AHLAT AĞACI 1

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 22.FİLM ÖNERİSİ


Bugün, birkaç yıldır kendimce haklı gerekçelerle ertelediğim bir arzumu, arkadaşlarımdan üst üste aldığım iyi haberlerin şerefine yerine getirdim.

Yaşadığım şehirde, en büyük şansım olan arkadaşımı da alıp sinemaya gittim. Sabahın ilk seansı olduğundan mı bilinmez salonda sadece ikimiz vardık.

Tabi ki, Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı’nı görmek için yola çıkmıştık.

Büyük ustanın her filminin bende yeri ayrıdır. Özellikle “Bir zamanlar Anadolu’da” ve “Kış Uykusu” hayatımın önemli değişim zamanlarına denk gelmiş, o yol ayrımlarında bana iç sesimi dinlemem gerektiğini hatırlatmıştır. 

Bu nedenle sinemaya giderken bu yeni filmin de, kördüğüme dönen hayatım için bir çözüm sunacağına dair umut doluydum.  

Dram filmlerini de sevdiğimden son sahnesine kadar ilgi ile izledim. Acı acı güldüğüm de oldu, izlediklerimin zihnimde açtığı anı pencerelerinden bakınıp gülümsediğim de. Ama içimin böyle karışık olduğu bir zamanda filmin sonunda umudu diri tutacak bir son olmasa idi kör kuyularda merdivensiz kalabilirdim. Neyse ki, bu filmin sonunda da, içimde bir ışık belirdi.

Ama film boyunca, kahramanların çaresizliğini, çıkmaz sokaklarının karanlığını, hayatın üst başlığının istisnasız herkes için hayal kırıklığı olduğunu iliklerime kadar hissettim.

Hepimiz, tıpkı filmdeki kahramanlar gibi, kendi kuyumuzun karanlığında saklanıyor, etrafı yeşertecek o suyun çıkması için bir zaman çaba sarf ediyor, umutla beklerken sararan otları görünce hayatın elimizden kayıp gittiğini fark ediyoruz.  Bu gerçekle yüzleşmeye başladığımızda da, “Her şey için çok geç” cümlesi ömrümüzün yakalarından tutuyor, gözümüzden belli belirsiz akan yaşlarla beraber sarsılıyoruz.


Ben şehirde büyüyen bir çocuk olarak pek de görmediğim Ahlat Ağacını ilk kez Didem Madak’ın Ahlar Ağacı adlı bence benzersiz acılar manzumesinde duymuş, şiire vurulmuştum. 

Sık sık mırıldandığım bu mısralar  ile filmin bana geçen duygusu paralel olunca bu konu üzerine düşünmeye başladım.

Hani Yusuf Atılgan’ın, “Aylak Adam” adlı eserinde kahramanın dilinden sinemadan çıkan insanı anlattığı satırlar vardır:

“İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi, düşünüyordu;” Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar…  Eve gidip okusam. Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa hep birlikte çıksınlar. Kafasından geçenlere güldü…”  diye tarif ettiği sinemadan çıkan adamım ölmeden bir şeyler yazmak istedim ve o şiire tutundum:

“Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah...dedim sonra
Ah!”

Derken gözlerimden yaşlar süzüldü, yüzüme yerleşen hüzünlü bir gülümseme ile şiire devam ettim:

“Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:
Olanlar oldu Tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!” 

Bu şiiri her okuduğumda derin bir hüzün çöker üzerime. Aynı hüznü film boyunca da, hatta sonrasında uzun saatler boyu da hissettim. Kahramanlar, hayata karşı duruşları, kaçışları tek tek gözümün önünden geçti. Entellektüel birikiminin onu yalnızlaştırdığını düşünen Sinan'ın, kitap basabilmek için sponsor arayışları içimi acıttı. Zamanında kaptığı köşenin, yaptığı ismin ekmeğini yiyen yazarları temsilen filmde yer alan karakterle girdiği diyalog da can yakıcıydı. 

DEĞERLENDİRME YAZISI YARIN DEVAM EDECEK...

KADINLAR AŞIK MIDIR, MAŞUK MU?

21.FİLM ÖNERİSİ



Her ne kadar erkeklerden daha duygusal davransalar da kadınların aşık değil ancak maşuk olacağı söylenir.

Bana bu söylemi hatırlatan ve acaba doğru mu diye sorduran bir film izledim.

İngiliz Edebiyatının önemli bir romanından sinemaya uyarlanan film renkli simaları ve hareketli görüntüleri ile kitabın derinliğini ne kadar verebilir bilinmez.

Farklı bir edebiyat uyarlaması seyretmek isteyenler için vakit ayırmaya değer diye düşünüyorum.

Bence "Kadınlar aşık olunmak ister." iddiası kesinlik arz ediyor. Ama kafamda netleştiremediğim noktalar "Her daim aşık olunmayı dileyen kadına aşık olan erkeğin önemi yok mudur, aşık adam bir gün giderse maşuk kadın hayatına öylece devam edebilir mi" soruları oldu. İzlerken bu ihtimalleri bir kadın olarak gönlünüzde tartın derim.

Erkekler için de, hemcinslerinin daha az ama daha derin aşık olduğuna dair tartışmalarda delil olarak gösterebilecekleri bir film olduğunu belirtmeliyim.

Güzel ve acıklı bir aşk hikayesi için "Muhteşem Gatsby" etkileyici bir yapıt ama dilin keyfine varmak isteyenler her zaman olduğu gibi yönünü kitaba çevirmeli.

Filme dair künye ve özet şöyle:


2013 ‧ Drama/Romantik Film ‧

 2 saat 23 dakika 
  
7,3/10 IMDb
Muhteşem Gatsby, 1925 tarihli F. Scott Fitzgerald romanının sinemaya uyarlanmış olan Mayıs 2013'te vizyona giren film.
Yönetmen: Baz Luhrmann


Özet ve Detaylar
Yazar olma basamaklarını tırmanan Nick Carraway 1920'lerde eğlence hayatının gözdesi konumuna yükselen New York'a gelir. Kendi Amerikan rüyasının peşindeyken tesadüfen milyoner Jay Gatsby ve onun çevresiyle yolları kesişir. Carraway'nin alkolün su gibi aktığı, göz kamaştırıcı partilerle tanışması fazla zaman almaz. Öte yandan bu büyülü Amerikan rüyasının çöküşü de yaklaşmaktadır. Dışarıdan görkemli görünen bu hayatın örtbas etmeye çalıştığı gerçekler su yüzüne çıkacaktır...
Amerikan yazar F. Scott Fitzgerald'ın aynı isimli romanından beyazperdeye aktarılan filmin oyuncu kadrosunda ise Leonardo DiCaprio (Jay Gatsby), Tobey Maguire (Nick Carraway), Carey Mulligan (Daisy Buchanan) ve Joel Edgerton (Tom Buchanan) isimleri yer alıyor. 3D çekilen filmin yönetmenliğini ise Baz Luhrmann üstleniyor.




SİNEMA GÜNLÜĞÜ 4

16-Ölümsüz Aşk- BYPASS 


2012 yapımı 53 dakikalık eğlencelik bir film. Kafanız hiç bir şey almayacaksa iyi gider.


Bu filmden gelen notumuz şöyle, "Aşk, sevgiye ve sekse zarar verir" Tabi bu çok tartışılacak bir konu. Acısını çektiğiniz aşksa zarar, yaşadığınız bir aşksa fayda sunar. 


17-AŞKIN YAŞI YOK-2010




Bir romantik komedi daha.Filmi hiç hatırlamıyorum başrollere rağmen:) Demek o kadar eğlencelikmiş. Süre 1 saat 34 dk. dakikanız var, kafanız dolu ve uyuyamıyorsanız seyretmekte beis yok:))  

Altına "sükunet enerji demektir" diye bir not düşmüşüm.    

18-İHTİRAS GÜNLERİ- A DİFFERENT LOYALTY  2004



DRAM, GERİLİM VE ROMANTİZM .Üçü bu filmde buluşmuş.
İşte notlar:
-İyi bir evliliğin sırrı uzlaşmadır, kadının isteğinde uzlaşma. 
-Birlikteyken zamanın neden durduğunu bilmek istiyorum.
-Kadınlar yalnız kalmaktan hoşlanmazlarmış.
-Sadece kendimle barışık olduğumda resim yapabiliyorum. Galiba anneler mutlu olursa çocuklar da mutlu oluyor. (Eeee günaydın)
-Bir insana çekilmek nasıl bir şeydir.
-Güven ve aşk her zaman birlikte olmaz.
-Komünizm, ergenlik sivilcesine benziyor, büyüyünce kurtulmak gerekiyor.
-Daha iyi bir dünya için hiç düşünmeden yaşamını feda etti.-Bir KGB ajanının ölümü üzerine söyleniyor.
"Gel birlikte tutsak olalım, kafesteki iki kuş gibi şarkılar söyleyelim." Shakespeare
-Geçmişteki seçimlerimiz yüzünden mahkum edilmemeliyiz. ( Doğru, insan değişiyor)
-İyi bir evliliğin temellerinde sadakat değil tutku olmalıdır. (Çok göreceli) 

19-Ira And Abby-2006


Bir komedi filmi daha... Evli bir çiftin kısa sürede kaçamaklar, aile baskısı ve terapiye doğru uzanan ilişkileri.
ve filmden not: Hayatta güzel şeyler aniden olur ve bir kaya gibi çarpar. ( Bu söz işte bizi her zor günde umuda taşır)







20- CELEBRİTY -1998

 "YILDIZ SEÇİMİNE BAKARAK O TOPLUM HAKKINDA ÇOK ŞEY SÖYLERSİNİZ"
BU ÇOK MANİDAR...

ALINTI: Başarısız bir haberci olan Lee Simon’un öyküsü beyazperde'ye yansıtılıyor. Lee, karısı Robin’den ayrıldıktan sonra ünlülerin hayatına dalıverir. Lee, bir çok model ve oyuncuyla tanışmaya, hatta bazılarıyla kısa süreli ilişkiler yaşamaya başlar. Paralel de karısı da bir televizyon yapımcısıyla tanışır ve aralarında bir çekim başlar. Ünlülerin dünyasına eleştirel bir bakış atan Allen, bunu yaparken kendine has mizahını ve üslubunu koruyor. Leonardo Di Caprio, Charlize Theron gibi bir çok ünlünün de yer aldığı film son derece ironik bir sonla bitiyor.

BİLSEYDİK... BEKLER MİYDİK?



Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır derlerdi. 
Bu kahveyi birlikte yudumlayalı çok oldu. 
O görüşmemizin son buluşmamız olacağını bilseydik nasıl davranırdık bilmiyorum. 
Ama sanırım ben her anın kıymetini daha çok bilirdim. 
Bu kadar özleyeceğimi bilsem daha sıkı sarılırdım sana, hayata.

Bu günden bakınca böyle düşünüyorum. 
Kim bilir şimdi de nelerin değerini bilmiyorumdur ama hangimiz böyle değiliz ki! 

Keşke, sahip olduklarımız elimizden çıkmadan kıymetini anlasak. Keşke, keşkeler denizinde kulaç atacağımıza oradan kıyıya yüzüp "Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait/Şimdi yeni şeyler söylemek lazım" diyebilseydik.
  
Ama hatır gönül işlerinin rafa kalktığı, herkesin kendi gemisini yürütme derdine düştüğü günlerdeyiz. 

Lakin deniz bitti. 
O gemi bir gün gelmeyecek. 
Bindiklerimiz de bir bir karaya oturacak. 
Sonra biz yeniden insanı arayacağız içimizde. 
Kendimizle dost olmayı deneyeceğiz. Bunu başardığımız gün de, her şey, herkes bize dost olacak. 
Çünkü bu alemde süregelen bir döngü var. 
O gün gelene kadar burada, "ada"mdayım. 

     28 Kasım 2017'de önceki bloguma ilk yazı olarak bu satırları kaleme almışım. Sonrasında o arkadaşlarımla buluştuk, çok kahveler içtik. Hala yolumun kesişmediği, çok özlediğim, bir selamını gözlediğim nice arkadaşım var.

Ama artık şuna inanıyorum, benim hayat sahnemde hala rolleri varsa gelip beni bulurlar. Yoksa yapacak da bir şey yok. Bazen şartlar öyle gelişir ki, ömrünüzün tamamını yan yana geçirmek isteyeceğiniz insanlar bir daha evinizin önünden geçmez. Sizinle diyalog sahneleri sona ermiştir. Rüzgar gibi geçmiştir kimi, bazısı da boğazınızda bir yumru olmuştur. Kalbinizde tortu olanlar da vardır, o kalbin içinde bir ömür kalacaklar da. Velhasıl-ı kelam beraber yürüyeceklerimizi bile seçmek şansına sahip değiliz. Olanı kabullenmek, kaderle cebelleşmekten daha kolay...

Şimdi dileğim, gönlüme ağır gelenler toplasın pılısını pırtısını çekip gitsin uzaklara. Canıma can katacak, beni sevip maddi manevi büyütecekler de kapımın önüne gelsin. Bir süre bu kapı açık olacak, kalbim havalanacak, sonrası Allah Kerim. Kim bilir ne hediyeler, ne güzel insanlar beni bulacak. 

Buradayım, bekliyorum, sahilde...

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 3

Madem hafta sonuna geldik seyredecek güzel filmlerden devam edelim. Bu sefer aşk diyelim, her zaman, her yerde, her şartta aşk...İyi seyirler 

11-Stuck in Love- AŞKLA BAĞLI 2012

  Yine güzel bulduğum bir filmle başlayalım. --Fısıltılar bu kadar gürültülü olmamalı. 
-Onu seyretmek acı veriyordu.
-Harika bir yazar değilim, harika bir düzelticiyim. Bizim işimiz yeteneklerimizi en iyi şekilde duyurmaktır.
-"Hiç bir şey ilki kadar acıtmaz." Bunu yazılarından çıkarmalısın. 
-En önemli şeyler söylenmesi en zor şeylerdir. 

12-Incendies- İçimdeki Yangın 2010



İkizler Jeanne ve Simon'u karışık köklerini araştırmak için Orta Doğu'ya göndermek bir annenin son dileğidir. Wajdi Mouawad'ın beğenilen oyunundan uyarlanan Incendies, iki genç yetişkinin köklü nefret, sonu gelmeyen savaşlar ve kalıcı sevgiye yolculuğunu anlatan güçlü ve dokunaklı öyküsüdür.

-Hikaye öfkeyi unutmak için verilmiş bir sözle başlıyor.
-Çocuk saçı kesilirken çok derin bakıyor. (Ülkemizde ve tabi parçası olduğumuz Orta Doğu toplumlarında sık rastlanan, çocukluk travmalarındandır. Rahat bırakmalı çocukları.) 

-Sözünü yerine getirmeyen mezar taşı olmaz.

-Çocukluk insanın boğazına oturan bir yumru gibidir, kolay kolay yutulmaz.
-İçgüdüler asla yanılmaz.
-Huzurun olmadığı yerde matematik de olmaz.
-Asla bilinmeyen değişkenle başlayamazsın.  
-Ölüm asla bitiş değildir, iz kalır.

*çok etkileyici bir filmdi. Hele ikizlerin havuza atladıkları sahne çok çarpıcıydı. İzleyin diye anlatmak istemiyorum.

Haydar Ergülen'in bir alıntı ile bitirelim.
"İnsanın kalbi gözleridir 
Bazen ruhu da orada toplanmış gibidir.
Gözleri avlusudur insanın"

13-Çıldırış (The Jacket) 2005 




Adrien Brody ve Keira Knightley,hayranı olarak bu filmi de sevdim. Film, yaralı bir Körfez Savaşı gazisinin evine dönüşü ve hafıza kaybı sıkıntısı ile mücadelesi etrafında dönüyor. Jack, savaş sırasında başından ciddi yara almıştır. Kimsez olduğu için hafıza kaybının keskin anlarında ne yapacağı konusunda çok zorlanır. Bu sebeple de doğduğu yer olan Vermont’a gider. 


-Travmalar ne kadar büyükse hayatımızın belirleyicisi olabiliyor. Savaş gazisi olan kahraman da ne zaman kötü bir şey olsa gözlerini kapatıyor ve geçmişi hatırlıyor, çocukluğun bahçesinde dolaşıyor.

Bir doktor, hastaları için ana rahmine benzer bir ortam oluşturup kimsesiz hastalar üzerinde şiddeti önleyeceğini düşündüğü ilacını deniyor. 
-Hayatta asıl önemli olan şey, ölümün çok uzak olmadığını anlamaktır. Öldüğünde tek önemli şey vardır, dönmek istersin. 

Ve filmin bitiş cümlesi vurucu: Ne kadar zamanımız var?



Aileleri için Noel alışverişine giden mimar Frank Raftis (DeNiro) ve grafik sanatçısı Molly Gilmore (Streep) aldıkları hediye paketlerinin kazara karışması sonucu tanışırlar. Ama bu tesadüfi tanışma orada kalmaz ve ikisini de karşı koyamadıkları romantik bir çekime sürükler. Fakat küçük bir ayrıntı vardır: Frank de Molly de başkalarıyla evlidir. Ve ne kadar saklamaya çalışsalar da, ilişkileri bir şekilde ortaya çıkar...

Robert De Niro ve Meryl Streep'in başrolleri paylaştığı efsane romantik yapımlardan olan filmin yönetmenliğini en son 1999 yılında Okyanusun Derin Ucu filmini çeken Ulu Grosbard üstlenirken, senaryo Michael Cristofer'a ait...

-Bu filmi de çok sevmiştim.

Adamın karısı, hiç kimse bir daha aşık olamaz diyor. Ama adam kendi kendine sürekli onu anlatıyorum, uyurken uyanıkken diyor.
Ekliyor, kendimle ilgili bir sorunum yok, onu sevmekten başka.  

-Tren filmde önemli bir metafor. Aşk da trende başlıyor. Aşk iyi hoş da geç kalınca zor. 

Bu filmin sonuna da bir alıntı yapmışım. Gökhan Özcan'dan iyi öneri:

"Hafiflemek istiyorsan hiç ceplerini boşaltmakla uğraşma, ceketi çıkart"




Aşk Olur ya da özgün adıyla Love Happens, başrollerini Aaron Eckhart ve Jennifer Aniston'ın paylaştığı 2009, ABD yapımı romantik komedi filmi.

Bir ara aşk ve romantik komediye takmış olmalıyım ki üst üste bu filmleri izlemişim. Belki de hepimiz hayat zorlaştıkça bu tarz filmlere kaçıyoruzdur:)

-"Bazen hayat size bir limon verir, limonata yapmak sizin elinizdedir" klişesi hayatlarımıza bu filmle girmiş olmalı. 

-Mutluluk bir çalışma biçimidir. Çalışma gerektirir. Bir süre çalışırsanız bu durum doğal hale gelir. (Kesinlikle mutluluk bir seçimdir, başına gelenlere hep güzel bakarsan illaki güzel düşünür ve sonuçta mutlu olursun)
-Her zaman söylenecek bir şeyler vardır.  







SİNEMA GÜNLÜĞÜ 2



6-Hemingway Ve Gellhorn (2012) 

Bu gün en sevdiğim çiftlerden birinin filmiyle başladım. Hem bu uyarlamadaki çifti hem de hikayenin kahramanlarını severim. Tekrar izlemekten zevk aldığım filmlerdendir. 
Nicole Kidman ve Clive Owen iyi iş çıkarmış.

Hemingway'den not ettiklerim şöyle:

-Yazarlık en iyi gününde bile yalnızlıktır.

-Yazmak zor değil, tek yapman gereken daktilonun başına geçip kanamak. 

-İnandığın şeyler için çabalamayı öğren. 

-Sıradan insanların savaştaki hallerini yaz. Bombalar düşerken ne düşündüklerini biliyor musun? Bir şekilde eve gitmeyi. Evimizde ölmeyeceğimizi düşünürüz çünkü.

-Yazarların en iyileri hep yalancıdır.
-Korkaklardan iyi yazar çıkmaz diye bir şey yok.
-İnsanı yok edebilir ama yenemezsin. Ayakta duruyorsa savaşabilir.
-Zeki insanlarda mutluluk en rastlanan şeydir.
-Bir insana aşık olduğun anı hatırlamak zordur.
-Aşk, nefretten çok daha uzun ömürlüdür.
-Kendimi başkasının hayatının dipnotu olarak görmüyorum. 
    
7-CASABLANCA 1942



 Michael Curtiz in yönettiği, efsane film.  Humphrey BogartIngrid Bergman oyunculukları çok etkileyici.

-Zaman geçtikçe şarkısı güzeldi.

-Seni çok seviyorum ama savaşı sevmiyorum.

-Seninle gelemem, nedenini söyleyemem sadece seni sevdiğimi bil sevgilim.

8-Aşkın Sessizliği- Tous les soleils 2011



Güzel, keyifli bir Fransız filmi. Özellikle müzikleri şahane

9-SATRANÇ KRALİÇESİ -Joueuse- 2009


Film Korsika'da geçer. Orta yaşlı, eşi ve çocuguyla birlikte hayat süren bir oda hizmetçisi olan Helen, bir gün bir çiftin satranç oynamasını izler ve bu satranç tutkusu hayatını degiştirecektir.

Filmleri kadın filmi, kişisel gelişim filmi, aşk filmi diye ayırmayı sevmiyorum. Sanırım hepsi olduğunda güzel bir film ortaya çıkıyor. Bu filmi tek kelime ile anlatmak istesek tutku diyebiliriz. Bu filmden bana kalan da şu satırlar oldu:

-Karım çok güzel resim yapardı. Yetenekli biriydi ama kendisine hiç inanmadı. O öldüğünde onu kurtarabilirdim ama kimse kimseyi kurtaramaz.
-Şüpheleri resimlerinden çok daha güçlüydü. 
-Sendeki yetenek okulda verilenlerden güçlü. 
-İnsanlar hiç bulamazlar ama hep aralar. Buna ben de dahilim. 
-Tehdit her zaman o eylemin uygulanmasından daha güçlüdür. 

10- KIRMIZI DEĞİRMEN -Moulin Rouge-2001




Güzel film. 
-Aşık olunca aniden hayatın boşa harcanmamış gibi geliyor. 
-Öğreneceğin en güzel şey, sevmek ve sevilmektir. 
-Makyajım dökülüyor olabilir ama gülümsemem yüzümde kalır.
-Gösteri devam etmeli.

-Hiç bıkmadan böyle hissedebileceğim.
Gökyüzünü daha önce hiç görmemiş gibi
Öpücüğün içinde kaybolmak istiyorum. Her gün daha çok seviyorum. Mevsimler değişebilir. Seni seviyorum, sonsuza kadar. 

AH BU ŞARKILAR...



Küçük Prensin yazarı Saint-Exupéry'nin "Hiç kimse hem sorumluluk hem umutsuzluk hissine aynı anda kapılamaz" dediğini okuyunca kalbime döndüm ve sordum, hangisini taşıyorsun: 

Hayatın anlamını bulmaya gönderildiğin bir alemde bu devasa yükün sorumluluğunu mu, yoksa her şeyi karanlığa mahkum eden umutsuzluğu mu...


Bir süre ses vermedi. Bıraksam ağlayacaktı. Keşke bıraksaydım ve içime dönerek gerçekliğe teslim olsaydım. Ama yapamadım, yine kelimeleri alıp yanıma, oturdum masanın başına. 


Oysa, kalbimizdeki yaralar tazeyken, sorumlulukların altında sus pus olmuş içimiz hala kanıyorken çok yol gidemezdik. 


Ama cesaret gösterenlerin mutluluğa adım atacağını öğrenmiştik. 


Sorumluluk sahibi olmak, kendi acılarına rağmen gereklilikleri yerine getirmekti. Birilerinin derdine derman olmaya çalışırken güzelleşmek, sevgi ile huzura ererken gizli bir elin bizim gözyaşımızı da sildiğini fark etmek demekti sorumluluk. 


Niyâzî Mısrî'nin "Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı
Ben beni terk eyledim bildim ki ağyâr kalmadı" dediği o yere ulaşmak ancak böyle bir yolda yürümeye cesaret göstermekle başlamıyor muydu! 


Tekamül, yani kemale ermek, olgunluk yoluna girmek kişinin herkesle barışık olmasıyla mümkün değil miydi!

Peki insan dünyada bu kadar kötülük varken nasıl dünya ile barışık olabilir. Sürekli kendi ile kavga ederken nasıl başkalarına kalbini açabilir? 

Elbette sevginin en saf hali olan şefkatle hayatını dönüştürür. Şefkat, insanı kendinin dışına taşır. 

Eğer insan büyük bir şefkatin sonucu değerli bulunup bu dünyaya yollanmışsa içini aydınlatacak, umutsuzluğun karanlığını yırtacak, onu narsist egosundan kurtarıp farkındalık katına yükseltecek duygu da elbette şefkattir. Bunu hissettiği anda sanki elektrik düğmesine basmış gibi içi aydınlanır. O ışık, kendine göstereceği şefkatle başlayıp çevresine de ulaşır. 

O yüzden her şey insanda bitiyor, tıpkı insanda başladığı gibi. Nasıl su sıcakken soğuk olamaz, soğukken de sıcak, insan öyle bir varlıktır ki, sevgi ile doluysa nefrete kalbinde yer yoktur. Sevgi hakimse içimize, nefret geride kalır ve sıcak su ile soğuk su karışınca nasıl dengeli bir ısıya ulaşırsa, insan kalbinde de nefret yerine üzülme ve acıma duyguları belirir.

"Kimse kıymet bilmiyor" diye yakınıyorsak bu bizim yeterli olgunluğa gelemediğimizin göstergesidir. 

Kıymetini bilen, bilecek olan seni var etmiş, bu dünyaya göndermiş. Gezegenin yüzünü karanlık yapan gece değil ki! Sorumluluklarını yerine getirmeyen bizler dünyayı yaşanmaz bir yere çeviriyoruz. 

Kalp yaralarının devası sevgide. Biz ancak merkezine şefkati koyup aydınlattığımız içimizin ışığını etrafa yayabiliriz. Aksi halde, sevgisizlikten acıyan canımızla başkalarını eleştirme yoluna gireriz. Bir başkasını kınarken yaptığımız, kendimizi temize çıkartacak mazeretler bulmak değil midir?

Dikkat edin, neyin mevzusunu yapıyorsak, gündemimiz neyse yaramız oradan kanıyordur.   

Kendinden başkasını sevgiye layık görmeyen hasta ruhlar, kalbindeki o tohumu yeşertemediklerinden çölleşen ruhlarında susuzluktan ölmeye mahkumdur. Keşke tek başlarına ölseler ve dünya, tekamülünü tamamlamamakta ısrar eden bir varlıktan temizlense ama sevgisizlik öyle bir cinnet hali ki, beraberindekileri yakıyor, ortaya çıkan gaz herkesi az çok zehirliyor. 

Ailelerde şefkati azalmış sevgiler var. Bu durum toplumu da zorluyor. Hepimiz hatalıyız, ama kimse ötekini affetmiyor ve sevgisizlik bir yangın gibi büyüyor. Her gün bir başka eve düşüyor ateş. 

Kutsal kitabımızda sevgi iki yerde geçiyormuş. Birinde Gafur birinde Rahim ile anılıyormuş. Bunu öğrenince inanıyorum diyen insanların nasıl da inandıklarından habersiz olduğunu fark ettim. Şefkatli bir sevgi ile affedici bir sevgi... 

Ve bizim içi boş egolarımızı besleyen, sadece iki insan arasındaki o tarifsiz heyecana ad yaptığımız sevgi.  

O kısa süreli ateşin küllerinden kıvılcım çıkartarak başka sevgilere fırsat bırakmayan, çoktan unuturdum ben seni çoktan, ah bu şarkıların gözü kör olsun dedirten sevgi... 

"Aslında ben öyle çok sevilmeye layıktım ama sen beni fark etmedin" diye inleyen nağmelerden başka nedir ki, kalbimizi ele geçiren o şarkılar. 

Sevginin en saf hali şefkat, affetmek ile anlam kazanıyorsa, önce kendimizi, sonra üstü tozlanmış ilişkilerde harcadığımız birbirimizi affederek sevmeye başlayalım. 

Yoksa, kötülerin ele geçirdiği bu dünyada, masum çocuklara, şiddete maruz kalan kadınlara, belki de güçlü olsunlar diye şefkat gösterilmeden büyütüldüklerinden içlerindeki sevgi ağacı bodur kalmış erkeklere yapılan haksızlıklar karşısındaki sessizliğimiz için hem onlardan hem de Hayatı sunandan hangi yüzle af dileyecek, biz iyi insandık, ama üzerimize bulaşan kirleri engelleyemedik diyeceğiz.  

 Nefretin dilinin bozuk bir çeşme gibi durmadan üzerimize aktığı günümüzde sevgi ile kalbimizi ve sonra elimizin uzandığı yerdeki kıymetlilerimizin yüreğini onarmalıyız. 

Yoksa sevgisizlikten öleceğiz.       

NOT: Bu yazıyı 15 Ocak 2018 de yazıp yayınlamışım. Gündemin karmaşasına rağmen olumlu düşünmeye başladığım görülüyor. Başlığı tamamlamak bile içimden gelmedi mesela. Kör olmasın hiçbir şey, hiç kimse. Kimse kimseye ah etmesin. Sanırım içimde mesafe katettim. Olumlu düşünmek çok güzel gelsenize:))

Çam Ağacının Gölgesinde Ekşi Sözlükte

Ekşi Sözlük sürpriziyle karşılaştım bugün.  Oradan verilen linkteki yazı aşağıdadır:  Medium sitesinde yayınlanmıştır.  Teşekkürler Handan K...