londonriver etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
londonriver etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 1


Sinema filmi seyretmeyi hepimiz severiz. Bizi dar bir alana sıkışmış hayatımızdan kısa süreliğine de olsa çekip çıkaran edilgen eylemlerden biridir. Kitap okumak da aynı amaca hizmet eder ama görselliğin her şeyin önüne geçtiği günümüzde seyretmek daha kolay olduğundan sinema filmleri kitaplardan açık ara önde tercih edilir. 

İyi bir kitaptan bahsedildiğinde hemen herkes filmi var mı diyerek bakar ve iki saat içinde mevzu anlamak ister. Oysa ikisinin vereceği tat ayrıdır. Bu güne kadar önce kitabını okuduğum hiç bir filmi beğenmedim. Sinemada kült filmler arasında yer alan ZORBA bile kitabın verdiği zevkin, o anlatılmaz dil keyfinin, yeri dolmaz doygunluğun yüzde doksanını vermedi. 

Bir de şöyle bir husus var: Önce filmini izlediysem beğensem bile sonunu bildiğim, heyecanı yitirdiğim için kitabını almışsam da okuyamadım. 

Daha önceki bloglarımda üzerine uzun yazılar yazdığım, tahlillerini bir deneme tadında sunduğum çok film oldu. Bunlar çok etkilendiğim, seyrettiğim zamanki ruh hali ile kesişenlerdi. 

Ama yazdığımın kat be kat fazlası film izliyordum. Bunları o an elimde olan deftere, kağıda not alıyordum. Dün gece bir başka şey ararken boy boy not kağıtları çıktı. Hepsinde bir filmden bir kaç cümle yazmıştım.

Zaten bir filmi izlemeye başlarken ya da bir kitabın sayfalarında dolaşırken ne isteriz ki, bize sonradan kalacak bir cümle. Öyleyse bunlar yitip gitmeden blogda arşivleyeyim dedim. 

Üç yıldır ayrıca izlediğim yabancı dizi ve sinema filmlerini not aldığım defterlerim var. Üç cilt oldu şimdiden. Ama bu notlar dört beş yıl öncesinden olduğundan deftere girememiş. Şimdi sırayla burada paylaşayım, hem kendime hem de merak edenlere bir kaynak olsun dedim.

Bir de şu hususu belirtmek istiyorum: Çok sevdiğim filmler üzerine uzun yazılar yazıyorum ama beğeni dediğimiz kavram o kadar bireysel bir olgu ki, film bence kötü ise bile sinema sitelerine verilen emeği hiçe sayacak kötü yorumlar yazmıyorum. Bu nedenle günlük yaşamda da "Ben bir daha seyretmem ya da tanıdığım biri sorarsa sana göre değil" derim. Ama çok beğendiysem onlarca kişiye tavsiye ederim. Kahve telvesi bilir ve zevkime güvenir, ben de onun tavsiyelerine önem veririm. Bu nedenlerle buraya alacağım notlar da genelde olumlu yorumlar olacaktır. 

Emeğe saygıyı önemsediğimden herkesin birbirini karalamaya çalıştığı bu günlerde, özellikle yazmanın zorluğunu da bildiğimden kitaplar konusunda da beğeninin çok kişisel olduğunu düşünerek olumsuz yorumlardan kaçınırım. Doğru olan kendimiz seyredip okuyarak bir kanaate varmaktır. Ama bu gün hepimiz her film için yorumlara bakıp bazen bize güzel bir cümle armağan edecek filmi/kitabı es geçiyoruz. 

En çok da ekşi sözlük yorumlarına bakıyoruz. Oysa onlar içinden de bize hitap edenleri seçip bulursak tavsiyeleri ile beğenilerimiz kesişir ve film bittiğinde onlara teşekkür ederiz. Benim dokuz yıldır blogunu izlediğim ve neredeyse farklı bir tarzla yazdığı film yazılarından hareketle yeni şeyler keşfettiğim moroccom var mesela. Aynı nick ile ekşi sözlükte de yer alan yazar, edebi bilgisi ile sinema öngörüsünü birleştirdiğinden beni hep kıymetli filmlerle buluşturdu. Onun yazılarını benim için diğer sinema bloglarından farklı kılan hususu da belirtmeliyim. Bir film için, "Ne güzel, ne çirkin, gidin, gitmeyin" demez, ticari kaygı gütmez. Yüreğine değmeyen hiç bir şeyi yazmaz. Tavsiyelerini de öyle zarif, öyle sakin ve belli belirsiz yapıyor ki, izlediği filmden bir sahne mi anlatmış, filmin içine girmiş de kendi mi yaşamış anlamıyor, merakla filme çekiliyorsunuz. Spoiler vermeden yazan bir blogcu arıyorsanız, elinizi tutup sizi başka bir dünyaya götürsün istiyorsanız, hele de festival filmleri seviyorsanız okuyun derim. Keşke sinema ve edebiyata gönlünü kaptırmış, yıllardır bu konuda epey emek sarf etmiş bir insan olarak daha çok yazsa ama dediğim gibi gönül teline değmeden yazmıyor. İnternette takipçi kaygısı da gütmüyor. Yoğun da bir iş yapınca ancak az ama kıymetli yazılar yazmaya fırsatı oluyor.

Ben burada moroccom gibi meşakkatli bir işin altına girmeyeceğim. Uzun uzadıya yazdığım film yazıları haricinde kısa notlarla kişisel beğenilerimi harmanlayıp öncelikle kendime bir arşiv yapacağım. Her zaman katkılarınızı beklerim.               

1-Mansfield Park (1999)


Güzel filmdi. Detaylar linkten bulunabilir. 

"-En çok kimi seversin?
 -Terzimi. Çünkü her seferinde ölçümü alır"

"Sevginin biçimleri saniyeler kadar çoktur."

2- Londra Nehri (2009)

Güzel, farklı bir filmdi. Çocukları bir patlamada ölen iki insanın arayışı. Ön yargılar, ötekileştirme, anne baba yüreği, evladını tanıyamamak her şey vardı. 
  
"Arkadaş dudaklardan geçenle değil yürekten geçenle ilgilenendir. 

   3- Bosna

"Köprü sonsuzluğun sembolüdür. Zaman geçer gider, köprü kalır." 


Bu da güzel bir filmdi. Bosna filmleri yüreğimize dokunur hep. Katliamlar gözümüzün önünde işlendi ve hiç birimiz bir şey yapamadık. Şimdi olduğu gibi. 
Bu filmde de, deneyimli kameraman Duck (Terrence Howard) , gözden düşmüş gazeteci,savaş muhabiri Simon (Richard Gere) ve yeni yetme gazeteci Benjamin (Jesse Eisenberg) savaş sonrası Bosna ‘da en çok aranan “Tilki” lakaplı savaş suçlusunu (Ljubomir Kerekes) bulmak için yola çıkarlar.Bu arada peşinde oldukları kişiler tarafından yanlışlıkla CIA vurucu timi zannedilince ekip büyük bir tehlikenin içine düşer.
Bu da çok etkilendiğim bir filmdi. İnsanların bildikleri zulümlere sessiz kalışı çok acıtıcı. Mutlaka izlenmeli dediklerimden. 

Her yazıda 10 film eklemeyi düşünüyorum ama bu gün ilk giriş yazısı ile beraber olduğundan 5 filmle noktalayalım sözü.
Herkese iyi seyirler. Yüreğimize değecek kelimelere köprü olacak insanlar, kitaplar, filmler bulsun hepimizi.


DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...