6 DAKİKA YAZILARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 DAKİKA YAZILARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kokularla Hafıza Dansı

     Yıllar yıllar evvel henüz daha kokunun beyin 🧠 tarafından sıkı sıkıya kaydedildiğini, her şey unutulsa da kokunun unutulmadığını bilmediğim ama ufaktan fark edince hemen hayatımı kokularla kategorize etmeye başladığım zamanlardı. 

Yumurta şeklinde bir sabun vardı. Adını hatırlamadığımdan Google ile arattım. “Le Sancy” imiş anımsamadım ama çok rengi vardı. Pembesi gül kokuyordu. 

Orta ikide bir tatil dönüşü bavulumdaki her şeye sinen o koku bana tatilde yaşadığım kötü bir anımı hatırlatınca bir daha gül kokulu her şeyden uzak durmayı bilinç dışı olarak seçtim sanırım. Pembeyi de sevmememin arkasında bu anı olabilir. 

Yalnız bu farkındalık bana sevdiğim, sevindiğim anlara dair hafızamda yeni ve planlı bir kayıt açabileceğim fikrini verdi. Her yıl tatillerin sabunları değişti böylece. Şampuanlar, deodorantlar hep yılların, anıların anahtarı oldu. 

Sonra kolonyalar girdi hayatıma ve çeşit çeşit insan. Kimi sevdiğim kokular gibi kaldılar hayatımda kimi bir daha eve sokmadıklarım gibi gittiler. 

Unutamadığım ve artık üretimden kalkan bir kolonyam da vardı. Nasıl sahiplendiysem kolonyam diyorum. “Paşabahçe çay kolonyası.” Piyasadan çekilip başka parfümlü kolonyalara geçince Paşabahçe, bütün markalardan çay kolonyası denedim ama yok. Onun gibisini bulamadım. Şimdilerde idareten elimin altında tuttuğum “EST Beyaz Çay” kolonyam var ama nerde benimki nerede bu! Ekşi sözlükte üreticisinin İstanbul’da bir lokumcuya kolonya yaptığını yazmışlar ama ulaşamadım. Öylece yitti gitti. Özlediğimiz ama çoktan hayatımızdan gitmiş insanlar misali.

Sonra ilk kitabım çıktığında da adetimi değiştirmedim. O vakitler kolonyalar iyice çeşitlenmeye başlamıştı. Epey koku arasında bir serinlik aradım. Ve “Rebul Ice” oldu Akışına Bırak’ın kokusu. 

Bu sene okula başlarken çantamda taşımalı eğitim kolonyam da “Eyüp Sabri Tuncer EST Yağmur ormanları” idi. Bitmek üzere, finaller gibi. 

#camagaciningölgesinde kitabım için koku ne olsun şöyle “Vakko V De Vakko” gibi orman karakterli bir koku, ama kolonya olarak bulsam diye düşünürken yeni yıl hediyesi geldi. “Yade” ilk kez rastladım. Bayıldım ve hemen yeni kitabın kokusu ilan ettim. 

Devamını bulur muyum, hayatımda kalır mı bilmem ama artık gelene hoş geldin, gidene yolun açık olsun demeyi öğrendiğim yaşlarda olduğumdan tutunmuyorum kokulara da insanlara da… 

Tabi, beynin kayıt sisteminin hediyesi iyi-kötü kokuları, iyi-kötü olayları unutmuyorum, isimler hafızamda kalmasa da.

Aslında yıllar önce Sibel Can bu konuyu aydınlatmış “Bence talih bence şansın bir de aşkın adresi yok. Gideni boş ver gelene hoş geldin de başka çaresi yok” diyerek yitip giden kokular gibi insanlardan bahsetmiş, gerçekleri yüzümüze yüzümüze söylemiş de anlamamışız. 

Daha nice kokular, huzur veren insanlar, anlar, anılar, kitaplar biriktirmek, yazmak, paylaşmak umuduyla… 

Tırnak içinde yazdığım markalar anıların bir parçasıdır. Yani #işbirliği değildir. Kimseyle işbirliğim yoktur ☺️

Handan Kılıç

16/01/2023 

İzmir

Biz eskiden eskiden

 Eskidendi çok eskiden, aşka, insanlığa, davalara ve daha birçok şeye inanırdım. Artık çok az şey kaldı inanıp güvendiğim. Çiğ süt emmiş dedikleri insanlar ne yaptıysa bütün güzel şeylere olan idealist yaklaşımım sona erdi. 

Aşk yok, onun güncellenmiş adı tutku. İnsanlık “Allah ellerine düşürmesin” denecek kadar zavallılarla dolu bir güruh. Olmasalar dünya çok daha güzel olurdu belki. Ama dünyanın yaradılış amacı bu: 

Her hinliği susarak, duymazdan gelerek ya da yerine göre çıngar çıkararak elde eden mahlukun kendini yenme savaşını kazanıp kazanmayacağı mevzusu. 

İnsan iyidir diyemem artık. İnsan kötüdür, hele menfaatin çakışsın anlarsın. Ne ahkamlar kesenler kendi riske girince mangalda bırakmadığı küllerle kaplar sizi de kendi sütten çıkmış ak kaşık misali dolaşır ortada. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın der. Keyfine bakar. 

Eskidendi, çok eskiden dostluklar, aşklar, sevdalar, davalar… 

Şimdi hepsi hikâye hepsi roman…    

Handan Kılıç

1 Ağustos 2022

Dalgalandım da duruldum

 Dalga geçmiyorum, dalgaların gelişini izliyorum. Hayatta üzerimize gelen şeyler gibi diye denize dair metafor yapmayacağım ama biri diğerine benzemiyor dalgaların. Hem yapsam ne olur ki? Metaforun kralı dalga sonuçta. Kıyıya vuruşları bazen gecikmiş bir sarılmanın şiddetinde bazen de yıllar sonra gizlice gelip gezdiği memleketinde kimseye görünmemek uğraşında antisosyal bir adamın hafif adımları ile geçiyor yanımızdan. 

Kıyının dudaklarına aynı aşkla da değmiyor her seferinde, rüzgârı bahane ediyor, dalgalanıyor ama durulmuyor. Sonra koşup arkasından sıkı sıkı sarılıp özür diliyor.

Geçmişte takılı kalmadan, aynı döngünün içinde ama sıkışık hissetmeden, yapması gerekeni yapıp geri çekiliyor sonra. Gürültüsüz, çemkirmesiz, öfkesi bile kafa ütülemiyor. Hatta alabildiğine açıyor zihni. 

Seyredeni muazzamlığına hayran bırakıyor. Gördüğünde sıradan bulduğun birinin tanıdıkça hayran olunabilecek ayrıntılarını fark edip onu herkesten ayırırsan ya işte bunu tek başına başarıyor. Alışsan da her seferinde şaşırtıyor. Sesiyle ninni söylüyor sanki, hem de herkesin kendi ana dilinde. Sessizliğiyle ürkütüyor. 

Dalgalanıyor ama durulmuyor. Bazen içten içe kaynıyor bazen yüzünde öfkeyle neşesi yön değiştiriyor.

İçindeyken sarıyor sarmalıyor. Alıp kaldırıyor. Dokunup iyileştiriyor, severken beşik olup sallıyor. Rüzgârla sarmaş dolaş kıyıdan kıyıya varana yoldaş oluyor.

Deniz peki, dalga onun cilvesi.

Deniz, hasrete köprü, gemiye yatak, balığa vatan, su bitkisine toprak.

Deniz tuzlu, deniz can, deniz dünyaya kan, canlıya ab-ı hayat.

5 Ağustos 2022/ Çeşme-Ilıca Sahili

Handan Kılıç

Ganyancı


“Jokey bindi ata, Küheylan başladı koşmaya.” Ganyan bayiindekiler de coştu. Kalktılar ayağa “Hadi hadi” sesleri yükseldi. “Heyecan dorukta” dendi “Tüh be” sesleri ile küfür ederek dışarı çıktılar sonra, sigara yakmaya. Çoluğun çocuğun rızkını önce beygire sonra tütüne yedirdiğini önemsemeden jokeyin beceriksizliğine söylendiler. “Kokuştu her şey” dediler. “Öyle” dedi diğerleri. Oysa sigara ve alkolün kesif kokusundan başka bir şey duymuyorlardı ki!

Kadın geldi. Oturduğu apartmanın dış kapısına ulaşmak için müsaade isteyip aralarından geçti. Anahtarı deliğe sokmaya çalışırken “Ne pis kokuyor, bir ara yine olmuştu, çok artmış bugün. Gaz kaçağı mı acaba” diye söylendi. Asansörden inince yönetici kadının kapısını çaldı. Gaz kokusunu duyup duymadığını sordu. Dışarıdan geldiğini ve su faturaları ile uğraştığı için yorgun olduğunu belirten kadın, “Pek koku almam, sen ara gazi” deyince birkaç zamandır kendisinden başkasının duymadığı bu koku nedeniyle şüpheye düştüğünden ihmal ettiği ekibi çağırma işini üstlendi.

187 çalar çalmaz açıldı. Adresi verdi. “Dışarıdan apartmanın gazını kapatıp bekleyin.” diyen görevlinin dediklerini yaptı. Gaz işi şakaya gelmezdi.


Bir saat sonra gelen görevli “Büyük bir delik var, regülatör çürümüş, ama apartman dışında ganyan bayii önünde olduğundan açık havaya karışmış. Sigaracılarla ondan patlamamıştır, yine de tehlikeli bir durum, iyi ki duydunuz kokuyu” diyerek saatlerce süreceği söylenen tadilata başladı.

Olanları gören Ganyancı “Ben anlamıştım zaten kaçağı, gazı da arayıp çağırdım” deyince yöneticiyle kadın birbirine bakıp gülümsedi.

Handan Kılıç

21 Ocak 2022

Ağrısız Bir yıl Olsun

 

“Bütün ağrılar gece artar” dedi. “Neden?” diye sormadım doktor değildi ama gecelerin hastalıklar, ateş, sızılar ve yalnızlıklar üzerinde arttırıcı etkisi olduğu herkesçe bilinirdi zaten. “Bu neden böyledir?” diye düşünmeye başladım. Sonra güldüm kendime; kesin şimdiye kadar bunu düşünen, araştıran bir sürü bilim adamının yanında kafayı buna takan nice filozof olmuştur, cilt cilt yazılmış kitapların bir yerlerinde her yazar bu konudan bahsetmiştir çünkü. Geceler düşünenlerin en fazla vakit geçirdiği zamanlardır. O zaman ben de eksik kalmayayım dedim, birkaç dakika kâğıt üzerinde kalem oynatayım istedim.

“El ayak çekilince sohbetler kesilince dostlar eve gidince bu geceler işkence” diye şarkı bile yapıldığına göre karanlığın basması, gece görüşü açık olmayan, gündüz bünyesi yorulmuş, hayatını başkalarının sesi, nefesine bağlamış bütün canlıları bir sessizliğin içine hapseder. 

Herkesin dinlenmeye çekildiği, ışığı beklediği bu karanlık zamanlarda bir aşıkların bir de dertlilerin gözleri açıktır. Biri negatif bir pozitif durum olsa da ikisi de insana farklı bir enerji verdiğinden uykuyu haram eder. 

Bir de su uyur düşman uyumaz derler. İşte hastalıklardaki ateşi, ağrıların şiddetini arttıran da bir damla sudan yaratılan vücudunun üçte ikisi su olan insana işaret eder.  İşte o yorgun ve hasta düşüp uyuduğunda bile onun hücrelerinde süren savaşın düşman birlikleri bu durumu fırsat bilip uyumaz. 

Ağrı ve sızı arttığında o bölgeyi mutlaka müdahale etmek gerekir. Bazen son çare ameliyat denilerek hastalıklı bölgenin çıkartılmasına karar verilir. Bu acılı durum süregelen ve belki de alışılan ağrıyı çekmekten daha fazla can yaksa da uzun vadede iyileşmeyi sağlayacağından hasta/dertli/aşık istese de istemese de bu operasyonlara razı olur. Ama yine herkes bilir ki o neşterin değdiği bölge içeriden ona sarılıp iyileşmesi için seferber olan diğer organlar tarafından destek görse de dışarıda olan sadece bir iz değildir. Hissizlik, o bölgenin artık eskisi gibi olamaması, olanı duyamaması söz konusudur ki, ağrı, sızının, aşkın ve taşkınlıkların en büyük kaybıdır. Gecenin karanlığında başlayan o ince sızılar yine bir gecede yokluğun karanlığına terk edilir. Daha sağlıklı ve hissiz yola devamla yaşam gündüze çevrilir.  Karanlık biter aydınlığa geçilir.

İyi ki de böyledir; çünkü ağrıyla, sızıyla, geceyle, karanlıkla bir ömür yaşanmaz. Günler de geceler de dertler gibi insanlar arasında çevrilir. Hastalar iyileşir. Doğan büyür. Olgunlaşan çürür. Hayatın şifası, bereketi, huzuru sevgisi aksın üzerimize.

Ağrısız bir yıl olsun.

Handan Kılıç

01.01.2022

 


 

 

Nardugan Bayramı


#nardugan

21 Aralık, Nam-ı diğer “Şeb-i yelda” geldi çattı. Gün dönümünün ve uzun gecelerin taşıyıcısı kış başlıyor. Zaten 2021’nin bitmeyen dertli günleri, virüsleri, maskeleri, ekonomik krizleriyle hepimizi zorladığı bir dönemde, hayattan yorulmuşken şimdi bir de Nevruz bayramına kadar sürecek bu soğuk mevsimi atlatmamız gerekiyor. Zaman döngüsü, bizi de önüne katmış bahara akarken, bu kış içimizi ısıtacak, gönlümüzde kök salıp meyveye duran ağaçların çiçeklerini tomurcuklandıracak bir seraya ihtiyaç var.

Yaza Düğün Var

 Hanımefendi camı diyorum, açar mısınız?

İyi çalışmalar, buyrun memur bey!

Kimlik numaranızı söyler misiniz.

150…

Biraz yavaş, tamam.

Hayırdır bir durum mu var?

Yok yok, rutin kontrol.

Bizi de kontrol edecek misiniz memur bey?

İstiyorsanız edelim söyleyin TCinizi

142

Bir de ehliyetinize bakalım hanımefendi,

Arabayı ben kullanıyorum, onunkine neden bakıyorsunuz ki?

Ooo Ankara mı? İlk görev yerimdi Kalecik. Sonra merkez. Doğu derken şükür memlekete döndük.

Hayırlı olsun memur bey de rutine dönsek.

Fethiye karışma istersen!

Seval Hanım siz nerelisiniz. İnstagram kullanıyor musunuz?

Memur bey işimiz bittiyse mesai saati bitmeden yetişmem gereken bir yer var da…

Ya dursana Fethiye memur beye eksik bilgi vermeyelim. Seval alt çizgi sev sev

Seval, işim var sonra ekleşirsiniz, kolay gelsin memur bey.

Ekledim Seval hanım, görüşürüz.

Tövbe tövbe Seval, cidden ilginçsin.

Ya adam sana sorarken bile gözü bendeydi yavaşladın ya karşıdan gördü beni, ondan çekti kenara. Diğer memur daha yakındı koşa koşa kendi geldi. Neden acele edip bahtımı kapatıyorsun? Otuz yaşındayım ve kapımda sıra yok, ekledim vallahi yakışıklı adamdı, hem işi de sağlam bak, seni bile mum etti karşısında.

Valla haklı Fethiye Abla. Ben durduğundan beri adamı izliyorum arkaya da uzattı kafayı bana da baktı güya da gözü Seval’deydi.

Ekledi bile kızlar, hadi hayırlısı bu yaza düğün var.

Handan Kılıç

#handankılıc

16 Aralık 2021


Ne verirsen elinle o gider seninle


          “Komodin gerekli mi? Onun yerine bir şifonyer alalım, çok raflı olanlardan, oda genişlesin. Başında su falan tutmuyorsun, çok susarsan kalkarsın, hem hareket olur. Abajurların modası desen çoktan geçti. Uzanınca elektrik düğmesine yetişirsin. Telefon zaten girmesin yattığın yere. Anne ben bunları boyaya gelen çocuğa veriyorum, oturma odasındaki ikinci grup sehpayı da. Bitti artık misafircilikler. Sehpanın da yedeği olmasın hem canım.”

“İyi, sen bilirsin.”

“Ne fazlanız varsa alırım abla dedi, ev kuruyormuş genç çocuk daha. Her şey ateş pahası bir faydamız olsun hem. Sehpanın çiziklerini gösterdim, boyarsın dedim. En alasından dedi, kapıları görünce marifetini anladık zaten masayı da verdim.”

“Hangisini kız iki gün teyzene geldim diye evimde eşya bırakmayacaksın.”

“Yapma anne, yarısını versem evden daha üç ev döşeyecek eşya çıkar. Babaannemin gençliğinden masa var yahu.”

“İşte eski hepsi, insana verilmez. Hem hatıra kızım saygılı ol, biz gidince her şeyimizi atmayın bak, evinize götürün, biz öyle yaptık, olmadı hayra verin, çöpe falan bırakırsanız hakkımı helal etmem”

“Anneciğim Allah gecinden versin de sen kendin hayattayken ver vereceğini. Ne verirsen elinle o gider seninle. Kimse ölüden gelen bir şey istemiyor ki! Helvası bile kavrulduğunda kimse yemek istemez, sen de anlatırdın babaannemin helvasını kendim kavurana kadar getirilenleri yemezdim diye. Sanki ölü yapmış gibi korkarız derdin.”

“Cahillik işte, gençken insan hiç ölmeyeceğine sanıyor, ondan ölü şeyi diyor, öleceğiz hepimiz.”

“Tamam işte o vakit yaşarken faydamız olsun birine. Dolabı da veriyorum komodinler tek kalmasın çocuğa, takım olsun, oda açılır hem.

“Leyla, yeter ama.”

“Annem kapatmam lazım, geldi ustalar, hadi selam söyle teyzeme. Allah hayırlarını kabul etsin şimdiden.”

#handankılıc

9.12.2021

Zaman tüm topukları yaralar

Bir Fas atasözünde “Zaman tüm topukları yaralar” diye ne güzel söylemişler.

Zamanın yapamadığı mı var insana?

Bazen bir değirmen bazen bir sel, kimi zaman deprem, kimi zaman özlemle geçer hepimizin üzerinden.

Yorar, yaralar, gözyaşına boğar.

Sevinçli zamanları hatırlasan bile geçtiğini fark edince üzülürsün.

Zamanın henüz topuklarına yaralar açmadığı yaşlarda insan çok da fark etmez bu durumu.

Zaman yönetimi üzerine geliştirilen teknikleri uygulayarak onu zapturapt altına alacaklarını zannederler.

Heyhat o bir yılkı atıdır, eğerlenmez.

Geçer gider, eğlendirirse de eğlenmez.

Durmak nedir bilmez.

Çatlayıncaya kadar koşar özgürce.

Herkese ayrı biçilmiş vaktince eşlik eder.

Yaralı topuklara, kana, gözyaşına bakmaz.

Dur diyeni dinlemez.

Bekle diyene yüz vermez.

Acısıyla tatlısıyla geçer gider.

Bitişiyle bize sonlu olduğumuzu hatırlatan her şey gibi acıtır.

Zaman, sonsuz görünen en sonlu varlıktır.

#handankılıc

10/12/2021

#izmir





 

Kilimin dilinden ancak anlayan okur

 “Hayata serili kilimin” saçaklarından başlarmış yıpranma. “Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir” ne de olsa.

İlk ilmeyi tutan sıra söküldü mü gerisi gelir. Dişlerinin arasında bir yemek kalıntısı nasıl rahatsız eder insanı. Ya da eksik bir diş olduğunda, yani fazlalık ve yokluk durumunda dilin hep oraya gider ya hayat kiliminin bir yerinde o yıpranmışlık varsa göz de oraya kayar, ayak da.

Zamanında tamiri mümkün olan durumlar olabilir tabi, ustasının elinde derlenir, toplanır o sergi ama bir de ehline düşmezse yamalanır, yırtılır. Bir bakmışsın yörüngesi kaymış varlığı zarar görmüş.

Hayatım herkesin ayakları altına serilmiş bir kilim adeta. Oysa hayata serili kilim olmaktı niyetim. Doyurmak, doğurmak, doymak, yeniden kendi ile karşılaşacağı bir platformda insana dokunmaktı isteğim ama olmadı. Ayağımın altından kayıp gitti zaman tutamadım. Uçan halıya dönüşmedi kilimim. Kıymet bilmezlere denk geldi, soldu rengim. İlmek ilmek dokumuşken saçaklarındaki sökükten tuttular. Çekip ucundan sonuna kadar gittiler. Kök boyayla boyanmış o ilk halime dönünce öylece bıraktılar. Kaybolup gitti emeklerim. Yordu, ehline denk gelmeyişlerim. En zoru da başarısız değilken yenik sayılmaktı ya, kazanmak sevdasından çoktan vazgeçtim.

#handankılıc

23/11/2021

Neden Buradasın?


Salona girdi ve ilk sırada oturan bana pat diye sordu:

-Neden buradasın?

Önce afalladım. Neyse ki çabuk toparlarım:

-Yazmak için elbette dedim.

Yaklaştı, gözlüklerinin ardındaki iri gözlerini kocaman açıp soruyu yineledi:

-Neden buradasın? Niye ben?

Güldüm. Masaya doğru iki çevik adım attı. Koltuğuna yerleşirken her zamanki gibi kırmızı rujlu dudaklarını ısırıyordu.

-Yonca ile yazmak demek gölgelerinde dolaşıp kendini kazmak, çıkanla yüzleşmek, sarsıntının içinde belki günlerce artçılara maruz kalmak demek. Bazen içimde kuytuda gizlenmiş hikayeler de gün ışığına çıkıyor ama daha çok kendime içimin aynasından bakabilmek için buradayım, deyince sustu. Yerinden kalktı, bir başkasına doğru yürüdü. Soru aynıydı. “Sen neden buradasın?”

O an düşündüm “Peki sen neden buradasın?”

Soruyu kendine soruyordu aslında. Her söylediği, her sorduğu, her yazdığı kendine idi. Belki de yüzleşmek için kendine ait bir oda yaratmıştı bizimle. Şahit istiyordu. Kâh kol kola girip birbirine destek olacak bir yakınlık kâh herkesin aynı acılardan geçtiğine onu inandırarak teselli sunacak, kendine mesafelendirecek bir uzaklık.

İkisi de lazım diye mırıldandım. Haklıydı insana olana insan lazımdı. Yazmak kazmaktı, sonunda kendine ulaşırdı insan. Öyleyse yazmalı, vur kazmayı Ferhat çoğu gitti azı kaldı.

Handan Kılıç

07/12/2021

 

Lokma lokma her yanını mıydı o şarkı?

 

“Hardaldan iğreniyorum” diyor bizim arkadaş. İğrenmek demeyeyim de ben de çok yemem. Yeşil hali otunu yani çok yapar annem, limonlu zeytinyağlı salata, acı gelir bana. Oğlum da sos olarak sever onu hiç tatmadım kokusundan hoşlanmadım o da midesi iyiken yer. Bu ara hepimizin midesi berbat. Hadi onun sınav stresi var koşuşturuyor işi çok. Sana ne oluyor neyin var diyor bana. Neyim olduğunu bir ben biliyorum sonuç ne olacak bilmediğimden demeyeyim şimdilik. Cibes yapmıştım bitiremedim. İlk gün haşladığımda yarısını yengeme indirmişim iyi ki. Apartmanda aileden birilerinin olması çok güzel. O da bana tavuklu pilav getirmiş, ah halam da yaşasaydı hiç yalnızlık çekmezdim. Ay kız hadi gezmeye gidelim derdi her gün. Dünden hazırdı dolaşmalara. 

Bugün halamın birinci ölüm yıl dönümü. Öyle hayat dolu kadın gitti. 

Senin hikayen nasıl olacak?




İnsan çok olasılıklı bir varlık olsa da hazır bir hikayenin içine doğuyor, kuralları öğreniyor, onlara göre yaşarken evden çıktığı noktada hayatının kesiştiği insanların yaşam öykülerine kulak kabartıyor. Bu deneyim ona kendi hikayesinin peşinde kahraman olanları izleme şansı veriyor.

Gün geliyor, kendi hikayesini sadece kendisinin yazabileceğini anlıyor, işte o vakit üzerinden, etkisi altında kaldığı herkes bir bir dökülüyor.

Keşmekeş


Keşmekeş, tam bir karışıklık zamanı bu kış tatilleri. 

Hastalar, yaşlılar, çocuklar, evdekiler, gezmek isteyenler, virüsten korkanlar, pozitifler, negatifler hepsi bir arada. Yoğun bakımlar ve sinemalar açık. 

Geçen hafta bir arkadaş öldü. İlkini ayakta atlatmıştı. İkinciyi yatakta geçirdi, aşısı var. Uyutuldu, kırk gün uyanamadı. Sadece kırk beş yaşındaydı. Bir başka doktor arkadaşın eşi entübe edildi. Beş gün uyutulacak. İyiye gitmediğinden organları biraz dinlendirilecek. O da aynı yaşlarda.  

Gitti gidiyor!

Dünden devamla... 


“Koza gibi burası. Hem bitsin istiyorum hem de buradan hiç ayrılmamak.”

İşte tam da bu, alıştığını bırakamamak, moda tabirle konfor alanı. Oysa sığmıyorsun işte o kozaya.

Gün geldi. Çıkmak zorundasın. Ya kanatlanacak ya öleceksin. Değişimin bedeli var ne de olsa.

Dışarısı güvenli değil elbette. Rüzgârı, yağmuru, kışı, sıcağı, börtü böceği, ilacı zehri var. Ama belirlenen bir ömür de var hepsine. Mecburen biçilen süreye riayet edeceksin.

Bitti bitiyor!

 

Büyüyordu işte… Her şey kendi döngüsünde ilerliyordu. En çok da doğan büyüyor, büyüyen yaşlanıyor, yaşlanan yolculuğun sonuna geliyordu.

Her yolun bir sonu vardı çünkü. “Her gecenin sabahı, her karanlığın aydınlığı” klişesi işte.

Ama tünelde ilerlerken her yer çok karanlıktı. Klişelere sığınmak saflık, ışığı yok saymak, bir yerleri aydınlatan, neşelendiren, hayat veren güneşin varlığına saygısızlıktı.

Kıvırcık mı? Düz mü?

 

Saçlar insanın en doğal süsüdür. Yüzün güzelliğini çerçeveler. Onu canlandırır, ortaya çıkarır, kusurları gizler, hareket verir ya da söndürür. 


Saç tipleri de insanlar gibi çeşit çeşittir ve yine herkesin kendinde olmayanı istemesi kuralı burada da geçerlidir; kıvırcık saçlılar düzleri, düzler kıvırcıkları beğenir. 


Kendi saç tipi ile barışık olup doğal haliyle kullananlar bile “Acaba diğeri nasıl olurdu?” merakına yenilir ve çeşitli yollarla saçının modelini, rengini şeklini değiştirir. 


Mesela kıvırcıklar düz saç rahatlığına özenir en çok. Bir zamanlar şampuan reklamlarının sloganı olan “yıka ve çık” sanki düz saçlar için söylenmiştir. Oysa kıvırcıkların yıkadıktan sonra evden çıkma aşamasına gelene kadar saçlarını zapturapt altına almak için çeşitli yağlardan, köpüklerden, bukle belirginleştiricilerden, elektriklenmeyi önleyen saç kremlerinden geçerek bir dizi seremoniyi tamamlamaları gerekir.  


Yine de hangi tarafa kabaracağı belli olmaz kıvırcık saçların.


Hele de ıslak bir şekilde yatarsa sabah hepsi ayrı bir yöne savrulmuş buklelerle karşılaşır. Yastıkla başın arasında sıkıştığından ne istenen ne de istediği gibi olabilen saç bölgeleri ile kıvırcıklar için tam bir kaostur sabahlar.


Çeşitli tokalar, bandanalar yardıma koşabilir böyle vakitlerde. İşiniz acele değilse en iyisi baştan yıkamak ve kururken köpük, jöle, briyantin, bukle bakım yağı ve sair sürerek tekrar şekil vermekten geçer. 


Çünkü yıkmadan, yıkamadan yenisi yapılamaz. O kaostan dönüş kolay değildir.


Saçları dümdüz hele de iyice kalın telliler ise her daim fönlü halleriyle sadece yıkayıp kuruttuklarında bile bakımlı görünürler. 


En iyileri pırasa gibi diye nitelendirilen dümdüz olanlarıdır ama genelde onlar da dalgalı saçlara özenirler ve bunun görüntülerine yansıtacak şekilde yollarını ararlar ama alışmadık saçta bukle durmaz ve saatlerce uğraşsalar da kısa bir süre sonra saç kendini özgürleştirir, dümdüz haliyle devam eder güne, geceye.


Kıvırcıklar için de tersi söz konusudur onlar da her zaman düz fönlü, daha uzun boylu, daha zayıf gösteren bir saçı tercih etmek isterler ama havadaki nem, boyundaki ter dahi saçın tekrar kendi haline dönmesine sebep olur. 


Bu satırları yazarken saçları kıvırcık olanların daha düz insanlar olduğunu fark ettim ve dümdüz saçlıların hayata bakışlarının, insanlarla ilişkilerininse daha esnek olduğunu düşünmeye başladım.


Yani çevremi gözlemlediğimde saç formuyla yaşama bakış tarzının ters orantılı olduğunu düşünüyorum.


Bu tarz çıkarımlar yaptığımda çevremdeki üç örnekten hareketle genellemelere varmamı, bilimsellikten uzak olması sebebiyle eleştiren oğlum üzerinden de olaya bakarsam ne düz ne de tam kıvırcık olan saçlarıyla arafta bir esnekliğe sahip olduğunu söyleyebilirim:)) 


Ne düz saçlılar kadar kıvırır, ne de kıvırcıklar kadar düz ifade eder kendini :)  (Yine denek oldum oğlum bana:) Ne yapayım sen bir tanesin 😘)


Peki sizce nasıl, saçla karakter arasında böyle bir ters orantı olabilir mi ? 🧐☺️🙃 


19 Ağustos 2021


#handankılıc

Edebiyat Gazetesi Yayında!

 Merhaba,

Günler geceler geçiyor. 

İlkler yerini yeni ilklere bırakıyor. 

Doğan büyüyor. 

Yaşayan, yapılan, gelişiyor. Yazı maceram dallanıp budaklanıyor, bin şükür. 

Bundan 7 yıl önce ilk kitabım çıkmıştı. Facebook'un hatırlattığını arkadaşlarım anımsattı. 

Nasıl bir heyecandı! Şahitleri, emek verenleri, tanıtım yazıları yazanları, kapak için koşanları, görseller hazırlayıp tanıtanları, editörlüğünü canı gönülden yaparak dostluğunu pekiştirenleri çoktu. Bu gün hala yanımda olanları da var, gidenleri de! 

Aynı gün doğan yeğenim Erdem ve beni mutlu eden bir yılın ilk günlerinde doğan yeğenim Mesut, var bir de, ikisi de bu yıl okula başlıyor. 

Okul, hayatın yeni bir evresi. Şimdiye kadar ki zamanda kendilerini geliştirdiler, seyrettiler, öğrendiler. 

Bundan sonra ise öğrendiklerine ilaveten performansları da ölçülecek. 

Dolayısıyla, Akışına Bırak adlı kitabım da 7 yaşında. Ardından gelen kitaplar, derlemeler, dergi yazıları, yazıyorum dergi internet sitesi yazıları, blog, podcastler, youtube, hepsi bir başka okul oldu, oluyor. Şimdi yeni bir heyecan daha var. 

Bana çok şey öğreten, adeta benden yeni bir ben inşa etmemi sağlayan bu yedi koca yıl epey zor geçti ama 7'ler 40'lar önemli dönemeçlerdir. İbretle ve keyifle izliyorum. Çokça gözyaşı döktüğüm de oluyor elbette ama Akışına Bırak diyorum. Her yazar önce kendine yazar, kendine söylermiş anlıyorum.

Bir devrin kapanışını izliyorum aylardır. Hayatımdan çıkan o kadar çok insan oldu ki bu dönemde, en sevdiklerim bile beraber yolculuk ettiğimiz trenden kendi istekleri ile indi. Olabilir. Herkesin gücü, hedefi, istekleri farklıymış demek. Durağı, kapasitesi, kalbi, sevgisi, dostluğu, arkadaşlığı da. 

Bunları bilirsin ama olanı olduğu gibi kabul etmek kolay değildir. Boğazına bir şey takılsa misal, sevgisinden, insanlığından sırtına yumruk atıp yardım edeceğini sandıklarının kılını kıpırdatmayışlarını görür, üzülür, ne yaptım ben ona diye dövünür, nefessizliğine bir yenisini eklersin önce. Zamana bırakırsın. Sonra bir gün bir bakarsın, hayat sana sergilediği tavrı bir şekilde yaşatmış, vagondan indiğinde. 

Kahvenin bile kırk yıllık hatırı olmadığını, suyu uçunca telvelerin boğazında kalabileceğini hissedersin. Sen bilirsin der, sessizce yaşarsın acını. Kelime kelime dökersin duygularını. Satır satır üstene eklenir, gün gelir yazılanlar kitap olur ama muhatabı artık başka bir trenin yolcusudur.

Hayat böyledir. Birileri iner trenden, vagonumuza misafirliği bitince. Ardından gözyaşı döksen de gitmesinin bereketini görürsün. Hayatının baş aktörü, treninin daimi yolcusu olduğunu anlarsın. Ve ardından kalbini kanatlandıran, seni sen olduğun için sevmeyi başaran, hislerini söyleyebilen, desteğini veren nice güzel insan tanırsın.

Hasılı kelam güzel günlerin, güzel dostların, mutlu yıldönümlerinin artması temennisiyle 7. yıla denk düşen bir ilk yazıdan bahsetmek istiyorum. 

Edebiyat Gazetesi dün yayın hayatına başladı ve ilk yazım yayınlandı. Akışına bırak gibi onun da burcu aslan oldu. Ateş ve parlama enerjisi uğurlu gelsin dilerim.  Yeni bir yazı tarzı bulacaksınız.

Linki tıklayarak EDEBİYAT GAZETESİNDEKİ yazımı okuyabilirsiniz.


Bu arada Akışına Bırak adlı kitabımın ikinci baskısını tüm internet satış noktalarında bulabilirsiniz. 

Mesela:


Çalışmalarımla ilgili her türlü linke https://linktr.ee/SeslenenYazilar
buradan ulaşabilirsiniz. 

Tek bir ss alınamayacak kadar genişleyen link ağacım mutluluk kaynağım.
Hep birlikte nice güzel yıllara.

Handan Kılıç

14. Ağustos 2021
İzmir



Ne Yerdesin Ne Gökte!

 

Yerdesin. Bir zamanlar gökteydin ya da öyle uzak bir bilinmezlikte. Sonra bir de baktın ki yerdesin. Büyüdükçe daha da yaklaştın yere. Ayağın sağlam bassın dediler, itiraz etmedin, hayallerim var diye. 

Gün geldi aşkla savruldun göğe. Zamanla o da eskidi, işte buradasın, yine yerde. 

İnsan kah göktedir kah yerde. Bu kadar salınmak iyi bir şey mi bilmiyorum; orta yoldan gitmek iyidir lakin rutin de sıkıcıdır derler. 

Çizginin dışında olmak, çok yükselmek, hemen ardından alçalmak ve bu halin sık tekrarı jet lag kadar yorucu. 

Öyleyse rutin rahatlatıcı. Zaten rutininin değeri kaybedince anlaşılır. Hayat, bu gerçeği geçmişi yıkıp geleceği yeniden inşa ederken herkesin ömründen başka başka geçerek yaşatır. 

Yerdesin; kolay değil yeryüzünün bin bir çileyle hemhal çehresine bakmak. 

Kabuğu hala kızgın; depremler, yangınlar, susuzluk, ihmal, çirkin ama yükseldikçe revaçta olan betonlar, her şeye zarar veren ve giderek çoğalan insanlar. 

Hepsi ile çevrelenmişken yer kabuğu kızmakta haklı elbette ama biz de seçimimiz dışında geldiğimiz bu yerde maruz kalıyoruz kötülere, kötülüklere. Ve çoğu zaman yerin altına batasıca katillerle, vicdansız ve aymazlarla aynı toprağa ayak basmaya, aynı atmosferi solumaya devam ediyoruz. 

Çünkü gidecek başka bir yer yok. Öyleyse dünyadan aldıklarını kaliteli bir şekilde yine ona sunmaktan başka çıkar yol da görünmüyor.

Yerdesin, göğe de yükselebilirsin. Kanatlarını kırdılarsa balonla yükselmeyi deneyebilirsin. Yeter ki, ağırlıklarını tek tek bırakmayı ve seni yere bağlayan o ipi kesmeyi unutma. 

Umut ne yerde ne gökte. Uzakta değil, içinde...  

Handan Kılıç 

11/08/2021

#handankılıc

Yüz yüzeyken Konuşuruz Sen varsın diye...


"Boşluğu doldur" Bu tarz sorularda istenen cevaplar önceden belli midir, bizi bir yere zorla sevk eder mi şıklarıyla yoksa serbest akışa kapı mı açar?

Boşluk kelimesinin kendisi kapıdır. Tabii ki seçenekleri sunulmuş üzerine boşluğu yerleştirilmiş her soru alternatifler arasından biriyle doldurulacaktır ya da evet hayır gibi kısa kelimelerle net yanıtları vardır.

Ama boşluk kelime olarak bile insanı içine çeken bir anafor gibidir. Bu girdaptan kurtulmanın yolu var mıdır, içine çekildiğin, düştüğün ve nerede duracağı belli olmayan bir kayboluşta kelimeleri de kaybeder insan.

Boş yani dolu olmayan.

Bir de boşluğu doldurulamayanlar vardır. 

Bu cümle genelde sevdiklerimizin ölümlerinin ardından söylenir aslında.


Bir daha geri gelmeyecek olandır boşluğu doldurulamayan.


Yoksa gidenlerin yeri dolar bir şekilde, sonuçta kimse vazgeçilmez değildir.

Kimse, sonsuza kadar kimsenin değildir. 

Kalan, koca bir boşlukta beklemez. Zaten insan bir şeyi bekliyorsa beklediği yer doludur orada boşluk yoktur. 

Hem dolu olan kolay devrilmez. Rüzgâra yenilip çamura düşmez. Onu alt edip çamura atsalar üzerine bulaşan toz toprak dökülür, sıçrayan çamurlar güneşin sıcağında kurur ve gider.

Hem böyle bir durumda çamurun yaptığı boşluk doldurmak değil bir nevi tacizdir. Nihayetinde güneş ona gününü gösterir de içlere su serper.

Bir de boşluğu anlaşılmasın diye kendini saklayanlar vardır konuşunca mesela anlaşılacaktır cehaleti, tıntın edecektir teneke gibi. Atasözlerinin "Sus da adam sansınlar" dediği gibi cahillerin akıllıları yani, içlerine konuşur çoğu zaman. İyi ki öyledir, aksi halde cahille muhabbeti kesmeli. Rüzgâr çanları bile daha ahenklidir, gözleri kapatıp onları dinlemeli.

Hem atalarımız ne demiş "Dolu başağın boynu eğri olur." Olgun insanlar ne zaman ne yapacağını bilir manasında söylenen bu atasözünün mefhumu muhalifinden anlıyoruz ki, boş beleş başaklar dimdik duruyor.

Zaten boşluk boşluğu doldurmaz, kapsamaz, sarıp sarmalamaz.

Ne güzeldir yüz yüzeyken konuşuruz' un "Sen varsın diye" adlı şarkısı:




"Seni bir kere görsem belki rahatlar içim
Yıllar oldu görmedim, belki de biraz özledim
Nasıl bir sevdaysa ancak kalbimi dağladım
Seni kaybedip ağladım
Üstümden sanki trenler geçti, yine el salladım
Belki sen varsın diye
Belki duyarsın diye
Beni anlarsın, soru sormazsın
Ah, yetmedi mi be

Bir yere varacak hâlim yok saatim geç oldu
Buradan kaçabilenler gitmiş çok göç oldu
Nereye gizlenmiş bilmem bu işin anahtarı
Çoğumuzun berbat hayatları
Birden durdum bak içimden geldi, nasıl da afalladım
Çünkü sen varsın diye
Orada duyarsın diye
Beni anlarsın, soru sormazsın
Ah, yetmedi mi be
Belki sen varsın diye
Belki duyarsın diye
Beni anlarsın, soru sormazsın
Ah, yetmedi mi be
Gel saklanacak bir yer bulalım
İkimiz bir, sen benim sırdaşım ol
Bak ne kaldı inadından
Seni soludum dumanımdan
Sen benim yanlışım ol
Belki sen varsın diye
Belki duyarsın diye
Beni anlarsın, soru sormazsın
Ah, yetmedi mi be" diye biter ya işte, yetmez insana. 

Çünkü boşluğa boşluk sığdırılamaz.

4/8/2021
Handan Kılıç

DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...