MAVİ SULARA GÖMÜLEN SEVDA
Ayda, saks mavisi stilettolarıyla aynı tonda bir fular seçmişti bugün. Beyaz döpiyesi ile kombinlemiş, makyajını tazelerken aynada bir kez daha baştan aşağı kendine bakıp gülümsemişti. Bu ara otelde işler çok yoğundu. Telefonu çalınca açtı. İsmail Bey çağırıyordu. Makyajını bir kez daha kontrol edip koşarak çıktı. Üstünü başını düzeltip patronun odasına girdi.
Onu her gördüğünde gözleri parlayan İsmail Bey arka arkaya iltifatları dizince keyfine keyif katılmıştı. Adam toparlandı ve bu geceki organizasyon için yurtdışından yeni dönen damadım ile çalışacaksın, akşam bir parti verilecek ve bu kızıma sürpriz olacak. Az sonra gelir bizimki diye açıklamada bulunurken kapı nazikçe çalındı.
“Merhaba” diyen o sesi duyduğunda yerine mıhlandı Ayda. Bir anda “Ne oluyor, yok o olamaz, hayır, insan insana benzer ses” diye kendini oyaladı. Birkaç adım atan Dorukhan yanına gelmişti bile. Elini uzattığında göz göze geldiler. Şimdi şaşırma sırası Dorukhan’daydı. Ayla kendini çabuk toparladı. “Hoş geldiniz Dorukhan Bey, İsmail Bey’le biz de akşam için konuşuyorduk” derken baştan aşağı süzdü Dorukhan’ı. Her zaman şık giyinirdi ama şimdiki tarzına bakınca yağlı kapı bulduğu nasıl da belli şerefsiz diye içinden geçirirdi Ayda.
Gözlerindeki nefreti saklama gereği duymamış, elini uzunca süre tutarken “Neden?” diye sormuştu adeta. Dorukhan da “Yapamazdım, anla beni” der gibi bakarken pişmanlık bulutu geçmişti gözünden. Ayda’nın kızgınlığını söndürecek bir yağmur bırakmayacağı halinden belli olsa da, mavi gözlerinde bakıp hülyalara daldığı zamanlara gitmesini, onu çılgınca sevdiği günlerdeki geniş müsamahasıyla bakmasını engellemedi.
“Hayır kızım, hayır Ayda, bu gözlerin mavisine bu sefer inmeyecek yelkenler, hem artık onun bir limanı var ve sen burada çalışıyorsun, diye kendine telkin verirken Dorukhan hala ona bakıyor gülümsüyordu. İsmail Bey’in gür sesi ile tekrar kendine geldi Ayda. Dorukhan’a onu anlatan patronu, ne kadar titiz olduğundan bahsediyordu. “Seval benim gözbebeğim, onun en çok neyi isteyeceğini de sen bilirsin, madem siz bana bu müjdeyi verdiniz, ben de bunun hakkını verecek bir gece istiyorum.” Ayda’nın “Ne müjdesi?” der gibi baktığını görünce “Dede oluyorum, hem de oğlan, küçük İsmail geliyor Ayda” derken Dorukhan’la göz göze gelen kadın o mavilikte batırdı gemilerini, patronunu tebrik etti.
"Dorukhan Bey bir kahve içsin, dinlensinler, benim bir kaç işim var " diyerek odadan çıktı. Gözlerinden süzülen yaşları saklamadan hızlıca adımladı koridoru. Tuvaletin önünde bir kaç kişiyle karşılaştı ama umursamadı. İçeri girdiğinde kimse olmamasını fırsat bilerek kendini bıraktı. Onu düğünden hemen önce bırakıp gidişini, biriktirdiği kini, sebebini öğrenemediği terk edilişin acısını hatırlayıp gözlerini sildi. Makyajını yapıp İsmail Bey’in odasına doğru yürüdü.
HANDAN KILIÇ
22/10/2020
Ağva’da Bir Başına
Ben bir çam ağacıyım, her mevsim yapraklarım yeşil. Her yağmurda temizlenir, parlar, dimdik dururum yerimde, toprağımda.
Bir zamanlar burada bir koru vardı; omuz omuza nefeslenir, ciğerleri olurduk toprağın. Hepsini önce budadılar, sonra kökünden kestiler. Yerlerine ahşap evler, yeni patikalar yapıp doğaya davet ettiler insanları. Onlar da koşa koşa geldi katliam yerine. Diğer ağaç kardeşlerimle hiç ses etmedik, "Yok olmaz!" demeden acımızı gömdük, toprağın derinine, nefessizce.
Yanımda yöremde hiç çam kalmadı. Karşıda, suyun diğer yakasında, uzaklarda bir yerde bir başka koruda yaşayan dostlarım var şimdi. Onları izleyerek avunuyorum. Bazen hüzünlenip bizim korunun eski günlerinde dolaşıyorum ama tek yaprak dökmüyor, gelen geçen mevsime uymuyorum.
Adım çamlardan bir çam işte. Yaşım yüzü geçti, hatıralarımsa dallarım kadar yüce. Köklendiğim bu toprak benim. Nice savaştan, afetten çıkıp nimetlerle geldim. Tohumken daha gözümü maviye diktim. Toprağıma, yağmuruma, güneşime güvendim. “Ağaç der ki, gücüm güvenden gelir” (*) Ama şimdi burada güvende değilim. Her an korudaki dostlarımın başına gelen akibet beni de bulabilir. Doğal (!) bir görünüm elde etmek için yoldan çekebilirler beni. Oysa ben yol kesen değilim. Benimle halleşene dost, gölgeme girene serinlik, sırtını dayayana sağlamlık veririm. Hikmet isteyen de olur, gürültüsüz esintimde sessizliğe gömülen de. Bir başıma kalsam da direnirim.
Ama Şair ne demiş hatırla:
“Her çiçek meyve olmak ister
Her sabahın arzusu akşamdır
Her şey fanidir bu dünyada
Değişimden kaçıştan başka
En güzel yaz bile ister
Hissetmeyi sonbaharı ve solduğunu
Sessizce dur yaprak, sabırla dur
Kaçırmak isterse rüzgâr seni
Oyna oyunlarını, savunma kendini
Bırak olsun ne olacaksa
Bırak seni kıran rüzgârın esintisi
Uçursun seni yuvana” (*)
Doğan büyür, ölür, dönüşür toprakta yeşerirken.
Başladıysa biter her şey, bitmeli, bitebilmeli. Varlığı, sonsuz bir salınımda olmak yorar. Varlık, var edilendir, yok da olması gerekir ki, bilinsin bu yoldan geçtiği. Hep orada olursa kim fark eder ağacı, böceği, insanı, günü, güneşi?
Yorulur sabır bile; insan, ağaç, nehir, deniz derken dünya başlar üzerinden atmaya ağırlıklarını. Öyleyse solgun yaprak gibi diyebilmeli, varlığa selam verip "Bırak olsun ne olacaksa"
Hisset, sonbaharı solumak da renk veriyor sana, o anı, o rengi yaşamalı. Ama çam ağacıyım ben, her mevsim yeşil ve diken yapraklı. Ne kimse dokunup sarılır gövdeme, dalıma tırmanır, ne yaprağımı okşar ne de düşen dikenlerimi toplayıp bir defter arasında kurutur. Benim de son baharım var elbet, benim de değişiyor yapraklarım ama ben mevsimlerimi içten içe yaşarım. Kimse görmeden yaprağımı dökerken bir taraftan yeşertirim tazeleri.
Öyleyse ağaç kardeşim! Dallarım yapraksız kaldı diye üzülme, sonbaharı yaşayabiliyorum diye sevin, ki yaprağının her rengiyle yerde bile başka güzelsin. Dallarına salıncak kurulan mevsimler geldiğinde, çiçeklenip yeşerdiğinde, meyveye durunca yine kıymetlisin.
Beni, kozalaklarımı yakıt, fıstıklarımı helvada katık yaptıklarında hatırlarlar. Ölülerinin ardından hayır diye dağıtırlar. Sonbaharda sana bakıp renkten renge girişini hayranlıkla seyredip hüzünlenirler. Bana bakıp düşünmezler içten içe yaşadığım acıları, bir başınalığı. Rüzgârda bile hışırtım yoktur benim, sesim çıkmaz,, sağa sola savrulmam, kolayca bırakmam, yağmura, rüzgâra, güneşe kendimi. Bir başınalığa da alıştım, kökümden söküp atmazlar, baltaları ile saldırmazlarsa öylece dururum evimde, burada, Ağva'da.
“Sus, bak bana, yaşamak zor değil”(*)
“Ağaçları dinlemeyi öğrenen ağaç olmayı arzulamaz, kendinden başka hiçbir şey olmayı arzulamaz”(*)
Sen de kendin ol, mevsimlerini doya doya yaşa, ben buradayım bir başıma Ağva’da.
Handan Kılıç
27 Ekim 2020
İzmir
(*) Tüm alıntılar ve şiir Hermann Hesse'nin Ağaçlar adlı kitabındandır.
Boya boya hepsi süs için...
"Boşuna çaba dedi, boya boya hepsi süs için" (*)
Aldırmadım, çizmeye devam ettim; iyi geliyor dedim.
Neden olduğunu bilmiyorum, okuyamıyorum, yazamıyorum bu aralar, dar bir tüneldeyim, etrafıma bakamıyorum. Karanlık duvarlar, adını bilmediğim hayvanlar daha çok sürüngen kertenkeleler... Misal fare değil mi şuradan geçen. Boyu kolum kadardı, kedi mi fare mi belli değil yuh!
Gün ışığı beklerken karanlıklar tutsağı olduk iyi mi? Yeniden cam kenarına o çiçekleri dizecek miyim? Ona da söylenir bizimkiler, annemin çiçeklerine bir şey diyen yok ama! Bu sene şu mor yapraklı olandan başka bir tanesi çiçek açmadı. Mor biricik, hem rengi ile hem çiçeğiyle... Diğerleri birbirine benziyor yeşil ve çiçeksiz...
"Yağmurlardan sonra büyürmüş başak ve meyveler sabırla olgunlaşırmış/ Gözlerimin ta içine bak, ölüler niçin yaşarmış" (**)
Ne çok ölüm haberi duydum bu sıra... Bir bir çekiliyorlar sahneden toprağa, sonra orada çiçek açıyorlar, hepsi süs için mi? Ağacın yaprağında fosfor oluyorlar, dünyayı yeşile boyamak için mi, neden bu kadar geliş ve gidişler?
Ya yılanlar, fenafir gözlülerin kabirlerinde neresinden başlıyorlar kendilerini beslemeye? Dilinden mi, gözünden mi, hangisi daha fesat insanın, yüreği mi zihni mi?
Düşününce dehşete düşüyor insan, bunca yılan yeryüzünden geçip toprağa inince, yalanları yılan olup dolanmayacak mı boynuna? O beden çürürken, zerre zerre toprağa karışırken kötü kokuları emip çiçeğe renk, böceğe aşı olmayacak mı? Güzellikten çirkinlik, çirkinlikten güzellik çıkıyor sürekli, işte budur devran dedikleri.
Boşuna bir çaba mıdır yaşamak,
Her gün kalk, işin yoksa maviye boyanmış gökyüzünü bul.
Gri ise içinden mavi bir gök çat kendine
Bir sürü kötü söz duysan da, kulaklarını perdele
Duymazdan gel, boya gönlünü yeşile
Kuş cıvıltıları ekle, ırmak şırıltısı da iyi olur.
Yok yok, sevmem sürekli aynı ritimde akan su rahatsız eder beni
Yine de seyretmek güzel, mavinin yerde, gökte, gönüldeki halini, Toprağa girmeden önce gönlü yeşille maviyle mamur etmeli.
“Boşuna çaba dedi boya boya hepsi süs için”
“Taç yaprakları kırık bir sesle” (***) yanıtladım:
Boşuna değil hiçbiri... Ne verirsen elinle o gelir seninle! Ne yaparsan da öyle; güzelse güzellik, kötüyse kötülük bekliyor gideceğin yerde!
(*) ve (***) Adalet Ağaoğlu Karanfilsiz adlı öyküden alınmıştır.
(**) Sezai Karakoç
21/10/20
İzmir
Handan Kılıç
CAN CANA
Sonbahar geliyor derken Ekim de bitti. Çektiklerimizse bitmedi, belki de bitmeyecek…
Bu dünyanın kuralı böyle; her gün yeni bir oyun kurulur ama kurallar, döngüler aynı kalır. Sadece oyuna girenler ve çıkanlar değişir. İki kapılı bir handa gece gündüz gidilir. O mesafe arasında dönüşerek değişir insan. Dönüşmek zaferdir, direnmekse çürümek.
Unutma! Kötüleri, kötülüğü unutma!
SİNEMA GÜNLÜĞÜ 236. FİLM

Günlerden #10ekim... Unutulmaz acıların, ölümlerin, kayıpların yıldönümü...
@yaziyorumdergi Ekim sayısında #kötülük konusunu işliyor. Ben de #vforvendetta filmini yazdım. Dolu dolu bir sayı oldu.
#5kasımıunutma diyen film kişisel tarihimde acı bir olayla da kesiştiğinden benim için çok fazla anlam ifade ediyordu.
Ben Sonbahar Kızıyım
Henüz uykusunu alamamıştı ama çalan alarmla yataktan fırladı. Elini yüzünü yıkayıp çaycının düğmesine basarken ocağa da kahve koydu. Pişince alıp bahçeye çıktı, masaya oturdu.
Defter akşam bıraktığı yerdeydi. Mevsime göre havalar sıcak seyrediyordu. Yazdan kalma dedikleri günlerden daha bunaltıcı bir hava vardı bir kaç gündür.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum
Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...

-
Ülkü Tamer şiirinde “ Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen ” diyor ya, düşündüm de ben hiç kuş vurmadım, yuvasını bile bozmaya korkarım...
-
" Bazen ama bir insanla bir şey olur" der şair. Ne sır dolu bir mısradır. "BİR ŞEY" Her şey olabilir bu ya da hiç b...
-
Hayat güzel anılar biriktirdiğimiz bir yolculuk. Bu blog da benim arşivim. Sosyal medya platformları ve handankılıc.com adresi emaneten biz...