Gitti gidiyor!

Dünden devamla... 


“Koza gibi burası. Hem bitsin istiyorum hem de buradan hiç ayrılmamak.”

İşte tam da bu, alıştığını bırakamamak, moda tabirle konfor alanı. Oysa sığmıyorsun işte o kozaya.

Gün geldi. Çıkmak zorundasın. Ya kanatlanacak ya öleceksin. Değişimin bedeli var ne de olsa.

Dışarısı güvenli değil elbette. Rüzgârı, yağmuru, kışı, sıcağı, börtü böceği, ilacı zehri var. Ama belirlenen bir ömür de var hepsine. Mecburen biçilen süreye riayet edeceksin.

Bitti bitiyor!

 

Büyüyordu işte… Her şey kendi döngüsünde ilerliyordu. En çok da doğan büyüyor, büyüyen yaşlanıyor, yaşlanan yolculuğun sonuna geliyordu.

Her yolun bir sonu vardı çünkü. “Her gecenin sabahı, her karanlığın aydınlığı” klişesi işte.

Ama tünelde ilerlerken her yer çok karanlıktı. Klişelere sığınmak saflık, ışığı yok saymak, bir yerleri aydınlatan, neşelendiren, hayat veren güneşin varlığına saygısızlıktı.

Assassin's Creed Netflix'te

 SİNEMA GÜNLÜĞÜ 286. FİLM



Assassin's Creed ciddi sayıda hayranı olup çok oynanan bilgisayar oyunlarından imiş. Oyunun bağımlıları için film nasıldı bilmiyorum ama farklı konusu ile ilgi çekici bir bilim kurgu olmuş. İnsanların atalarının kaderini yaşadığı, suikastçi, katil sıfatların tıpkı sağlık sorunları gibi genlerle gelecek nesillere aktarıldığı iddiasıyla yapılan araştırmalarda dünyadan şiddeti silmek amacını perde yapıp aslında gücü elinde tutma mücadelesinin verildiğini gördüğümüz film görsel efektleri, ses düzeni itibariyle sinemada izlemeye çok uygun. 

Kıvırcık mı? Düz mü?

 

Saçlar insanın en doğal süsüdür. Yüzün güzelliğini çerçeveler. Onu canlandırır, ortaya çıkarır, kusurları gizler, hareket verir ya da söndürür. 


Saç tipleri de insanlar gibi çeşit çeşittir ve yine herkesin kendinde olmayanı istemesi kuralı burada da geçerlidir; kıvırcık saçlılar düzleri, düzler kıvırcıkları beğenir. 


Kendi saç tipi ile barışık olup doğal haliyle kullananlar bile “Acaba diğeri nasıl olurdu?” merakına yenilir ve çeşitli yollarla saçının modelini, rengini şeklini değiştirir. 


Mesela kıvırcıklar düz saç rahatlığına özenir en çok. Bir zamanlar şampuan reklamlarının sloganı olan “yıka ve çık” sanki düz saçlar için söylenmiştir. Oysa kıvırcıkların yıkadıktan sonra evden çıkma aşamasına gelene kadar saçlarını zapturapt altına almak için çeşitli yağlardan, köpüklerden, bukle belirginleştiricilerden, elektriklenmeyi önleyen saç kremlerinden geçerek bir dizi seremoniyi tamamlamaları gerekir.  


Yine de hangi tarafa kabaracağı belli olmaz kıvırcık saçların.


Hele de ıslak bir şekilde yatarsa sabah hepsi ayrı bir yöne savrulmuş buklelerle karşılaşır. Yastıkla başın arasında sıkıştığından ne istenen ne de istediği gibi olabilen saç bölgeleri ile kıvırcıklar için tam bir kaostur sabahlar.


Çeşitli tokalar, bandanalar yardıma koşabilir böyle vakitlerde. İşiniz acele değilse en iyisi baştan yıkamak ve kururken köpük, jöle, briyantin, bukle bakım yağı ve sair sürerek tekrar şekil vermekten geçer. 


Çünkü yıkmadan, yıkamadan yenisi yapılamaz. O kaostan dönüş kolay değildir.


Saçları dümdüz hele de iyice kalın telliler ise her daim fönlü halleriyle sadece yıkayıp kuruttuklarında bile bakımlı görünürler. 


En iyileri pırasa gibi diye nitelendirilen dümdüz olanlarıdır ama genelde onlar da dalgalı saçlara özenirler ve bunun görüntülerine yansıtacak şekilde yollarını ararlar ama alışmadık saçta bukle durmaz ve saatlerce uğraşsalar da kısa bir süre sonra saç kendini özgürleştirir, dümdüz haliyle devam eder güne, geceye.


Kıvırcıklar için de tersi söz konusudur onlar da her zaman düz fönlü, daha uzun boylu, daha zayıf gösteren bir saçı tercih etmek isterler ama havadaki nem, boyundaki ter dahi saçın tekrar kendi haline dönmesine sebep olur. 


Bu satırları yazarken saçları kıvırcık olanların daha düz insanlar olduğunu fark ettim ve dümdüz saçlıların hayata bakışlarının, insanlarla ilişkilerininse daha esnek olduğunu düşünmeye başladım.


Yani çevremi gözlemlediğimde saç formuyla yaşama bakış tarzının ters orantılı olduğunu düşünüyorum.


Bu tarz çıkarımlar yaptığımda çevremdeki üç örnekten hareketle genellemelere varmamı, bilimsellikten uzak olması sebebiyle eleştiren oğlum üzerinden de olaya bakarsam ne düz ne de tam kıvırcık olan saçlarıyla arafta bir esnekliğe sahip olduğunu söyleyebilirim:)) 


Ne düz saçlılar kadar kıvırır, ne de kıvırcıklar kadar düz ifade eder kendini :)  (Yine denek oldum oğlum bana:) Ne yapayım sen bir tanesin 😘)


Peki sizce nasıl, saçla karakter arasında böyle bir ters orantı olabilir mi ? 🧐☺️🙃 


19 Ağustos 2021


#handankılıc

Edebiyat Gazetesi Yayında!

 Merhaba,

Günler geceler geçiyor. 

İlkler yerini yeni ilklere bırakıyor. 

Doğan büyüyor. 

Yaşayan, yapılan, gelişiyor. Yazı maceram dallanıp budaklanıyor, bin şükür. 

Bundan 7 yıl önce ilk kitabım çıkmıştı. Facebook'un hatırlattığını arkadaşlarım anımsattı. 

Nasıl bir heyecandı! Şahitleri, emek verenleri, tanıtım yazıları yazanları, kapak için koşanları, görseller hazırlayıp tanıtanları, editörlüğünü canı gönülden yaparak dostluğunu pekiştirenleri çoktu. Bu gün hala yanımda olanları da var, gidenleri de! 

Aynı gün doğan yeğenim Erdem ve beni mutlu eden bir yılın ilk günlerinde doğan yeğenim Mesut, var bir de, ikisi de bu yıl okula başlıyor. 

Okul, hayatın yeni bir evresi. Şimdiye kadar ki zamanda kendilerini geliştirdiler, seyrettiler, öğrendiler. 

Bundan sonra ise öğrendiklerine ilaveten performansları da ölçülecek. 

Dolayısıyla, Akışına Bırak adlı kitabım da 7 yaşında. Ardından gelen kitaplar, derlemeler, dergi yazıları, yazıyorum dergi internet sitesi yazıları, blog, podcastler, youtube, hepsi bir başka okul oldu, oluyor. Şimdi yeni bir heyecan daha var. 

Bana çok şey öğreten, adeta benden yeni bir ben inşa etmemi sağlayan bu yedi koca yıl epey zor geçti ama 7'ler 40'lar önemli dönemeçlerdir. İbretle ve keyifle izliyorum. Çokça gözyaşı döktüğüm de oluyor elbette ama Akışına Bırak diyorum. Her yazar önce kendine yazar, kendine söylermiş anlıyorum.

Bir devrin kapanışını izliyorum aylardır. Hayatımdan çıkan o kadar çok insan oldu ki bu dönemde, en sevdiklerim bile beraber yolculuk ettiğimiz trenden kendi istekleri ile indi. Olabilir. Herkesin gücü, hedefi, istekleri farklıymış demek. Durağı, kapasitesi, kalbi, sevgisi, dostluğu, arkadaşlığı da. 

Bunları bilirsin ama olanı olduğu gibi kabul etmek kolay değildir. Boğazına bir şey takılsa misal, sevgisinden, insanlığından sırtına yumruk atıp yardım edeceğini sandıklarının kılını kıpırdatmayışlarını görür, üzülür, ne yaptım ben ona diye dövünür, nefessizliğine bir yenisini eklersin önce. Zamana bırakırsın. Sonra bir gün bir bakarsın, hayat sana sergilediği tavrı bir şekilde yaşatmış, vagondan indiğinde. 

Kahvenin bile kırk yıllık hatırı olmadığını, suyu uçunca telvelerin boğazında kalabileceğini hissedersin. Sen bilirsin der, sessizce yaşarsın acını. Kelime kelime dökersin duygularını. Satır satır üstene eklenir, gün gelir yazılanlar kitap olur ama muhatabı artık başka bir trenin yolcusudur.

Hayat böyledir. Birileri iner trenden, vagonumuza misafirliği bitince. Ardından gözyaşı döksen de gitmesinin bereketini görürsün. Hayatının baş aktörü, treninin daimi yolcusu olduğunu anlarsın. Ve ardından kalbini kanatlandıran, seni sen olduğun için sevmeyi başaran, hislerini söyleyebilen, desteğini veren nice güzel insan tanırsın.

Hasılı kelam güzel günlerin, güzel dostların, mutlu yıldönümlerinin artması temennisiyle 7. yıla denk düşen bir ilk yazıdan bahsetmek istiyorum. 

Edebiyat Gazetesi dün yayın hayatına başladı ve ilk yazım yayınlandı. Akışına bırak gibi onun da burcu aslan oldu. Ateş ve parlama enerjisi uğurlu gelsin dilerim.  Yeni bir yazı tarzı bulacaksınız.

Linki tıklayarak EDEBİYAT GAZETESİNDEKİ yazımı okuyabilirsiniz.


Bu arada Akışına Bırak adlı kitabımın ikinci baskısını tüm internet satış noktalarında bulabilirsiniz. 

Mesela:


Çalışmalarımla ilgili her türlü linke https://linktr.ee/SeslenenYazilar
buradan ulaşabilirsiniz. 

Tek bir ss alınamayacak kadar genişleyen link ağacım mutluluk kaynağım.
Hep birlikte nice güzel yıllara.

Handan Kılıç

14. Ağustos 2021
İzmir



Sevgilimden Son Mektup 2021 Netflix

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 285. FİLM



Kitap uyarlamalarını hep sevmişimdir. Senaryoya sağlam bir dayanak oluyor kitaplar. Bu film de Jojo Moyes'in aynı adlı romanından uyarlanmış.

Uslanmaz Romantiklere etiketiyle #netflix te yakın zamanda gösterime giren film, duygusu, müzikleri, oyunculukları itibariyle (ara sıra klişelere kaçsa da) son derece başarılı. 

Filmin diğer bir güzelliği hüzünlü bir aşk hikayesini gün yüzüne çıkarırken kendileri aşka düşen genç bir çiftin varlığı. Hikayesi, geçmişte ve şimdide akan iki öykünün birbirine geçmiş hali alt metni sağlamlaştırmış. 

Bundan sonrası "Spoiler İçerir."

Bir gazeteci hakkında, ölümünden sonra yazacağı yazı için araştırma yapan genç meslektaşı 1965 yılında yazılmış, gazeteciye gönderilmiş ve muhatabına ulaşmamış bir dizi aşk mektubu bulur. Arşivde görevli genç adamla beraber hikayenin peşine düşerler ve bu yasak aşkın taraflarına ulaşırlar. 

İlk evliliğinden eşini aldatarak boşanan erkeğe ilk görüşte aşık olsa da bir türlü güvenemeyen genç ve evli kadın "Gel, buradan uzaklara gidelim" teklifine olumlu cevap veremez. Ama sonradan bu kararından vazgeçer buluşma noktasına varmak üzereyken kaza geçirir ve kısmi hafıza kaybı yaşar. Zaman içinde acılarla yaşarken çocuğu da olunca kendini ona adar. Yıllar sonra tekrar karşılaştıklarında erkek aynı teklifi yapar ama kadın çocuğunun küçük olduğunu, kocasının onu kendisine göstermeyeceğini gerekçe göstererek yine yok der. Adam İngiltere'den Amerika'ya gider. 

Kadın kısa süre sonra boşanır ve sevdiği adama ulaşmak için çok uğraşır. Her gün çeşitli gazeteler alır, satır satır okur, aşkının izini arar. Bulamayınca ona yazdığı mektupları en son çalıştığı gazeteye gidip editöre bırakır. İşte genç gazeteciler arşivde buldukları bu tutkulu aşkın kanıtları üzerinden, tarafların hayatını araştırırlar. Ve onları bir araya getirmek isterler. Bir süre direnir yaşlı aşıklar. Ama erkek kadın ilişkilerinin kilit noktası olan duygu paylaşımı kelimelere dökülünce gönül kapıları açılır.

Kadın bunca aramasına rağmen adamı bulamadığından yıllar içinde gazete almayı da bırakmıştır. "Bulunmak istemediğini düşündüm" der. Umutlanmaz ama kendi posta kutusunu hep açık tutar. Adam kadının kararını değiştirip peşinden geldiğini ve kaza geçirdiğini bilmemektedir. Genç çift taraflara bu eksik parçaları tamamlattırarak adeta bir kalbin iki yarısı olan aşıkların içindeki ateşi alevlendirmenin yollarını ararlar. Aslında ikisi de aynı güçlü tutkuyu bir daha kimseyle yaşamadıklarından hayatlarına tek başlarına devam etmişlerdir. 

Kadın, genç gazeteciye "Kalplerimizin de bir sınırı var ve korkarım yaşım gereği o sınıra ulaştım." dediğinde gözyaşlarınızı bırakıyorsunuz. 

Ama güçlü kadın devam ediyor: "Geçmiş sarhoş edici olabilir. Sizi içine çekip geçmişte hayatın daha iyi olduğunu, daha mutlu olduğunuz ya da deneyimlerin daha zengin olduğu illüzyonunu yaratabilir. Aynı zamanda sizi zayıflatabilir. Acı, kalp kırıklığı ve hüsran dolu anlarına takılıp kalmamızı sağlar. Mutluluğa tekrar yürümenizi engeller." 

Pes etmeyen genç gazeteci, "Hatalarımızdan ders almazsak onları tekrar ederiz, derler. Ama aynı zamanda geçmişimizden vazgeçip hayata devam etmeyi öğrenirken bu bilgiyi unutmayıp tekrar deneme ve hissetme yeteneğimizi ele geçirmesine de izin vermemeliyiz."  diyerek iknada bir aşamaya getirir yorgun aşığı.

Diğer genç de aşık adamı cesaretlendirerek yeniden mektup yazmasını sağlar. 

"Birbirimizden ayrı ve uzak geçen yıllarda kabul etmekten çekindiğimiz bir bağlılıkla hep seni düşündüm. Seni özledim. O yüzden bir parça endişeyle tekrar girişimde bulunacağım" diyerek ilk buluştukları parka çağırır.

İki eski aşık aynı heyecanla son anda da olsa gelirler ve birbirlerine özlemle bakıp sarıldıkları o an, yıllara meydan okuyan öyle güçlü bir tutkuları vardır ki, bu hal bize geçmişte kavuşmuş olma olasılıkları üzerinden gösterilir. 

Sonuçta aşka inanmayan, onu modern ve hızlı yaşam temposuna feda etmiş gençler de bu yıllanmış aşkın gölgesinde boy veren aşklarının fidanına canları gibi bakmaya karar verirler.

Aşkın geçen uzun zamana rağmen hala kalpteki yerini korumasının gerçekten etkileyici bir dille anlatıldığı filmi romantiklere ve yaşanan bunca kötülük arasında kalbi kurumuşlara kendini unutma fırsatı verdiğinden tavsiye ediyorum. İyi seyirler.

Handan Kılıç
12/8/2021   


Ne Yerdesin Ne Gökte!

 

Yerdesin. Bir zamanlar gökteydin ya da öyle uzak bir bilinmezlikte. Sonra bir de baktın ki yerdesin. Büyüdükçe daha da yaklaştın yere. Ayağın sağlam bassın dediler, itiraz etmedin, hayallerim var diye. 

Gün geldi aşkla savruldun göğe. Zamanla o da eskidi, işte buradasın, yine yerde. 

İnsan kah göktedir kah yerde. Bu kadar salınmak iyi bir şey mi bilmiyorum; orta yoldan gitmek iyidir lakin rutin de sıkıcıdır derler. 

Çizginin dışında olmak, çok yükselmek, hemen ardından alçalmak ve bu halin sık tekrarı jet lag kadar yorucu. 

Öyleyse rutin rahatlatıcı. Zaten rutininin değeri kaybedince anlaşılır. Hayat, bu gerçeği geçmişi yıkıp geleceği yeniden inşa ederken herkesin ömründen başka başka geçerek yaşatır. 

Yerdesin; kolay değil yeryüzünün bin bir çileyle hemhal çehresine bakmak. 

Kabuğu hala kızgın; depremler, yangınlar, susuzluk, ihmal, çirkin ama yükseldikçe revaçta olan betonlar, her şeye zarar veren ve giderek çoğalan insanlar. 

Hepsi ile çevrelenmişken yer kabuğu kızmakta haklı elbette ama biz de seçimimiz dışında geldiğimiz bu yerde maruz kalıyoruz kötülere, kötülüklere. Ve çoğu zaman yerin altına batasıca katillerle, vicdansız ve aymazlarla aynı toprağa ayak basmaya, aynı atmosferi solumaya devam ediyoruz. 

Çünkü gidecek başka bir yer yok. Öyleyse dünyadan aldıklarını kaliteli bir şekilde yine ona sunmaktan başka çıkar yol da görünmüyor.

Yerdesin, göğe de yükselebilirsin. Kanatlarını kırdılarsa balonla yükselmeyi deneyebilirsin. Yeter ki, ağırlıklarını tek tek bırakmayı ve seni yere bağlayan o ipi kesmeyi unutma. 

Umut ne yerde ne gökte. Uzakta değil, içinde...  

Handan Kılıç 

11/08/2021

#handankılıc

Çam Ağacının Gölgesinde Ekşi Sözlükte

Ekşi Sözlük sürpriziyle karşılaştım bugün.  Oradan verilen linkteki yazı aşağıdadır:  Medium sitesinde yayınlanmıştır.  Teşekkürler Handan K...