Edebiyat Gazetesi Yayında!

 Merhaba,

Günler geceler geçiyor. 

İlkler yerini yeni ilklere bırakıyor. 

Doğan büyüyor. 

Yaşayan, yapılan, gelişiyor. Yazı maceram dallanıp budaklanıyor, bin şükür. 

Bundan 7 yıl önce ilk kitabım çıkmıştı. Facebook'un hatırlattığını arkadaşlarım anımsattı. 

Nasıl bir heyecandı! Şahitleri, emek verenleri, tanıtım yazıları yazanları, kapak için koşanları, görseller hazırlayıp tanıtanları, editörlüğünü canı gönülden yaparak dostluğunu pekiştirenleri çoktu. Bu gün hala yanımda olanları da var, gidenleri de! 

Aynı gün doğan yeğenim Erdem ve beni mutlu eden bir yılın ilk günlerinde doğan yeğenim Mesut, var bir de, ikisi de bu yıl okula başlıyor. 

Okul, hayatın yeni bir evresi. Şimdiye kadar ki zamanda kendilerini geliştirdiler, seyrettiler, öğrendiler. 

Bundan sonra ise öğrendiklerine ilaveten performansları da ölçülecek. 

Dolayısıyla, Akışına Bırak adlı kitabım da 7 yaşında. Ardından gelen kitaplar, derlemeler, dergi yazıları, yazıyorum dergi internet sitesi yazıları, blog, podcastler, youtube, hepsi bir başka okul oldu, oluyor. Şimdi yeni bir heyecan daha var. 

Bana çok şey öğreten, adeta benden yeni bir ben inşa etmemi sağlayan bu yedi koca yıl epey zor geçti ama 7'ler 40'lar önemli dönemeçlerdir. İbretle ve keyifle izliyorum. Çokça gözyaşı döktüğüm de oluyor elbette ama Akışına Bırak diyorum. Her yazar önce kendine yazar, kendine söylermiş anlıyorum.

Bir devrin kapanışını izliyorum aylardır. Hayatımdan çıkan o kadar çok insan oldu ki bu dönemde, en sevdiklerim bile beraber yolculuk ettiğimiz trenden kendi istekleri ile indi. Olabilir. Herkesin gücü, hedefi, istekleri farklıymış demek. Durağı, kapasitesi, kalbi, sevgisi, dostluğu, arkadaşlığı da. 

Bunları bilirsin ama olanı olduğu gibi kabul etmek kolay değildir. Boğazına bir şey takılsa misal, sevgisinden, insanlığından sırtına yumruk atıp yardım edeceğini sandıklarının kılını kıpırdatmayışlarını görür, üzülür, ne yaptım ben ona diye dövünür, nefessizliğine bir yenisini eklersin önce. Zamana bırakırsın. Sonra bir gün bir bakarsın, hayat sana sergilediği tavrı bir şekilde yaşatmış, vagondan indiğinde. 

Kahvenin bile kırk yıllık hatırı olmadığını, suyu uçunca telvelerin boğazında kalabileceğini hissedersin. Sen bilirsin der, sessizce yaşarsın acını. Kelime kelime dökersin duygularını. Satır satır üstene eklenir, gün gelir yazılanlar kitap olur ama muhatabı artık başka bir trenin yolcusudur.

Hayat böyledir. Birileri iner trenden, vagonumuza misafirliği bitince. Ardından gözyaşı döksen de gitmesinin bereketini görürsün. Hayatının baş aktörü, treninin daimi yolcusu olduğunu anlarsın. Ve ardından kalbini kanatlandıran, seni sen olduğun için sevmeyi başaran, hislerini söyleyebilen, desteğini veren nice güzel insan tanırsın.

Hasılı kelam güzel günlerin, güzel dostların, mutlu yıldönümlerinin artması temennisiyle 7. yıla denk düşen bir ilk yazıdan bahsetmek istiyorum. 

Edebiyat Gazetesi dün yayın hayatına başladı ve ilk yazım yayınlandı. Akışına bırak gibi onun da burcu aslan oldu. Ateş ve parlama enerjisi uğurlu gelsin dilerim.  Yeni bir yazı tarzı bulacaksınız.

Linki tıklayarak EDEBİYAT GAZETESİNDEKİ yazımı okuyabilirsiniz.


Bu arada Akışına Bırak adlı kitabımın ikinci baskısını tüm internet satış noktalarında bulabilirsiniz. 

Mesela:


Çalışmalarımla ilgili her türlü linke https://linktr.ee/SeslenenYazilar
buradan ulaşabilirsiniz. 

Tek bir ss alınamayacak kadar genişleyen link ağacım mutluluk kaynağım.
Hep birlikte nice güzel yıllara.

Handan Kılıç

14. Ağustos 2021
İzmir



Sevgilimden Son Mektup 2021 Netflix

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 285. FİLM



Kitap uyarlamalarını hep sevmişimdir. Senaryoya sağlam bir dayanak oluyor kitaplar. Bu film de Jojo Moyes'in aynı adlı romanından uyarlanmış.

Uslanmaz Romantiklere etiketiyle #netflix te yakın zamanda gösterime giren film, duygusu, müzikleri, oyunculukları itibariyle (ara sıra klişelere kaçsa da) son derece başarılı. 

Filmin diğer bir güzelliği hüzünlü bir aşk hikayesini gün yüzüne çıkarırken kendileri aşka düşen genç bir çiftin varlığı. Hikayesi, geçmişte ve şimdide akan iki öykünün birbirine geçmiş hali alt metni sağlamlaştırmış. 

Bundan sonrası "Spoiler İçerir."

Bir gazeteci hakkında, ölümünden sonra yazacağı yazı için araştırma yapan genç meslektaşı 1965 yılında yazılmış, gazeteciye gönderilmiş ve muhatabına ulaşmamış bir dizi aşk mektubu bulur. Arşivde görevli genç adamla beraber hikayenin peşine düşerler ve bu yasak aşkın taraflarına ulaşırlar. 

İlk evliliğinden eşini aldatarak boşanan erkeğe ilk görüşte aşık olsa da bir türlü güvenemeyen genç ve evli kadın "Gel, buradan uzaklara gidelim" teklifine olumlu cevap veremez. Ama sonradan bu kararından vazgeçer buluşma noktasına varmak üzereyken kaza geçirir ve kısmi hafıza kaybı yaşar. Zaman içinde acılarla yaşarken çocuğu da olunca kendini ona adar. Yıllar sonra tekrar karşılaştıklarında erkek aynı teklifi yapar ama kadın çocuğunun küçük olduğunu, kocasının onu kendisine göstermeyeceğini gerekçe göstererek yine yok der. Adam İngiltere'den Amerika'ya gider. 

Kadın kısa süre sonra boşanır ve sevdiği adama ulaşmak için çok uğraşır. Her gün çeşitli gazeteler alır, satır satır okur, aşkının izini arar. Bulamayınca ona yazdığı mektupları en son çalıştığı gazeteye gidip editöre bırakır. İşte genç gazeteciler arşivde buldukları bu tutkulu aşkın kanıtları üzerinden, tarafların hayatını araştırırlar. Ve onları bir araya getirmek isterler. Bir süre direnir yaşlı aşıklar. Ama erkek kadın ilişkilerinin kilit noktası olan duygu paylaşımı kelimelere dökülünce gönül kapıları açılır.

Kadın bunca aramasına rağmen adamı bulamadığından yıllar içinde gazete almayı da bırakmıştır. "Bulunmak istemediğini düşündüm" der. Umutlanmaz ama kendi posta kutusunu hep açık tutar. Adam kadının kararını değiştirip peşinden geldiğini ve kaza geçirdiğini bilmemektedir. Genç çift taraflara bu eksik parçaları tamamlattırarak adeta bir kalbin iki yarısı olan aşıkların içindeki ateşi alevlendirmenin yollarını ararlar. Aslında ikisi de aynı güçlü tutkuyu bir daha kimseyle yaşamadıklarından hayatlarına tek başlarına devam etmişlerdir. 

Kadın, genç gazeteciye "Kalplerimizin de bir sınırı var ve korkarım yaşım gereği o sınıra ulaştım." dediğinde gözyaşlarınızı bırakıyorsunuz. 

Ama güçlü kadın devam ediyor: "Geçmiş sarhoş edici olabilir. Sizi içine çekip geçmişte hayatın daha iyi olduğunu, daha mutlu olduğunuz ya da deneyimlerin daha zengin olduğu illüzyonunu yaratabilir. Aynı zamanda sizi zayıflatabilir. Acı, kalp kırıklığı ve hüsran dolu anlarına takılıp kalmamızı sağlar. Mutluluğa tekrar yürümenizi engeller." 

Pes etmeyen genç gazeteci, "Hatalarımızdan ders almazsak onları tekrar ederiz, derler. Ama aynı zamanda geçmişimizden vazgeçip hayata devam etmeyi öğrenirken bu bilgiyi unutmayıp tekrar deneme ve hissetme yeteneğimizi ele geçirmesine de izin vermemeliyiz."  diyerek iknada bir aşamaya getirir yorgun aşığı.

Diğer genç de aşık adamı cesaretlendirerek yeniden mektup yazmasını sağlar. 

"Birbirimizden ayrı ve uzak geçen yıllarda kabul etmekten çekindiğimiz bir bağlılıkla hep seni düşündüm. Seni özledim. O yüzden bir parça endişeyle tekrar girişimde bulunacağım" diyerek ilk buluştukları parka çağırır.

İki eski aşık aynı heyecanla son anda da olsa gelirler ve birbirlerine özlemle bakıp sarıldıkları o an, yıllara meydan okuyan öyle güçlü bir tutkuları vardır ki, bu hal bize geçmişte kavuşmuş olma olasılıkları üzerinden gösterilir. 

Sonuçta aşka inanmayan, onu modern ve hızlı yaşam temposuna feda etmiş gençler de bu yıllanmış aşkın gölgesinde boy veren aşklarının fidanına canları gibi bakmaya karar verirler.

Aşkın geçen uzun zamana rağmen hala kalpteki yerini korumasının gerçekten etkileyici bir dille anlatıldığı filmi romantiklere ve yaşanan bunca kötülük arasında kalbi kurumuşlara kendini unutma fırsatı verdiğinden tavsiye ediyorum. İyi seyirler.

Handan Kılıç
12/8/2021   


Ne Yerdesin Ne Gökte!

 

Yerdesin. Bir zamanlar gökteydin ya da öyle uzak bir bilinmezlikte. Sonra bir de baktın ki yerdesin. Büyüdükçe daha da yaklaştın yere. Ayağın sağlam bassın dediler, itiraz etmedin, hayallerim var diye. 

Gün geldi aşkla savruldun göğe. Zamanla o da eskidi, işte buradasın, yine yerde. 

İnsan kah göktedir kah yerde. Bu kadar salınmak iyi bir şey mi bilmiyorum; orta yoldan gitmek iyidir lakin rutin de sıkıcıdır derler. 

Çizginin dışında olmak, çok yükselmek, hemen ardından alçalmak ve bu halin sık tekrarı jet lag kadar yorucu. 

Öyleyse rutin rahatlatıcı. Zaten rutininin değeri kaybedince anlaşılır. Hayat, bu gerçeği geçmişi yıkıp geleceği yeniden inşa ederken herkesin ömründen başka başka geçerek yaşatır. 

Yerdesin; kolay değil yeryüzünün bin bir çileyle hemhal çehresine bakmak. 

Kabuğu hala kızgın; depremler, yangınlar, susuzluk, ihmal, çirkin ama yükseldikçe revaçta olan betonlar, her şeye zarar veren ve giderek çoğalan insanlar. 

Hepsi ile çevrelenmişken yer kabuğu kızmakta haklı elbette ama biz de seçimimiz dışında geldiğimiz bu yerde maruz kalıyoruz kötülere, kötülüklere. Ve çoğu zaman yerin altına batasıca katillerle, vicdansız ve aymazlarla aynı toprağa ayak basmaya, aynı atmosferi solumaya devam ediyoruz. 

Çünkü gidecek başka bir yer yok. Öyleyse dünyadan aldıklarını kaliteli bir şekilde yine ona sunmaktan başka çıkar yol da görünmüyor.

Yerdesin, göğe de yükselebilirsin. Kanatlarını kırdılarsa balonla yükselmeyi deneyebilirsin. Yeter ki, ağırlıklarını tek tek bırakmayı ve seni yere bağlayan o ipi kesmeyi unutma. 

Umut ne yerde ne gökte. Uzakta değil, içinde...  

Handan Kılıç 

11/08/2021

#handankılıc

Yüz yüzeyken Konuşuruz Sen varsın diye...


"Boşluğu doldur" Bu tarz sorularda istenen cevaplar önceden belli midir, bizi bir yere zorla sevk eder mi şıklarıyla yoksa serbest akışa kapı mı açar?

Boşluk kelimesinin kendisi kapıdır. Tabii ki seçenekleri sunulmuş üzerine boşluğu yerleştirilmiş her soru alternatifler arasından biriyle doldurulacaktır ya da evet hayır gibi kısa kelimelerle net yanıtları vardır.

Ama boşluk kelime olarak bile insanı içine çeken bir anafor gibidir. Bu girdaptan kurtulmanın yolu var mıdır, içine çekildiğin, düştüğün ve nerede duracağı belli olmayan bir kayboluşta kelimeleri de kaybeder insan.

Boş yani dolu olmayan.

Bir de boşluğu doldurulamayanlar vardır. 

Bu cümle genelde sevdiklerimizin ölümlerinin ardından söylenir aslında.


Bir daha geri gelmeyecek olandır boşluğu doldurulamayan.


Yoksa gidenlerin yeri dolar bir şekilde, sonuçta kimse vazgeçilmez değildir.

Kimse, sonsuza kadar kimsenin değildir. 

Kalan, koca bir boşlukta beklemez. Zaten insan bir şeyi bekliyorsa beklediği yer doludur orada boşluk yoktur. 

Hem dolu olan kolay devrilmez. Rüzgâra yenilip çamura düşmez. Onu alt edip çamura atsalar üzerine bulaşan toz toprak dökülür, sıçrayan çamurlar güneşin sıcağında kurur ve gider.

Hem böyle bir durumda çamurun yaptığı boşluk doldurmak değil bir nevi tacizdir. Nihayetinde güneş ona gününü gösterir de içlere su serper.

Bir de boşluğu anlaşılmasın diye kendini saklayanlar vardır konuşunca mesela anlaşılacaktır cehaleti, tıntın edecektir teneke gibi. Atasözlerinin "Sus da adam sansınlar" dediği gibi cahillerin akıllıları yani, içlerine konuşur çoğu zaman. İyi ki öyledir, aksi halde cahille muhabbeti kesmeli. Rüzgâr çanları bile daha ahenklidir, gözleri kapatıp onları dinlemeli.

Hem atalarımız ne demiş "Dolu başağın boynu eğri olur." Olgun insanlar ne zaman ne yapacağını bilir manasında söylenen bu atasözünün mefhumu muhalifinden anlıyoruz ki, boş beleş başaklar dimdik duruyor.

Zaten boşluk boşluğu doldurmaz, kapsamaz, sarıp sarmalamaz.

Ne güzeldir yüz yüzeyken konuşuruz' un "Sen varsın diye" adlı şarkısı:




"Seni bir kere görsem belki rahatlar içim
Yıllar oldu görmedim, belki de biraz özledim
Nasıl bir sevdaysa ancak kalbimi dağladım
Seni kaybedip ağladım
Üstümden sanki trenler geçti, yine el salladım
Belki sen varsın diye
Belki duyarsın diye
Beni anlarsın, soru sormazsın
Ah, yetmedi mi be

Bir yere varacak hâlim yok saatim geç oldu
Buradan kaçabilenler gitmiş çok göç oldu
Nereye gizlenmiş bilmem bu işin anahtarı
Çoğumuzun berbat hayatları
Birden durdum bak içimden geldi, nasıl da afalladım
Çünkü sen varsın diye
Orada duyarsın diye
Beni anlarsın, soru sormazsın
Ah, yetmedi mi be
Belki sen varsın diye
Belki duyarsın diye
Beni anlarsın, soru sormazsın
Ah, yetmedi mi be
Gel saklanacak bir yer bulalım
İkimiz bir, sen benim sırdaşım ol
Bak ne kaldı inadından
Seni soludum dumanımdan
Sen benim yanlışım ol
Belki sen varsın diye
Belki duyarsın diye
Beni anlarsın, soru sormazsın
Ah, yetmedi mi be" diye biter ya işte, yetmez insana. 

Çünkü boşluğa boşluk sığdırılamaz.

4/8/2021
Handan Kılıç

YALNIZ VE YANAN ÜLKEM

 





"Rüya

Gözlerimi kapatıp

Rüyalar elimden tutup götürebilseydi

Yükselir, süzülürdüm yeni bir gökyüzünde

Kederlerimi unuturdum.

Hayalimde seyehat edebilseydim

Aşkın ve umutların yeşerdiği, acının dindiği

Saraylar ve geceler yaratırdım.

Yarattığımız her şeyi yok eden

Acımasız gerçeklerin bıraktığı

Zulüm, ızdırap ve çileyle gölgelenmiş

İnsanlar gördüğün bir dünya.

Bizi, düşlerimizi ezen

Tüm yürekleri karanlık ve aç gözlülükle dolduran

Zorbaların yükselen duvarlarını gördüğün bir dünya." 


Ateş de var gül de …

 Taşeron şirketlere yaptırıyorlar böylesini. Bir nevi maşa kullanma işi. 


Hem eli yanmaz ama yakar yıkar yok eder her şeyi. Yaparken de kazanır yıkarken de, böyledir taşeron işleri!


Maazallah bir boşluğuna gelir kalbine saklarsan bu taşeron mütahitleri evinden atıp seni üstüne kira ister, aşka düşerken de başka işe girerken de dikkat etmeli.


Çam ormanının yeniden yeşermesi belki 50 senedir ya bir kalbin tekrar çiçeklenmesi peki,  o ne kadar vakit alır? 


Renk renk güllerin açması için kaç mevsim gerekir? 


İş makinaları çekilse de iz bırakır. Buldozerin paletleri ile geçer yüreğinden Taşeron işçileri. 


Elbet bir gün her şey aslına döner. Toprak da insan da silkeler üzerindekileri.


İşte o zaman bir hafifleme bir huzur bulur cesaret edenleri. 


Eğil ve kokla, ateşte var dünya da gül, gonca da!


4/8/2021

#handankılıc

#seslenenyazilar

#hayatvemandala


 

Gülü gül ile tartarlar

























 

Handan Kılıç Substack Platformunda

  Merhaba, Yılların blogcusu olarak ben de substack platformunda yerimi aldım.  Her mecranın okuru başka ama Blogger, Medıum ve Substack p...