Türk sineması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk sineması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Netflix'te Son Bir Yıldan Esintiler

Son zamanlarda izleyecek bir şey bulamıyoruz, çoklukta kayboluyoruz, senin önerilerin vardır diyerek gelen arkadaşlarımın önerisiyle bir analiz yazısı yazmadan Netflix listesine bakarak hatırladığım kadarıyla son bir yılda izlediklerimi sırayla yazdım. Zevkler ve renkler tartışılmaz elbette ve yatırım tavsiyesi değildir. Meraklısına iyi okumalar iyi seyirler.  



323-Kübra 

Çağatay Ulusoy çok yakışıklı bir oyuncu ama ilk defa burada oyunculuğunu sergilemiş. Terzi'de hiç sevmemiştim. Takım elbiseleri iyi taşıyan bir mankendi adeta ama burada oynamış.

Oyun içinde oyun dedim ve ne kadar manipülasyona açık bir toplum olduğumuzu gördüm. Yapay zekanın yavaş yavaş her yeri ele geçireceği aşikar. Seyredilir mi, vaktiniz çoksa. Daha iyi bir şey bulamadıysanız...

324-Kimler Geldi Kimler Geçti

Gördüğüm en boş en anlamsız, senaryosuz, temasız dizi. Asla vakit ayırmaya değmez.

325-Şahmaran

Önemli bir efsane. Epey oldu izleyeli, çok beğensem yazardım. Serenay Sarıkaya hangi dizide oynasa insanlar seyrediyor diye çok iyi senaryo yazmaya gerek duymuyorlar bence. Vakti olan baksın.

326-Sweet Manolya

Kız kardeşlik dizilerine meraklı olanlar için bir Amerikan kasabasında geçen, yavaş tempolu, gidenler gelenler, ailelerin tarihiyle hesaplaşmalar falan yaşanan, sakin izlenebilir bir dizi. 

327-La Pasion Turca

Merak edip başladığım bir kaç bölümde yarım bıraktığım dizi. Normalde pek yarım bırakmam ama merak ettirmedi. Bir gün çok sıkılırsam falan tamamlarım belki. 

328-Ada ve Maestro 

Uslanmaz romantiklere demiş tanıtımında hemen atladım tabi. İyon adalar grubundan Paksu paxos adasında geçiyordu. Bu da izlemek için güzel bir neden. Ne çok benziyor kültürlerimiz, ayıplarımız, sınırlarımız. Biz Yunanistan kültürüyle iç içeyiz. Yine sakin bir yaz dizisi isteyenlere uygundur.  

329-Sen Büyümeye Bak (Film)

Babasız doğurduğu ve babasına hiç haber vermediği çocuk okula başlamadan kendisi hastalanan bir anne ve çaresizliğini anlatan, Aslı Enver başrolde diye izlenen bir dizi. Fakir ama gururlu kadın kendi çocuğunu büyütür kafasının patlayışını görüyoruz. Bir çocuğu bir köy büyütür.

330-Sen Yaşamaya Bak (Film)

Kaan Urgancıoğlu'nun başrol olduğu, Aslı Enver'in ölmüş anne olarak ara sıra göründüğü, Sen Büyümene Bak adlı dizinin devamı bir içerik.

Hayatın anlamsızlığını sorgulayıp alkol bataklığına düşen zengin aile çocuğu sendromlu, sonu bir yere varmayan bir anlam arayışı. Son yıllarda Türk sineması hep bunu üretiyor. Gerçi eskiden de vardı. Ülkede iki tür insan var bu nedenle her türlü alıcısı oluyor farklı yapımların. Biri çalışmaktan iflahı kesilmiş fakir tabaka biri de hayatın her zevkini tattığı için tatminsizlikten bunalmış zengin tayfa. Sanatçılar genelde bu zengin zümreye yakın ama fakirlerin dertlerini sinemaya aktaranlar oluyor ve yaşamadıkları şeyi hissettiremiyorlar. Zenginler de hep mutsuz imajı verilerek fakirlerin isyanı engelleniyor. Her şey sosyoloji ve psikoloji işte.     

331-Kulüp

Beğendiğim bir senaryo. Oyuncu kalitesi de çok iyi. Gerçek hikayeler insana dokunuyor. İzlenmeli ve öteki olan gözünden de dünyaya bakmalı ki insan olma yolunda adım atalım.

332-Terzi

Yine başrol oyuncuları ve reklam hatırına dönen herkesin içinde tuttuğu gerçek duyguları yüzünden öfkeyle bakıştığı bence başarısız 2 sezonluk dizi.

333-Atiye

Göbeklitepe tanıtımı amaçlı çekilmiş 3 sezonluk bir dizi. Uzmanlarının Göbeklitepe'yle olan ilişkiler yüzünden yanlışları olduğunu ileri sürdüğü ama uzman olmayanın bunları fark etmeden izleyebileceği bir dizi.

334-İyi Adamın 10 Günü (Film)

Çok güzeldi. Üçleme olacak ve kitap uyarlaması olunca senaryo hemen dolu dolu oluyor. 

335-Kötü Adamın 10 Günü (Film)

İyi filmdi. 

336-İstanbul için Son Çağrı (Film)

Behlül -Bihter ikilisinden faydalanma der geçerim. Beren Saat, Kıvanç Tatlıtuğ nereye koysak gider demişler ama çok saçmaydı. Söylenecek söz, çekilecek film bitti gibi geliyor bazen. Kaliteliler vardır belki ama popülarite içinde sesleri kayboluyor.

337-Çok Aşk (Film)

Hasan Can Kaya'nın kendi filmi, kendisini de kendi oynamış olmamış. Diğer oyuncular usta toparlamaya çalışmışlar ama Hasan Can gösterilerine devam etsin, zira bir kaç sene onu izleyerek güldük. Ama sinema başka bir şey.

338-Kurak Günler (Film)

Gelecekten umut kestiğim bir zamanda izlemiştim. Genç ve idealist bir savcının ilk görev yeri olan bir orta Anadolu ilçesinde dürüst kalmak isterken içine çekildiği oyunlar, iftiralar ve sonunda tıpkı bir önceki savcı gibi oradan gitmek zorunda kalmasını anlatan tam bir kurak mevsim filmi. En iyi Türk yapımlarından olduğunu düşünüyorum. Yazana da çekene de tebrikler.

339-Erşan Kuneri 

Cem Yılmaz markadır, bu dizi de epey güldürmüştür. Çok yaratıcı karakterler vardı.  

340-Kül (Film)

Bir yayınevi- yazar var diye izlediğim ama berbat bir senaryosu olan, yine popüler oyuncularla yürümeye çalışan film olmadı. 

341-Pera Palas'ta Gece Yarısı

Güzel bir diziydi. Merak ettirdi. Epey oldu izleyeli.

Şimdilik hatırladıklarım bunlar. 


CİCİ Netflix


  SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 


306-CİCİ

Bir Başkadır'ı severek izlemiş, yazmıştım. Devamını beklerken Berkun Oya'dan aynı oyuncu kadrosu ile yeni bir film geldi. Tanıtımları dönmeye başlayınca da heyecanlandık. Ancak üst üste bir izleyip sezonu bir kerede bitirebilen biri olarak neredeyse üç saate uzayan bu filmi defalarca durdurup ve sonunda iki güne bölerek izledim. İkinci yarı hızlı ve etkileyiciydi ama ilk bölümde yavaşlıktan çok sıkıldım. 

Islatılmaktan travma mı olur (evet her şeyden travma olur ama konunun uzmanı değilim o yüzden uzatmayacağım) gibi gereksiz tartışmalarının yapıldığı film için süre konusu dile gelmeliydi. Çünkü bu kadar kaliteli oyuncu, bu kadar güzel planlar ve film içinde film çekilirken ilk bir buçuk saatteki diyalogsuz sahneler boş geldi. Saklanan bir sır var ama bu ortaya çıkana kadar dallanıp budaklandığı için çok kopuk sahneleri var.       

Olgun Şimşek ne kadar büyük oyuncu olduğunu bir kez daha gösterdi ve çok iyiydi. Senaryo da güzeldi. Bir saat daha kısa olsa çok daha çarpıcıydı. Sonunda film izleyiciyi kazandı ama sadece sabırlı olanları.

Travmalar kolay değil, anlatması hele de sinemada vermesi çok zor. Yine de üstesinden gelinmiş film için emeği geçen herkesin eline sağlık.

Aslında bu ara çok fazla dizi ve film izleyip not aldım. Zaman bulsam daha çok şey yazacağım. Ama günler öyle hızlı geçiyor ki yazmak yaşama yetişemiyor.  

Cici için iyi seyirler!

Bir Olgun Şimşek sahnesi eklemek farz oldu. 

Keşke aşıklar bu kadar güçlü sevip vefalı olsa !


  


Aşıklar Bayramı Netflix'te

SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 

303- AŞIKLAR BAYRAMI

Sanal yazı evinde bir aylık tempolu bir yazı maratonundan sonra film- dizi izleme ve bloga yazma işlerine geri döneyim dedim. 

Herkese selam. Umarım keyifler iyidir. Bu gün son günlerin popüler ama izleyip beğenen bir kişiye bile rastlamadığım filmden bahsedeceğim: 

Kemal Varol'un üçleme kitabının ikincisinden aynı isimle uyarlanmış bu film son zamanlarda izlediğim en boşluklarla dolu yapımlardandı.

 Kimine göre özellikle bırakılmış olan bu boşluklar benim gibi kitabı okumamış olan izleyici için olmamışlık hissi vermekten öteye gitmedi.
 
Yirmi beş yıldır birbirini görmeyen baba oğulun uzun yol boyunca hesaplaşmalarının olmasını bekledik ama nerdeyse oyuncu Kıvanç'ın iki kere beni neden yatılı bıraktın, aramadın, her hafta gelirsin diye bekledim, neden diye sorup karşılık alamaması dışında konuşma sahnesi yoktu. Ki bu da birbirinin aynısı sahnelerdi, ne açıldı ne konuşuldu yanıtlar. 

Yolda jandarma durdurdu. Arama yapmak istedi. "Avukatım" yanıtına" Fark etmez" diye cevap verildi ki bu bile hatalıydı. Her ne kadar uygulamada aksaklıklar yaşansa da hukuk açısından; kimlik sorulanın Avukat olması "fark" eder. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali hariç Avukatın üzeri ve yanında taşıdığı eşya, otomobili ve kullandığı diğer araçlar aranamaz. 

Bu notu da düştükten sonra müziklerin de keyif vermediğini düşünüp uzman görüşlerine baktım. Onlar da çok eksik bulmuşlar.

Heves Ali adlı aşık, babanın hayatı anlatılırken neden olduğu uçurumlar, neler yaptığı ve neden yaptığı verilmeliydi. Benim anladığım çocuğunu da her geçtiği yerde aşık olup türkü yaktığı kadınları da boynu bükük bırakıp gittiği. Herhalde çok beddua aldı kadınlardan ki ömrünün sonunda kötü hastalığa yakalanıp helallik isteyeyim dedi, yola koyuldu ama onu da beceremedi. 

Ben bunu neden izledim, araba reklamı mıydı, uzun yol manzaraları mıydı bilemedim. Neyse ki çamaşırları katlayıp sökükleri dikerken ses oldu evin içinde. 

Filmden anladığım Kıvanç Tatlıtuğ harbi yakışlıdır ama senaryo boşsa adam ne yapsın:))) Kağıttan bir karakterdi, hayatı, babasızlığın etkileri, ne yer ne içer, kimi sever belli değil. Şehirde çalışan bir avukat, doğu illerine doğru yolculuk yaparken hastanede babasına serum takan hemşireye sanaldan yazıp akşam evine gidip orada sadece uyur mu? Hemşirenin ensesindeki yarım mandala dövmesi hoştu ama diyalogları boştu. Ağaç kovuğundan mı çıktı bu adam, ne oldu şimdi bu kadınla gibi sorularla beni bıraktı.

Kitabı okuyan varsa detaylar konusunda bizi aydınlatabilir. Ama sosyal medyada gördüğüm kadarıyla hevesle başladıkları film için onlar da kitabın ve yazarı hatırına ağızlarına fermuar çekiyorlar.    

Aklımda kalan tek cümle, "Aşıklarla açların uykusu gelmez." 
Uykumun gelme sebeplerini buldum :))  


   

Tereddüt 2016 Bir Yeşim Ustaoğlu Filmi

 SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 


298- Tereddüt 2016



Merhaba,

Yeşim Ustaoğlu'nun Tereddüt filmini Yazı-Yorum Dergi için yazdım. Etkileyici bir Türk sineması örneği filmi Mubi'de izleyebilir, linki tıklayarak dergiyi ücretsiz indirip yazıyı okuyabilirsiniz. 

Ayrıca derginin ana konusu da Herta Müller. 2009 Nobel Edebiyat Ödülü Sahibi yazarın kitapları da çok etkileyicidir. 

"Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım" adlı kitabı favorimdir. 

Tereddüt'ü ve Herta Müller için 47. Sayıyı;  


FATMA VE NETFLİX'TE TÜRK DİZİLERİ

SİNEMA GÜNLÜĞÜ:

274. FATMA

Netflix'te Türk dizilerini ben de başarısız bulanlardanım. 

Atiye'yi tek oturuşta izledim ama çok eksikti. 

Ottoman'ı da yazmıştım.

Bir başkadır üzerine detaylı yazmıştım. Sevmiştim.

Fİ'yi önceden izlemiş, kitaptan koptuğu için sezonların devamına yazarının izin vermediği diziyi merakla sonuna getirmiştim.

Fatma da öyle oldu. İlk bölümden sonra saat geçti, uyudum. Sabah kalkınca devam edip bitirdim. Ama çok abartmışlar diye diye. Yani hayatını temizlik yapmakla geçirmiş otuz beş yaşındaki bir kadın soğukkanlılıkla adam temizleyen birine dönüşebilir mi? Bakalım devam sezonlarda neler olacak? En azından merak unsurunu diri tutuyor.  

Mesela 50 Metrekare, Masum ikinci bölüme geçemedim. Birkaç kez denedim, gitmedi. Çok yavaştı.

Aşk101, Kördüğüm, Yunus Emre, Yanık Koza'ya hiç bakmadım.

Televizyon da seyretmediğimden herkesin dilindeki Sadakatsiz, Kırmızı oda falan diğer dizilerden de bihaberim. İki buçuk saat sürmesi Türk dizilerinin handikabı.     

İyi seyirler. 

SEN HİÇ ATEŞ BÖCEĞİ GÖRDÜN MÜ?

 NETFLİX'TE TÜRK SİNEMASI 



SİNEMA GÜNLÜĞÜ: 

265. FİLM

SEN HİÇ ATEŞ BÖCEĞİ GÖRDÜN MÜ?

Bu film bir Yılmaz Erdoğan klasiği oyunun birebir filme uyarlanmasıyla çekilmiş, memleket sorunlarına dokunan bir üslupta ama sert de olmayan, esprileri kaliteli,   bir güldürüp bir hüzünlendiren film. 

Oyunculuklar çok başarılı. Tiyatro oyunu da var platformda ama görüntü kalitesi çok kötü ve filmle birebir aynı metin olduğundan yarım bıraktım. Zaten Demet Akbağ'ın muhteşem oyunculuğu hem bu oyun hem de sinemamız açısından tartışmasızdır. Ama burada Ecem Erkek de harika bir performans sergilemiş. İzlemesi keyifli.

 266. FİLM

EKŞİ ELMALAR 2016

Bu filmi kaçırmışım beş yıl olmuş çekileli. Yılmaz Erdoğan tarzını ortaya koymuş. Şairliğini ve senaryo tarzını sevdiğimden olsa gerek romantik bu filmi beğendim. Memleket hallerini, yitip giden insanları, aşkları, ayrılıkları anlatışı şairceydi. Hatta Kelebeğin Rüyası en sevdiğim filmidir, bu da ikinci sırama yerleşti. Filmden bana kalan "Şimdiden başka zaman yoktur" cümlesi oldu.

   267. FİLM

GELİNCİK 2020

Orçun Benli'nin karanlık bir filmi. Diyalogu az, korku müzikleri verilerek 1990'lı yıllarda yaşanan faili meçhullere değinilmek istenmiş ama bir şey eksik. Sanırım senaryoda sıkıntı, akmıyor. Uyuklayarak bitirdim. Yıllar önce "Bu son Olsun" filmini yazdığımda da eksik bir şey var, ucuz solculuktan öte bir şeyler anlatılmalı ama ilk film demiştim. Bir şey değişmemiş ya da benim tarzım değil diyelim. O filmde Cem Karaca bitiş müziği ile toplamıştı filmin dağınıklığını ama burada onu da görmedim. Bana kar kalan arada uyuduğum vakit oldu:)) 

268. FİLM

NASİPSE ADAYIZ 2020

Senaristi, yönetmeni, başrol oyuncusu, hatta gerçek hikayenin kahramanı da Ercan Kesal olan bir film. Temposu yavaş, ülkede siyasetin nasıl işlediği, sağcısı solcusu fak etmeden insan kalitesinin düşüklüğü, menfaat uğruna herkesin herkesi nasıl sattığını görmek isterseniz izlenebilir. Ben Bir zamanlar Anadolu'da filminde senaryo ve hikaye sahibi olan, kitaplaştırdığı öykülerini de gerçek hayattan seçen Ercan Kesal'ı sevdiğim için rahat izledim ama yavaş aktığı için hız seven Z kuşağı zorlanabilir.

   269. FİLM

YER DEMİR GÖK BAKIR 1987

Yaşar Kemal klasiklerinden memleket halleri. 264. film olarak da Yazı-yorum dergi için Yılanı Öldürseler'i yazmıştım. İkisi de güzel filmler. Nostalji yapmak isterseniz seyredebilirsiniz. Platformda olmayabilir.

270. FİLM

BELLA'NIN HİKAYESİ

Türk Musevi Cemiyetinin özel gösteriminde köy enstitülerinde çalışıp yabancı dil öğreten Bella Eskinazi'nin yaşam öyküsü idi. Güzel bir anlatımdı.

271. FİLM

ANNEMİN YARASI 

Yine bir BKM FİLMİ. Bosna Hersek'te bütün dünyanın gözü önünde çekilen acılardan çıkmayı başaranlardan birinin hikayesiydi. Ne çok acı var hala bu gün dünyanın geri bırakılmış ve kimsenin umurunda olmayan coğrafyalarında ülkemiz dahil ne çok acı yaşanıyor. İnsanlar kayboluyor, ölüyor, intihar ediyor, hastalanıyor, yalnızlık kuyusunda debeleniyor. İzlenesi bir film.  

  272. FİLM

ÇINAR AĞACI

Handan İpekçioğlu yazıp yönetmiş. Kendi aile hikayesi olsa gerek. Güzel, hüzünlü, duygusu kararında bir filmdi.

273. FİLM

BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ

İsmine ve yazarına vurulup aldığım kitabın filmini önce izleyince kitabı okuyacak motivasyonu kaybettiğim bir film oldu. İki yakın arkadaş aynı evi paylaşırken lise arkadaşları bir adamın anne babası aniden ölüyor. Cenazeye gelen adam yurt dışına dönerken Ankara'da okuyan kız kardeşini arkadaşlarına emanet ediyor. Onların evine yerleşen kıza ikisi birden aşık oluyor. Geriliyorlar ama kız başkasından hamile kalınca yani yorgan gidince kavga da bitiyor. Bu kadar film. Spoiler verdim ki, seyredecek bir şey olmadığını görün. 

NETFLİX'TEN FİLM ÖNERİLERİ 2

Bu gün biraz da Türk sinemasından filmler paylaşayım dedim. Hayat bu ara yine yorucu, ondan çerezlik filmlerden bahsedelim. Bu tarz filmleri ben yanında bir şey yaparak izliyorum. Yemeklik ayıklarken, kışlık hazırlarken falan, alt yazı da olmayınca...  17 filme dair kısa notları aşağıda bulabilirsiniz.   

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 

218. FİLM : SOFRA SIRLARI



Farklı, gergin bence başarılı bir absürt filmdi. Kocasını ortadan kaldıran bir kadın mı var, her şey kadının kafasının içinde mi yaşanıyor belli olmasa da izlemesi tavsiye edilir. 

219.FİLM: İÇİMDEKİ SES

Eğlenceli bir filmdi. Olmayacak bir aşk yaşayan, sevildiğine bir türlü inanamayan, inanınca da hareketlerini sevmediği babasına dönüşen bir adamın hikayesi. 








220.FİLM: ELTİLERİN SAVAŞI

Bazı filmler sanatsal değerini gerçeğin içe işleyen acısını perdeye olduğu gibi yansıttığında alır. Adı festival filmi olur. Ama hayatın bir de absürt yanı vardır ki, o da komedi filmlerinin payına düşer. Hayatın rutini içine sıkışmışlık yerine rutindeki inatlara odaklanır. Bu film de öyle. Elti, görümce, kayınvalide diye gerçekler var hayatın içinde ve en iyi ailelerde bile tatlı rekabetler yaşanır. İşte o film serisinden bir yapım. Kafa dağıtmak için izlenebilir.

221. FİLM: BAYİ TOPLANTISI

Kafa dağıtmalık bir film daha. Doğu Demirkolu sevdiğim için seyrettim ama BKM, Güldür güldür tarzı bir yapım olarak kaldığını da düşünüyorum. 

222.FİLM: CİNAYET SÜSÜ    

Defterime tek satır yazmışım: Çok saçma:))

223.FİLM: BİZ BÖYLEYİZ

Bu da çok çok saçma idi. Ne anlattığı da belli olmayan garip bir filmdi. Oyuncuların güzel ve yakışıklı olması dışında bir şey söyleyemeceğim.

224.FİLM: YARINA TEK BİLET

Bu da bir trende geçen hikayelerden, fazla zorlama bir senaryoydu bence. Bu kadar tesadüf hayatta bir araya gelmez. Eski sevgililerinin düğününe giden iki kişi aynı kompartımana denk geliyor ve tabi ki bir gecede aşık oluyor:))     

225. FİLM: AŞK UYKUSU

Saplantılı bir aşkı ile evlenen kadın işi bırakır ve olaylar gelişir. Mehmet Coşkundeniz yazmış, oynamış. Basit eğlencelik bir filmdi, son kısımda toparladı. 

226-227. FİLM: YOK ARTIK 1-2 

BKM yapımı ve Güldür Güldür formatında, aynı oyuncularla parça parodilerden oluşuyor, film demek çok iddialı.

228. FİLM: CİNGÖZ RECAİ

İyi bir eserden uyarlama, benim tek jönüm Kenan İmirzalıoğlu oynuyor ama bir türlü içine giremedim filmin. Belki seyrettiğim vakit modum uygun değildi ama yeniden izlemeye de vaktim olmadı. 

229. FİLM: AŞK DOKTORU

Çok uzun zaman oldu, güzeldi diye not almışım. Eğlencelik kategorisinden.

230. FİLM: BU İŞTE BİR YALNIZLIK VAR

Edebiyatı bırakan kendini sadece müziğe veren Tuna Kiremitçi'nin aynı adlı kitabından uyarlanan film İclal Aydın ile aşkının başladığı, evliliğe gittiği dönemleri anlattığı söylenen film izlenebilir. Tuna Kiremitçi her zaman romantiktir, iyi şarkılar yapar ve söyler, bütün kitaplarının ismi çok zekice ve çarpıcıdır. 

231.FİLM: KAPI

Kadir İnanır'ın oynadığı, Mardin'de yaşayıp azınlık olduğu için, gördüğü dışlanma sonucu ülkeden ayrılıp Almanya'ya giden bir ailenin hikayesi anlatılıyor. Çok yavaş olsa da konulu bir film, oyuncular da iyi.

232.FİLM: TAMAM MIYIZ?

Bir Çağan Irmak filmi. Dışlanan özürlü bir gencin hayata bağlanma öyküsü. Güzeldi, yaralayıcı, anlayışa davet edici.

233.FİLM:GECE 2014

Nurgül Yeşilçay filmi. çok sıkıcı geldi ama belki de üst üste 3 Yeşilçay filmi seyrettiğim içindir birbirine çok benziyordu. İzmir Basmane'de pavyonda çalışan hayat kadını rolünde. Aynı roller yazılmış gibiydi. Oyunculuklar iyi ama senaryolar sıkıntılıydı.

234.FİLM:VİCDAN 2008

 Nurgül Yeşilçay filmi. "Vicdan, Erden Kıral'ın yönettiği ve Nurgül Yeşilçay Murat Han ile Tülin Özen’in oynadığı 10 Ekim 2008'de vizyona giren Türk drama filmi. 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde "En İyi Kurgu", "En İyi Görüntü Yönetmeni" ve "En İyi Kadın Oyuncu" ödüllerini kazandı".yazıyor hakkında ama aynı Gece gibi İzmir Basmane'de pavyonda çalışan hayat kadını rolünde görüyoruz Nurgül Yeşilçay'ı. Dram diyelim geçelim.

235.FİLM: YAŞAMIN KIYISINDA 

Bir üniversite öğrencisi örgüt üyeliği ile suçlanınca ülke dışına çıkar. Almanya'ya yerleşmeye çalışır ama uyum sağlamakta zorlanır. Döner ve ölür.  Dram isteyenler için uygundur.

FAKAT BU DERİN BİR TUTKU MÜZEYYEN 2014

  SİNEMA GÜNLÜĞÜ 202.FİLM   


İlhami Algör'ün aynı adlı romanından uyarlanmış Türk filminde Erdal Beşikçioğlu bir yazarı, Sezin Akbaşoğulları da onun ilk görüşte tutulduğu bir kadını canlandırıyor. 

Kitabı ve yazarın üslubunu çok sevdiğimden kitabı bir kaç kez okudum, filmini de bir kaç kez izledim:))

Bir kaç alıntı ile fikriniz olsun istiyor, öncelikle kitabı okumanızı, sonra filmi seyretmenizi, hatta sonra da yine kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.


İŞE YARAR BİR ŞEY 2017

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 101. FİLM


    "İyi bir kitap ve kaliteli bir film bittiğinde bizi kendimizle baş başa bırakır. 

Hayat, herkesi farklı sorularla sınadığından cevaplar herkese göre değişecek şekilde çoktan seçmelidir. Bu nedenle bize hazır cevaplar veren kitaplar ya da filmler değil bize kendimizle konuşup yüzleşecek cesareti verecek olanlar önemlidir. "

diye başladığım yazımın devamını yazı-yorum sitesinin sayfasında ücretsiz indirme şansı sunan PDF dergilerden 23. sayıya tıklayarak
ulaşabilirsiniz.


BENİM SİNEMALARIM 1990'LAR İSTANBULU ve HÜLYA AVŞAR

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 96.FİLM  

Türk filmi meraklısı değilim, hele de eskilerin ama bunun öyküsünün yazarı ve yönetmeni Füruzan olunca merak edip seyrettim. Hikayede kopukluklar senaryoda boşluklar olduğunu düşünüyorum.  Bu film de son derece yavaş ve tekrar içeriyor. 


KIŞ UYKUSU- NURİ BİLGE CEYLAN - HALUK BİLGİNER



SİNEMA GÜNLÜĞÜ 82. FİLM 

-Spoiler içerir -

Her filmin, her insana değen sahnesi başkadır. Genel olarak seyrettiğimiz zamandaki ruh halimiz bu sahneleri filmden cımbızlar ve filmi belleğimize o hislerle kaydeder.

Bu nedenledir ki bir filme dair yapılan tüm eleştiriler nesneldir ve aynı kişi başka bir zamanda seyretse farklı noktalara takılabilir. Bunu gözeterek herhangi bir filmi izlemeden önce tanıtım ve fragmanı dışında bilgi edinmek istemem. Sonrasında ben ne görmüşüm, başkaları ne görmüş diye yazılanlara şöyle bir göz atarım.

Bir de tabi marka olan isimler vardır, az çok ne ile karşılaşacağınızı bilirsiniz. Nuri Bilge Ceylan görsellik demektir mesela. Hareket ya da ağır diyalog bekleyenler tercih etmez. Sinemayı sadece bir eğlence aracı olarak görenler asla filmine gitmez. Festivalciler için vazgeçilmezdir, "İvedik"çiler için katlanılmaz. Bu sebeple beraber gidecek arkadaş bulmakta zorlandığım bir film oldu Kış Uykusu. 

Aslında neden birini aradım tam olarak da bilmiyorum. Seyircilik işinin bireysel olduğunu düşünen biri olarak böylesi filmlerde yanımdakilerin sadece odaklanmamı zorlaştırdığına inanırım ama bu sefer sanki içine düşeceğim derin hüzün girdabını hissetmişcesine yanımda biri olsun istedim.

Film seyretmeyi seven ve ara sıra da bunlar üzerine karalayan biri olarak çok teknik bir yazı yazmayacağım. Hele de böylesi ödüllü bir yönetmenin bence şimdilik en iyi filmi olan Kış Uykusu için ahkam kesme haddini kendimde görmüyorum.Bu nedenle burada zihnime çakılı kalan sahnelerden parça parça alıntılar yaparak sesli düşüneceğim. 

 Sinematografikbakışına hayran olduğum bir arkadaşımın da film üzerine notlar diye başladığı yazıyı görünce diğer eleştirmenlere de göz atayım dedim ve beğenerek seyrettiğim filme yaptıkları basit eleştirileri görünce çoğunun filmdeki mutsuz karakterlerden biriyle kurdukları ruh benzerliği neticesinde aslında kendilerine öfkelendiklerini gördüm. Azıcık düşünen her insanın kendinden parçalar bulacağı filme yazılan eleştirileri yersiz buldum. 

Oyuncuların hepsinin ayrı ayrı başarılı olduğunu belirtmeye gerek yok. Görsellik de her zamanki gibi mükemmel. Bu sefer biraz daha fazla diyalog barındıran film, imgelerle birlikte kimi zaman sözcüklerin yakıcılığını, kimi zaman tamamlayıcılığını, bazen de kurtarıcılığını da alarak yanına farklı bir Nuri Bilge Ceylan filmi çıkarmış ortaya. Kelimeleri seven biri olsam da, filmde, imgeleri gölgelemeyen tonda kullanılmış olmasına da sevindim.

Ancak filmde bir nevi münzevi hayatı yaşayan, hayal kırıklıklarının sürüklediği bu yerde böylesi durgun bir hayata alışan, hatta artık her şey için geç olduğunu düşünüp hareket etmekten korkan karakterler içime dokundu. Film, insanın ne kadar çaresiz, ne kadar yalnız, ne kadar fark edilmeye, beğeniye ihtiyacı olduğunu gösterirken yaratılışımızda o eksik bırakılan noktalarımızın ruhumuzu gerçekten besleyecek manevi çizgilerle birleştirilmediğinde insanın sanatla da bir yere varamayacağını, ne yaparsa yapsın, ne kadar zengin, eğitimli, kibar, yetenekli olursa olsun her insanın doğasındaki açlıkların ve açıkların kapanmayacağını ve bunların tüm insanlarda aynı olduğunu göstermede başarılıydı.

Nuri Bilge Ceylan filmleri için getirilen eleştirilerin başında “Eeee, şimdi noldu” cümlesi gelir. Bir durum tespiti yapar, sizi sorgulamaların içine bırakır ve gider. Çıkış yolu yoktur. Belli ki yönetmen bir yolcu olarak devam ettiği yaşam serüveninde cevabın değil doğru soruların peşindedir. Ruhunu(muzu) yakan soru(n)larda dolaşırken böylesi etkileyici görsel imgelerle seyirciye de soru sordurmak amacındadır.

Filmin başında, arabanın camına atılan taş, her şey rutinde giderken birden başımıza gelen ve bizi değişmeye zorlayan kırılma anıdır. Camın kırıkları arasından bakmak ve oradan hayatını seyretmek... Bu herkese ağır gelir ama bir taraftan da kısıldığın kapanı fark ettirerek bundan kurtulmanın yolunu aramana vesile olur. Tabi bu kapandan kurtulmak istiyorsan... 

Taşı atan çocuğa inen tokat, onu atan babanın diğer camı kırması iç içe geçmiş travmaları yansıtırken, Aydın’ın olayın geçtiği dış mekandaki estetik yoksunluğuna takılmış olması da insanın kendi içinden dünyaya bakıyor oluşunun, mesleki körlüğünün, belki de bu nedenle başkasının feryadına  hep sağır kalışının en güzel şekilde sunumudur.

Haluk Bilginer'in canlandırdığı Aydın karakterinin can alıcı sahnelerinden biri de yazdığı yerel gazetedeki köşe yazısına bir köydeki biçki dikiş öğretmeninden gelen övgü dolu mektubu karısını ve tek arkadaşını çağırarak okuduğu andır. Adeta, kendisinden istenen yardım talebinden ziyade onu fark eden ve beğenen birinin varlığını hissettirmeye çalışan Aydın’ın yalnızlığının resmi gibidir. 

Hayatın içinde evli ya da bekar, kalabalık bir ailede ya da filmdeki gibi kardeşi ve karısı yanında olsa da çevresindekiler onu görmediğinde, beraber olduklarını hissettirmediğinde herkes yalnızdır. Yalnızlık seçildiğinde insanı büyütürken mecbur kalındığında ruhu acıtır. Bu nedenle insanın arada kendisine denk hissettiği insanlarla rastlaşması ve ruhundaki pencereyi açıp ötekinin nefesini içeriye alarak ferahlaması büyük şans. Filmde Aydın karakteri böyle bir destekten yoksun. Onunla beraber yaşasa da kendi kültürüne denk gördüğü kız kardeşinin varlığı bu ihtiyacını gidermiyor. En acıyı bir kerede söyleyen bu kadının dobralığı ve negatif elektriğiyle Aydın daha da içe kapanıp yalnızlaşıyor. 

Derinlerinde, anlaşılmaya, dinlenmeye, takdir edilmeye olan özlem daha da artıyor. Bunu bir kış günü zorla ilerledikleri yolda o övgü dolu mektubun geldiği köyün tabelasını gördüğündeki bakışında görüyoruz. Entellektüel birikimi ile göz dolduran bir adamın normalde muhatap almayacağı bir kadının ilgisine bile hasret kalışında kendi kibri ile çevresine ördüğü duvarların etkisi olsa da aynı evde, farklı odalarda, farklı hayatları yaşayan ve neredeyse bir otelin misafirleri gibi yemekten yemeğe birbirini gören bu aile içinde herkesin sevgi açlığı çekmesi doğal. 

Elbette  başta hiçbir şey böyle değildir o kısımları göremiyoruz ama birbirini severek yola çıkan insanların birbirinden bunca uzağa savrulmasında yine ruhi yabancılaşmanın, ortak ideal yoksunluğunun, birer ulaşılamaz kale haline getirdikleri benliklerinin de katkısı büyük. 

Tam manasıyla teslim olmadıkları bir yazgıya, pasif direniş göstererek, karşı gelmeden yaşıyor gibi yapmak... Varlığın içinde yokluk, yokluğun içinde duyarsızlık, birlikteliğin içinde yalnızlık, yalnızlığın yanında hep gitme duygusu, ama kimsenin bir yere gidememesi. Olumlu ya da olumsuz bir adım atmadan bir kış uykusunu sürdürmesi.

Filmde acı çeken bu karakterlerin içinde en çok şefkate muhtaç olan Aydın. Çünkü o en güçlü, en kibar, en kibirli, en yalnız... Çok sevdiğim bir arkadaşım hep derdi, hayatta zayıflar kadar güçlülerin de şefkate ihtiyacı olduğunu unutma ve bu farkındalığı hiçbir zaman yitirme diye. Oysa bu gerçek, toplumda çok da anlaşılabilmiş değil. Yani ne kadar ortalamanın üzerine çıkar ve güçlenirseniz şefkate olan ihtiyacınız da aynı oranda artar ama kimse sizin buna muhtaç olduğunuzu düşünmeden şefkatini düşkünlere dağıtır. Belki de kibirle vakarı karıştıran insana verilmiş ilahi bir cezadır bu şefkatten uzak yalnızlık. Belki de iç yolculuğunu kısaltmak için verilmiş bir ödül. Nereden baktığınıza bağlı. 

Tabi bunu bir başkasında seyrederken fark ediyor da insan, bir türlü kendinden çıkıp kendine bu gözle bakamıyor. Hep derim, bir film seyreder gibi seyretsek hayatımızı, teslim olması da daha kolay olacak, çözüme ulaşması da.     

“Kötülüğe karşı koymamak” fikrine saplanan diğer mutsuz karakterin sorgulamaları da yine çıkmazda debelenip durmasının göstergesi. Bize kötülük yapana karşılık vermesek, o kötülüğünü anlayıp bundan vazgeçebilir mi, ondan özür dilesek, suçlu olduğu halde acaba nasıl bir yaşamımız olurdu” sorularının peşine takılmış bir bezgin Aydın’ın Ablası Necla.

Ve Nihal… Gençliğini, canlılığını bir adamın kanatları altında olmak için terk eden, onun kurallarına göre oynayacağı bir oyuna dahil olup bunu sürdürmekten memnun olmadığı halde bırakıp gidecek gücü olmayan, huzursuz, huzur vermeyen, kocasından en ufak şefkati esirgeyecek kadar ondan nefret eden bir kadın.

Yaşadığı düşünsel değişimle gittiği bir avdan elinde kendi vurduğu tavşanla dönen ve muhtaç olduğu şefkati önce kendisinin karısına göstermesi gerektiğini fark eden bir adam, Aydın. Morrocom’un çok güzel tespitiyle, filmin başında mantar toplayan 
adam kadın gibi toplayıcı iken, filmin sonunda vurarak getirdiği hayvanla artık toplayıcı değil doğada makbul erkek figürü gibi avcı olduğunu ispat ediyor ve film Aydın’ın yıllardır yazmayı planladığı kitabın başlığını atmasıyla bitiyor. Yani, "İnsan çevre şartlarını iyileştirse de kendini gerçekleştirme fikrinin ilk adımını yine kendisi atması gerekiyor" diye fısıldıyor kulağıma.

Kucağınızda bir sürü sorularla salondan çıkarken cevapları bulmak için daha esnek olmak, daha çok soru sormak gerektiğini hissediyorsunuz.

İnsan denen varlığın tüm özellikleri ile kendini keşfetmesi için çeşitli imtihanlardan geçerek dönüp dolaşıp aynı noktaya geldiğini bu filmde de görüyoruz. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul etme huzurunu isteyeceğimiz yegane kapının da yüreğimizden açıldığını lakin şah damarımızdan yakın olan o birlikteliğe ulaşmanın bir ömür alabileceğini hatırlıyoruz.
  
Filmleriyle bize bizi hatırlatan, güzel sorular sorduran değerli yönetmene teşekkür ederken ruh tembelleri için bulduğu cevapları yeni filmlerinde, açıktan olmasa da sorular içine saklayarak vermesini diliyoruz. Ama unutmayalım ki, içsel yolculuklar tek başına yapılır. Herkesin sorusu başkadır, cevabı başka. Filmler, kitaplar bize kadim soruların üst başlığını verir ve yön gösterir. Yürünecek yol bizimdir.

Meraklısınca birkaç kez bile sıkılmadan izlenecek, Çehov öykülerinden esinlenerek çekilen film için herkese iyi seyirler…     

Not: Bu değerlendirme yazısı 2014 yılında filmin vizyonda olduğu dönemde tarafımdan yazılmıştır. 

Bu gün 2019 Emmy Ödülleri’nde ŞAHSİYET dizisindeki rolü ile En İyi Erkek Oyuncu dalında ödül alan, her rolü ile oyunculuğun zirvesinde olan, kış uykusunun Aydın'ı Haluk Bilginer'i bu yazı vesilesiyle tebrik ediyorum. Dizi dünyasının Oscar'ını hak eden bir oyuncudur, nice başarılara...  

KADINLAR ÜLKESİ - 2019 ALTIN PORTAKAL BELGESEL ÖDÜLÜ -Şirin Bahar Demirel



Bazen bazı konular döner dolaşır yine bizi bulur. Benim için 2019 yılı boyunca tekrar eden konu başlığı ilginç bir şekilde mültecilik oldu. 

Bu gün önce, filmine dair yazdığım Andaç Haznedaroğlu'nun TEDX konuşmasına rastladım. Misafir filminin hayatına yaptığı etkiyi anlatıyordu. Kesinlikle izlemenizi öneririm. 

Ardından düzenli olarak film gösterimlerini takip ettiğim organizasyondaki filmi izlemeye gittim. Genelde filmleri, zihnimde her hangi bir yargı oluşmasın diye haklarında hiç bir eleştiri okumadan hatta konularını bile bilmeden izlerim. Sonra döner eleştirmenler ne diyor bakarım. İşte bu gün de konusuna bakmadan gittiğim filmin mültecilik kavramı üzerine olduğu görünce gülümsedim. 


Nisan ayı boyunca bir yazı dizisi şeklinde kaleme aldığım mültecilik konusu üzerine uzun uzun yazdığımdan merak edenler için arşiv niteliğinde bir link eklemekle yetinip bu akşam izlediğim filme döneceğim. Çünkü bu yapım mülteci film festivalinde gösterilenlerden biraz farklı. 

Yapımcılığı, yönetmenliği, kurgusu, görüntü yönetmenliği Şirin Bahar Demirel'e ait Kadınlar Ülkesi isimli yapım 2019 Yılı Altın Portakal Film Festivalinde en iyi belgesel ödülünü alan film oldu. 52 dakikalık bu belgesel kaynağında şöyle anlatılmış. 

"Çoğu zaman anılar ve kişiler üzerinden tanımladığımız ev, sağlam, koruyucu ve kalıcı mıdır yoksa geçici ve soyut mu? Kaçılacak bir yer midir, sığınılacak bir yer mi? Yoksa gittiğimiz her yere bizimle gelen bir hissiyat mı? Bir yanda milyonlarca insanın güvenli bir ev bulabilmek için ölümcül yolculuklar yaptığı, bir yandan da uzayda yaşanabilecek yeni gezegenler keşfedildiği bir dönemde, bu sorular, Türkiye’den ABD'ye taşınan bir yönetmenin kişisel sorgulamasından daha fazlasının cevaplarını arıyor. Suriye'deki savaş yüzünden evlerinden edilip Florida’ya yerleştirilen Fatima ve Huda da bu arayışa katılarak, yabancı bir yerde yeni bir ev kurmanın, sevdiklerini geride bırakmanın ve hatıralarla bugünün iç içe geçmesinin ne demek olduğu üzerine, kendi sözlerini söylüyor."

"Kadınlar ülkesi" erkeklerini savaşla, göçle, hapislerde işkencelerle yitirmesi nedeniyle Suriye için kullanılan bir nitelendirme imiş. 

Belgesel, bu coğrafyadan çok uzakta yaşayan ve "Savaştan değil ama belirsizlikten, vasatlıktan, haksızlıktan, adaletsizlikten, üzerine kara bir bulut gibi çöken bunaltan baskılardan kaçmak çok mu anlaşılmaz ya da çok mu ayıp acaba" diye soran bir doktora öğrencisi tarafından çekilmiş. Meselesi biraz da kendisinin de ifade ettiği gibi, kalanlar hala orada iken giden olmanın suçluluk duygusu. Ama herkesin hayatı biricik ve tekrarı da yok. Öyleyse herkes tercihini yapmalı diyor alt metinde. En azından tercih şansı olanlar, yeni bir hayat kurmaya cesaret gösterenler için gitmenin seçenek olduğunu hatırlatıyor. Ama daha yaşanır bulduğu Amerika'ya yerleşmesinden sonra ev, yurt kavramları üzerine daha fazla kafa yormaya başlaması ile bu belgesel doğuyor. Bir çeşit sesli düşünme... 

Belgeselde ülkesini terk etmek zorunda kalsa da ailesinden kayıp vermeden bütün dünyanın rüyalar ülkesi dediği yere, hem de yolculuk esnasında hiç mülteci kamplarında kalmadan doğrudan ABD'ye mülteci olarak gidebilmiş, orada ilgili kurumlarca karşılanmış ve bir eve yerleştirilmiş, sosyal ihtiyaçları için düzenlenen programlarla entegrasyonu sağlanmış, halk tarafından çok güzel karşılanmış, yani ülkemiz dahil dünyanın çeşitli coğrafyalarında zorluklarla boğuşan soydaşlarına göre şanslı, ülkesinde iken orta sınıf üstü olduğu belli iki Suriyeli ailenin kadınlarının ev, toprak, sıla hasreti ile yeni yerleştikleri yerdeki "ev"e atfettikleri anlam mevzu edilmiş. 

Daha önce mülteci film festivalinde seyrettiğim zorlukların bir çoğunu yaşamamış, sadece toprağından zorla kopmuş mültecilerin yeni yaşamlarına adapte olmasının, anılarda dolaşırken ev edinmiş olsa da yurt edinmek için daha fazla zamana ihtiyaç olmasından bahsedilmiş. İnternet sayesinde Suriye'deki annesi ve kız kardeşi, Türkiye'deki ağabeyleri ile rahatça irtibat kuran mültecilerin çocukları küçük yaşları sebebi ile dilin içine de kolayca yerleşmiş. Kadınlar ise hem anılarda dolaşıyor hem de dili öğrenmede yavaş akan bu süreçte mutlu olmaları gerektiğinin farkındalığı ile özlemin ara sıra vuran dip dalgası ile sınırlarda dolaşan bir ruh haliyle geldikleri yeri arıyorlar. Savaş bitse, her şey düzelse yine topraklarına dönmek istediklerini söylüyorlar ama Amerikalıların çok saygılı, onlara dostça davranışları, demokrasinin, insan haklarının benimsenmesi ile alıştıkları hayat standardını bırakmak zor. Elbette çocuklarının çok daha iyi eğitim alma şansları ellerindeyken ait oldukları coğrafyaya dönemeyeceklerinin de bilincindeler. Bu nedenle özlem burunlarını sızlatan bir yürek sancısı olarak hep içlerinde kalacak. Ülkelerindeki bir ırmak kenarına benzettikleri bölgeye gidip anılarda dolaşacak ama sonra yine medeniyetin merkezinde olduklarını hatırlayıp mutlu olacaklar. 

Ve mutluluk her insanın hakkı. 

Yönetmen de bu hakkı kendinde görüyor ama bir yandan da dünyada savaşlarla, iklim değişiklikleri ile, hukuksuzluklarla ülkesini terk etmek zorunda kalan insanlar varken tercihi ile ilgili duyduğu suçluluk duygusuna çokça vurgu yapıyor. 

Kendi isteği ile geldiği bu ülkede bir yandan kendi topraklarının dertleri ile dertlenirken bir taraftan da oradaki hayatın keyifli akışına teslim oluyor. Tüm bunlara rağmen özlem duygusunu yaşayınca mültecilik, misafirlik, anısızlık, yurtsuzluk, yalnızlık, kökler, içine yerleşilmeye çalışılan dil üzerinden hayatı sorgulamaya başlıyor. Mesela Türkiye'de hiç çiçek yetiştirmezken orada sürekli saksı çiçeklerini arttırıp köklenmeleri için çabaladığını fark ediyor. 

İnsanların yerleşmek için başka gezegenler aradığı bir çağda hala toprağından zorla ayrı bırakılan insanların olması çelişkisine de vurgu yapan belgeselin gösterimi ardından eski bir Sinema Hocası olan yazar Sevilay Çelenk ile verimli bir söyleşi gerçekleşti. Mülkiyeliler Birliği'nin salonu ağzına kadar dolu idi. Merdivenlerde oturanlar da cabası. Çünkü konu önemli. Ailelerin intihar etmeye başladığı bir yerde herkes kendini sıkışmış hissediyor olmalı ki, tercihen ve zorunlu gidişlerin anlatıldığı belgesele rağbet etti. 

Uçan Süpürge'nin film gösterimleri devam edecek. Meraklısı için siteyi takipte kalması tavsiye edilir.

"Daha güzel bir dünyada, mutlulukla yaşamak için neler mümkün?" diyelim... Bakalım mültecilik kavramı ile bir sonraki karşılaşmam nerede nasıl olacak? 





KELEBEKLER- TOLGA KARAÇELİK



SİNEMA GÜNLÜĞÜ 74. FİLM


Bir önceki yazıda bahsettiğim konu ile irtibatlı olarak aklıma gelen bir filmi bu yaz izlemiştim. Kısaca ifade etmek gerekirse zaman kaybından başka şey değildi. "Bir daha bu kadar vaktimi bir Türk sinemasına verecek değilim" diye söylenerek izlediğimi belirtmek isterim. Kötü filme denk gelmek çok rastlanan bir şey, hele de yerli yapım izliyorsanız ama bu kötüden öte tam bir anlamsızlık, kafa karışıklığı, hatta tür bunalımı olan bir yapım. Tarif edecek kelime bulamayıp yapım dedim, şimdi emek vermiş yapmışlar ama olmamış. 

Spoiler uyarısı

Annesi intihar eden üç kardeş yaşadıkları köyden bir şekilde kurtulup İstanbul'da hayata tutunmuşlar hatta en büyükleri Almanya'ya gidip astronot olmuş. Babaları ile 20 yıldır görüşmüyorlar. Ancak adam içine doğmuşcasına hepsini birden köye çağırıyor. Onlar yolda iken de ölüyor. Ne neden çağırdı belli, ne de yüzleşme gerçekleşiyor. Bu üç kardeş de rutinde birbirleri ile görüşmüyor. Babalarının ölüsü başında rakı sofrası kurup şarkı söyleyip alem yapıyorlar. Defin işlemleri sırasında imam acaba ahiret var mı falan diye sorgulamalar yapıp defni bitirmeden gidiyor. Köylülerin hepsi ayrı alem. Komedi desen değil, dram desen değil.

Filmin ana ekseni yukarıda linkini verdiğim önceki KIŞ IŞIĞI yazısındaki gibi inanç-inançsızlık ama o filmdeki sağlam senaryo olmadığı için birbirinden kopuk sahnelerle ne demek istediği belli olmuyor.

Türkiye'de dininin gereklerini yerine getirsin ya da getirmesin herkes inandığı dinin ritüellerine göre cenaze töreni yapılsın ister. Ve sanırım hiç bir evlat babasının ölüsü başında, sırtımdaki dağ dediği adamı kaybettiği gece, ona ne kadar kızsa da rakı alemi yapıp şarkılarla coşmaz. Bu ölüye de acıya da saygısızlıktır. Filmi yapanlar nerede yaşıyor, nasıl bir kafa yapısına sahip, bu tarzla ne söylemek istiyor anlamış değilim. Türkiye'de öyle bir köy olacağını, şarkıların geldiği ölü evinin kapısına kimsenin gelmeyeceğini düşünemiyorum. Hiç bir inancı, saygısı olmasa da mahalle baskısından kimse bunları yapamaz. 

İmamın inançla ilgili sıkıntıları olabilir. İnsanlar işlerini yapıyor ama sevmiyor olabilir. Tabi ki, bu imamlık gibi devlet memuriyeti dışında yeterlilik şartları olan bir meslekte kabul edilebilir bir durum değildir. Önceki filmde kilisedeki rahip inançlı ama imansız bu işi yapmaya çalışırken kendine de rehber olması gereken insanlara da faydası dokunmuyordu. Hatta intiharın eşiğindeki adamın bu sürecini hızlandırıyordu. 

Bizde bir atasözü vardır hani: "Yarım doktor candan, yarım imam dinden eder" diye. Doğru. Bazı mesleklerde hata toleransı azdır. İnsana dokunan, kalbine temas eden işler böyledir. Gençken iyi bir öğretmene rastlamak nasıl mucizevi bir güzellik ise okumayan doğu toplumlarında imam da köyün ileri gelenlerindendir. Hoş hukuken ülkemizde köy kalmadı, hepsi bir kanunla mahalle adını aldı ama en büyük şehirlerin merkezi bile hala köy zihniyetinden çıkabilmiş değil. Bir de hızla değişen demografik yapımız işin içine girince bireyden ziyade lider merkezli yapılanmalar güçleniyor. Bir nevi küçük birimlerde dirliği sağlayan kontrol mekanizması olan muhtar, öğretmen, imam, komutan da önemini koruyor. Hal böyleyken herkesin beraber kafayı sıyırması kolay olmuyor. Film hayali bir yerde çekilmiş, absürt statüsünde sayılacak bir yapım olduğundan vakit kaybetmeyin derim. 

Neyse ki, imamın söylediğini yap, yaptığını yapma diyen basiretli atasözlerimiz de var. 

Birey olalım, ne dediği belirsiz insanların söylediklerindense kafamıza takılan konuları araştıralım. Bu insanın sanatçı, yönetmen, yazar, imam, öğretmen olması arasında da fark yok. Kendinden kendini doğurmak ne uzun bir süreç...         
         

İki Dil Bir Bavul-2003


 SİNEMA GÜNLÜĞÜ 66. Film  

  • Yönetmen: Orhan Eskiköy Özgür Doğan
  • Senaryo: Orhan Eskiköy
  • Görüntü Yönetmeni: Orhan Eskiköy
  • Kurgu: Orhan Eskiköy, Thomas Balkenhol
  • Oyuncular: Emre Aydın, Zülküf Yıldırım, Rojda Huz, Vehip Huz, Zülküf Huz
  • Yılı: 2009
  • Süre: 81'
Türk öğretmenin, uzak bir Kürt köyündeki bir yılı. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar Türkçe. Öğretmen ilk kez gördüğü bu coğrafyada, bir yılını çocuklara Türkçe öğretmekle geçirir. Yılın sonunda çocuklar Türkçe öğrenebilecekler mi? İki Dil Bir Bavul üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış Türk öğretmenin bir yılını, onun okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıklarını anlatır. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar. 

Ödüller:
2009 15. Gezici FF; Gümüş Boğa Ödülü | 2009 15. Londra Türk FF; Seyirci Ödülü | 2009 Antalya Altın Portakal FF; En İyi İlk Film Ödülü | 2009 Abu Dabi 9. Orta Doğu FF; En İyi Orta Doğu Belgesel Film Ödülü | 2009 Adana Altın Koza FF; Büyük Jüri Yılmaz Güney Ödülü, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) En İyi Film Ödülü

DÜŞÜNCEM :)) Güzel bir belgesel-filmdi. Doğuyu-zorluklarını bilelim diye çekmemişler bu filmi. Yönetmen de zaten aynı dil problemini yaşamış bir kürt olduğunu ifade etti film sonrası söyleşide. Orada bir kültür var diyor, onlara acımayın, yoksul değiller o kültür sebebiyle yere oturuyorlar, çekyat alamadıklarından değil diyor. Çocukların 7 yılda öğrendikleri ana dile rağmen okula başladıklarında nasıl da sıfırlandıklarını, idealist bir Türk öğretmenin çabalarını, hiçbir siyasi-ideolojik mesaj vermeden, birinden birini kötülemeden vermesi filmin en büyük başarısı.    




Kara Köpekler Havlarken-2009

  •  SİNEMA GÜNLÜĞÜ 65. Film  


  • Yönetmen: Mehmet Bahadır Er Maryna Gorbach
  • Senaryo: Mehmet Bahadır Er
  • Müzik: Alp Erkin Çakmak, Barış Diri
  • Görüntü Yönetmeni: Sviatoslav Bulakovskyi
  • Kurgu: Maryna Gorbach
  • Oyuncular: Cemal Toktaş, Volga Sorgu, Erkan Can, Ayfer Dönmez, Murat Daltaban, Ergun Kuyucu, Taylan Ertuğrul,      Mehmet Usta, Onur Dikmen, Muhammed Cangören, Şener Savaş, Vahap Erucu, Uğur Batur, Barlas Hünalp
  • Yılı: 2009
  • Süre: 88'
Film, mallallenin iki afilli delikanlısı Selim ve Çaça’nın İstanbul'un kanunsuzları arasından sıyrılarak yaptıkları hayat kurma mücadelesini anlatıyor. Selim güvercinci, en yakın arkadaşı Çaça Celal ise modifiye araba meraklısı bıçkın bir mahalle delikanlısıdır. Selim ve Çaça, gökdelenlerin hemen yanında dar gelirli insanların yaşadığı bir mahallede oturup, yolun öteki tarafındaki lüks semtlerde Usta (Erkan Can) dedikleri birisinin hesabına otoparkçılık yaparlar. En büyük hayalleri kendilerine ait bir otoparka sahip olmaktır. Ancak Selim’in  sürekli gittiği güvercinciler lokalinden abileri Mehmet (Murat Daltaban)’in teklifiyle ummadıkları ve baş edemeyecekleri biçimde hayatları değişir. Ödüller:
2009 46. Antalya Altın Portakal FF; En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu

DÜŞÜNCEM:)) Seyrettiğim en iyi "Türk Film"lerinden biriydi. FESTİVALDE filmden sonra oyuncular ve yönetmenlerle söyleşi de yapıldı oldukça güzel bir zaman dilimiydi. Realist bir bakış açısına sahipti film, hayatta ne varsa o vardı. İmgeler çok iyi kullanılmıştı. Yönetmenin dayısını baz alarak ve yaşadığı semtte çektiği filmdeki tüm karakterlerin gerçek hayatta karşılığının olmasıydı belki de filmi sahici yapan. Yönetmenler, gerçek hayatta da karı koca olup görüntü yönetmeni yabancıydı. 

İyi seyirler...

DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...