şu çiçeklere bak, ortancalarım da açmış lila, sarı, hele şu nazenin mor menekşeler, sarısı, kırmızısı, ebrulisi ile akşam sefaları, canım aslan ağzı... Sabah divanıma uzanırım, güneş görür kemiklerim. Bütün kış sızladı. Akşam da canlarımı sular, etrafı ıslatır, kurulurum masama. 

Bana bir masal anlat Lutingo



Bir zaman önce sanal yazı evinde bir Kızılderili masalına başladık. Öykü anlattı :) 


Lutingo adında bir gençten bahsetti:


Beyaz ipekten kanatları olan genç adam bir gün yolunu kaybedip karşısına çıkan dağ evinin kapısını çalıyor. Kapıyı geceden daha kara gözlü bir adam açıyor. Bizim Lutingo derdini anlatınca onu eve alıyor. Yemek yediriyor. Bir döşek serip dinlen şimdi diyerek odasına çekiliyor. Lutingo kanatlarını çıkarıp uykuya dalıyor. Sabah olduğunda evdeki telaşlı seslerle uyanan kahramanımız kanatlarının bıraktığı yerde olmadığını görüyor. 


BİR KADIN ZAFERİ- 2018 DE DIRIGENT


  SİNEMA GÜNLÜĞÜ 204.FİLM   

Mayıs sonundan beri yeni bir film yazısı paylaşmamışım. Aslında mümkün olduğunca her gün bir şeyler izliyorum. Yazı her zaman yaşamın gerisinde kalıyor. Bir de tutulmalar, retrolar falan derken iyice yorulduk. Bir yerden başlayayım da gerisi gelir diyerek bir film önerisi ile dönüş yapayım. 

5.Homeros Kitap Günlerinde Handan Kılıç da vardı

  Merhaba, Dipsiz Göl'ün ilk etkinliği memleketimde gerçekleşti. Gelen, arayan, destek olan tüm dostlara çok teşekkür ediyorum. Instagra...