“Az pişmiş toprak işte, ne kadar dayanabilir ki, illa
porselen olmalı kupa,’’ derken gözüne tek kalan porselen kahve fincanı ilişti.
“Her şey geçiyor, zamana dayanan yok,” diye mırıldandı.
Kahve fincanında kırık bir limon dalı ıslanmıştı. Çamaşır
asarken tellere kadar uzanan dallardan birinden düşmüş, kesin annesi görüp
almıştı. Ortalık nasıl da güzel kokmuştu. Bu evde tek kalan kupalar, bardaklar
vazo, tabaklar çiçek altı olurdu.
Aslında limon ağacı çıtkırıldım olmazdı ama işte buradaydı.
Muhtemelen oyun oynarken çocuklar zarar vermiş, çarşafı silkip asarken gelen
son darbede yere düşmüştü.
İsrafı sevmeyen annesi birçok kırık dalı böyle köklendirip
balkonu, bahçeyi yeniden çiçeklendirirdi. Hep aynı çiçekten olması bu yüzdendi.
Tekrar ve tekrar sardunya, sarmaşık, kılıç çiçeği.
Toprak genişti illa herkese bağrını açar, dalken kök olmak
zorunda kalanları da sarardı.
Aslında su içinde köklenmek yeniden başlamak gibiydi. Tam
çiçeğiyle meyveye duracakken en yeşil, en diri, en genç haliyle kırılabilirdi,
her çiçek, her dal, her insan.
Bereket mevsimi yaklaşıyor diye heyecanlanırken mahsulü
telef olabilirdi. Hayatın değişmezliği cilvelerinde gizliydi, her an bir
bilinmezlik vardı yarında.
Sırrı çatladığında her kupa, her insan parlaklığını yitirir
pürüzlü karanlığıyla karşılaşabilirdi kendisinin.
Korkmadan daha da parçalanmayı göze alırsa biraz daha
kazırsa üzerindeki sırrı, gölgesi ile yüzleşir hammaddesi toprakla tanışırdı.
Topraktan gelmiş toprağa gidecek bedeninin bereketini keşfetmek
için bile, gelen her şeyi yutmak, bağrında yumuşatmak hasılı kelam toprak olmak
lazımdı. Yağmur yağıp güneş açmasa, mevsim sıcakları yolunu şaşırsa ve sonunda
vaadini yerine getiremese de toprak her zaman kurda kuşa, karıncaya yuva
olurken bağrından da yeşille beraber nice çiçeği fışkırtırdı.
Ve bir gün toprak olacak bu beden yaşarken de tek kalmış bir
kupa kadar olabilir, bağrında kırık dallara yer açabilirdi elbet.
Rayihasıyla baş döndüren kırık dalı aldı kupasıyla, kokladı
ve canlandı.
Kahvesi bittiğinden limonlu bir çay doldurdu.
Bu sefer cam fincana ve oturdu masanın başına.
Her şeyi olduğu gibi yazmaya.
Handan Kılıç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder