Çanakkale en güzel liman şehirlerimizden biridir. Ama biz yani ülkesini seven yurttaşlar, onu bir destanın yazıldığı yer olarak bilir, anarız. Üzerine kitaplar yazılan, filmler yapılan bu şehir ülkemizde en çok gezilen yerlerden biri. Tabi gezerken denizi, güneşi, kumu, rüzgarı değil, insanın tüylerini diken diken eden hikayeler dinlediğimizden bir coşku, minnet, huşu içinde olduğumuz malum.
Çünkü bu ülkenin has evlatları olarak hepimizin ailesinden kayıplar vardır o topraklarda. Her birimizin gönlünde Çanakkale'de şehit düşmüş büyüklerimizin ve geride kalanlarının acılı hikayeleri, bir imparatorluğun her yerinden savaşmaya gelmiş gencecik çocukların sevdalı yürekleri vardır, bağrında.
Misal, babaannem 1916 yılında İzmir'de doğmuş babası Hüseyin 1879 da Resmo Girit'te doğup İzmir'e mübadele ile gelmiş. Annesi babaanneme hamile kaldığında 1915 yılı imiş ve babamın dedesi #canakkalesavaşı na gitmiş ve bir daha dönmemiş. Çocuğunun doğduğunu görmemiş. O yıllarda doğan birçok kişi gibi "Babasız, amcasız, dedesiz" yani erkeksiz büyümüş babaannem. Gördüğüm en güçlü kadınlardandı ama işte o baba şefkatini yeri hiç dolmamış.
Ananem ise 1928 de Bulgaristan' da doğmuş. Babası Ferhat, tam yedi yıl sonra geri dönmüş Çanakkale de savaşmış. İzmir 9 Eylül'le kurtuluşa erince çok sevdiği İzmir'den Bulgaristan' a geri dönmüş. Ananem savaş sonrası doğan tek çocuğu.
Ne talihsizlik ki, o da bir yaşındayken annesini kaybetmiş çok sevdiği babasından sürekli savaş anıları dinleyerek büyüdüğünden olsa gerek cesur ve gözü kara bir kadın olmuş babasının vasiyetine uymuş ve İzmir'e göç etmiş.
Annemin babası ise, 1926'da Bulgaristan'da doğmuş. Aslında Gümülcine'de o zamanın üniversitesinde okuyan ve otuz yaşına kadar orada yaşayan, Fransızca dahil beş dil bilen babasının taşraya geri dönmeye hiç niyeti yokmuş ama savaş sonrası ailede erkek kalmadığından yeğenlerine göz kulak olması için tekrar Bulgaristan'a dönmesi istenince mecbur kalmış.
Tabi taşrada yapamayınca 1927'de, dedem bir yaşındayken dört arkadaşı ve aileleri ile beraber İstanbul'a gelmiş. Sultanahmet'in civarında iki buçuk yıl ikamet etmiş. Kısacası, savaş herkesin hayatını alt üst etmiş. Okullar mezun vermezken gidenlerin acılarını sarma görevi üstlenen kalanların da hayatları değişmiş. Zamanın tahsillisi dedenin eşi, ben İstanbul'a alışamadım, toprağım da toprağım diye tutturunca hayallerinin peşinde Türkiye'ye gelen annemin dedesi ve kucağında dedem iki buçuk yıl sonra İstanbul'dan Kırcaaili'ye dönmüş.
Şimdi düşününce onu iyi anlıyorum: Sanırım, kimsenin onu anlamadığı bir hayatı yaşamıştır kendi yalnızlığında. Çok kitap okurmuş. Sonuçta kitap bazen en kolay sığınak.
Daha sonra Bulgaristan'da rejim değişince Türk'lere baskılar artmış ve dedem çocukluğunda yaşadığı ülkeye dönmüş. Bu sefer yanında dört çocuğuyla yaşı kırk iken İzmir'e birer bavulla gelip sıfırdan hayat kurmuş ki, şimdi buradan bakınca bana çok zor geliyor. Hatta burada iyi standartta bir hayat kurunca taşrada ömrü çürüyen babasını da İzmir'e getirmiş. Hayatının son yıllarını burada yaşayan dede doksanlı yaşlarında mutlu mesut bir şekilde hayata gözlerini yummuş.
Hasılı kelam, hayat seçtiklerimiz değil, bizim için yazılanları yaşadığımız bir meydan ve Çanakkale sayısız hayatın söndüğü, bir hilal uğruna ne güneşlerin battığı, acılarla dolu bir savaş alanı. Ama en büyük destanların da yazıldığı tarihimizde altın sayfa.
Bugün bu topraklarda 104 yıldır özgürce gezebiliyorsak bunda öz be öz dedelerimizin kanı, büyükannelerimizin emeği, gözyaşı, umudu, inancı var. Bu vatan bizim, tüm zor zamanlara rağmen emanete sahip çıkacağız...
Zaten sadece Cumhuriyetin kazanımlarını koruyabilsek, burada her etnik kökenden insanın kanının olduğunu unutmasak, ortak paydalarımızı fark eder, ayrışmaz, huzurla beraber yaşarız.
Bu vesileyle şehitlerimize rahmet ve şükranla...
Hukukun üstünlüğü ve demokrasi ile nice yıllara...
#çanakkalegeçilmez #çanakkalezaferi104yaşında #şehitlerölmez #rahmetlidedelerim
Not : Fotoğraflar kendi arşivimdendir.
18 Mart Şehitler Anma günü vesilesiyle ben de ilk kez 2010 yılında gördüğüm Çanakkale ve Gelibolu hakkında düşüncelerimi yazmak istedim.
YanıtlaSil2010 yılında güneydoğuda bulunuyordum ve bir toplantı nedeniyle Çanakkale’ye gitmem gerekti. Yolun uzunluğundan söylene söylene Diyarbakır İzmir üzerinden Çanakkale’ye ancak ertesi gün indim. Beş günlük toplantı aralarında şehir merkezinde turladım.
Şehrin modern yüzü, boğazın güzelliği, Truva atı Heykeli, Aynalı Çarşı, F.Sultan Mehmed’in boğazın iki yakasına yaptırdığı Kilitbahir ve Çimenlik kaleleri ilk aklıma gelenler. Birde uzun feribot kuyrukları nedeniyle Asya ile Avrupa arasında neden bir köprü yapmadığımız.
Cumartesi olduğunda sabah iskele önünde toplandık ve bir feribot ile Gelibolu yarımadasına geçtik. Karşımızda N.Halil Onan’ın ‘dur yolcu, bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir’ uyarısı bizim koyu sohbetimize bir sus işareti gibiydi.
Mihmandarımız 40 yaşlarında eski bir polis memuru olan Ali Bey’di. Dediğine göre binlerce kişiye burayı gezdirmişti. Neden gezi rehberliği yaptığını sorduğumda buranın gittiğim onca tarihi mekana benzemeyeceğini ilk anda anladım.
Ali Bey engelli oğlunun tedavisi için İstanbul’da yaşıyormuş. Tarihe meraklıymış ama Çanakkale’ye hiç gitmemiş. Bir gün rüyasında burada şehit olan bir askeri görmüş ve ‘Ali, bizi neden yalnız bırakıyorsun’ sitemine mazhar olmuş. Hemen Çanakkale’ye tayin istemiş ve uzun yıllar ziyaretçilere burayı gezdirmiş. Ali Bey yol boyunca bizi zaman zaman araçtan indirip kısa hikayeler de anlattı. Bu arada oğlu burada hemen iyileşmiş.
Mesela 16 yaşlarında Hasan, Çanakkale için asker seçimi yapıldığında ayağını yükselterek boy farkıyla askere çağrılmış. Ana babasından helallik aldıktan sonra yavuklusu Hatice’ye koşmuş. Ben askere gidiyorum, senin için döneceğim, beni evinden çıkmadan bekle demiş. Tabi 253 bin Mehmetçiğe nasip olan şehadet Hasan’a da uğramış. Hatice’ye şehadet haberi ulaşmış ve o anamız 80 yaşında vefat ettiğinde evinden bir gün bile dışarı çıkmamış, Hasan gelecek diye. Tüm ihtiyaçları komşuları tarafından karşılanmış.
Tarihi yarımadada yol boyunca mevziler kazılı. İki düşman mevzisi arasındaki mesafenin sadece beş metre olduğunu görünce şaşkınlık içimi ürpertiye çevirmişti. Evet sadece beş metre mesafede tüfek ve süngü savaşları sürüp gitmişti Nisan 1915 den Ocak 1916’ya kadar. Ateşkes esnasında yemek yenirken İngiliz tarafından bizimkilere psikolojik baskı amacıyla konserve fırlatılırmış, ‘arpa yemekten bıkmadınız mı alın karnının doysun’ diye. O esnada manda yoğurdu getirmiş bir köylü. Mehmetçik yoğurda el sürmeden İngilizlere yollamış ‘biz sürekli yoğurt yiyoruz alın asıl sizin karnınız doysun’.
Sabahın ilk ışıklarında Anzak koyunda 50 metre mesafeden Mehmetçiğin şehadete atladığını gören paralı ANZAC askerlerinin ‘bunlar insan değil uçuyorlar’ diyerek 3 gün içinde gemilerine binip kaçmaları.
1990 yılında Mersin’de batık halde denizden çıkarılan ecdad yadigarı Nusret Mayın gemisi ve onunla denize gömüldüğünü düşündüğüm kendi tarihimize olan saygımız.
3 defa 250 kg ağırlığındaki top mermisini sırtlayan Balıkesir Havranlı Seyit onbaşı,
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ve onun göğsünde tuttuğu saatine çarparak kaybolan düşmanların hayasızca akınları.
Kars’dan İzmir’e, Bulgaristan’dan Diyarbakır’a yan yana can verenlerin Şehitliği,
Egenin girişinde gururla gelen gemileri selamlayan Şehitler Abidesi ve aklıma gelmeyen kahramanlar..
Akşam güneşi Gelibolu üzerinden kaybolurken, tekrar feribotumuza binmiştik.
Yol boyunca dilimde ‘Çanakkale içinde aynalı çarşı’ ve ‘hey onbeşliler türküsü’.
Zihnimde Akif’in ‘ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker, gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer’ dizeleri.
Kalbimde hafif buruk bir acı ‘ben seni neden bu kadar geç tanıdım ki..’
Bu özel günde yaptığınız değerli paylaşım için size çok teşekkür eder, bu cennet vatan uğruna hayatlarını seve seve feda eden şehitlerimize de Allah'dan gani gani rahmet dilerim..
Merhaba Hüseyin Bey, sanırım bizi de aynı kişi gezdirdi ve anlatımı müthişti sizin de 9 sene önce gezdiğiniz yere dair bu kadar detaylı hatırlamanız etkileyici. Orası zaten duygulara tercüman olunacak yer değil kelimeler her zaman her şeyi anlatamıyor ben de geç kalanlardanım 2013 ilk ve son gidişim oldu umarım tekrar nasip olur katkılarınız ve yorumlarınız için ayrıca teşekkür ederim
SilTebrikler, yazı da fotoğraflarda müthiş olmuş. Çok etkilendim doğrusu
YanıtlaSilteşekkürler Ramazan Bey
Sil