Günlerdir yorucu olsa da, bana iyi
gelen bir koşuşturmanın içindeydim. Öyle ki, bloga bile yeterli vakit
ayıramıyorum. Yapılan yorumları bile görmemişim. Blog dostlarım affetsin, şu
koşuşturmaca bitince yine buralarda olup gezecek, güzel yazılar okuyacağım.
Günler sonra evde olmanın keyfini
çıkararak bu sabah alarmsız uyandım. Canım neyi hangi zamanda yapmak istiyorsa
öyle hareket ediyorum ki bu ne güzel bir özgürlüktür.
Canım annem, özenerek bir kahvaltı
hazırlamış, hazıra kondum. Bir demlik çay içtim, keyiflendim. Muhteşem bir
hayatım varmış, her şey çok güzelmiş gibi yaptım, zaten kötü de değil hayatım,
biraz ağır aksak gidiyor ama hala ayaktayım.
Keyifli olmamda gündemle
ilgilenmemek kararım da etkili oldu. Bir ara sosyal medyada yine can sıkıcı
başlıklar gördüm ama ne yapalım kötülük dünyanın her yerinde her an tekrarlanan
bir yaratım, iyilik de, ben iyiyi görme kararı aldım. Ki şahane bir rüya da
gördüm, yorumlarına baktım, ferahlık dolu günlerin yakın olduğunu söylüyordu,
yeni yıldan umutlandım.
Hemen telefonu elimden bırakıp biraz
hareket ettim ki, mutluluk hormonumu salgılattım sevgili beynime. Sütlü kahve
yapıp içtim, beraberinde kitap okudum. Cam balkona çıkıp serin havayı
iliklerime kadar hissettim. Yine açık, güneşli şahane bir hava var İzmir'de. Ay
bu sabah ütü bile yaptım, bu kadar saate ne çok iş sığdırdım, aferin bana
dedim, daha da keyiflendim.
Aile evi başka. İnsanın en çok ait
hissettiği yer, toprağı, anıları her şey orada. Evimiz hala aynı
yerde. Bu nedenle dışarı baktığım her seferde çocukluğumun arka bahçesinde
dolanıyorum. Küçükken Ankara asfaltından geçen araçları, üniversiteden
çıkanları, mavi ve kara treni keyifle seyrettiğimiz pencereden şimdi metrodan
inenleri izliyorum.
Tabi artık çok şey değişti. Yeni
yollar yapıldı. Hatta yükselen yola paralel evimiz de katını yükseltti. Ama
hala karşıda yeşil bir üniversite kampüsü var. Ve sayısı, şeridi artan
yollar... Gidenleri, dönemeyenleri, kalanları anımsatarak insanı hayali
yolculuklarda gezdiren bu manzarayı da, yıllar sonra dönüp geldiğim evi de,
yolculuklara çıkıp bilinmezliğe yürümeyi de seviyorum.
Ve bu sabah da soruyorum, bu günün
bana hediyesi ne? Bolluk, bereket, huzur, ilham hangi şanslarla üzerime akacak,
kabuldeyim, güvendeyim. Tüm olumsuz düşünceleri de iptal ediyor, evrenin sonsuz
ışığına yolluyorum.
İşte böyle içimdeki çocukla beraber mesai
öncesi hareketliliği de izleyince hayalen bir yolculuğa çıktım. Ve yine kendimi
orada, anılarda buldum. Bu balkondan uzakları seyredip bir an önce uzaklara
gitmeye özlem duyduğum günlerde. İşte o zamanlarda iyi bir arkadaşım
vardı. Enerjimin düştüğü anlarda hemen fark eder, acil yardım çantasından çıkardığı
ve dinlemekten hiç sıkılmadığım söylevlerine başlardı. Yine böyle bir gün
gözlerimdeki hüzne dayanamayıp demişti ki:
"Çileyi bir kambur gibi sırtında
taşımaya başladığın anlarda gözlerini, bilinçsiz bir karınca işçiliği
ile hayatlarını ölüme taşıyan bedenlerin üzerindeki mavi gökyüzüne
çevir ve o muhteşemliğe gülümse"
O günden sonra göğe bakmaktan hiç
vazgeçmedim. Bu gün de, göğün renk cümbüşünü izlerken bir anda başımı öne
eğdim. Metrodan çıkıp aceleyle yürüyen insanları görünce dilime o cümlenin
"Bilinçsiz bir karınca işçiliği ile hayatlarını ölüme taşıyan
bedenler" kısmı takıldı.
Koşuşturmalara feda ettiğimiz
hayatımız her an bizi ölüme yaklaştırırken biz sadece otomatiğe bağlanmış
şekilde gerekliliklere sıkışıp kalıyoruz.
Karın doyurmak için çalışıp
yorgunlukla televizyon karşısında ömür tüketmeyi, şimdilerde ellerimizdeki
kelepçenin ekranından başka hayatları izleyip söylenmeyi yaşamak
zannediyoruz.
Ve bir gün neden geldiğimizi bile
anlayamadan bu dünyadan çekip gidiyoruz.
Belki bu ülkede yaşamak başka bir
alternatif sunmuyor bize ama dönüp yaşamlarımıza bakmak, "Bana ne"
diyerek başkalarının dedikodusundan vazgeçmek, "Sana ne" diyerek
hayatımızın direksiyonuna geçmek zorunda değil miyiz?
Sadece ayakta kalmak için koşmayalım...
Yavaşlayalım, duralım, düşünelim: Ölüm
var ve hepimiz ona koşuyoruz hatırlayalım.
Kısacık bir hayat için hem kendimize
hem de başkasına haksızlık yapmayalım.
Adalet, her şeyin yerli yerinde
olması diye tanımlanır. Kendimize karşı acıtan bir dürüstlük sergileyelim ve
geç olmadan hayatımıza çeki düzen verelim.
Güzel ses, güzel şarkı ama Hep sonradan gelir
aklım başıma diye hayıflanmayalım. Çünkü yaşıyoruz, bundan büyük mutluluk yok.
Hatta çile, bir kambur gibi
sırtımızda olsa da vakit varken göğe bakalım ve oraya yükselelim. Hayatta
dertler, tasalar da misafirdir, onları da uğurlayıp mutluluklara kapı
açacağımızı unutmayalım.
Yaşasın hayat, yaşansın huzur!
Kocaman gülümseyin bu gün:) Ben öyle
yapıyor ve şimdi yazacağım hikaye için buradan ayrılıyorum:))