Düşüncelerimden
sıyrılamadığım bir gündü. Kendimi dışarı attım. Yürümeye başladım. Yüzümde
aşkın sıcaklığından yayılan bir gülümseme vardı. Epey tur attıktan sonra
parkurun ilerisindeki kaldırımda onu gördüm. Önce yok, benzettim falan dedim. Sırt
çantamdan kitabı çıkarıp baktım. Kesinlikle oydu. Aynı anlatıldığı kadar canlı
bir kadın. Adımlarımı hızlandırdım. Seslendim. Önce duymadı. Biraz yaklaşınca
omzuna dokundum. Heyecanla konuştum: “Ella selam. Seni görmek
ne güzel! Yıllar önce beni sarsan bir romanın karakterisin. Okuduğum
kitaplar arasında hayranlık duyduğum böylesi güçlü bir kadınla yol ortasında karşılaşmak heyecanlandırdı doğrusu”
Önce durdu, baktı ve
gülümsedi:
“Selam, demek bir okursun.
Beni kâğıt üstünde kalmaktan kurtaran, yaşadığımı fark ettiren kahramanlardan. Peki
söyle bakalım nasıl sarstım seni?”
“Cesaretin ve çevikliğinle,
şansların, şansızlıklarınla…”
“Bunlar hepimizin
hayatında olan şeyler değil mi? Şimdi sen kendi hayatından anekdotlar anlatsan
kim bilir ne çok zaferin vardır beni sarsacak. Kendine haksızlık etme. Bu dünyada kadın olarak ayakta kalmaya çalışırken güçleniyoruz hepimiz”
“Orası öyle, var olduğumuz bir yerde bir de bunu ispatlamamız isteniyor. Teşekkür ederim hatırlattığın için. Ayrıca bu
kadar mütevazi olman şahane, muhtemelen aşık ve mutlu olmanın sana verdiği
güzelliklerden tevazu. Elbette yaptıklarım var ama galiba insanın aklı hep
yapamadıklarında kalıyor.”
“Onun için dene,
yapamazsan da pişmanlığın bu olsun diyorlar.”
“Kesinlikle haklısın, deniyorum elimden geldiğince.”
“En çok neden etkilendin
peki kitapta?”
“Sıkıştığın yerden, konfor
alanından çıkma cesaretinden, her şeyi arkana alıp ilerleme kararlılığından,
yıllarca kurmak için uğraştığın kaleyi, evini, çocuklarını, emeğini, yirmi yıl
hatasıyla günahıyla kabul verdiğin insanı bırakıp hiç bilmediğin bir yerde hiç
tanımadığın birinin peşinde bir maceraya atılmak seçimlerinden. Düşününce akıl
karı değil.”
Ella güldü, koluma girdi.
Az önce yürüdüğüm parkı işaret ederek “Oturalım” dedi. “Mevzu derin”
Oturduk gözlerine baktım.
Huzuru, sükûneti gördüm.
“Çok güzelsin. Farkında
mısın?” dedim.
Elimi tuttu. İki avucunun
arasına alıp konuşmaya başladı. Sıcacıktı.
“İşte bunlar hep aşkın
marifeti sevgili okur. Meşhur Kırk Kuraldan beşincisi der ki;
“Aklın kimyası ile aşkın
kimyası başkadır, akıl temkinlidir, korka korka atar adımlarını, aman, sakın
kendini, diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği bırak kendini koy
gitsin” Aziz Zahra, aşkım yani, “Akılcı kararlarla planlar yaparak hayatımızın
akışını denetleyebileceğimizi zannediyoruz, oysa balık yüzdüğü okyanusu
denetleyebilir mi?” demişti bir keresinde. Bu söz hep kulağımda.”
Başımı salladım. Akışına
engel olduğum yaşlar süzülürken cevap verdim:
“Çok doğru söylemiş,
zaten onun için çok etkilendim. İlk okumamdan on iki yıl sonra bir başka şey
ararken kitaplıkta gözüme çarptı AŞK. O hislerle elime aldım. Kalbime değen,
altını çizdiğim satırlarda dolaştım. Geçen zamanı düşündüm. Satırlardan akan yalnızlığı,
aşkı, teslimiyeti, ilmek ilmek işlenmiş bir kitabın tüm eleştirilere rağmen okurunu
bulma şansını… Sana garip gelebilir belki ama erkeklerin elinde pembe bir kitap
taşımaya utandığı bu ülkede aynı kitap bir de gri kapakla basıldı. Her şeye
rağmen pembesini okuyan erkekler de oldu tabi.”
“Gerçekten mi, şaşırdım
bu cinsiyetçiliğe!”
“Ah o dediğin mevzu
aşktan bile derin, sürekli kanayan bir yara, şaşıracağın çok şey var bizim
buralarda da aşka dönelim yine? Adeta susuz kalmışçasına insanlar kitabın peşine
düştü. Burası aşklarını acısıyla harmanlayanların topraklarıydı. Kavuşulan
aşkların güzelliğini, kitaplardan okuyanların… Dizilerden izleyenlerin. Uzun
sözün kısası aşkın büyüsüne kapılmış her insanın şanslı olduğunu düşünüyorum.
Hele de kendini teslim ettiğin akışın sahibi seni atmosferi sevda olan bir
dünyaya bir el uzatışla alıp aşkla nefeslendiriyorsa. Kendisi de baştan başa
aşk olan bir adamsa, Aziz Zahara gibi.”
“Herkesin karşısına bir
kere olsun bu şans çıkmaz mı sevgili okur?”
“Bilmem. Çıkar herhalde
ama anlayana kadar iş işten geçebilir çoğu insan için. Şanslısın dediğim konu şu:
Düşünsene ya Oblomov olsaydı karşındaki? Aşkı, tutkuyu bilen ama yataktan bir
türlü kalkamayan, her şeyi erteleyen, dur bakalım ne olacak diyerek hareketsiz
kalan, yaşam alameti, kalp çarpıntılarını hissedince daha da yavaşlayıp saklandığı
köşede geçmesini bekleyen Oblomov’un yaptığını yapsaydı sana Aziz Zahara, sen
de muhteşem bir dille yazılmış ve çevrilmiş bir Rus romanının tanrı
anlatıcısından, yani bir nevi yazar Gonçarov’dan aşka, dostluğa dair nutuklar
dinlerdin. Doğulu toplumları anlayamaz, neden bunca cesaretsiz bu adam der,
şaşırırdın. Olga gibi acı çeker aşktan ümidi keserdin. Şanslıymışsın Ella,
doğru ülkede, doğru romanda doğru adamla atılmışsın maceraya.”
Başını salladı, “Oblomov
kim bilmiyorum. Ama feci halde konfor alanına sıkışmış biri olmalı. Ben hep
hareket halindeydim. Evde hiçbir şey yapmadığımın düşünüldüğü zamanda bile öyle
çok şey yapıyordum ki çevremdekiler için, çok şükür sonunda atikliğimin ödülü oldu
Zahara”
“Ne mutlu sana, kalbe
değen bir aşk, hele de seninki gibi karşılıklı olanı yazılmış bahtına. Böylesi
aşk bahardır ruha. Biz ediyoruz, sen de teşekkür et, seni aşkla buluşturan Elif
Şafak’a.” deyince ellerini kalbinin üzerinde birleştirdi. Gözlerini kapatıp
şükretti. Sonra sıkıca tuttu ellerimi.
“Seni tanımak güzeldi. Bizim
buralarda “Kalbinin ekmeğini yemek” diye bir deyim vardır. Seninki o hesap. Aşk
eksilmesin kalplerimizden” dedim.
Kalktı, sarıldık.
Arkasından uzun uzun baktım. Banka tekrar oturup yıllar sonra Aşk’ın
sayfalarını çevirmeye devam ettim.
Handan Kılıç
10/10/2021
İzmir
*Görseldeki mandalanın çizimi bana aittir.