YÜREK, SIRLARLA DOLU BİR OKYANUSTUR




Başlığa taşıdığım cümle, romantik aşkın varlığına bizi inandırıp gençliğimizi çürüten Titanik filminin sonundaki etkileyici sahnede, çok yıllar sonra aşkını itiraf eden Rose'un sözleri olarak belleklerimizde yer aldı. 

Ama benim bunu başlığa bir kadın kalbi olarak değil de "İnsan yüreği" olarak almamın sebebi bu günlerde ileti kutuma düşen güzel aşk öykülerinin taşıyıcısı erkek yüreklerine rastlamış olmam.



On bir yıldır blog yazıyorum. Bunun haricinde dergiler ve çeşitli yayınlarda da tüm samimiyetimle içimi gözler önüne seriyorum. 

Mehmet Akif'in Safahat'ın başında okura seslendiği şiirinde, 
"Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım" dediği gibi sapmadığım tek ibre samimiyet. Bunun da karşılığını her zaman alıyorum. Belki bu yüzden insanı ortada çırılçıplak bırakan yazının aşığı olarak gecemi gündüzümü okumaya, yazmaya veriyorum. Kendime itiraf edemediğim gölge yanlarımdan, yazarken rahatsız olmuyor, bilakis insan olduğumu bana ve okura hatırlatan bu yönlerimle yüzleşiyorum. 

Hepimizin kendisini keşfetmek için geldiği bu dünyada ancak bu keşiflerle alemlerin varlığına dair bağlantıları bulduğunda hayatı anlamlandırabildiğini düşünürüm. Hatta dünyada her gün bir önceki versiyonumuzdan daha iyi hale gelmeyi kendimize hedef edinmek dışında bir işimiz de yoktur. Bu nedenle yaşadıklarımızı ne kadar zor şeyler de olsa ete kemiğe bürünecek şekilde yazdığımızda anlamı keşfetmek kolaylaşır. Acıyı taşımak için güç buluruz. Bu nedenle yazmak şifadır. Büyük acılar dilsizdir ve siz acınızı kağıda döktüğünüzde, kelimelerden elbiseleri ile artık başka bir hale geçmiş, yüreğiniz o yükün altında ezilmekten kurtulmuştur. 

Bir de yazdıklarınızı herhangi bir mecrada yayınladığınızda sizin gibi düşünen dostlarla karşılaşma ihtimali doğar ki, yalnız olmadığınızı bilmek yüreğinizi yatıştırır. O nedenle konu ne olursa olsun, yazmak insana iyi gelir. 

İşte ben de yazmak cesaretini dilim döndüğünce gösteriyor, karşılığında kaliteli yüreklerle tanışma şansı yakalıyorum. İşte yine ve yeniden bir kaç kalbin sırrına vakıf oldum ki, günlerdir okuduklarımın etkisinden kurtulamadım. Elbette sırdaşlık yapma onuruna layık görenlerin sırlarını ortaya saçacak değilim. Sadece insanın bazen taşımaktan zevk aldığı dertleri/sevdaları bile biri ile paylaşma ihtiyacı duyması üzerine yazmak istedim. 

Tam da bunu düşünürken Farah Zeynep Abdullah'ın büyük usta Erol Evgin ile yaptığı düet düştü önüme:  Sen Unutulacak Kadın mısın?   (Tıklayıp dinleyebilirsiniz)

Sözlerini  Dr. Selma Çuhacı'nın yazdığı şarkıyı yorumlarken Farah Zeynep "Sen Unutulacak Adam mısın?" diye de söylemiş ki, enfes olmuş. Ayrıca şarkı sesine de çok yakışmış. Unutursam Fısılda filminde nefis şarkılarla bizi kendimizden geçiren çok yönlü bir sanatçı Farah Zeynep. İzlemediyseniz filmi tavsiye ederim, en azından şarkıları youtube dan dinleyin derim.  


Bu yazıyı yazarken onlarca kez dinlediğim şarkının sözleri de şöyle:


"Usandım eskimiş yalnızlığımdan Söyle neredesin can yoldaşım Çok şeyler silinmiş hatıralardan Bir tek seni hiç unutamadım Geceler arkadaş sensizliğime Odam bomboş şarkılar yarım Bir yemin bir dua oldun dilimde Ne ümidim biter ne yasım Gün gelip her şeyi unutsam bile Sen unutulacak kadın mısın Sensiz yılları sensiz aşkları İnanma asla yaşamadım Solgun düşlerde birkaç kadehte Sen unutulacak kadın mısın"

Aşk üzerine bu blogda çok yazdım, o yüzden uzatmayacağım.  Misal bir tanesi Aşk ile bir dahadır. Okumak isteyenler linki tıklayabilir. 

Aşkın içinden geçtiği her şey güzelleşir. Hayatın yükünü taşımak kolaylaşır. İşte yürek güzelleştiği bu duygunun yokluğunda kah susuzluktan kuruyan bir çöldür kah bir hayal okyanusunda sırlar biriktiren rotasız bir gemi. Bazen insana aşkın varlığı bile yeter. Bunu, şimdinin her şeyi hemen tadan gençleri bilemez. Aşkı en hızlı tükenen arzu ile karıştıranları çok şansız buluyorum ama aşkı yürek boyutundan hayata taşıyamadığı için hiç yaşayamayanların da şanslı olduğunu düşünmüyorum. Bunun ikisinin arasında kalan grubun da aşklarının devam ettiğini görmedim. Ama ayrı düşmüş, kavuşamamış sevgililerin aşklarının mezara kadar olduğunu bir kez daha anladım. Titanik filminde olduğu gibi hep kadınlara düşen bu yürekte taşıma kısmının erkeklerce de yapılabildiğine şahit oldum. Pek rastlanan bir şey değildir ya ondan ne şanslı kadınlar var, iki güzel söz duymadan aşkın enkazında kalan ne kadar bahtsız kadın var dedim kendi kendime. Bana anlatılan iki ayrı hikaye böyleydi. 

Birinin üzerinden sekiz yıl geçmiş, yazı, çizi çalışmalarına, derin okumalarına devam eden başarılı bir yazar da olan dostum, o vakitler yazdığı şiirlerini paylaştı ki, iyi dergilerde de yayınlanmış bu şiirler sırasında nasıl aşık olduğunu anlattı. "Söylemenize gerek yoktu, her kelime dokundu yüreğime, bunu aşktan başka bir şey yapamaz" dedim. Bir daha hiç şiir yazmadığını, yazamadığını söylediğinde gözlerim doldu. "Bu bir demdir gelir geçer, duyamazsın demedim mi" diye mırıldandım gözlerimi silerken. 

Diğeri çok daha hüzünlü idi. Üzerinden tam kırk yıl geçmiş, çocuklarını yiyen ülke yine bir darbe ile sarsılırken aşıkları başka yönlere savurmuştu. Kendi içinde yere serdiği, dağıttığı, sürgünlere yolladığı evlatlarının, bağırlarına taş basarak kabullenişlerine sahne olmuştu. Tabi bu kabulleniş kendine yazılan kaderi normal bir aile yaşamı ile devam ettirirken kalp okyanusunda yüzen geminin rotasının an be an takip edilmesine mani değildi. Bu sefer sadece erkek değil kadın da yüreğinin frekansını kaybetmemişti. Birbirlerini bir ömür denecek kadar uzun zaman önce kaybeden iki kalp, hala birbiri için çarpıyordu ve bunu ikisi de birbirine itiraf edebilecek kadar cesurdu. Acılarla dolu hayatlarına belki de dayanaktı o arka planda açık kalan sayfa. Ve elbette karşılıklı aşkı hiç tatmamış milyonlarca insandan şanslıydılar. En büyük hediyeleri de ikisinin aynı duygudaşlığı sürdürebilmeleri idi. Yeniden başlama şansı olsa bir dakika tereddüt etmeyecek kadar taze bir duygu... Prangaları her geçen yıl artmış, ayrı dünyaların insanlarını, oldukları yere mıhlasa da hiç bir zincir kalplere vurulamazdı. Aşktan büyük değildi hiç bir duygu. Ve "Yürek sırlarla dolu bir okyanustu."    

"Sen unutulacak kadın mısın?" şarkısı bu sefer yankı buluyor, "Sen unutulacak adam mısın?" diye kulağına fısıldarken aslında hiç bir şey beklemeden ama yine de beklenti ile geçen yılların alnından öpüyordu.

  
Jack de Rose'a ölmeden önce aşağıdaki videoda izleyeceğiniz sözleri söyleyerek onu hayata bağlayacak ipi sevdiği kadına uzatmaktan imtina etmeyecek kadar cesurdu. 1997 yılında yürekleri dağlayan film geniş kitlelerce seyredilip aşk var diyerek hafızalara kazınıyordu.

Madem coştuk bir de Issız Adam'ın final sahnesini de ekleyerek dostlarıma armağan bu yazıyı bitireyim. Tıklayın izleyin. 

Aşk var, hala yaşıyor...



6 yorum:

  1. "Yürek sırlarla dolu bir okyanus" gerçekten de çok güzel çok derin anlamları olan bir cümle. Yazınızı da çepeçevre kucaklamış. Yüreğinize sağlık😊 🤚

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Yıldız 💫 yüreğe ciğere her bir yerimize sağlık 😉☺️🙏

      Sil
  2. ...
    oysa şafak vakti kıyamıydı aşk
    ruhun ruha selâmı
    kalbin kalbe secdesi...
    ...
    Bilmem ki her gece aç kurtlar niye iner, yüzümün öbür yarısına...

    YanıtlaSil
  3. Dünya nüfusu kadar tanımı olan tek varlık aşk. Hepsi doğru hiçbiri yeterli değil. Murathan Mungan geçen bir TV'de 'sevmeden aşık oluyor insanlar, sorun burada' demişti. Birçoğu hisseder, birazı yaşar, çok azı ifade edebilir. Siz de güzel ifade etmişsiniz kaleminize sağlık..

    Bana göre ise karşı taraf havuçlu tarçınlı kek yapmayı öğrendiği zaman bitiyor aşk. Kek önemli..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Hakan Bey ifade edebilmeyi başardığım için mutluyum ama mutluluğa giden yolun taşları gözyaşıyla döşeniyor ...

      Sil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...