DUMAN, AMAN AMAN


Her şeyi yazarım da zamanı yazamam, o yazar çünkü beni" (1) demiş şair. Bir başkası “Nedir zaman nedir bir su bir kuş mu nedir zaman nedir iniş mi yokuş mu”(2) diye sayıklamış. 

Sonra o şarkı, son zamanlarda her mısrasını iliklerime kadar hissettiğim... 
Gezdin, tozdun aman aman, sazdın, sözdün aman aman, giderek üzdün bizi zaman
Yazdın, çizdin, aman aman, incecik izdin, aman aman, sıraya dizdin bizi zaman




Zaman su gibi akıyor ama hayat suyunun önündeki barajın kapakları bir türlü açılmadığından sular yükseliyor içimde. "Bendi mi çiğner aşarım"(3) diyen şair kadar iddialı ya da umutlu değilim. 

Zaman akarken bu akışa uymak, suyun kaldırma kuvvetine güvenerek akışına bırakmak istiyorum. Duman haykırıyor hala içimde, eşlik ediyorum:

Durmadan nasıl susarsın, bilmeden atıp tutarsın, hep kaçıp yeni bir adım atarken, dibine kadar çileye batıp çıkarken, içine atıp atıp yoluna giderken, su gibi akıp geçer zaman

Yazar beni yavaş yavaş, özenle azalta azalta, görkemli 
Sanki dolduracakmış, olduracakmış gibi"(4)

Özenle yazdım her şeyi, tıpkı zaman gibi, satır satır işledim kelimeleri, sanki okunacak gibi. 
Yetmedi, çizdim milim milim her şeyi. Dönenceler, dünyanın hareketleri, güneşin dik geldiği yerlerde sürmemiz gereken kremleri, güneşin uğramadığı zamanlarda içmemiz gereken vitaminleri, boşalan içimize yerleştiremediklerimizi, kalsiyum takviyeleri ile dik duruşlar sağlanamayacağını, cesur sandıklarımızın birer korkuluktan ibaret olduğunu, uyduruk bir tarlada üç-beş tane mısır koçanı dişlemek için kargalarla dostluk kurduklarını, aç hayvanların çirkin yüzlerine eşlik eden seslerini, ellerini ovuşturan sefilleri, sürüngenleri, tarla farelerini, hepsini gördük şu hayatta değil mi? 


İşte, zamanın hediyeleri, azaltarak eksilterek bizi zenginleştirmesi, ne kadar gereksiz insan, eşya, şehir, ülke, dünya döküldü üzerimizden, sanki doldurup olduracakmış gibi...     ,

 Her çiçek meyveye duramasa da, dolu yiyip dökülenler olsa da, etli meyveler de gelir illa ki...
İşte zamanın döngülerinin doldurduğu, oldurduğu hediyeler, eksilterek de olsa mevsimler yenilendikçe dallara dizildi.

Halbuki sıyırıp düşürmüştür tırnağımdaki çürüğü, parmağımdaki yarayı kabuk kabuk geçirmiştir, geçerken sanki çoğalta çoğalta yazarak beni, özenli, görkemli”(5)

Her özenimin cezasını çektim; kimi öncelediysem tokatı ondan yedim. Vurduğun yerde gül biter deyip diğer yanağını döndüm. Dişimle tırnağımla, emeğimle, ne yaptıysam yaralarla doldu içim. Ne zaman kabuk bağlasa, biri çıkıp kazıdı, koparırdı kabuğu, zevkle kanamasını izledi. Yine de kızmazdım, ses etmezdim, üzülmedim diyemeyeceğim; o konuda çok maharetliyim. Üzenleri baştacı etmekle yetinmedim, bir de emek emek sundum sevgimi.



“Sevgi emektir diye kandırılmış genç bir yürektim, emeğin hep sömürüldüğü bir dünyada yaşadığımı canım yana yana öğrendim. Ağladım, kan kusup kızılcık şerbeti içtim dedim. Şimdi kansız, cansızım belki de söndü gözlerimin feri ama eksildikçe yenilendim, kelimelerle güçlendim. Bahar çiçekleri ile süslendim. Yürüdüm geceden içeri...

17/04/2020-02: 00 Ankara

(1, 4, 5) Oruç Aruoba

(2) Necip Fazıl Kısakürek

(3) Mehmet Akif Ersoy

Not: 1-Bu yazı çalışması  #sanalyazievi nden #yesimcimgöz ile #judithmalikaliberman ın #birkapikapanirbaşkabirkapıaçılır #masalterapi adlı instagram çalışmasının 16/4/2020 tarihli kısmı için yazılmıştır.

2-Mandala benim tarafımdan çizilmiştir.

3-Fotoğraflar şahsıma ait, olup 15/4/2020 de Ankara'da çekilmiştir.

Handan Kılıç
    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hayattaki yerini arayıp bulamayanlara samimi bir yol arkadaşı: Çam Ağacının Gölgesinde

  Elif Arslan  Ah şu merak yok mu şu merak? Sayfaları arka arkaya çevirip başladığımız kitabı bir çırpıda bitirmemizi sağlar. İşte böyle b...