Ballıbaba Sokak

Uykusuz bir gecenin ardından yorucu bir sabahtı. Kendimi bir anda yirmi yıl önce oturduğum evin önünde buldum. 


Neden hep döner dolaşır anıların kucağına döneriz? Bu seferki rastlantıydı ama “Tanrı istemezse yaprak bile düşmediğine” göre tesadüf değildi buraya gelişim. Epeydir dağılmış parçalarımı toplamakla meşgul zihnim. 

Kuru Beyaz Bir Mevsim 1989


SİNEMA GÜNLÜĞÜ  237. FİLM 




Linki tıklayarak Kuru beyaz bir mevsim adlı filme dair yazımı okuyabilirsiniz.

FİLM İNCELEME YAZILARI

1- HAYSİYETLER KOLONİSİ FİLM İNCELEME

https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/07/21-sayi-indir-57.pdf

2- SUÇ VE CEZA FİLMLERİ

https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/07/22-sayi-indir-58.pdf

3- İŞE YARAR BİR ŞEY FİLM İNCELEME

https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/07/23-sayi-indir-60.pdf

4-AKREBİN YOLCULUĞU FİLM İNCELEME 

https://www.yazi-yorum.net/assets/pdf/26-sayi-indir-62.pdf

5-ANAYURT OTELİ

https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/07/27sayi-indir-63.pdf

6-GECE YOLCULUĞU

https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/08/28.pdf

7-KARŞILAŞMA

https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/09/untitled.pdf

8-V FOR VENDETTA 

https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/10/30.pdf

9-KURU BEYAZ BİR MEVSİM 

https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/11/untitled.pdf

SİTEDE YAYINLANAN DENEMELER

1-Geçer gider

https://www.yazi-yorum.net/2020/05/14/gecer-gider-handan-kilic/

2-Polisiye Nedir?

https://www.yazi-yorum.net/2020/05/02/polisiye-nedir-handan-kilic/

3-Kimse kimsenin her şeyi olamazmış

https://www.yazi-yorum.net/2020/07/27/kimse-kimsenin-her-seyi-olamazmis-handan-kilic/

4-Soğuk Zincir

https://www.yazi-yorum.net/2020/06/16/soguk-zincir-handan-kilic/

 

5-Yok birbirimizden Farkımız

https://www.yazi-yorum.net/2020/08/23/yok-hic-birbirimizden-farkimiz-handan-kilic/

6-Hayat Ağacı

https://www.yazi-yorum.net/2020/09/25/hayat-agaci-handan-kilic/


7-TÜNEL 

https://www.yazi-yorum.net/2020/10/28/tunel-handan-kilic/

 

Çığlık




Kadın, arabayı bilmediği bir yöne sürdü. Ana arterler, yan yollar derken çevre yoluna çıktı ve gaza bastı. Etrafında binalar azalana kadar ilerledi. Yol dümdüz akıp giderken görüntüye giren ağaçlar tek tüktü. Sarı ve kahverenginin yer değiştirdiği uçsuz bucaksız ovaların arasından geçerken sarı bir denizi yarar gibiydi. Aniden fikir değiştirdi, gördüğü ilk tali yola saptı. Bir süre daha gidip ıssız, toprak bir yolda durdu. Arabadan indi ve avazı çıktığınca bağırmaya başladı. Nefesi kesilene kadar çığlığına çığlık ekledi. Dermanı kesilen dizleri üzerinde toprağa çöktü. Ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı, gözündeki son damla gönlündeki ile denkleşince durdu. Vakit ilerlemiş ortalık serinlemişti. Gözyaşlarını silerken bir göğe bir yere baktı. Ufukta güneş batmaktaydı. "Yer sarı gök sarı, gece kara, toprak kapkara" diye mırıldandı. Gökyüzünde bir kaç kuş aheste kanat çırparken elinde bir ürperme hissetti. Boy boy karıncalar sarmıştı her yanını. Bir süre izledi. Eline tırmanan karıncanın ardında bir sızı bıraktığını fark etti. Yürüdükleri yer yanıyordu yine ısırıyorlar diye düşündü.

Bugünlerde en çok karıncalar dokunuyor tenime nereye gitsem oradalar. "Canını yakıyorsa o sarı karıncadır" demişti annesi. "Topraktakiler daha başka, çok büyük, küçük ve daha koyu renkliler" diye düşünürken elindeki ile konuşmaya başladı. 

“Ayak altındayız değil mi ikimiz de, bir türlü uçamıyoruz. Mahkûm muyuz biz, ezilmeye, hor görülmeye katlanmak zorunda mıyız?" 

Doğruldu, toprak yolda yürümeye başladı. Biraz sonra arkasında bir hareket hissetti. Dönüp bakınca irkildi. Siyah bir köpek adım adım yaklaşıyordu. Önce kalbi hızla atmaya başladı, sonra omuzlarını silkti, dudağını büktü, “Ne olacaksa olsun!” diye mırıldandı. Yürümeye devam etti. Köpek ters yönde uzaklaşmıştı. “Normalde hep yüreğim ağzımda kaçardım, peşimden geldiğini düşündükçe nefessiz kalırdım, ondan kurtulmak bu kadar kolay mıydı?” diye mırıldandı. 

Hava kararmaya başlayınca dönmeliyim diye düşündü, kuş uçmaz kervan geçmez bu yerde daha fazla dolanmamalıyım diyerek arabaya yürüdü. Ama yine göğsünde o daralmayı hissetti. Gözleri doldu. “Kendimi bir türlü anlatamadım, ne desem ne yapsam kar etmedi, kimseden bir isteğim yok artık, atı alan Üsküdar'ı geçti, Bor'un pazarı geçip gitti de eşekler Niğde'ye mi sürüldü bilmiyorum ama bir benim gönlümün dileği yerine gelmedi. Bunca kelimeyi kullanıp hiçbir şey anlatamamak. Yine de biliyorum ki, bu kadar izahımın kalbe değmemesi beni beceriksiz bir anlatıcı yapmaz. Kabı kadar alır herkes, nasibinde kabının çapı darsa ben kimseye bir şey yapamam ki! Zaten elimden gelen buydu ama yetmedi, hiçbir şey değişmedi. Peki, öyle olsun! Döndüm kendime, içimde aradım yitirdiklerimi. İyi de oldu bu dönüş. Kendi gücüme gelmem, dağıttıklarımı geri almam, içimde devrilen rafları toplamamla oldu.”  

Yüzüne, yağmurdan sonra açan güneşler kadar güzel bir gülümseme yerleşti. Arabaya binerken tekrar göğe baktı, laciverte doğru ilerleyen maviye gülümsemesinden bulaştırdı. Çığlığının asılı kaldığı uzaktaki o ağacı selamladı. Dönüş yoluna girdiğinde boğazı acısa, gözleri yansa da gönlü ferahtı. 

10/11/2020
HANDAN KILIÇ

MAVİ SULARA GÖMÜLEN SEVDA




Ayda, saks mavisi stilettolarıyla aynı tonda bir fular seçmişti bugün. Beyaz döpiyesi ile kombinlemiş, makyajını tazelerken aynada bir kez daha baştan aşağı kendine bakıp gülümsemişti. Bu ara otelde işler çok yoğundu. Telefonu çalınca açtı. İsmail Bey çağırıyordu. Makyajını bir kez daha kontrol edip koşarak çıktı. Üstünü başını düzeltip patronun odasına girdi. 

Onu her gördüğünde gözleri parlayan İsmail Bey arka arkaya iltifatları dizince keyfine keyif katılmıştı. Adam toparlandı ve bu geceki organizasyon için yurtdışından yeni dönen damadım ile çalışacaksın, akşam bir parti verilecek ve bu kızıma sürpriz olacak. Az sonra gelir bizimki diye açıklamada bulunurken kapı nazikçe çalındı. 

“Merhaba” diyen o sesi duyduğunda yerine mıhlandı Ayda. Bir anda “Ne oluyor, yok o olamaz, hayır, insan insana benzer ses” diye kendini oyaladı. Birkaç adım atan Dorukhan yanına gelmişti bile. Elini uzattığında göz göze geldiler. Şimdi şaşırma sırası Dorukhan’daydı. Ayla kendini çabuk toparladı. “Hoş geldiniz Dorukhan Bey, İsmail Bey’le biz de akşam için konuşuyorduk” derken baştan aşağı süzdü Dorukhan’ı. Her zaman şık giyinirdi ama şimdiki tarzına bakınca yağlı kapı bulduğu nasıl da belli şerefsiz diye içinden geçirirdi Ayda. 

Gözlerindeki nefreti saklama gereği duymamış, elini uzunca süre tutarken “Neden?” diye sormuştu adeta. Dorukhan da “Yapamazdım, anla beni” der gibi bakarken pişmanlık bulutu geçmişti gözünden. Ayda’nın kızgınlığını söndürecek bir yağmur bırakmayacağı halinden belli olsa da, mavi gözlerinde bakıp hülyalara daldığı zamanlara gitmesini, onu çılgınca sevdiği günlerdeki geniş müsamahasıyla bakmasını engellemedi. 

“Hayır kızım, hayır Ayda, bu gözlerin mavisine bu sefer inmeyecek yelkenler, hem artık onun bir limanı var ve sen burada çalışıyorsun, diye kendine telkin verirken Dorukhan hala ona bakıyor gülümsüyordu. İsmail Bey’in gür sesi ile tekrar kendine geldi Ayda. Dorukhan’a onu anlatan patronu, ne kadar titiz olduğundan bahsediyordu. “Seval benim gözbebeğim, onun en çok neyi isteyeceğini de sen bilirsin, madem siz bana bu müjdeyi verdiniz, ben de bunun hakkını verecek bir gece istiyorum.” Ayda’nın “Ne müjdesi?” der gibi baktığını görünce “Dede oluyorum, hem de oğlan, küçük İsmail geliyor Ayda” derken Dorukhan’la göz göze gelen kadın o mavilikte batırdı gemilerini, patronunu tebrik etti. 

"Dorukhan Bey bir kahve içsin, dinlensinler, benim bir kaç işim var " diyerek odadan çıktı. Gözlerinden süzülen yaşları saklamadan hızlıca adımladı koridoru. Tuvaletin önünde bir kaç kişiyle karşılaştı ama umursamadı. İçeri girdiğinde kimse olmamasını fırsat bilerek kendini bıraktı. Onu düğünden hemen önce bırakıp gidişini, biriktirdiği kini, sebebini öğrenemediği terk edilişin acısını hatırlayıp gözlerini sildi. Makyajını yapıp İsmail Bey’in odasına doğru yürüdü. 

HANDAN KILIÇ
22/10/2020 

Ağva’da Bir Başına

Ben bir çam ağacıyım, her mevsim yapraklarım yeşil. Her yağmurda temizlenir, parlar, dimdik dururum yerimde, toprağımda. 

Bir zamanlar burada bir koru vardı; omuz omuza nefeslenir, ciğerleri olurduk toprağın. Hepsini önce budadılar, sonra kökünden kestiler. Yerlerine ahşap evler, yeni patikalar yapıp doğaya davet ettiler insanları. Onlar da koşa koşa geldi katliam yerine. Diğer ağaç kardeşlerimle hiç ses etmedik, "Yok olmaz!" demeden acımızı gömdük, toprağın derinine, nefessizce. 

Yanımda yöremde hiç çam kalmadı. Karşıda, suyun diğer yakasında, uzaklarda bir yerde bir başka koruda yaşayan dostlarım var şimdi. Onları izleyerek avunuyorum. Bazen hüzünlenip bizim korunun eski günlerinde dolaşıyorum ama tek yaprak dökmüyor, gelen geçen mevsime uymuyorum.

Adım çamlardan bir çam işte. Yaşım yüzü geçti, hatıralarımsa dallarım kadar yüce. Köklendiğim bu toprak benim. Nice savaştan, afetten çıkıp nimetlerle geldim. Tohumken daha gözümü maviye diktim. Toprağıma, yağmuruma, güneşime güvendim. “Ağaç der ki, gücüm güvenden gelir” (*) Ama şimdi burada güvende değilim. Her an korudaki dostlarımın başına gelen akibet beni de bulabilir. Doğal (!) bir görünüm elde etmek için yoldan çekebilirler beni. Oysa ben yol kesen değilim. Benimle halleşene dost, gölgeme girene serinlik, sırtını dayayana sağlamlık veririm. Hikmet isteyen de olur, gürültüsüz esintimde sessizliğe gömülen de. Bir başıma kalsam da direnirim.  

Ama Şair ne demiş hatırla:

Her çiçek meyve olmak ister 

Her sabahın arzusu akşamdır

Her şey fanidir bu dünyada

Değişimden kaçıştan başka

En güzel yaz bile ister

Hissetmeyi sonbaharı ve solduğunu

Sessizce dur yaprak, sabırla dur

Kaçırmak isterse rüzgâr seni

Oyna oyunlarını, savunma kendini

Bırak olsun ne olacaksa

Bırak seni kıran rüzgârın esintisi

Uçursun seni yuvana” (*)

Doğan büyür, ölür, dönüşür toprakta yeşerirken.

Başladıysa biter her şey, bitmeli, bitebilmeli. Varlığı, sonsuz bir salınımda olmak yorar. Varlık, var edilendir, yok da olması gerekir ki, bilinsin bu yoldan geçtiği. Hep orada olursa kim fark eder ağacı, böceği, insanı, günü, güneşi? 

Yorulur sabır bile; insan, ağaç, nehir, deniz derken dünya başlar üzerinden atmaya ağırlıklarını. Öyleyse solgun yaprak gibi diyebilmeli, varlığa selam verip "Bırak olsun ne olacaksa"

Hisset, sonbaharı solumak da renk veriyor sana, o anı, o rengi yaşamalı. Ama çam ağacıyım ben, her mevsim yeşil ve diken yapraklı. Ne kimse dokunup sarılır gövdeme, dalıma tırmanır, ne yaprağımı okşar ne de düşen dikenlerimi toplayıp bir defter arasında kurutur. Benim de son baharım var elbet, benim de değişiyor yapraklarım ama ben mevsimlerimi içten içe yaşarım. Kimse görmeden yaprağımı dökerken bir taraftan yeşertirim tazeleri. 

Öyleyse ağaç kardeşim! Dallarım yapraksız kaldı diye üzülme, sonbaharı yaşayabiliyorum diye sevin, ki yaprağının her rengiyle yerde bile başka güzelsin. Dallarına salıncak kurulan mevsimler geldiğinde, çiçeklenip yeşerdiğinde, meyveye durunca yine kıymetlisin. 

Beni, kozalaklarımı yakıt, fıstıklarımı helvada katık yaptıklarında hatırlarlar. Ölülerinin ardından hayır diye dağıtırlar. Sonbaharda sana bakıp renkten renge girişini hayranlıkla seyredip hüzünlenirler. Bana bakıp düşünmezler içten içe yaşadığım acıları, bir başınalığı. Rüzgârda bile hışırtım yoktur benim, sesim çıkmaz,, sağa sola savrulmam, kolayca bırakmam, yağmura, rüzgâra, güneşe kendimi. Bir başınalığa da alıştım, kökümden söküp atmazlar, baltaları ile saldırmazlarsa öylece dururum evimde, burada, Ağva'da. 

Sus, bak bana, yaşamak zor değil”(*)

Ağaçları dinlemeyi öğrenen ağaç olmayı arzulamaz, kendinden başka hiçbir şey olmayı arzulamaz”(*)

Sen de kendin ol, mevsimlerini doya doya yaşa, ben buradayım bir başıma Ağva’da.

Handan Kılıç

27 Ekim 2020
İzmir

(*) Tüm alıntılar ve şiir Hermann Hesse'nin Ağaçlar adlı kitabındandır.

Boya boya hepsi süs için...

 



"Boşuna çaba dedi, boya boya hepsi süs için" (*)

Aldırmadım, çizmeye devam ettim; iyi geliyor dedim. 

Neden olduğunu bilmiyorum, okuyamıyorum, yazamıyorum bu aralar, dar bir tüneldeyim, etrafıma bakamıyorum. Karanlık duvarlar, adını bilmediğim hayvanlar daha çok sürüngen kertenkeleler... Misal fare değil mi şuradan geçen. Boyu kolum kadardı, kedi mi fare mi belli değil yuh!

Gün ışığı beklerken karanlıklar tutsağı olduk iyi mi? Yeniden cam kenarına o çiçekleri dizecek miyim? Ona da söylenir bizimkiler, annemin çiçeklerine bir şey diyen yok ama! Bu sene şu mor yapraklı olandan başka bir tanesi çiçek açmadı. Mor biricik, hem rengi ile hem çiçeğiyle... Diğerleri birbirine benziyor yeşil ve çiçeksiz... 

"Yağmurlardan sonra büyürmüş başak ve meyveler sabırla olgunlaşırmış/ Gözlerimin ta içine bak, ölüler niçin yaşarmış" (**)

Ne çok ölüm haberi duydum bu sıra... Bir bir çekiliyorlar sahneden toprağa, sonra orada çiçek açıyorlar, hepsi süs için mi? Ağacın yaprağında fosfor oluyorlar, dünyayı yeşile boyamak için mi, neden bu kadar geliş ve gidişler?

Ya yılanlar, fenafir gözlülerin kabirlerinde neresinden başlıyorlar kendilerini beslemeye? Dilinden mi, gözünden mi, hangisi daha fesat insanın, yüreği mi zihni mi?

Düşününce dehşete düşüyor insan, bunca yılan yeryüzünden geçip toprağa inince, yalanları yılan olup dolanmayacak mı boynuna? O beden çürürken, zerre zerre toprağa karışırken kötü kokuları emip çiçeğe renk, böceğe aşı olmayacak mı? Güzellikten çirkinlik, çirkinlikten güzellik çıkıyor sürekli, işte budur devran dedikleri.

Boşuna bir çaba mıdır yaşamak, 

Her gün kalk, işin yoksa maviye boyanmış gökyüzünü bul. 

Gri ise içinden mavi bir gök çat kendine

Bir sürü kötü söz duysan da, kulaklarını perdele 

Duymazdan gel, boya gönlünü yeşile

Kuş cıvıltıları ekle, ırmak şırıltısı da iyi olur.

Yok yok, sevmem sürekli aynı ritimde akan su rahatsız eder beni 

Yine de seyretmek güzel, mavinin yerde, gökte, gönüldeki halini, Toprağa girmeden önce gönlü yeşille maviyle mamur etmeli.

“Boşuna çaba dedi boya boya hepsi süs için” 

“Taç yaprakları kırık bir sesle” (***) yanıtladım: 

Boşuna değil hiçbiri... Ne verirsen elinle o gelir seninle! Ne yaparsan da öyle; güzelse güzellik, kötüyse kötülük bekliyor gideceğin yerde! 


(*) ve (***) Adalet Ağaoğlu Karanfilsiz adlı öyküden alınmıştır.

(**) Sezai Karakoç

21/10/20

İzmir

Handan Kılıç


DİPSİZ GÖL SÖYLEŞİSİ EDEBİYATHABER'DE

Handan Kılıç: “Bir ülkede kadınların kızların, çocukların, hayvanların güvenliği yokken sadece kadınlar değil kimse mutlu olamaz” Eylül 9, 2...