SARI BETON yayınlandı
SARI BETON
Koşa koşa gelmiştim sana.
Korkuyordum o vakitler.
Zifiri karanlıkta bile beni
her yerde takip eden o karaltıydı kaçtığım.
Hızlı adımlarla tırmandığım
merdivenlerin sonunda, senin yanında sanki kurtuluş bulacaktım: Işıltılı bir
salon, balonlar, alkışlar adeta sürprizler saklıydı kelimelerinin ardında.
Bitki örtün tanıdıktı. Sözler alışılmış olsa da sanki bir şövalyenin ruhundan
akardı.
Bir gün dibe vuracağımız
hiç gelmezdi aklıma. Herkese her şey olabilirdi. “Hayat işte” der geçilirdi ama
biz aştığımız çöllerden sonra kendi vahamızı kurmuştuk. İki iken bir olmuştuk.
Birden nasıl koptuk?
Önce bir afalladım, yarım
kaldım sandım.
Bir zaman sonra kalktım
ayağa, önce evi toparladım. Perdeleri açtım, gönlümü havalandırdım. Her şey
değişmişti, o vakit anladım. Bu eve taşınırken yeşil alan diye gösterip önü
açık, manzarası güzel demişlerdi ya, bizi kazıklamışlar yine. O büyük yere şimdi
yeni bir gökdelen dikiliyor. Planlar değişmiş, belediye meclisinden oybirliği
ile geçmiş. Alt komşunun babası belediyedeymiş. Torun torba hepsi temelden
girmiş. İlana çıkmadan bitmiş kutucuklar. Fiyatı beş misline fırlamış şimdiden.
Mutluydu, önü açık dedi, gülümsedim. Her yeri açık, havadar, komşuların hep
tanıdık olacak, çok manidar. O, büyükşehirde yakın olmalı akrabalar, annem
babam yaşlandı, iyi oldu böyle toparlanmalar derken uzaklara baktım.
Dağılmıştık biz ne ev kalmıştı ne huzur. Hani dağ dağ üstüne olur ev ev üstüne olmazdı?
Hani yuva yıkanın yuvası kalmazdı. Herkes her yerde yuvalandı. Bize düşen neden
ayrılıktı?
Hızla ilerleyen binayı seyrettim
epey zaman. Başka şansım da yoktu, burnumun dibinde koca bir karaltı gibi
bulutlara uzanıyordu. Sanki üst üste yapıştırılan betonlarla, içine insanların
hapsedileceği kibrit kutuları diziliyordu. Kalbin kadar sert, burnun gibi dik, çıktığın
enkazlardan sıyrıldığın güçte depreme dayanıklı bu bina her baktığımda daire
adlı hücreleriyle zerrelerine kadar hapsolduğun egonu hatırlatacaktı artık
bana. Sarı bir beton, sert, çirkin, kurak. Onların manzarası yarısı kotta,
alçak bir sürü bina, galiba hepsi kaçak. Yalnızlıksa varabildiğimiz son durak.
Yüreğim o yeşil alan
kadar bahtsız, bitki örtüm savunmasızdı uzun zaman… Üzerindeki ağaçlardan,
kuşlara börtü böcekten kaplumbağa her varlık terk etmişti diyarı. Hüznümü kucaklayan
yine kapkara topraktı. Baktıkça nefessiz bıraktı. Üzerine papatyalar çizilmiş
yeşil boyalı çöp kutularına akşam üzerleri domuzlar, geceleri ayılar dadandı. Burası
onlarındı. Timur’un fillerini saklayacağı kadar yeşildi bir zaman, sittin sene
önce, ormandı. Artık sit falan da kalmadı, her yerden beton fışkırdı.
Neyse ki gökyüzü vardı. Şairler
göğe bakmaya çağırırdı. O gün yine ağlarken bir de baktım güneş açtı.
Yağmurlardan sonra gelir ebemkuşağı, rengarenk süsler hayatımı diye umutlandım.
Boşunaydı ne ebem kalmıştı yanımda ne sen, herkesin okuduğu tek şey canımdı.
Bundandır sevincimin
kursağımda kalışı. Rüzgâr ne yapıp etti o kara bulutları yığıp gitti. Şehrin
üstü karanlıktı, sensizlik derin bir kuyuda merdivensiz kalmaktı. Allah’tan
kuyuları kapatmıştım yazdan. Merdivenler sadece erik ağacına dayanacaktı. Ama
yeşil erik sevmediğim için oracıkta dekor olarak kaldı. Ne gönlümü göğe taşıdı
ne de ayaklarımı, yeşile, meyveye, sevgiye.
Sonra yağmur başladı.
Ağaç altında durulmazdı. Merdiven basamakları ıslaktı, koşa koşa çıkılmazdı. Koşup
vardıklarım bana hep tuzaktı. Ne kadar geç anladım, kalbin bana çok uzaktı.
Karadan kaçtım önce, çölden,
kurumuş topraktan, senden uzaklara, denizin kıyısına.
Nasıl da mutluydum yolda;
masmavi gök yoksa deniz vardı. Gözlerin uzaksa ufuk oracıktaydı.
Varacağım yerde umut
kollarını açıp beni saracaktı. Kıyısına gelince, “Ama ama bu olamaz” diye
haykırdım. Göğe yükseldi çığlıklarım. Beyaz kanatlarını kıyıda, taşlar üzerinde
dinlendiren martı ile bakıştık, hüzünle ağlaştık. Şaşırmadım aslında denizin de
bittiğine. Herkes giderdi, her şey biterdi. Adına hayat denir, kalanlar yola
devam ederdi.
Mevsimler de denizler de
kuşlar, köpekler de bizim bu deli halimize uymuş diye mırıldandım. Sarı bir
beton atılmıştı kıyıya, dona kaldım.
Çöl, kurak topraklar,
ölümler, patlamalar, kırgınlıklar, can parçaları geride kalmamış mıydı?
Üç tarafımız denizlerle
çevriliydi eskiden, biz bizken, aşıkken.
Sırtımızda bıçaklar,
yalnızlıklar, kuyular, gözyaşları, ağıtlar, ahlar yokken. Yağmurlar asit olup
yağmazdan önce, kayıplara karışan insanların kemikleri için endişeyle beklemezken.
Dedelerimizin, üç gün yatak, dördüncü gün toprak taleplerine sıkışmış
beklentisizliğimizin dahi nasipten geçtiğini bilmezken.
Üç tarafımız maviydi biz
kendi kendimize yeterken. Sen her gece örterdin üstümü, ben elimde kitap,
kanepede uyuyakalmışken. Yağmurlar Nisan’da yağardı, bahar topraktan
fışkırırken. Şubatlar hem üşütür hem ısıtırdı, kışı kışta yazı yaz da yaşarken.
Biz bize yeterdik bu
toprakta, geleceği beklerken.
İnsanı hep sıkıntıydı. Acı,
hiç iyileşemeyen yaşlı bir kadının ağrıları gibi oradan oraya dolanırdı. Bir
yerine yarayan ilaç bir başka yerini sancıyla kıvrandırırdı. Hastalıklar
yaygın, bulaştıranlar serbest, taşlar, hastalar ve doktorlar hep bağlıydı. Ahları
yüreğinde, ilenmeleri dilinde kadınlar coğrafyasıydı burası. Analarla doluyken ne
zaman ki vicdanlarının üzerine yatıp sesini boğdular içlerinde, can da çekildi bereket
de. Her gün yok yere sevdiklerinin elinde can verirken kadınlar, çocuklar
sesleri göğe yükselmekte. Kulaklık çıktı mertlik bozuldu. Tehlike adres
sormadan dolaşırken sokakları herkes son seste duymak istediklerini dinler oldu.
Boğazlar mı, sadece bir
geçiş yolu. Hassas kalpler için dokuz boğumu da yumru. Konuşurken daha ilk
dönemeçte kılık değiştiriyorsa anlattıklarımız.
Yutkunurken bıçak olup
kesen korku, en iyi susturucu.
Her gün biraz daha
yalnızlıklara gark oluyorsa hayatlarımız, kaçışlarımız suçlu.
Oysa koşa koşa gelmiştim
sana, sevinçle tırmandığım merdivenlerden kaçarcasına indim sonra. Aynam, aşkım,
vatanım demiş, güvenmiştim yarınlara.
Karaltı sanıp kaçtığım gölgemmiş
meğer. Sana çarpınca anladım. Kırılan parçalarımı tek tek kendim topladım. Ah
be, ne kadar safmışım. Ben yıllarca ne çok şeyi var sanmışım! Oysa şimdi bana
kalan parçalanmış aynamdan yüzüme vuran yalnızlığım.
19/6/2021
Devam Etmek
"Devam Etmek" isimli yazım Yazı-yorum. net sitesinde yayınlandı.
Kitaplarım, varlığım…

Ceza, Uzi, Kelimeler ve Her Şey
Göz Göz Olmuş Yüreğim
Gözlerim gerçeğe açılacak derken gözüm açılmaz olmasın mı bu sabah!
Nereden çıktı şimdi bu şişlik arpacık mı çıkıyor acaba? Belki on beş yıldır çıkmamıştı, nazar mı oldum yine? Üst kapakta da hiç rastlamamıştım. İki gecedir uyutmadı da. Böyle bir acı ve şişlik görmedim daha önce.
Görmek mi göremiyorum ki!
Duyuyor muyum, hafif bir müzik geliyor sanki kulağıma, hüzünlü.
Yine çok konuşuyor insanlar. Gül kokusuna yaseminler karışıyor. Yok ya ne arasın burada yasemin ama nereden geliyor o zaman bu baş döndüren güzellikteki koku.
Çocukken bahçemizde vardı beş taç yaprağı koyu yeşil yapraklar arasından yıldızlar gibi süzülür, her rüzgârla kokusunu gezdirirdi. Koparıp kulağımızın üzerine takardık, mis kokar ama çabuk solardı.
Kulak deyince kirazdan da küpeler unutulmazdı. Zaten kırmızı tutkum. İlk ayakkabımdan son aldığıma kadar kırmızıdan, bir de kirazdan, çilekten, karaduttan vazgeçmedim. Tonlar değişti ama zamanla, mesela en sonuncu ayakkabım bordo kırmızıydı. Ne rahat kullandım; hem yüksek topukluydu hem de nasıl güzel bir kalıpsa hiç yormazdı. Tabi bir stiletto kadar ince topuklu değildi. Ömrümce o ince yüksek topuklulardan giymedim. Ancak yatarken rahat olur sanki. Vasiyetime mi eklesem, içimde kalmaz, gözüm açık gitmem:))
Kırmızı rugan stilettolara kırmızı fırfırlı türlü şık bir abiye ile uğrasınlar da bu dünyadan giderken görkemi elden bırakmayayım.
Çürümeden önce güzel görünmenin faydası var mı? Biraz makyaj yapsalar korkuyu alır mı? Kırmızı ruj hep yakışırdı bana, allık da şeftali tonları olsun ama. Ayaklarımı üst üste atsınlar, çok yoruldum bu dünyada, gittiğim yerde dinleneceğimi bilsinler. Hem de herkese bir mesaj olsun bu; hiçbirinizi takmıyorum arkamdan söyledikleriniz umurumda bile değil, doğru bildiğim gibi yaşadım, öyle öldüm demenin daha güzel bir yolu olabilir mi? Evet evet ayaklar çapraz. Törende herkes böyle görsün beni.
İyi de kızım aklını başına topla bizim cenazeler böyle mi kırmızıyı gösterirler sana pamuğu tıkayıp şeker paketi gibi başından sonundan kefeni sıktılar mı atıverirler kazdıkları toprağa. Üzerini örtmek için de yarışırlar. Ne kadar çabuk biterse iş o kadar hızlı gideceklerdir mezarlıktan yaşama. Ölen ben değilim çok şükür diye sevinecekler, yaşadıklarını hissettiren eylemlere dalarak seni bıraktıkları yeri unutmaya çalışacaklardır koşa koşa.
Elbette özleyecekler bir zaman, seninle olan kendilerini tabi ki. Çok yakınların dışında kırk günden sonra hatırlayanın kalmayacak. Onlar da kırktan sonra yavaş yavaş yası tüketip eski yaşamlarına sensiz yelken açacak. Gemilerini de gayet güzel yüzdürecekler, fırtınadan baş gösteren Azrail onların da kapısını çalana kadar.
Belki sadece annesinin kalbinde bitmez bir yas bırakır, giden. Hele de sıralı ölüm değilse daha derine saplanır acısı. İşte o vakit giden meçhul bir karanlıkta beklerken geleceği, kalanlar da toprağın üzerinde dolaşan canlı cenazelerdir sanki.
Gözlerin hakikate açılmasının yolu ölmeden önce ölmekse insan onu hayatın kıyısına getiren olayları şans görmeli, bir durup düşünmeli...
Bir de kapanan gözüne bir ilaç sürmeli. Kendi kendinin doktoru, annesi, ilacı olmayı öğrenmeli. Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz demişler, bilmeli.
Nasıl görünürsen görün iki dünyada geçerli bilet göğsünün altında gizli.
Kırık Beyaz
Bu binaya yeni taşındı. Tam karşıma. Bir kek yapıp ‘hoş geldin’e gideyim dedim. Aslında sık yaptığım bir şey değildir ama kapılarımız birb...

-
Ülkü Tamer şiirinde “ Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen ” diyor ya, düşündüm de ben hiç kuş vurmadım, yuvasını bile bozmaya korkarım...
-
" Bazen ama bir insanla bir şey olur" der şair. Ne sır dolu bir mısradır. "BİR ŞEY" Her şey olabilir bu ya da hiç b...
-
SİNEMA GÜNLÜĞÜ 88.FİLM -Spoiler içerir - Şiir gibi bir filmi iki kez üst üste izledim. Hiç sıkılmadım. Defalarca izlenecek kadar güzeldi...