"Tavsiyelerinden yoruldum" dediği gün içimden Candan Erçetin'in "Ben her şeyi yoruyorum" şarkısı yükseldi.
Şarkıyı mırıldanmaya başlayınca hemen atıldı "Yoruldum, ne yalan söyleyeyim, her şeyi sen mi biliyorsun, bırak beni kendi halime, bir şey olmak istemiyorum, gönderdiğin hiçbir linki tıklamıyorum, hatta hepsini siliyorum. Ara sıra başlığı ilginç gelen olursa yıldızlıyorum ama o da okunmadı mı bir kere bildirimler çöplüğünde yerini alıyor" dediğinde önce bozuldum ama haklıydı.
Bildirimler çöplüğünde yaşıyor, içinden iyi bir şey bulabilir miyiz diye eşelerken dağılıyorduk. Dağılmak, toparlanamamaktır ve sonu fecidir. "Neredeyim ben" dedirtir. Sonra o ifade gelir ardından: "Ben demiştim"
"Ben demiştim" demeyi sevmem ama ben demiştim bunu sana diye gülümsedim "Hiç canım, hiç sevmezsin sen, sadece haklı çıkmak için mutlu olmaktan bile vazgeçersin" dedi. "Peki, öyle olsun" derken kalkıp pencerenin kenarına gittim. İnsanlar işten dönüyordu. Sokakta, yakındaki pazardan dönenlerle beraber epey insan vardı.
"Evde kal" çağrısına bir biz mi uyuyoruz diye düşündüm, öyleydi sanırım. Otoparkta sadece benim arabam vardı. Hepsi her sabah bir yerlere gidiyordu. Ben yıllardır sabahları bir yere gitmiyorum ama bu gün biraz dışarı çıktım. Berberler hariç bütün dükkanlar açıktı, onları suçu ne, millet sohbet etmesin diyeyse aynı millet diğer dükkanlarda ediyordu. Ekmeğinden bir onlar oldu. Maskem yüzümde, kolonyam bir kaç dakikada bir elimde biraz yürüdüm, kalabalıktan ürkünce eve geri döndüm. Tam o sırada çiçeklenen ağaçları görüp Gülümseyin" dedim.
Karşı apartmandan bir komşu çiçek açan ağaçların fotoğrafını çektiğimi görünce konuştu: "Sıkıldım evde, satıcı duydum ama kaçırmışım, markete gitmek de yasak, yaş var" deyince "65 göstermiyorsunuz" dedim. Kadının yüzü sevinçle gerildi "Yıpratmadım kendimi" dedi örgü yeleğini düzeltirken devam etti: "67 yaşındayım, beyim öldü, çocuğum da yok, belediyeyi aradım cevap veren yok, alt komşunun kocası sordu geçenlerde varsa ihtiyacın markete giderim dedi. Zaten yalnız yemek yenmiyor, biraz bir şeyler aldı sağ olsun" deyince "Şanslısın, kapısı hiç çalmayanlar var dedim, hatta yıllardır :("
Konu değiştirdi. "Başkasının şans gördüğü bazen o kişiye cezadır, acıdır, kimsenin ne çektiğini kimse bilemez, ahkam kesme" diye söylendim kendime. "Duymak istemeyen kadar sağır yoktur" ama dedim, peki kabul dedi zihnim. "Sus ve kadını dinle, bir şeyler anlatıyor bak" diyerek uyardım.
"Mor sümbüller ne güzel açtı, bunu kapının önüne çöp döküyormuş diye keseceklerdi yok dedim, dinlemediler, kesme kararı aldılar, neyse ki korona çıktı da elleri yetişemedi. Baharda güzel olur demiştim, bak ne güzel şimdi çiçek açtı" dedi. Yaklaşıp "Sen nerelisin?" diye sorarken aklına mesafe kuralı geldi, hemen geri çekildi, "Uzak duracaktık değil mi, böyle de pek zor" deyince "Hastalık daha zor dikkat etmek lazım, hem çok market telefonla da getiriyor, ararsınız yardımcı olurlar, böyle sokakta satıcı beklemenize gerek yok" dedim, müsaade isteyip eve doğru yürüdüm. "Oğlun çok büyümüş, görünce zor tanıdım, sakallı bıyıklı adam olmuş, erkek diye çekindim, ne güzel oynardı çocukken buralarda, severdik onu, şimdi doktor olacak, yaşlanınca bize bakar" deyince gülümsedim
"Doğan büyüyor, ömür gidiyor" diyerek veda ettim. O ise çardağa doğru yürüdü. Alışveriş torbaları ile gelen bir başka komşuyu görünce "Gel, iki lafın belini kıralım" diye seslendi. Adam tereddütsüz ve maskesiz yaşlı kadının yanına oturdu. Sanal falan ama internet kullanmamak ne zor, ne büyük yalnızlık diye düşünürken güldüm, kullanmak da yalnızlığın başka çeşidi değil miydi? En azından sosyal mesafe var, ekranı da maskeden sayarsak diye gülerken kendimi asansör aynasında gördüm. Güneş gözlüğüm, maskem, şapkam ve fularımla güldüğümün farkına sadece kendimin vardığını anladım. Asansörde bir kaç yerime daha kolonya sürüp zile bastım.
Evde bir yasaklı daha:) Yirmi yaş altı, altmış beş yaş üstü tamamen, arada kalan kuşaklar kısmen sıyırdı diye güldüm. Sıyırmayanlar da sıkıldık yahu belirsizlikten diyorlar, bir ay oldu diye söyleniyorlar ya, kahkahalarla güldüm:) Bir aymış, izole olmuşlarmış... Diyecek çok şey var ama anlayacak kimse yok dedim sustum. Hemen banyoya dalıp üzerimdeki her şeyi çamaşır makinesine kendimi de duşa atıp kırklandım. Çıkmışken online alışverişte bulamadığımız bir kaç parçayı sıcak, prilli suda yıkayıp kuruladım. Kurulama bezleri dahil makineye götürdüm.
Evin yasaklısı yokluğumda yine yapma dediklerimi yapmış. "Başın göğe mi erdi dedim" gülerek "İnatçısın inatçı" diye ekledim "Yok değilim diye inat etti" "Senin huyun bu" dedim bu sefer o güldü, "Sana çekmişim" dedi "Lafın altında kalmazsın insana da yaka silkeletirsin" derken sarılmak istedim "Yok, dışarı çıktın, yaklaşma" dedikten sonra "Olsun ben istediğimi yapıyorum ya önemli olan bu, başkası vız gelir tırıs gider" diye ekledi "Aferin böyle devam et, ama ben başkası mıyım sen bensin, benimsin dedim" sarıldım. "Ben artık büyüdüm" dedi güldüm "Komşu da öyle diyor ama daha sokağa bile çıkamıyorsun" diyerek kızdırınca "Ne zamana denk geldik yahu. Doğduğumuzdan beri gün görmedik şu memlekette" deyince fırsatı kaçırmadım : "Kimse görmedi, buranın olayı bu" dedim.
"Gideceğim buralardan" dedi.
"Gidecek yer de kalmadı her yer korona" dedim.
"Korona morona, bu bizim işimiz. Çelik gibi sinirleri varmış bak Türk doktorunun" dedi.
"Bu ülkede yaşamak çeliğine su katmaktır" dedim.
Başını kapının kasasına değdirip "Bak göğe de erdi başım" dedi Sonra hobbit evi mi bu tavan boyu, kapı ölçüleri ne kadar kısa" derken yine dertlendi. "Onlar kısa değil, sen uzunsun canım benim" diye göz kırptım.
"Ağa be, bir göğü görüyoruz o da pencereden. Bu bahar için ne planlarımız vardı arkadaşlarla. Sınavları bitirip gezecektik İstanbul’a gidecektik, her şey kaldı, gençliğim bak talan da oldu, zalim geceler" derken odasına yürüdü.
"Hayatta kal da, hepsini yaparsın zaman içinde" dedim.
"Zaman bir kuştur, bir yokuş", bir iniş bir çıkış, bir devinim. Gelip geçen bir oyalanma...
"Neler geçti! Bu da geçer" dedim perdeleri çektim. "Bak bugün de akşam oldu neredesin Ay yüzlüm" diye mırıldandım.
Sosyal medyaya girdim sonra. Her yeri çelinçlar kaplamıştı. "İnsanlar bu kadar vakti nereden buluyor" dedim defterimi çıkardım ödevim olan kelimeyi yazmak istedim.
"Fernweh" Almanca bir kelime. Yakınlık tutkusu ya da uzaklık acısı, uzakları özlemek, uzaklara gitmeyi istemek daha önce gitmediği, görmediği yerleri özlemek manalarına geliyormuş.
Gülümsedim, hiçbir yere gidemiyoruz, bildiklerimiz kadar bilmediklerimizi de özlüyoruz elbette şair gibi “Yolculuklar çekiyor içim” diye mırıldanmayanımız yoktur herhalde bugünlerde" dedim.
Yolları, yolculukları hep sevdim ama bir an önce de eve dönmek istedim. Konfor alanından çıkmayı sadece yeni bir şeyler için kabul ediyorum galiba. Ama farklılığı severim. Bir odanın içinde doğru noktasını bulmuş eşyaların yerlerini bile ara sıra değiştiririm Yoksa sıkılırım daral gelir.
Bu ara hiç bir şey yapmak gelmiyor içimden masamda yarım kitaplar, yarım defterler, renkli kalemler... Bekleyişler, bitmeyişler, bitiremeyişler...
Neden sığamıyorum eve? Hayat eve sığarmış. Evi bile olmayanlar var, ahır gibi yerlere tıkılmış, soluğu kalabalığa karışan... Her nefeste bilmediği bir sona doğru yaklaşan... Hastalarla burun buruna çalışmak zorunda kalan, evine evladına hasret nice canlar... Hastalar, umutlar, umutsuzluklar, yalnızlıklar, kalabalıktan bunalmışlar...
Halimden şikayetçi değilim, şükürdeyim de, her geçen gün daralan çemberde çaresizler için endişeliyim. Ferahlık, bahar, karantinasız günler, tünelden çıkış, adı her neyse, nerelerdeyse, bil ki, bekleniyorsun her köşede!
15 NİSAN 2020
HANDAN KILIÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder