BİR CENAZENİN ARDINDAN




Ruhuma bir helva kavurayım dedim bu sabah. Dün gece gözyaşları ile kaybettiğim ruhum için “Nasıl bilirdiniz?” diye sorsalar, herkesin “İyi bilirdik” diyeceği bir insandım. Yani en azından, “Bana şu kötülüğü yaptı” diye çıkan  olmaz sanırım. Herkese şefkat dağıtır, yardıma ihtiyacı olana koşar, derdi olanı dinler, yolda kalmışa yön göstermek isterdim. Elimde ne var ne yok verirdim. Bende çok olduğundan değildi bu; paylaşmak erdemli olmak demekti. Dünyada yer işgal ediyorsak bunun hakkını vermeliydik. Ama ben bir şeyi unutmuştum, almadan vermek sadece Allah’a mahsustu. Ben olandan fazlasını verip tükettim kendimi. Alan emdi, bitirdi renklerimi. Az bulan memnuniyetsizdi, çok gelen korkak. Nedenlerim nasıllarım, anlaşılmadı hiç. Kimse anlamadan bu dünyadan gelip geçen beni, gözyaşları içinde toprağa verdim dün gece. 

Nerede hata yaptığını bilemeyen biriydim ben. Karanlığa bir mum yakmak derdindeydim. Kendi karanlığımı tanımadan ışık olmak ne haddimeydi ama insan yaşarken öğreniyor bazı şeyleri. 



İki kitap okuyunca, okullar üzerine okullar bitirip sertifikalar koleksiyoncusu olunca, bildim sanıp sınırı aştım ve kendi sonumu hazırladım. Kimseyi memnun edemedim bu hayatta. Ama daha acısı memnun edilmek için gayrete layık görülmedim... Ve hep verdim. Verdikçe ruhumu emdiler, bedenimi, benliğimi, geleceğimi, hatta geçmişimi sömürdüler. Ve ben dün gece acılar içinde daha fazla bu yükü taşıyamayan ruhumu yitirdim. 

Almaktan başka derdi olmayanlar, vermekte cimri olanlar, kendinden başkasını düşünmezken fedakar maskesi takanlar, bundan sonra dilerim karşınıza hep kendiniz gibiler çıkar ve sömürdüklerinizi hatırlarsınız. Didem Madak gibi diyeceğim: 

“Vasiyetimdir: 

En güçlülerinden seçilsin

Beni taşıyacak olanlar.

Ahtım olsun, 

Yükleri ağırlaşsın diye iyice, 

Tabutumun içinde tepineceğim.” 







Çok şey istememiştim hayattan, insanlardan, aşktan, vatandan, topraktan... Verdiklerimi yutmasalar yeterdi ama yetmedi, yetmedim, tükendim, tüketildim ve sonunda ruhumu teslim ettim. Yine benden başka ağlayan olmadı. Umursayan, gözyaşımı silen. 

Çocukken ağlayarak yatağa girdiğim geceler olurdu. Ananeme sığındığım. Evde ağlayamazdım, güçlü olmam istenirdi, ablaydım, örnek olmak zorundaydım. Ananem duyardı ağladığımı, eline su alır gelir, güzel gözlerinde yaş uyuma, kör olursun der, silerdi gözlerimi. Saçlarımı okşar, üstümü örterdi, daha çok canım acırdı. Herkese verenken bu kadar almak bile dokunurdu içime. Oysa saçım okşansın, şefkatle yaralarım sarılsın ne kadar isterdim. Ne hisseden oldu ne duyan. 

Hep uslu bir çocuktum. Yok oldum. Yaşlı kadınlar, emekli amcalar bir de uslu çocuklar görülmezler bu dünyada. Yaşarken yok edilirler, görmezden gelinirler. Çünkü uyumludurlar, sorun çıkarmazlar. Hep iyi öğrenci, akıllı uslu çocuk, işten yılmayan çalışkan hukukçu idim. Elinden her iş gelen kadın, çocuğunu tek başına gurbette, maddi imkansızlıklar ve yalnızlık içinde büyüten, bir gün yardımcı, bakıcı desteği göremeden çocuğunu kurs kurs taşıyan,  kariyerinden ailesi için erken vazgeçmiş fedakar insan. Görülmedim, görülmedikçe büyüdüm, büyüdükçe genişledim. Hepsi etkisizliğe bir tepkiydi. Neden yaşanıyor bunlar, durduk yere niye tepkimeye girdi diyen olmadı, görünene bakıp yargılandı. 

Akıllar verildi ömrümce. Her hareketim puanlandı. Her sapmam, suçum değil, sapmam cezalandırıldı. Hep yanlıştan uzak durdum ama ne zaman coşkuyla bir şey yapsam havada uçuştu cümleler: “Bana yakışmazdı, hanımefendiler böyle olmazdı.” Söylenenleri içselleştirdim. Zamanla kendi sesim sanıp kendim ilmeği geçirdim boynuma. İğne batırmadım kimseye, çuvaldızdan delik deşik oldum, ses etmedim. Görülmedikçe yok oldum. Yok oldukça görememeye başladım. Gözlerimin tansiyonu görme sinirlerimi harap etmeyi seçti. Yapmaya çalıştıkça yıkıldım. Kalkmaya çalıştıkça üzerime basıldı.

Hiç şefkat dolu hikayesi yoktu kadın atalarımın. Hepsi çok çekmişti, ailesinden, eşinden, gelin geldiği yerden... Verdikçe vermişti hepsi, hiç almadan, hiç sevilmeden, hep sömürülerek geçmişti ömürleri. Oğulları, kızları da kendileri gibi olmuştu. Karşılarına çıkan gelinler, damatlar hep alan, aldıkça alan vermek akıllarına gelmeyen insanlardandı. Öylece yaşayıp gittiler, verdikçe alamayarak, alanlar vermeyi bilemeyip çıkan sorunlardan vermeseydin, yapmasaydın, isteseydin denilerek sıyrıldı. Zamanla anlaşılmadığını düşünüp kabul görmedikleri halleriyle yabancılaştı. Birliktelik tabloları ard arda asılırken duvarlara içlerinde gerçekten gülen kimsenin olmadığını fark etmediler. Başa gelen çekilirdi. Nasibimiz bencillerdi. O herkesi mutlu edenler bizi bulmazdı. Bunca iyiliğimize rağmen hep zorlar çıkardı karşımıza, çünkü imtihandı, neyse ki ahiret vardı. 

O hiç sesi duyulmamış, gözyaşlarını göstermemiş, daha bir yaşına gelmeden annesini kaybetmiş kadın, ananem de bu düşüncenin yılmaz savunucularındandı. Biri terzilik, biri medrese eğitimini seçmiş, yerinden kalkmadan sakince yaşayan, kitap okuyan ağabeylerine inat, babasının Çanakkale savaşı anılarını dinleyerek büyüdüğünden belki, onlardan daha cesur, daha eril, yerinde duramayan, ata binmek, av yapmak hayalleri olsa da erken yaşta evlenip kendini kocasının ailesine feda eden, sevdiklerine aşırı şefkat gösteren bu kadın, kendine hiç acımazdı. Merhametsiz bir kadına gelin olmuş, ne yapsa yaranamamış, altını temizlerken bile kaynanasının çenesi durmamıştı. Merhametini, şefkatini ölçüsüz dağıtırken kendine bir damla bırakmamıştı. Verince alacağını sanmış, alamadıkça daha çok vermesi gerektiğine inanmıştı. Hiç oturmaz, sürekli üretir yine de kendini faydasız hissederdi. Son yıllarında nefes darlığını, kalp rahatsızlıklarını çok yoğun yaşayınca ölmem lazım, kocam öldü ben niye yaşıyorum diye diye çağırmıştı ölümü. Hiç nefes alamayan kadın içkinin, sigaranın yanından geçmeden ağır bir astımın pençesindeydi. Kalbi, ah o en çok kırılan saklı yeri artık ona kan pompalayamaz olmuştu.    

Onun kadar insan doyurmadım, onun kadar eziyet çekmedim ama belki de bilmeden onun kendine yaptığı zulmü kendime miras edindim. Ruhumu böyle tükettim. Yoruldum ve onun bir Ramazan gecesi ilaçlardan oruç tutamıyorum, bari sahura kalkıp iki rekat namaz kılayım diyerek uyandığı, nefes darlığı çektiği o gecede, ilk çocuğunun doğum gününde,"Kızım bu gece eve gitme burada yanımda kal" diye yalvarmasına "Sabah gelirim yine, huysuz kocama sahur hazırlamalıyım" diyen  teyzemin gittiği o gecede, abdest alırken kalbinin durduğu gibi yere yığıldım. 

Benim kızlarım da yoktu, ne kal diyebileceğim ne de niye çıkmadı banyodan diyerek peşimi arayacak, yerde bulduğu cesedimi kaldıracak, ambulans çağırıp kalp masajı yaptıracak, arkamdan ağlayacak... 

İşte son nefesimde yalnızdım. Yatağımda yalnızdım. Yanı başımdaki sudan elime döküp ananemi hatırlarken yalnızdım. Vatanımda yalnızdım. Gün ağarana kadar can çekiştim. Sonra ruhumu teslim ettim. 

Cesedimin başına geçtim. Çenesini, ayaklarını bağladım. Annem dedeme öyle yaptıklarını söylemişti. Üstünü örttüm mutfağa gidip helvamı kavurdum. 

Malzemeleri hazırlarken en sevdiğim bardak üzerine yağ kabının cam kapağını düşürdüm. Cam camı parçaladı, sevdiğim, tek kalmış o bardak tuz buz oldu. "Rahmetli daha akşam buraları temizlerken deterjandan parmakları delinmişti, yazık oldu, görse üzülürdü, iyi ki ölmüş" dedim cam kırıklarını toplarken.

"Can kırıkları daha keskindi" diye mırıldandığını hissettim sonra. Her bardağa uyan altlıklarının tamamı sağlamken hiç bardağı kalmamıştı. Çay tabakları kendini yormazdı. Tepsiye dizilip keyfine bakar, çayın yükünü taşıyan onlarmış gibi ancak hava atarlardı.

Rahmetli olsa takım bozuldu diye de ağlardı diyerek acı acı güldüm. Takım makım hiç bir şey kalmadı be güzelim diyerek kavurdum helvayı. 

Yakın zamanda o bardakla resmi vardı, cenazenin yaka kartı olarak bastırırım diyerek buldum, telefonlara, bilgisayarlara sığmayıp hard disklere doldurduğu,  anı parçalarım dediği, bir gün yapbozu tamamlarken kullanırım diye sakladığı fotoğrafların arasından. 



Işıltı sever, vitrininde mutlaka parlak bir tabak vardır diye açıp kapakları gümüş rengi olanı aldım ki, helvayla kontrast olsun. 

Her şeyi detaylandıran, bazen bu haliyle hayran bıraksa da, "Hız çağındayız, sadede gel, dünyanın toz bulutu olduğu zamandan başlama" diye uyararak anlatımlarını kesen eşi dostu, son kullanma tarihi dün gece dolmuş kalbini paramparça halde görmesin diye onun anısına kalpten bir kalıba ya da tabuta soktum irmiğin yanarken birbirine sarılmış, kavruk tenli tanelerini.

Fıstık yoktu, ceviz kıracak halim de ... Sonuçta çenesini bağladığım bir ceset yerde yatıyordu. Daha gömülecek, gelen gidene laf yetiştirilecek, "Bir şeyi yoktu, sorunsuz yaşayıp gidiyordu, her şey bir anda oldu" diye izahata girilecekti. Mezarlıktan eve dönünce yokluğu hissedilecek, bir zaman eşyalarına baktıkça hatırlanacak, yas, hatıralardan kurtulmadıkça bitmeyecekti.  

Yine de anılara, usul, erkana saygılı olmak lazım."Paylaşım yapmadan yedirtmezdi rahmetli" deyip kalbi kadar temiz sayfayı ayırdığı halde onu karartanların ruhuna değsin, kara kara kabuslar dedim. Sevda diye diye helvadan put haline getirilmiş kalplerin niyetine acı tarçınla süsledim.

Mutlaka yedek setleri vardır diye düşünüp evi dolaştım, yanılmadım. Yeni bir bardak seçtim vitrinden. Cidarlı, dokunduğun kısımla içi arası hava ile dolu, kaleleri koruyan hendekler gibi mesafeli, eli, dili ateşten uzaklaştırmalı. 

Demlikte kalan son çay, açıktı ama cenaze evinin sunumunda kusur aranmamalı diyerek doldurdum cidarlıyı. 

Dur yanına bir de çiçek iliştirmeli, kitap da mı koysam, yok yok suç aletleri gizlenmeli diyerek buldum lavantaları. 

İki gün önce parktan koparmıştı. Bütün kadınlar toplayınca o da kokusunun güzelliğine dayanamayıp bir kaç dal almıştı. Güvenlik, içeride bunalmış kadınlara ilişmemiş, çiçek almıyoruz bari kendilerine versinler çiçekleri diyerek arkasını dönüp gitmişti kadınların yanından. Tabi ananesi kılıklı rahat durmadı, güzelim lavantaya, eve gelince, virüsü, mikrobu, isi, tozu gitsin diye kolonya sıktı. Zavallı çiçek, yakın mesafeli şehirler arasında çalışan, o eski otobüslerde dağıtılan hükmünü yitirmiş kalitesiz lavanta kolonyası gibi kokarak kendini kaybetti. Ama fotoğraf bu, görüntü var, ruhu yok insanlardan kötü çıkacak değildi. Olmadı bir kaç filtre, ışık, renk ayarı çektin mi herkes, her şey gibi aslından güzel hale gelirdi. 

Rahmetlinin helvası da konseptli olmalıydı, görme, görünme, gözetleme çağında insanoğlu hepsinden ayrı haz alan kuklalardandı. Ölürken bile insanları düşünmeyi başardı ya, ne diyeyim, şiddetsiz iletişimin olduğu diyarlar da vardır elbet, ruhuna değsin, burada görmedi orada görsün bari diyerek çektim fotoğrafı.

Yine laf çok uzadı, ölü evinde çok konuşulmaz, rahmetlinin hatası, günahı sayılıp dökülmez. Ruhuna bir Fatiha, sonra “Ben sağ, ben selamet” denerek kaçılır ya ölü evinden, helvasını yiyen, rahmetini okusun gitsin. Bilenler iyi bildik desin, tanımayanlar kaçırdıklarına üzülsün. Kıymet bilmeyenleri de Allah bildiği gibi yapsın. 

Ben şimdi “Güzin ablası kitaplar olan” bu kızın eşyasını toplayıp atacağım. Ayakkabıları kapının önüne koysam dedim, bir dolap topuklu kimin işine yarar deyip vazgeçtim. Yıllardır durduğu yerde dursun deyip bıraktım. Eski spor ayakkabılarını koydum sonra, adet bilmiyor demesinler istedim. Kimse demese ananesi gelir uğraşır şimdi benle deyip kapının önüne çıkardım. 

O, dün gece öldü, bilin istedim. Gözlerin görmediği bir karanlıkta söndü ışığı.  Kimse o bardaktaki son suyu uzatmadı.  Saatlerce döktüğü gözyaşları sel oldu, aldı gitti onu. 

İyi bilirdiniz ama ona hiç duyurmadınız. Bir ses, bir nefese hasret gitti kulakları. Size hakkını helal eder mi bilmiyorum ama son nefesinde bile kendine yaptıklarına kızgındı. 

Rahmetli ömrünce çok yük taşıdı, herkese koştu bir kendini hatırlamadı. İhtiyacı olduğunda, hele de son günlerinde yanında bir kişi vardı. O da onu yaralarından tanımıştı. Sonra atına binip önden gidenlere karışınca buralar nefes alınmaz oldu. Bir dost kadın daha kaybolmuştu. Kalbi daha fazla dayanamadı. Sıkıştı, sıkıştı, kelebek misali kozasını delip çıktı ruhu.

Başımız sağ olsun. Bir selamı esirgeyen dostlar sağdır zaten ama artık faydası yok...

HANDAN KILIÇ

16/06/2020 17:16

 



8 yorum:

  1. "dostlar sağdır ama faydası yok." Müthiş ��❤️�� Kalemine, yüreğine sağlık. Harika!

    YanıtlaSil
  2. Nefis bir öykü, soluksuz okudum, elinize sağlık. Bu konuda yazmayı ben de çok severim. Tebrikler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sarsıcı bir konu teşekkürler soluksuz yazdım ☺️

      Sil
  3. Selam çok güzel bir yazı .Çok kırılmışsınız. O derece kırılmışsınız ki kendi cenazenizi yazma ihtiyacı duymuşsunuz. kendinize haksızlık etmeyin. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  4. Kırılan bardak ve “Çay tabakları kendini yormazdı” ifadeniz ne kadar çok şey anlatıyor. Kelebek misali kozasını delip çıkan ruh da öyle. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...