hayatyaziyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayatyaziyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Handan Kılıç kitapları artık Google Play Kitaplar uygulamasında!

 
 Merhaba,

Artık hem basılı hem dijital kitaplarımla Google Play Kitaplar uygulamasındayım.

Aşağıdaki linkleri tıklayarak yayındaki 

E-Kitaplarımın ücretsiz paylaşılan bölümlerini inceleyebilirsiniz.

Uygulama içinden satın alınabilen e-kitapları her türlü e-kitap okuyucusu, tablet, telefon ve bilgisayardan okuyabilirsiniz.

Teşekkürler, keyifli okumalar.


1-Çam Ağacının Gölgesinde- Handan Kılıç -Roman (Aralık 2022)

https://play.google.com/store/books/details?id=V1ijEAAAQBAJ


 2-Akışına Bırak- Handan Kılıç- Deneme (Hayata Dair) (Ağustos 2015)

https://play.google.com/store/books/details?id=mYmjEAAAQBAJ


3-Aşk Öyküleri- Handan Kılıç -Öykü (Ocak 2023)

https://play.google.com/store/books/details?id=mqemEAAAQBAJ


4-Bir Mandala Bir Öykü- Handan Kılıç -Öykü (Ocak 2023)

https://play.google.com/store/books/details?id=uqemEAAAQBAJ


5-Deneme Tahtası- Handan Kılıç- Deneme-(Ocak 2023)

https://play.google.com/store/books/details?id=H6imEAAAQBAJ


6-İşler Güçler Sinema 1

https://play.google.com/store/books/details?id=BDCoEAAAQBAJ


7- İşler Güçler Sinema 2 -Türk Sineması

https://play.google.com/store/books/details?id=CDCoEAAAQBAJ

 

 

 

 

 

Ağrısız Bir yıl Olsun

 

“Bütün ağrılar gece artar” dedi. “Neden?” diye sormadım doktor değildi ama gecelerin hastalıklar, ateş, sızılar ve yalnızlıklar üzerinde arttırıcı etkisi olduğu herkesçe bilinirdi zaten. “Bu neden böyledir?” diye düşünmeye başladım. Sonra güldüm kendime; kesin şimdiye kadar bunu düşünen, araştıran bir sürü bilim adamının yanında kafayı buna takan nice filozof olmuştur, cilt cilt yazılmış kitapların bir yerlerinde her yazar bu konudan bahsetmiştir çünkü. Geceler düşünenlerin en fazla vakit geçirdiği zamanlardır. O zaman ben de eksik kalmayayım dedim, birkaç dakika kâğıt üzerinde kalem oynatayım istedim.

“El ayak çekilince sohbetler kesilince dostlar eve gidince bu geceler işkence” diye şarkı bile yapıldığına göre karanlığın basması, gece görüşü açık olmayan, gündüz bünyesi yorulmuş, hayatını başkalarının sesi, nefesine bağlamış bütün canlıları bir sessizliğin içine hapseder. 

Herkesin dinlenmeye çekildiği, ışığı beklediği bu karanlık zamanlarda bir aşıkların bir de dertlilerin gözleri açıktır. Biri negatif bir pozitif durum olsa da ikisi de insana farklı bir enerji verdiğinden uykuyu haram eder. 

Bir de su uyur düşman uyumaz derler. İşte hastalıklardaki ateşi, ağrıların şiddetini arttıran da bir damla sudan yaratılan vücudunun üçte ikisi su olan insana işaret eder.  İşte o yorgun ve hasta düşüp uyuduğunda bile onun hücrelerinde süren savaşın düşman birlikleri bu durumu fırsat bilip uyumaz. 

Ağrı ve sızı arttığında o bölgeyi mutlaka müdahale etmek gerekir. Bazen son çare ameliyat denilerek hastalıklı bölgenin çıkartılmasına karar verilir. Bu acılı durum süregelen ve belki de alışılan ağrıyı çekmekten daha fazla can yaksa da uzun vadede iyileşmeyi sağlayacağından hasta/dertli/aşık istese de istemese de bu operasyonlara razı olur. Ama yine herkes bilir ki o neşterin değdiği bölge içeriden ona sarılıp iyileşmesi için seferber olan diğer organlar tarafından destek görse de dışarıda olan sadece bir iz değildir. Hissizlik, o bölgenin artık eskisi gibi olamaması, olanı duyamaması söz konusudur ki, ağrı, sızının, aşkın ve taşkınlıkların en büyük kaybıdır. Gecenin karanlığında başlayan o ince sızılar yine bir gecede yokluğun karanlığına terk edilir. Daha sağlıklı ve hissiz yola devamla yaşam gündüze çevrilir.  Karanlık biter aydınlığa geçilir.

İyi ki de böyledir; çünkü ağrıyla, sızıyla, geceyle, karanlıkla bir ömür yaşanmaz. Günler de geceler de dertler gibi insanlar arasında çevrilir. Hastalar iyileşir. Doğan büyür. Olgunlaşan çürür. Hayatın şifası, bereketi, huzuru sevgisi aksın üzerimize.

Ağrısız bir yıl olsun.

Handan Kılıç

01.01.2022

 


 

 

Hayat Hanım -Ahmet Altan’ın son romanı üzerine bir deneme-

 İnsanların hayatları bir gecede değişiyordu. Her şey öylesine çürümüştü ki kimsenin hayatı kendi geçmişinin köklerine tutunamıyordu. Herkes lunaparklardaki kukla hedefler gibi bir vuruşla devrilip kaybolma ihtimali ile yaşıyordu.”

İşte daha başında okuru yakalayan bu cümlelerle açıldı Hayat Hanım’ın dünyası. Şahane bir girişti.

Kitap bittiğinde gönül rahatlığı ile şunu söyledim: İyi bir eserde olması gerekenler ne derseniz bu kitabı gösterir, analiz ederek okuyun derim.  

Muazzamlığını sadeliğinden alan bir hikâye, “Kahramanın sonsuz yolculuğuna” örnek bir anlatım. Çemberi tamamlayıp yeniden evine/kendine vardığında değişen dünyası ile yeni bir insana dönüşen kahraman. Adeta yaratıcı yazarlık derslerinde örnek metin olarak okutulabilecek bir kitap yazmış usta romancı Ahmet Altan.

“2021 Femina Yabancı Roman Ödülü” ile “2021 Transfuge En iyi Avrupa Romanı Ödülü”nü alan kitap birçok dilde yayınlandıktan sonra yazıldığı dilin okuyucuyla 15 Kasım’da buluştu. Yazarın diğer kitapları gibi Everest Yayınlarından çıktı.

Hayat Hanım romanının bir editörü yok. Çünkü yazım süreci cezaevi koşullarında gerçekleşti. El yazısıyla kaleme alındı, her sayfası “Görülmüştür” damgası ile dışarı çıktı. Dolayısıyla temize çekenlerin zorlanmaması, yazılanları rahat okuyabilmeleri için kısa cümlelerle yazıldığı Ahmet Altan’ca belirtildi. Böylece ekonomik bir dil kullanıldığını görüyoruz. Dijital dünyanın dikkatini azalttığı okur için kısa bir metnin çıkması avantajdı. Yazarı için ince sayılabilecek bu kitap metnin arasından ruha sızan hislerle öyle kuvvetliydi ki toplamda iki yüz on sekiz sayfa okusanız da etkisinin günlerce süreceği belliydi. Benim için de öyle oldu.

İyi kitaplarda olan o akıcılık, eline alıp bırakamadan devam etme isteğini epeydir bir kitapta bu kadar güçlü duymamıştım. Hem bir çırpıda okumak hem de bitmesinden korkarak yavaşlamak. Bir noktada durdum, kitabı kapatıp kaldırdım. Hissettirdiği duyguların içinde biraz daha uzun kalmak istedim, birkaç gün ruhumda demlenmesi için süre tanıdım kendime.

İki edebiyat öğrencisinin yarenliği üzerinden devam eden romanda diyaloglar bolca kullanılmış. Mitoloji kahramanları ve dünya edebiyatının seçkin romanlarından alıntılarla yapılan tartışmalar da yazı/okuma ile ilgilenenler için rehber niteliğinde. Tabi ki asla didaktik tarzda değil. Kaynak sıkıntısı yaşanan zaman ve mekânda yazı işleri ile ilgilenmeyen okuru da yormayacak şekilde metne yedirilmiş olması tam bir ustalık göstergesi.

Hayatları bir günde değişen iki tecrübesiz gencin yaşamı öğrenirken birbirine tutunması, acıların yakınlığı arttırması ve romana adını veren aslında çok ayrı dünyaların insanı olan Hayat Hanımla yollarının kesişmesi. Bunca farklı karakteri aynı hikâyede buluşturan ortam, çevre şartları hepsi öyle güzel, öyle düzenli yerleştirilmiş ki kaleme hayran olmamak elde değil.

Mekanların usul usul metne girişi, sonuna kadar yaşayışı ve Çehov’un klasik söyleminde “Duvarda asılı tüfeğin ileriki bölümlerde patlaması” kuralına riayet. Yani, bir hikâyede kullanılan her ögenin zorunlu olması gerektiğini ve ilgisiz unsurların kaldırılmasını belirten bu dramatik ilkenin kusursuz uygulanışı. Gereksiz tasvir, betimleme gibi unsurların, metnin içine hiçbir şekilde girmeyerek "Hatalı vââtler" vermemesi gerçekten önemlidir malum.

Metne bir şekilde dahil olan karakter ve tiplerin hepsinin hikayesinin ana karakterleri güçlendirecek şekilde akması, çember tamamlanırken de usulca toparlanıp insan, mekân, atmosfer bütünlüğü ile değişimin görünürlüğüne katkı sunulmasını çok başarılı buldum.

Edebiyatın hayatı etkileme gücünün de tartışıldığı kitapta bu kadar sade biçimde hüznün, çaresizliğin anlatılması da etkileyiciydi. Tabi şartlar ne kadar kötü olursa olsun insanın dayanacak donanımda olduğunu göstererek umudu taze tuttuğunu da söylemek gerek.

Arka kapakta da giriş cümlesinden ilhamla aktarıldığı gibi bu kitap “Herkesin lunaparklardaki atış poligonlarında duran kukla hedefler gibi bir vuruşla devrilip kaybolma ihtimali ile yaşadığı günlerde aşkın dönüştürücü gücüne” yeniden inandırıyor insanı.

Kitap Türkiye’de basılmadan önce yazarı ile yapılan bir YouTube söyleşisinde Ahmet Altan içeride üç kitap yazdığını söylüyor. Bu romanı kaleme aldığı vakitlerse sık sık henüz kapanmamış olan eski FlashTV’yi izlediğinden bahsedince dikkatimi çekti. Çok seyrettiğim bir kanal değildi ama ara sıra parmaklıklar ardında çekilen bir programa rastlamış Dilberay adlı bir sanatçının içli şarkılar söylediğini görmüştüm. Yazar da cezaevinde olunca romanın parmaklıklar ardında geçeceğini düşünmüştüm. Televizyonda bu konsepte programlar yapılırken hatta cezaevi temalı diziler yurtiçi ve yurtdışında çok revaçtayken kitapta da konu bu olabilirdi. Ama okuyunca gördüm ki cezaevi kelimesi bile neredeyse hiç geçmiyordu. Birkaç yerde tutuklananlardan bahsedilmişti o kadar.

İşte o zaman yazmanın özgürleştirici gücünün gerçek bir yazarı mekândan, yaşanılanların sarsıcılığından koruduğunu, soğuğun, sıcağın korkutmadığı gibi bir şekilde beslediğini gördüm. O, içeride iken dışarıyı, dışarıdakilerden daha iyi yazacak kadar hayal gücü, kalem ustalığı ve entelektüel birikime sahip kırk yılı aşkın süredir yazan bir romancıydı ne de olsa. Dil gücüne, şartlara göre değişmeyen tavrına şapka çıkardım.

Kadını, aşkı kadınlardan iyi anlatan en başarılı romancılardan olduğu zaten kendisini seven, sevmeyen herkesin kabulü iken ustalığı sayesinde edebiyatla hayatı, yazmakla yaşamayı, aşkla sevgiyi belli bir ritimde dans ettirdiği satırları hayranlıkla okudum. Aşka yeniden inandım. Geçtiğimiz yerlerde ruhuna dokunduğumuz insanlarda hep yaşadığımızı bir kez daha hatırladım. 

Roman yazmak üzerine yoğunlaştığım bu vakitlerde kitabı sadece okur gözüyle değil yazım tarzına dikkat ederek okuduğumdan duygularımdan ziyade teknik sayılabilecek başlıklar üzerinden değerlendirmelerde bulundum. Henüz kitabı okumayanları düşünerek konuya dair fazla bir şey yazmadım.  

Kalemin cesaretle birleştiğinde bir romancıya, yazının ruhunda olmazsa olmaz o özgürleştirici gücü verdiğini gördüm.

Edebiyat, hayatı bir çırpıda değiştirmiyordu elbette ama hepimizin yaşarken bir başkasına dönüştüğü bu yolda beraber yürüdüğümüzü anımsatıp yalnız değilsin diyordu. İnsanın kalabalıkta ya da bir başına, sosyal medyada binlerce takipçili ya da değilken hiç fark etmez, yalnızlığın pençesinde can çekiştiği zamanımızda bu da az bir kazanım değildi. Hem roman dediğimiz sanat insan ruhuna tuttuğu projektörle, aydınlık ve karanlık yanlarını gösterirdi. Böylece kendiyle yüzleşme cesareti bulan insan, daha çıkması gereken çok basamak olduğunu hatırlar, edebiyattan aldığı güçle harekete geçerdi.

Kalemini özlediğimiz yazarın, nice eserini daha, keyifle okuyacağımız güzel günlerde beraber olmayı dilerken nerde olursa olsun özgür olan kalemini hep “Dışarda” oynatmasını temenni ediyorum.

Handan Kılıç

Not: Bu yazı ilk kez Medıum Türkçe Yayın adresinde, ikinci olarak da Edebiyatblog sayfasında yayınlanmıştır.

Yaza Düğün Var

 Hanımefendi camı diyorum, açar mısınız?

İyi çalışmalar, buyrun memur bey!

Kimlik numaranızı söyler misiniz.

150…

Biraz yavaş, tamam.

Hayırdır bir durum mu var?

Yok yok, rutin kontrol.

Bizi de kontrol edecek misiniz memur bey?

İstiyorsanız edelim söyleyin TCinizi

142

Bir de ehliyetinize bakalım hanımefendi,

Arabayı ben kullanıyorum, onunkine neden bakıyorsunuz ki?

Ooo Ankara mı? İlk görev yerimdi Kalecik. Sonra merkez. Doğu derken şükür memlekete döndük.

Hayırlı olsun memur bey de rutine dönsek.

Fethiye karışma istersen!

Seval Hanım siz nerelisiniz. İnstagram kullanıyor musunuz?

Memur bey işimiz bittiyse mesai saati bitmeden yetişmem gereken bir yer var da…

Ya dursana Fethiye memur beye eksik bilgi vermeyelim. Seval alt çizgi sev sev

Seval, işim var sonra ekleşirsiniz, kolay gelsin memur bey.

Ekledim Seval hanım, görüşürüz.

Tövbe tövbe Seval, cidden ilginçsin.

Ya adam sana sorarken bile gözü bendeydi yavaşladın ya karşıdan gördü beni, ondan çekti kenara. Diğer memur daha yakındı koşa koşa kendi geldi. Neden acele edip bahtımı kapatıyorsun? Otuz yaşındayım ve kapımda sıra yok, ekledim vallahi yakışıklı adamdı, hem işi de sağlam bak, seni bile mum etti karşısında.

Valla haklı Fethiye Abla. Ben durduğundan beri adamı izliyorum arkaya da uzattı kafayı bana da baktı güya da gözü Seval’deydi.

Ekledi bile kızlar, hadi hayırlısı bu yaza düğün var.

Handan Kılıç

#handankılıc

16 Aralık 2021


Körlük ve Yerdeniz Öyküleri Yazı-yorum Dergide


 









Merhaba,

Çok yoğun  olduğundan epey yoran bir süreç yaşıyorum. Geçen ayki Körlük filmine dair dergi yazımı paylaşmadan yeni ay geldi. Bu seferki film Yerdeniz Öyküleri. İkisi için de ücretsiz PDF dergi indirme linki şöyle:

  https://www.yazi-yorum.net/pdf-dergi/

Keyifli Okumalar... 

Ateş de var gül de …

 Taşeron şirketlere yaptırıyorlar böylesini. Bir nevi maşa kullanma işi. 


Hem eli yanmaz ama yakar yıkar yok eder her şeyi. Yaparken de kazanır yıkarken de, böyledir taşeron işleri!


Maazallah bir boşluğuna gelir kalbine saklarsan bu taşeron mütahitleri evinden atıp seni üstüne kira ister, aşka düşerken de başka işe girerken de dikkat etmeli.


Çam ormanının yeniden yeşermesi belki 50 senedir ya bir kalbin tekrar çiçeklenmesi peki,  o ne kadar vakit alır? 


Renk renk güllerin açması için kaç mevsim gerekir? 


İş makinaları çekilse de iz bırakır. Buldozerin paletleri ile geçer yüreğinden Taşeron işçileri. 


Elbet bir gün her şey aslına döner. Toprak da insan da silkeler üzerindekileri.


İşte o zaman bir hafifleme bir huzur bulur cesaret edenleri. 


Eğil ve kokla, ateşte var dünya da gül, gonca da!


4/8/2021

#handankılıc

#seslenenyazilar

#hayatvemandala


 

Birden Geldin Yanıma


 Kalabalıktan sıyrılıp üzerimdeki tesirlerini silkeledikten sonra sığındım sana.


Yeşil gözlerindeki masumiyet, küçük bedeninin içinde atan kalbini hissettiğim o ilk an, daha da derinleşmişti. 


İçimden “Bırakma beni” dedim, küçük patilerinden öperken. 


Sarıldım sıkıca, yerleştin boynuma, o en mahrem alanıma, hayatıma. 


Sütünü ellerimle içirdim, annenin gittiği günden sonra seni evlat belledim.


Kimsenin kapımı çalmadığı günlerde pencerenin kenarına geçip beraberce izliyoruz ya dünyayı; herkese meydan okuyacak cesareti buluyorum seninle. 


Beraber kaç kaplan gücündeyiz görsene. 


Eskiden çalmayan telefondan kapıya, cevapsız aramaya dönmeyen kaygısızdan iki satır mektupla hatır sormayan vefasızlara içerlerdim. Beklettiğin kadar bekleyesin, istediğin cevapları alamayasın diye ilenirdim. 


Sonra sen geldin, herkesi sildin; sevdim, sevildim. 


Cevaplarımı aldım hayattan, soru kağıdımı iade ettim. 


#handankılıc 


29/06/2021 

İzmir

SESLENEN YAZILAR PODCAST YAYININA BAŞLADI!





Merhaba, 


Malumunuz Youtube da "Seslenen Yazılar" adlı bir kanalım vardı. Niye podcast de yapmıyorsun sorularına duyarsız kalamadım ve şimdi podcast yayını yapan tüm platformlarda yayındayım. 


Yukarıdaki logo ve kanal ismi ile aratırsanız hepsinden ulaşabilirsiniz.



En yaygın kullanılan platform olan Spotify'ı kullanmıyorsanız bile ücretsiz üyelikle dinleyebilirsiniz. 


Adres için tıklayabilirsiniz. 


Trailer için buraya tıklayabilirsiniz.

  






Spotify kullanmayanlar için ana dağıtıcı siteden yani aşağıdaki linkten dinlenebilir :


https://anchor.fm/s/5965fe74/podcast/rss


Bunun haricinde google podcast, apple podcast, breaker.auido, pocket casts, radiopublic.com  adreslerinden ulaşabilirsiniz. 


Seslenen yazılara duyarsız kalmamanız dileğiyle:)


Not: anchor.fm üzerinden dinlerseniz yorumunuzu sesli olarak bırakabilir, bana ulaşabilirsiniz. 











 

Melankolinin Dikitleri




Uzaktan görmüştüm

Ruhundaki gölgeyi

Sıcaktı hava

Özlemiştim serinliği

Elimde fener

Hevesle daldım

Mağarandan içeri

Karanlıktı her yer

Beraber dolaştık galerilerini

İlerledikçe fark ettik

Gizli kalmış obruk ve düdenleri

Sen, benimle tanıdın

Korktuğun labirentleri

İnsan,

İnsan da görür hallerini



Bir ışık tayfıdır aşk,

Yedi renkli

Ruhun ruhumdaki parıltıyı emdi

Oyuklarında nefeslenip

Yarıklarından yol bulmuştum

Dönemedim geri

Rüzgârın uğultusuna karışan

Damlaların sesi

Ürpertse de içimi

Kaya altı sığlıklarına ulaşmak

Nefes kesici

Biriken yağmur suları

Nasıl da lezzetli

İçtikçe susadık aşkla

Kayaçlar kaygan

Hava nemli

Tek isteğimiz biraz güneşti

O ki, ısıtır, ışıtır

Hayat bayrağını dikince

Kalp kalesi kolay düşerdi



Kırmızı ateşti

Yeşil, cennet bahçesi

Gök, deniz mavi

Karışınca hepsi

Beyazdı ismi

O ki, masumiyet rengi

Saklamaz içinde günahı kiri

Siyah gibi

Ama bir ışık tayfıdır aşk

Kırıp geçirir renkleri

Ateşle cennet

Denizle hasret

Nefretle sevgi

O tayfla yer değiştirirdi



Ruhun ruhumdaki güneşi emdi

Yine de denizim ışıltılı

Gönlüm çiçek çiçekti



Elim eline kenetlenseydi

Hiç kaybetmezdik bizi

Karanlık kuytularda

Topraksız mağaralarda

Güneşsiz ormanlarda

Boy veren mantarlar gibi



Sel oldu sonra,

Galerilerinde mahsur bıraktı seni

Toprak kaydı

Güneş çekildi

Ben karanlıktan korktum

sen ışıktan

Yağmurlar kesildi sonunda

Ormanlarsa alev alevdi

Değirmeni döndürmeyen taşıma sular

kesmeyince kimseyi

Susuzluk baş gösterdi

Denize koştu herkes

Umuttu suyun kaldırma kuvveti

Kıyıda rüzgar yaktı

Susuz tenleri

Şimdi duyulan

Aç martıların çığlık sesleri

Bir de kaçışan balıkların tek sortide

Can verişleri



Güvertesiz vapurların koyu renkli camlarında

Tanıdık bir adam silueti

Sahi kimdi bu fersiz gözlerin sahibi

Yüzünde acının çizgileri

Mağaradaki gölgeleri izler gibi



Rüzgâr çanının ince sedefleri

Notaları karışmış bir şarkı söylüyor sanki

Işık mağaradan çekildiğinden beri

Her gün içinde yükseliyor melankolinin dikitleri

Hiç kesilmeyecek mi bu karanlık rüzgârın nefesi

HANDAN KILIÇ



Bir kilit var kilitten içeru.


Bu kapı kilitli, açılmıyor. 


Kaç kilit var üst üste acaba diye düşündürüyor... 

İçeri giremedikçe yorgunluk artıyor. 

Yol, adımladıkça uzuyor. 

Kelimeler yan yollara sapıp adresi bir bilmeceye çeviriyor. 

DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...