Geçen hafta sonu Kuşadası Mübadele ve Anı evinde Çam Ağacının Gölgesinde adlı kitabımın ilk söyleşisini gerçekleştirdim.
Beni çok güzel ağırlayan medya iletişim sorumlusu, edebiyat öğretmeni sevgili Zerrin Bağcıvan Hanım ve dernek başkanı Ahmet Altınsoy'a ve elbette söyleşi için gelen bir saati aşkın konuşmam esnasında beni sevgi ve dikkatle dinleyen dernek üyelerine çok teşekkür ediyorum.
Facebook üzerinden canlı yayın yapan radyocu konuğumuz da bu güzel günü anılarımıza sabitledi, elleri dert görmesin.
Söyleşi sonrası imza ve dernek üyeleri ile bahçe sohbeti de çok zevkliydi. Deniz Gezmiş'le sınıf arkadaşı olmuş, emekli bir meslektaşım da vardı. Kitabı alıp hemen okuyan ve beni sosyal medya hesaplarımdan takip ederek posta kutuma sevgi ve iltifatlarını sunan okurlar gözlerimi doldurdu.
Okumayı öğrendiğimden beri kitaplar en yakın yoldaşımdı. Altı çizili satırlar ise belki ortaokuldan beri benimle. Çizmekle kalmaz çok sevdiklerimi ajandalarıma da yazardım. Hala da yazarım. Hatta kitabın her bölümü bir alıntıyla başlıyor. Ömrümce şiir için ayrı alıntılar için ayrı defterlerim vardı. Ve elbette yazdığım defterlerim. Hala cep telefonunun notlar bölümü olsa da her zaman kağıt ve kalem yanımda olur, kelimelerin ziyaret saati ve yeri sürpriz olduğundan geldiklerinde onları beklediğimi görsünler isterim.
İşte yıllardır blogda, öykü dergilerinde, kitaplarda yer alan yazılarımdan sonra ilk roman heyecanı yaşadığım bugünlerde Dm kutuma gelen fotoğraflarda kitabımdan altı çizili satırlar olduğunu görmek çok duygulandırdı. Yıllarca ben başka yazarların satırları altını çizmiştim ve sıra bana gelmişti. Medıum sitesi okura altını çizme imkanı verdiğinden her gün mail kutuma altı çizilen yerlerin bildirimi gelse de basılı kitapta bunu görmek başkaydı.
Emeğinin karşılığını manevi olarak almak buna denir sanırım. Seni hiç tanımayan, onlar için bir şey yapmadığın insanların sana en kalbi bağlarla sevgilerini sunmaları başka hangi meslekte var? Ben sadece yazdım. Gözyaşıyla, uykusuz gecelerde, yorgun ve yoğun gündüzlerde kalbimden akıttığım kelimelerle yazdım. Kendimi hep yazarak anlattığımdan çok mektup da yazdım, kimi hiç gönderilmemiş çünkü yazmak benim yaşam biçimimdi. Anlayan oldu, anlamayanım daha çoktu. Bazen sadece ayakta kalmak için, kendimi bulmak için, iz bırakmak için yazdım. Şimdi okurla karşılaşınca yeniden hatırladım yalnız değilim. Benim gibi hisseden, roman kahramanlarımla kendini özdeşleştiren, onlar varmışçasına seven insanlar var. Bu romanın, edebiyatın gücüdür. Üç yüz yıl önce yaşamış bir yazarla nasıl kalbimiz bir oluyorsa bizden sonra gelenlere verebileceğimiz ancak yazdıklarımızdır. Söz uçar, görüntü silinir, geriye hep yazı kalır. Neredesin ey okur diye seslenen Oğuz Atay kaderinden bizi kurtaran sanal dünyaya da çok teşekkür ediyorum.
Kuşadası Mübadele Evinin üst katı müze olarak düzenlenmişti. Orayı da gezdiren Zerrin Bağcıvan Hanım sergilenen parçalar hakkında da bilgi verdi.
Ardından Kuakmer'e geçip onun iki katındaki eserleri gezdik, beldenin tarihçesini dinledik. Şehrin hafızasını tutan bu emek dolu ortamlar aynı zamanda aktif olarak kültüre de hizmet ediyor. Biz gittiğimizde bir felsefe sohbeti vardı. Ardından sergi salonunda Milas'ın bir köyünde çekilen otantik fotoğrafların olduğu sergiyi gezdik.
Kuşadası'nın o hercai havasını alıp Selçuk üzerinde Pamucak sahilinde gün batımını da izleyip İzmir'e döndüğümüzde 25 Mart 2023 hayatımın en güzel günleri arasındaki yerini çoktan almıştı.
O günden birkaç fotoğrafla bu yazıyı bitirelim ve "iyi ki varsın okur, iyi ki varsın internet" diyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder